International Committee of the Fourth International
Rus Devrimini Neden İncelemeliyiz

Rus Devrimi’ni Neden İncelemeliyiz

Bu konferans, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi tarafından 1917 Rus Devrimi’nin 100. yıldönümünü anmak üzere düzenlenen beş konferanstan ilki ve “Rus Devrimi’ni Neden İncelemeliyiz?” başlığını taşıyor. Merakınızı, bu soruyu sonuç bölümünde değil, sunumun başlangıcında yanıtlayarak gidereceğim.

Rus Devrimi’nin neden incelenmesi gerektiğine ilişkin 10 neden saptayarak başlayacağım:

Birinci neden: Rus devrimi, 20. yüzyılın en önemli, sonuçları en kalıcı ve en ilerici siyasi olayıydı. Stalinist bürokrasinin ihanetleri ve suçları sonucunda yıkılmış olan Sovyetler Birliği’nin trajik yazgısına karşın, geçtiğimiz yüzyıldaki başka hiçbir olay, gezegenin her yerindeki yüz milyonlarca insanın yaşamı üzerinde böylesine kapsamlı bir etkide bulunmamıştır.

İkinci neden: Bolşevik Parti’nin Ekim 1917’de siyasi iktidarı almasıyla doruk noktasına ulaşan Rus Devrimi, dünya tarihinde yeni bir aşamaya işaret ediyordu. Burjuva Geçici Hükümet’in devrilmesi, kapitalizme bir alternatifin hayal değil; işçi sınıfının bilinçli siyasi mücadelesi yoluyla ulaşılabilecek gerçek bir olasılık olduğunu kanıtladı.

Üçüncü neden: Ekim Devrimi, Marx ve Engels tarafından Komünist Manifesto’da formüle edilmiş olan tarihsel maddeci tarih kavrayışının doğruluğunu pratikte kanıtlamıştır. Bolşevik Parti’nin önderliği altında Sovyet iktidarının kurulması, Marksist tarih teorisinin, “sınıf mücadelesi zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne yol açar...”[1] biçimindeki temel unsurunu doğruladı.

Dördüncü neden: Rus Devrimi’nin nesnel gelişmesi, ilk olarak 1906 ve 1907 yıllarında Lev Troçki tarafından ayrıntılı bir şekilde geliştirilmiş olan ve sürekli devrim teorisi olarak bilinen stratejik perspektifin doğruluğunu kanıtlamıştır. Troçki, Rusya’daki demokratik devrimin –çarlık otokrasisinin yıkılmasının, yarı feodal ekonomik ve siyasi ilişkilerin bütün kalıntılarının ortadan kaldırılmasının ve ulusal baskının tasfiye edilmesinin– yalnızca devlet iktidarının işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesi yoluyla gerçekleşebileceğini öngörüyordu. Kapitalist sınıfa karşı işçi sınıfının önder rol oynadığı demokratik devrim, hızla sosyalist devrime dönüşecekti.

Beşinci neden: İktidarın Ekim 1917’de Bolşevik Parti tarafından ele geçirilmesi ve ilk işçi devletinin kurulması, tüm dünyada, işçi sınıfının ve ezilen kitlelerin sınıf bilincinde ve siyasi farkındalığında devasa bir gelişmeye yol açmıştı. Rus Devrimi, emperyalizm tarafından 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında kurulmuş olan sömürgeci egemenlik sisteminin sonunun başlangıcına işaret ediyordu. Bu devrim, uluslararası işçi sınıfını radikalleştirdi ve tüm dünyada ezilen kitlelerin devrimci bir hareketini başlattı. Uluslararası işçi sınıfı tarafından edinilmiş başlıca toplumsal kazanımlar (ABD’de 1930’larda işkolu sendikalarının kurulması, Nazi Almanyası’nın II. Dünya Savaşı’ndaki yenilgisi, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde sosyal refah politikalarının uygulanması ve sömürgelerden çekilme süreci) Rus Devrimi’nin yan ürünleriydi.

Altıncı neden: Bolşevik Parti, emperyalist savaşa karşı mücadelesinde, devrimci stratejinin ve pratik iktidar mücadelesinin asıl temelinin sosyalist enternasyonalizm olduğunu hem teoride hem de pratikte kanıtladı. Kapitalist sistemin küresel çelişkilerinden doğan Rus Devrimi’nin yazgısı, dünya sosyalist devriminin gelişmesine bağlıydı. Troçki’nin belirttiği gibi:

Sosyalist devrimin ulusal sınırlar içinde tamamlanması düşünülemez. Burjuva toplumunun krizinin temel nedenlerinden biri, onun tarafından oluşturulmuş olan üretici güçlerin artık ulus devlet çerçevesiyle bağdaşmamasıdır. Buradan, bir yandan emperyalist savaşlar; öte yandan ise burjuva Avrupa Birleşik Devletleri ütopyası çıkar. Sosyalist devrim ulusal alanda başlar, uluslararası arenada gelişir ve dünya sahnesinde tamamlanır. Böylece sosyalist devrim, sözcüğün yeni ve daha geniş anlamında bir sürekli devrim haline gelir; o ancak, yeni toplumun gezegenimizin tamamında nihai zafere ulaşmasıyla tamamlanacaktır.[2]

Bu sözcüklerin 88 yıl önce yazılmış olduğuna inanmak zor. Artan jeopolitik gerilimlerin ve Avrupa Birliği’ni içine çeken kaosun ortasında, Troçki’nin “emperyalist savaşlar”a ve “Avrupa Birleşik Devletleri ütopyası”na ilişkin sözlerinin Le Monde’un ya da Financial Times’ın bugünkü çevrimiçi baskısında yayımlandığına inanılabilirdi. Troçki’nin yorumunun kalıcı tazeliği ve geçerliliği, onun 20. yüzyılın ilk on yıllarında uğraştığı tarihsel sorunların 21. yüzyılın ilk on yıllarında çözülmemiş kalmaya devam ettiği gerçeğine tanıklık etmektedir.

Yedinci neden: Rus Devrimi’nin, bilimsel toplumsal düşüncenin gelişimindeki son derece önemli bir bölüm olarak ciddi bir şekilde incelenmesi gerekir. Bolşeviklerin 1917’deki tarihsel başarısı, bilimsel maddeci felsefe ile devrimci pratik arasındaki asli ilişkiyi hem kanıtlamış hem de gerçeğe dönüştürmüştür.

Bolşevik Parti’nin evrimi, Lenin’in Ne Yapmalı?’daki şu açıklamasını doğruluyordu: “Devrimci teori olmadan devrimci hareket olamaz.”[3] Lenin’in sürekli vurguladığı gibi, Marksizm, klasik Alman idealizminin, özellikle de Hegel’inkinin gerçek kazanımlarını (yani diyalektik mantık ve tarihsel olarak gelişen toplumsal pratiğin nesnel gerçekliğin kavranmasındaki etkin rolünün kabulü) yeniden işlemiş ve özümsemiş olan felsefi maddeciliğinen gelişmiş biçimidir.

Lenin’in tarihsel maddeciliği ve tarihin maddeci kavranışını yılmaksızın savunusu ki bu yaklaşık 30 yıllık bir dönem boyunca (1895’ten 1922’ye kadar) yayımlanmış eserlerde kayıtlıdır, onun şu temel düşünsel inancını ifade ediyordu: “İnsanlığın en büyük görevi, ekonomik evrimin (toplumsal yaşamın evrimi) nesnel mantığını genel ve temel özellikleriyle kavramaktır. Böylece, onu, olabildiğince yalın ve eleştirel bir biçimde, kişinin toplumsal bilincine ve tüm kapitalist ülkelerin ileri sınıflarının bilincine uyarlamak mümkün olabilir.”[4] İktidarın Ekim 1917’de işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesi, işçi sınıfının bu siyasi eyleminde ifade edildiği gibi, insanlığın bilincini “ekonomik evrimin nesnel mantığı”na uyarlamasında şimdiye kadar aşılmamış tarihsel bir doruk noktasıydı.

Sekizinci neden: Siyasi bir eğilim olarak Bolşevizmin gelişmesi ve 1917’nin fırtınalı olaylarında oynamış olduğu rol, Marksistler tarafından oportünizme ve onun siyasi kardeşi merkezciliğe karşı verilmiş olan mücadelenin temel önemini kanıtlıyordu. 1917’de iktidar mücadelesine önderlik eden partinin siyasi kimliğini, Lenin’in Rusya’da Menşeviklerin siyasi oportünizmine ve İkinci Enternasyonal’in 1914’te emperyalist savaşın başlamasının ardından sosyalist enternasyonalizme ihanetine karşı mücadelesi biçimlendirmişti.

Tarihin maddeci kavranışını uygulayan Lenin, siyasi eğilimlerin çatışmasında ifadesini bulan toplumsal ve ekonomik çıkarları açığa çıkarmaya çalışıyordu. Bu temelde, oportünizmi –özellikle de İkinci Enternasyonal’in oportünizmini– işçi sınıfının ayrıcalıklı bir tabakasının ve orta sınıfın emperyalizme bağlı kesimlerinin maddi çıkarlarının ifadesi olarak tanımladı.

Dokuzuncu neden: Bolşevikler, işçi sınıfına gerçek bir devrimci partinin ne olduğunun ve onun sosyalist devrimin zaferini güvenceye almadaki yeri doldurulmaz rolünün bir örneğini sunmuşlardı. 1917’deki devrimci sürecin dikkatli bir şekilde incelenmesi, Lenin ile Troçki’nin önderliğindeki Bolşevik Parti’nin varlığının, sosyalist devrimin zaferini güvenceye almada belirleyici olduğu konusunda hiçbir kuşkuya yer bırakmamaktadır. Köylülüğün devrimci ayaklanmasıyla desteklenen Rus işçi sınıfı hareketi, 1917’de devasa bir boyut edinmişti. Ancak o yılın olaylarının gerçekçi okuması, işçi sınıfının Bolşevik Parti tarafından sağlanmış önderliğin yokluğunda iktidara geleceği sonucuna varılmasına izin vermez. Troçki, sonradan bu deneyimin temel dersini belirtirken, “[İşçi sınıfının] Önderliğin[in] devrimci çağdaki rolü ve sorumluluğu son derece büyüktür,”[5] vurgusunu yapmıştı. Bu sonuç, günümüzdeki tarihsel durumda, 1917’de olduğu kadar geçerlidir.

Onuncu neden: Olayların Şubat/Mart ve Ekim/Kasım 1917 arasındaki akışı, yalnızca bir tarih konusu değildir. O son derece önemli ayların deneyimi, işçi sınıfının yeni ve kaçınılmaz devrimci mücadeleler sırasında karşılaşacağı stratejik ve taktiksel sorunlara yönelik son derece değerli ve kalıcı bir kavrayış sağlamaktadır. Troçki’nin 1924’te yazmış olduğu gibi, “Fakat proleter devrimin yasalarını ve yöntemlerini incelemek açısından, şimdiye kadar, Ekim deneyiminden daha önemli ve daha temel bir kaynak yoktur.”[6]

Bolşevizmin programına ve ilkelerine yönelik gerici ve Marksizm karşıtı ulusalcı bürokratik bir tepki olan Stalinizmin suçları, Ekim Devrimi’ni ve bu devrimin, Sovyet devletinin 74 yıllık varlığı sürecinde elde edilenleri de kapsayan gerçek kazanımlarını geçersiz kılmaz. Kapitalist sistemin küresel krizinin bu yeni döneminde Rus Devrimi’nin yeniden incelenmesi ve derslerinin özümsenmesi, mevcut toplumsal, ekonomik ve siyasi açmazdan çıkmanın bir yolunu bulmanın kaçınılmaz önkoşuludur.

I. Dünya Savaşı felaketi

Bu, beş konferanstan birincisi. Bu konferansların, Rus Devrimi’nin dikkatli bir şekilde incelenmesi için sunduğum nedenleri önümüzdeki iki ay boyunca ayrıntılı bir şekilde açıklayacağını ve doğrulayacağını umuyorum.

Tam 100 yıl önce bugün, 8 Mart 1917’de, Rus imparatorluğunun başkenti Petrograd’da, Uluslararası Kadınlar Günü’nü kutlamak amacıyla toplantılar ve gösteriler düzenlenmişti. Rusya, diğer ülkelerde kullanılan Miladi takvimi 13 gün geriden izleyen Jülyen takvimini kullandığı için, Petrograd’daki bu olayın tarihi 23 Şubat 1917 idi. (Konferansın geri kalan kısmında, Rusya’da yaşanan olaylardan söz ederken, tarihleri o zamanlar kullanımda olan takvime göre vereceğim.)

Bu protestolar başladığında, Avrupa’nın büyük güçleri –bir tarafta Almanya ile Avusturya-Macaristan, diğer tarafta ise Fransa, Britanya ve Rusya– iki yıl yedi aydır savaş halindeydi.

Ağustos 1914 ile Mart 1917 başı arasında, ister parlamentolar isterse krallar tarafından yönetilsinler, tüm savaşan ülkelerin hükümetleri, canice bir kayıtsızlıkla insanların canlarını harcıyorlardı. 1916 yılında, Avrupa’daki savaş alanları kanla kaplanmıştı. 21 Şubat ile 18 Aralık 1916 arasında 303 gün süren Verdun Muharebesi, tahminen 715.000 Fransız’ın ve Alman’ın ölmesine ya da yaralanmasına mal olmuştu. Bu, ayda 70.000 ölü ve yaralı demek. Verdun’da öldürülen askerlerin toplam sayısı 300.000 idi.

Eş zamanlı olarak, Fransa’da, Somme Irmağı çevresinde bir diğer korkunç muharebe sürüyordu. Bu muharebenin ilk günü olan 1 Temmuz 1916’da, Britanya ordusu 57.000’den fazla ölü ve yaralı vermişti. Katliamın sona erdiği 18 Kasım 1916’ya kadar, öldürülen ya da yaralanan Britanyalı, Fransız ve Alman askerlerinin sayısı bir milyonu aştı.

Doğu Cephesi’nde, Rus güçleri Alman ve Avusturya-Macaristan güçlerine karşı sıralanmıştı. Çarlık yönetimi, Haziran 1916’da, General Brusilov’un komutasında bir saldırı başlattı. Saldırı Eylül ayında sona erdiğinde, Rus ordusu 500.000 ile bir milyon arasında ölü ve yaralı vermişti. Geçtiğimiz yüzyıl boyunca, çok sayıda tarihçi Rus Devrimi’nin vahşetini ve Bolşeviklerin sözde insanlık dışılığını kınadılar. Ancak bu akademi ahlakçıları, devrim tek bir insanın canına mal olmadan önce, Çarlık otokrasisinin Rus burjuvazisinin coşkulu desteği ile 1914’te başlattığı savaşta bir milyon 750 binden fazla Rus askerinin ölmüş olduğu gerçeğine hafifçe değinip geçiştiriyorlar (tabii eğer onunla ilgilenirlerse).

23 Şubat için planlanmış özel protestonun devrimin başlangıcına işaret edeceğini hiç kimse öngörememişti. Ama savaşın devrime yol açacağı önceden görülmüştü. Troçki, daha 1915’te, Savaş ve Enternasyonal’de, “Savaş okulundan geçen bir işçi sınıfı, kendi ülkesi içinde ilk ciddi engelle karşılaşır karşılaşmaz güç dilini kullanma ihtiyacını hissedecektir,”[7] diye yazmıştı. Lenin, Bolşeviklerin savaş karşıtı politikasını, bir dünya sistemi olarak emperyalizmin savaşa yol açmış olan çelişkilerinin aynı zamanda sosyalist bir devrime yol açacağı görüşüne dayandırıyordu.

Lenin, St. Petersburg’da yaşanan ve 1905 devriminin kıvılcımını ateşlemiş olan Kanlı Pazar katliamının 12. yıldönümü nedeniyle 22 Ocak 1917’de Zürih’te verdiği bir konferansta, az sayıdaki dinleyicisine şunları öğütlüyordu: “Avrupa’da şimdi hüküm süren mezarlık sessizliği bizi yanıltmasın. Avrupa devrime gebedir. Emperyalist savaşın dehşeti, büyük can kaybının yol açtığı zorluklar, her yerde devrimci bir ruh hali oluşturuyor. Egemen sınıflar, burjuvazi ve onun uşakları olan hükümetler, gitgide, çok büyük çalkantılar olmaksızın kesinlikle kurtulamayacakları bir çıkmaza doğru ilerliyorlar.”[8]

Durum böyleyken, 23 Şubat günü bir araya gelmiş adı sanı bilinmeyen göstericiler, büyük tarihsel olayların başlangıcında sıkça olduğu gibi, eylemlerinin sonuçlarını önceden görmüyorlardı. O Perşembe sabahı tarihin gidişatını değiştirmek üzere olduklarını nasıl hayal edebilirlerdi ki?

Savaşın o noktasında, Rusya’daki toplumsal kriz o denli ağırdı ki, işçi sınıfı grevleri ve diğer protesto biçimleri hiç de sıra dışı değildi. Petrograd, 9 Ocak’ta, 100’den fazla fabrikadan 140.000 işçinin katıldığı büyük bir grevle sarsılmıştı. 14 Şubat günü, 84.000 işçinin katıldığı bir başka büyük grev gerçekleşmişti. Ama gerilimlerin hızla kapsamlı bir devrimin patlaması yönünde arttığı hâlâ açık değildi. 1917 olaylarına ilişkin son derece önemli bir anı kitabı yazan sol Menşevik Nikolay Suhanov, 21 Şubat’ta işyerindeki iki genç sekreter arasında artan hoşnutsuzluk üzerine yaşanan bir tartışmayı anımsıyor. O, iki genç kadından biri, diğerine, “Biliyor musun, bana sorarsan, bu devrimin başlangıcı” dediğinde çok şaşırmış ve kendi kendine, “bu hoppa kızlar devrimden ne anlar” diye düşünmüş. “Devrim (mümkün değil! Devrim!). Bunun bir hayal, birçok kuşağın ve zorlu on yılların hayali olduğunu herkes biliyordu. Kızlara inanmadan, mekanik bir şekilde, ‘Evet, devrimin başlangıcı’ diye onların sözlerini yineledim.”[9]

Şubat Devrimi başlıyor

Oysa sonunda, bu siyasi olarak eğitimsiz genç kadınların, deneyimli ama son derece kuşkucu Menşevikten daha fazla gerçeklik duygusuna sahip olduğu ortaya çıktı. 22 Şubat günü, çok sayıda işçinin çalıştığı Putilov fabrikasının yönetimi 30.000 işçiyi topluca işten çıkarttı. Ertesi gün, sınıfsal gerilimlerle kaynayan kentte, dehşet verici bir savaş bağlamında, Kadınlar Günü protestoları başladı.

Bu protestoların çağrısı, bütünüyle yoksullaştırılmış olanlar ile net serveti milyonlarla ölçülenleri tek bir büyük toplumsal eritme potasında birleştiren hali vakti yerinde orta sınıf sahte solcuların kendi tabanlarını tanımladığı gibi, Rusya’nın “yüzde 99’u” adına yapılmamıştı.

Şubat 1917’deki Petrograd göstericileri, imparatorluk başkentinin işçi sınıfından geliyor ve onun çıkarlarını temsil ediyorlardı. Onların siyasi kaygıları bireysel yaşam tarzlarına ilişkin konulara değil; o toplumsal sınıfın sorunlarına odaklanmıştı. Onlar, “Kahrolsun savaş! Kahrolsun hayat pahalılığı! Kahrolsun açlık! İşçilere ekmek!”[10] diye haykırıyorlardı. Kadınlar fabrikalara yürüdüler ve işçilerden destek istediler. Günün sonunda, 100.000’den fazla işçi grevdeydi.

Protestoların kapsamı sonraki günlerde genişlerken, rejimin yazgısının tehlikede olduğu yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Polisin tırmanan şiddeti, göstericileri durduramıyordu. İşçi sınıfı, düzeni yeniden sağlama emri verilen askerlerin protestolara giderek daha fazla sempatik yaklaştığını ve komutanların emirlerini yerine getirmekte isteksiz göründüklerini fark etmişti. Dördüncü gün, işçi sınıfı, kendisini rejimi devirmeye adadı. Göstericilere karşı otomatik silahlara başvuran ve yüzlerce insanı tarayarak öldüren polis şiddeti, amansız bir direnişle karşılaştı.

Mücadelenin sonucu, artık, Petrograd’da konuşlanmış birliklere bağlıydı. Çağdaş tarihçiler, Troçki’nin işçiler ile askerler arasındaki artan kardeşlik ilişkisine yönelik betimlemesini doğrulamaktadır. Profesör Rex Wade, Şubat Devrimi’ne ilişkin değerlendirmesinde şunları yazıyor:

1917’deki askerler, 1905’te devrimi ezmiş olanlar gibi değildi. Çoğu, askeri disipline kısmen alışık yeni askerlerdi. Birçoğu Petrograd bölgesindendi… 23-26 Şubat günlerinde, bu askerler ile kitle arasında, askerlere onlar ile ortak çıkarlarının; genel adaletsizliğin, bizzat asker ailelerinin de dahil olduğu halkın içinde bulunduğu zorlukların, savaşa son verme ortak arzusunun hatırlatıldığı yüzlerce sohbet yapıldı. Kitlelere ateş açılması onları ciddi biçimde rahatsız etmişti. Birçok askeri birlikte olaylar konusunda ateşli tartışmalar yaşanıyordu.[11]

Bu yakınlaşma süreci askeri disipline zarar verdi. Max Eastman’ın Çar’dan Lenin’e belgeselindeki anlatısından aktaralım: “Çar’ın askerleri, tarihte ilk kez onu yüzüstü bıraktı. Onlar, düzeni yeniden sağlamak tüfeklerini için kullanmak yerine, sokaklardaki insanlara katılarak düzensizliği tamamladılar.”

“Kendiliğindenlik”, Marksizm ve sınıf bilinci

Anı yazarları, gazeteciler ve tarihçiler, bu devrime ilişkin sonraki değerlendirmelerinde, Şubat ayındaki kitlesel başkaldırıyı Bolşeviklerin önderliğindeki Ekim ayaklanması ile karşılaştırmışlardır. Bu fazla sık yapılan karşılaştırmanın amacı, bilinçli önderliğin rolünü karalamak; siyasi olarak bilinçli bir önderliğin varlığının devrimci eylemin manevi temizliğine gölge düşürdüğünü ima ya da iddia etmektir. Önderliğin varlığı, olayların normal ve meşru akışını bozan siyasi bir komplo ile özdeşleştirilmektedir.

“Kendiliğinden” sözcüğünün kullanılması, oldukça belirsiz demokratik içgüdülerle davranan kitleler aracılığıyla, siyasi bilincin memnuniyet verici yokluğu mesajını vermeyi amaçlamaktadır. Bu bilinçsiz “kendiliğindenlik” düşüncesinin Şubat 1917’deki devrimin anlaşılmasını güçleştirdiği, onu çarpıttığı ve tahrif ettiği tarihsel bir gerçektir. Rus işçi sınıfının ve çoğu köylü kökenli olan asker kitlelerinin kendi eylemlerinin sonuçlarını açık bir şekilde önceden görmedikleri ya da onların eylemlerine geliştirilmiş bir devrimci stratejinin rehberlik etmediği doğrudur.

Ancak işçi kitleleri, önceki on yılların doğrudan yaşanmış ya da miras kalmış deneyimi içinde biçimlenmiş; Şubat olaylarını değerlendirmelerini, sonuçlar çıkarmalarını ve kararlar almalarını mümkün kılan yeterli bir toplumsal ve siyasal bilinç düzeyine sahiptiler.

Düşünceleri, ağır baskı altında gelişmiş, toplumsal ve kişisel trajedilerle yaralı ve şaşırtıcı kahramanca özveri örneklerinden esinlenmiş olan bir kültürden derinlemesine etkilenmişti.

Lenin, 1920’de, Bolşevizmin kökenlerini incelerken, işçi sınıfı içinde derin kökleri olan ve ezilen geniş halk kitlelerini etkileme kapasitesine sahip sosyalist bir siyasi kültürün ve hareketin geliştirilmesine yönelik uzun mücadeleyi şöyle takdir ediyordu:

Son derece vahşi ve gerici bir çarlık tarafından bastırılmış olan Rusya’daki ilerici düşünce, yaklaşık yarım yüzyıl boyunca –önceki yüzyılın yaklaşık olarak kırklarından doksanlarına kadar– hevesle doğru bir devrimci teori peşinde koşmuş ve Avrupa ile Amerika’da bu alandaki her “son söz”ü büyük bir özen ve titizlikle izlemişti. Rusya, tek doğru devrimci teori olan Marksizme, gerçekte, yarım yüzyıllık eziyet ve özveri, benzersiz devrimci kahramanlık, olağanüstü enerji, adanmış araştırma, inceleme, pratikte deneme, hayal kırıklığı, doğrulama ve Avrupa’daki deneyim ile karşılaştırma üzerinden şiddetli ıstırap yoluyla ulaştı. Çarlığın yol açtığı siyasi göç sayesinde, devrimci Rusya, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, başka hiçbir ülkenin sahip olmadığı kadar bol uluslararası bağlantılar ve dünya devrimci hareketinin biçimleri ve teorileri konusunda mükemmel bilgiler edindi.[12]

Rusya’daki işçi sınıfı hareketi, Şubat Devrimi’nden önceki otuz beş yıl boyunca, sosyalist örgütler ile yakın ve sürekli bir karşılıklı etkileşim geliştirmişti. Bu örgütler, bildirileriyle, gazeteleriyle, seminerleriyle, okullarıyla ve yasal ya da yasadışı etkinlikleriyle, işçi sınıfının toplumsal, kültürel ve düşünsel yaşamında devasa bir rol oynadılar.

Bu yaygın sosyalist ve Marksist varlığını, Rus işçi sınıfının yaşamından ve 1880’lerden başlayarak 1905 üzerinden Şubat Devrimi’nin patlamasına kadar geliştirdiği deneyiminden çıkarıp atmak mümkün değildir. Plehanov’un, Akselrod’un ve Potresov’un öncü uğraşı boşuna değildi. Kitlelerin Şubat 1917’deki “kendiliğinden” denilen yüksek entelektüel ve siyasal bilinç düzeyini biçimlendirmiş ve beslemiş olan şey, tam da işçi sınıfının toplumsal deneyimi ile devrimci hareketin kadrolarının ısrarlı çabalarında yaşama geçirilmiş Marksist teorinin on yıllar süren karşılıklı olağanüstü etkileşimiydi.

Ciddi tarih araştırmaları, yüksek düzeyde bilinçli işçilerin Şubat hareketini örgütlemede, ona önderlik etmede ve bu hareketi otokrasinin yıkılmasına yönlendirmede oynadıkları doğrudan ve son derece önemli rolü kanıtlamıştır. Troçki’nin “Şubat devrimine kim önderlik etti?” sorusuna verdiği, “Çoğunlukla Lenin’in partisi tarafından eğitilmiş bilinçli ve çelikleşmiş işçiler,”[13] yanıtı bütünüyle doğrudur. Ancak Troçki’nin hemen ardından eklediği gibi, “Bu önderlik ayaklanmanın zaferini güvenceye almaya yeterli olduğunu kanıtlanmıştı ama devrimin önderliğini doğrudan doğruya proleter öncünün eline aktarmaya yeterli değildi.”[14]

“İkili İktidar”ın ortaya çıkması

27 Şubat Pazartesi günü öğleden sonra, Rusya’yı 1613’ten beri yönetmiş olan Romanov hanedanı, işçilerin ve askerlerin kitlesel hareketi eliyle ortadan kaldırıldı. Eski rejimin yıkılmasıyla birlikte, otokrasinin yerini neyin alacağı siyasi sorunu ortaya çıktı. Rus burjuvazisinin kafası karışık ve korkmuş temsilcileri Tauride Sarayı’nda toplandılar ve kısa süre sonra kendisini Geçici Hükümet olarak kurumsallaştıran bir Devlet Duması Geçici Komitesi oluşturdular. Kitle hareketinden dehşete kapılmış burjuvazinin başlıca kaygısı, devrimi olabildiğince hızlı bir şekilde kontrol altına almak, zenginlerin ve özel mülk sahiplerinin maddi çıkarlarına yönelik zararı olabildiğince sınırlandırmak ve Rusya’nın emperyalist savaşa katılımını devam ettirmekti.

Aynı zamanda, aynı binanın içinde, halkın seçilmiş temsilcileri, devrimci kitlelerin çıkarlarını savunmak ve ilerletmek için bir İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti’nde bir araya geldiler. Rus işçi sınıfı, bu gerçek ve gizil işçi iktidarı aracını oluştururken 1905 Devrimi’nin deneyiminden yararlanmıştı. Ancak 1905’te, Lev Troçki’nin başkanlık ettiği St. Petersburg Sovyeti kitle hareketinin doruk noktasına ulaştığı son haftalarda ortaya çıkmışken, Petrograd Sovyeti 1917 Devrimi’nin ilk haftasında doğdu.

Çarlık otokrasisinin devrilmesiyle henüz çözülmemiş olan Rus toplumundaki sınıfsal bölünmeler, İkili İktidar rejiminde ifade buldu. Uzlaşmaz biçimde düşman sınıfsal güçleri temsil eden iki rakip hükümetin varlığı, doğası gereği istikrarsızdı. Bu özgün olağanüstülüğün siyasi anlamını açıklayan Troçki, şöyle yazmıştı: “Egemenliğin bölünmesi, bir iç savaştan başka bir şeyin habercisi değildir.”[15]

Sonraki sekiz ayda, devrimin gelişimi, burjuva Geçici Hükümet ile İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti arasındaki çatışma üzerinden ilerledi. Eğer bu mücadelenin sonucu sadece rakip güçlerin kuvvetine ilişkin bir tür matematiksel hesaplama temelinde belirlenebilecek olsaydı, meseleyi çözmek için sekiz ay gerekmezdi.

Burjuva Geçici Hükümet, özünde, başından itibaren güçten yoksundu. Onun otoritesi, neredeyse bütünüyle, Sovyet’in siyasi önderlerinden, özellikle de Menşevik ve Sosyalist Devrimci partilerden gelen desteğe bağlıydı. Bu partiler, Rusya’daki devrimin sadece burjuva demokratik bir karakter taşıdığı, kapitalizmin sosyalist devrimle yıkılmasının gündemde olmadığı, dolayısıyla da Sovyet’in –işçi sınıfının ve yoksul köylü kitlesinin temsilcisinin– iktidarı kendi eline alamayacağı konusunda ısrar ediyorlardı.

Muzaffer Şubat Devrimi’ni izleyen ilk haftalarda, Sovyet Yürütme Komitesi’nin uysallığı tartışmasız devam etti. Bolşevik Parti bile, Lenin’in hâlâ Rusya dışında olması ve önderliğin Kamenev ile Stalin’in elinde bulunması nedeniyle, Yürütme Komitesi’nin Geçici Hükümet’e, dolayısıyla da Rusya’nın savaşa katılımının sürdürülmesine verdiği desteğe uysalca boyun eğmişti. Bu siyasi uyarlanma çizgisi, Lenin’in 4 Nisan’da Rusya’ya dönmesine kadar devam edecekti.

Lenin’in Petrograd’a dönüşü

Lenin’in Rusya’ya dönüşü ve Petrograd’daki Finlandiya İstasyonu’na varışı, tarihteki en etkileyici olaylar arasındadır. Devrimin patlaması, Zürih’in tarihi kısmında yer alan Spiegelgasse’deki bir apartmanın ikinci katında küçük bir dairede yaşayan Lenin’i İsviçre’de yakalamıştı. Lenin’in Zürih’in merkez tren istasyonundan –Hauptbahnhof– Petrograd’a yolculuğu, devrim sırasında önemli bir siyasi konu olarak ortaya çıkacaktı. Savaş koşullarında, kara ile çevrili İsviçre’den Rusya’ya hızlı bir dönüş olasılığı, onun Almanya üzerinden geçmesini gerektiriyordu. Lenin, gerici şovenistlerin, Rusya ile savaşta olan bir ülke üzerinden yolculuk yapma kararına karşı yaygara koparacaklarının oldukça farkındaydı. Ancak zaman, yaşamsal önem taşıyordu. Bolşevik Parti, onun yokluğunda, Sovyet’in Geçici Hükümet ile uzlaşma çizgisi izleyen Menşevik önderlerinin yörüngesine çekiliyordu. Lenin, Almanya üzerinden yolculuk edeceği koşulları, bir “mühürlü tren”de ısrar edecek ve kendisi ile Alman devletinin temsilcileri arasında herhangi bir temas olasılığının önüne geçecek şekilde görüşerek sonuca bağladı.

Lenin, Rusya’da devrimin patladığına ilişkin haberleri aldığı andan itibaren, Geçici Hükümet’e yönelik uzlaşmaz bir devrimci muhalefet politikasını biçimlendirmeye başlamıştı. Onun devrime ilk tepkisi, Uzaktan Mektuplarolarak bilinen bir dizi ayrıntılı yorumda kayda geçirilmiştir.

Lenin’in devrimin ilk günlerinde ileri sürdüğü politikalar, emperyalist savaşa ilişkin çözümlemesine dayanıyordu ve Eylül 1915’teki Zimmerwald Konferansı’nda savunmuş olduğu savaş karşıtı devrimci programın bir devamıydı. Geliştirdiği “Emperyalist savaşı iç savaşa çevirin” sloganı, bu perspektifin programatik bir somutlaşmasıydı. Lenin, çarlık otokrasisinin devrilmesini, çözümlemesinin doğrulanması olarak görüyordu. Rusya’daki altüst oluş ulusal bir olaydan ibaret değildi; Avrupa işçi sınıfının emperyalist savaşa karşı ayaklanmasının, dolayısıyla dünya sosyalist devriminin başlangıcının ilk aşamasıydı.

Lenin’in Rusya’daki gelişmeleri dünya savaşının uluslararası çerçevesi içinde çözümlemesi, onu yalnızca Sovyet’in Menşevik önderleri ile değil ama aynı zamanda Petrograd’daki Bolşevik Parti önderliğinin önemli bir kesimi ile de çatışma içine soktu. Menşevik önderler, çarın devrilmesiyle birlikte Rusya’nın savaşa katılımının siyasi karakterinin değişmiş olduğunu ileri sürüyorlardı. Savaş artık meşru, demokratik bir ulusal öz savunma savaşı haline gelmişti.

Bolşevik Parti’nin, Petrograd örgütünün daha alt düzey önderlerince formüle edilmiş olan ilk tepkisi, Lenin’in Zimmerwald’da savunmuş olduğu, emperyalist savaşı iç savaşa çevirme çağrısını yineleyecek şekilde, savaş karşıtı uzlaşmaz duruşu yinelemek olmuştu. Ama daha kıdemli önderler sürgünde bulundukları Sibirya’dan Petrograd’a gelince, partinin siyasi çizgisi değişti.

Kamenev ile Stalin’in Mart ayı ortasında Petrograd’a varması, politikada hızla çarpıcı bir değişikliğe yol açtı. Savaşın sürdürülmesini haklı gösteren savunmacı bir tavır benimseyen Kamenev, Stalin’in desteğiyle, 15 Mart’ta, Bolşevik yayın organı Pravda’da şu açıklamayı yayımladı: “Bir ordu başka bir ordu ile karşı karşıya geldiğinde, onlardan birine silahları indirip eve dönmesi çağrısı yapan bir politikadan daha saçma bir şey olamaz... Özgür bir halk, mermiye mermi ile karşılık vererek, korkusuzca kışlasında kalacaktır.”[16]

“Nisan Tezleri”

Suhanov, arkasında Lenin’in Rusya’ya dönüşünün canlı bir betimlemesini bırakmıştır. Bolşevik Parti, geri dönen önderi için büyük bir karşılama düzenlemişti. Lenin’in yıllar süren devrimci faaliyetinin ona Petrograd’ın ileri işçileri arasında muazzam bir saygınlık kazandırdığının farkında olan Sovyet önderleri, kendilerini resmi karşılama etkinliğine katılmak zorunda hissettiler. Lenin trenden indi ve eline, bütünüyle sıradan kıyafeti ile oldukça tuhaf bir karşıtlık oluşturan görkemli bir kırmızı gül buketi tutuşturuldu. Devrimin başkentine varmaktan açık bir şekilde memnun olan Lenin, hızla Finlandiya İstasyonu’nun bekleme odasına ilerledi. Orada, Sovyet başkanı olan, Gürcistan doğumlu Menşevik Nikolay Çikeydze’nin başkanlık ettiği asık suratlı bir Sovyet önderleri heyeti ile karşılaştı. Gergin başkanın yüzünde donuk bir gülümsemeyle yaptığı resmi karşılama, Lenin’i solun birliğini bozmaktan kaçınmaya çağırmaktan ibaretti. Suhanov, sonradan, Lenin’in, Sovyet başkanının konuşmasına kendisiyle hiçbir ilişkisi yokmuşçasına çok az kulak veriyor gibi göründüğünü hatırlar. Lenin gözünü tavana dikiyor, tanıdık yüzler görmek için kitleyi gözden geçiriyor ve hâlâ elinde tuttuğu çiçek buketini düzeltiyordu. Çikeydze’nin kasvetli konuşması biter bitmez, Lenin şimşeklerini fırlatmaya başlattı:

Sevgili Yoldaşlar, askerler, denizciler ve işçiler! Sizin şahsınızda muzaffer Rus devrimini selamlamaktan ve sizleri dünya çapındaki proleter ordusunun öncüsü olarak selamlamaktan mutluluk duyuyorum… Yağmacı emperyalist savaş, Avrupa genelinde iç savaşın başlangıcıdır… Yoldaşımız Karl Liebknecht’in çağrısını yaptığı, halkların silahlarını kendi kapitalist sömürücülerine çevireceği saat çok uzak değildir… Dünya sosyalist devrimi, şimdiden ufukta yükselmeye başlamıştır… Almanya kaynıyor… Avrupa kapitalizminin tamamı artık her an çökebilir. Başarıya ulaştırdığınız Rus devrimi, yolu hazırlamış ve yeni bir çağ açmıştır. Yaşasın dünya çapında Sosyalist devrim![17]

Suhanov, Lenin’in sözlerinin sersemletici etkisini şöyle kaydeder:

Çok ilginçti! Aniden, devrimin sıradan ağır işleri eliyle bütünüyle tüketilmiş olan hepimizin gözlerinin önünde, “yaşamış” olduğumuz her şeyi geçersiz kılan parlak, göz kamaştırıcı, ilginç bir yol gösterici vardı. Lenin’in doğrudan trenden duyulan sesi, “dışarıdan bir ses”ti. Devrimdeki bizlere bir müdahalede bulunulmuş, kesinlikle bir çelişki olmayan ama alışılmadık, sert ve kısmen şiddetli bir muhtıra verilmişti.[18]

Lenin’in sözlerine kendi tepkisini anımsayan Suhanov, Lenin’in, “dünya çapında Sosyalist devriminin başladığını ayırt ederken ve Dünya Savaşı ile emperyalist sistemin çöküşfü arasında kopmaz bir bağ kurarken… bin kez haklı”[19] olduğunu hissettiğini belirtir. Ancak Menşevikler arasındaki en solcu unsurları bile niteleyen siyasi kararsızlığın somut örneği olan Suhanov, Lenin’in perspektifini, doğru olmakla birlikte, pratik devrimci eyleme dönüştürmenin mümkün olmadığını düşünüyordu.

Lenin, Finlandiya İstasyonu’ndaki karşılamadan, eski yoldaşları ile kısa bir akşam yemeğine ve ardından, gelişmiş haliyle Nisan Tezleri olarak tarihe geçecek olan tezlerini yaklaşık iki saat süren gayri resmi bir raporla özetlediği bir toplantıya geçti. Orada, demokratik devrimin, yalnızca, emperyalist savaşın reddedilmesini, burjuva Geçici Hükümet’in devrilmesini ve devlet iktidarının Sovyetlere aktarılmasını gerektiren bir sosyalist devrim temelinde savunulup tamamlanabileceğini açıkladı.

Parti üyesi olmamasına rağmen toplantıya girmeyi başarmış olan Suhanov, raporu şöyle betimlemişti:

Zırhlı trenden henüz çıkmış olan Lenin’in, yanıtında, tüm inancını ve dünya çapında Sosyalist devrim yönündeki tüm programını ve taktiklerini açıklamayı önceden düşündüğünü sanmıyorum. Bu konuşma, muhtemelen büyük ölçüde doğaçlamaydı ve bu yüzden, herhangi bir özel yoğunluktan ya da üzerinde çalışılmış bir plandan yoksundu. Ancak konuşmanın her bir tekil parçası, her unsuru, her düşüncesi kusursuz bir şekilde düzenlenmişti. Bu düşüncelerin Lenin’i uzun süredir bütünüyle meşgul ettiği ve kendisi tarafından birden çok kez savunulmuş olduğu açıktı. Bu, yalnızca esaslı zihinsel çalışma yoluyla ulaşılabilecek şaşırtıcı zenginlikteki sözcük dağarcığında, tanımlamaların bütünüyle göz kamaştırıcı akışında, ince ayrıntılarda ve paralel (açıklayıcı) düşüncelerde görülüyordu.

Lenin, elbette, Dünya Savaşı’nın bir sonucu olarak şimdiden patlamaya hazır dünya Sosyalist devrimi ile giriş yaptı. Emperyalizmin savaşta ifade edilen krizi, yalnızca Sosyalizm eliyle çözülebilirdi. Emperyalist savaş… ister istemez bir iç savaşa dönüşecekti ve aslında yalnızca bir iç savaş eliyle, dünya çapında bir Sosyalist devrim eliyle sona erdirilebilirdi.[20]

Lenin’in siyasi programı (ki onun stratejisinin Troçki’nin sürekli devrim teorisi ile uyuşmasına işaret ediyordu), öncelikle Rusya’da var olan ulusal olarak belirlenmiş koşullara ve fırsatlara ilişkin bir değerlendirmeye dayanmıyordu. İşçi sınıfının karşı karşıya olduğu asıl sorun, bir ulusal devlet olarak Rusya’nın sosyalizme geçişe olanak sağlayacak yeterli bir kapitalist gelişme düzeyine ulaşmış olup olmadığı değildi. Tersine, Rus işçi sınıfı, kendi yazgısının ayrılmaz biçimde Avrupa işçi sınıfının emperyalist savaşa ve bu savaşı doğuran kapitalist sisteme karşı mücadelesine bağlı olduğu bir tarihsel durum ile karşı karşıyaydı.

Troçki Rusya’ya dönüyor

Lenin kendi partisi içindeki direnişin üstesinden gelince, Bolşevikler Menşeviklerin ve Sosyalist Devrimcilerin siyasi etkisine karşı mücadeleyi geliştirebildiler. Bu çabalar, Troçki’nin Mayıs ayında ülkeye dönmesiyle büyük ölçüde güç kazandı. Troçki’nin Petrograd’a varması, Kanada Halifax’taki Britanyalı yetkililer onu New York’tan Rusya’ya giden gemiden indirdiği ve bir ay boyunca bir savaş esirleri kampında alıkoyduğu için gecikmişti. Troçki’nin yasadışı bir şekilde tutulmasına karşı Rusya’da düzenlenen protestolar, Geçici Hükümet’i Britanya’dan onun serbest bırakılmasını istemeye zorlamıştı.

Ancak Troçki’nin geldiğini öğrenmekten, ne Geçici Hükümet ne de Sovyet önderleri memnundu. Birkaç kişi, onun işçi sınıfının artan radikalleşmesi üzerinde sınırlayıcı bir etkisi olacağına umut bağlamıştı. Suhanov şöyle hatırlıyor: “[Troçki] hakkında, hâlâ Bolşevik Parti’nin dışında olmakla birlikte ‘Lenin’den daha kötü’ olduğu konusunda çok sayıda söylenti dolaşıyordu.”[21]

Lenin ile olan önceki farklılıklar artık çözülmüş ve Troçki, hemen, yalnızca Lenin’in ardından ikinci konumda bir önderlik rolü üstlendiği Bolşevik Parti’ye girmişti. Troçki’nin, Petrograd’daki Bölgelerarası Grup’ta (Mejrayontsi) aktif olan en yakın siyasi müttefiklerinin birçoğu onun yolunu izleyip Bolşeviklere katıldılar ve Ekim Devrimi’nde, İç Savaş’ta ve Sovyet hükümetinde önemli roller üstlendiler. Elbette, Stalin, nihayetinde, Mejrayontsi’nin 1930’lara kadar hayatta kalmış olan seçkin temsilcilerinin çoğunu öldürdü.

Geçici Hükümet, Şubat Devrimi’nin canlandırdığı umutların hiçbirini karşılayamadı. Kendi emperyalist emellerinden vazgeçmeye isteksiz ve Britanya, Fransa ve ABD emperyalizmine bağımlı olan Geçici Hükümet, savaşa son vermeyi reddetti. Kitlelerin düşüncelerini hiçe sayan Kerenski hükümeti, Haziran ayında, felaketle sonuçlanan saldırı harekatları başlattı. Sovyet önderlerinin Geçici Hükümet’ten kopmasını ve iktidarı kendi ellerine almasını talep eden Bolşevik Parti’nin ajitasyonu, giderek artan bir destek görüyordu. Bolşevik Parti’nin saygınlığı arttıkça, Geçici Hükümet’in, kapitalist basının ve önde gelen Menşevikler ile Sosyalist Devrimcilerin Lenin’e sövüp sayma ve onu gözden düşürme çabaları her zamankinden daha öfkeli bir hal aldı.

Hükümet karşıtı kitlesel gösterilerin (“Temmuz Günleri”) bastırılmasını, Bolşevik Parti’ye ve özellikle de Lenin’e karşı azgın bir kampanya izledi. Lenin’in öldürülmesi için gerekli siyasi koşulları hazırlamayı amaçlayan bir iftira kampanyasını körüklemek için, Rusya’ya dönerken Almanya üzerinden seyahat etmiş olmasından yararlanıldı.

Devlet ve Devrim

Geçici Hükümet, 7 Temmuz’da, Lenin’in tutuklanmasını emretti. Kendisini ele geçirenlerin onu hapishaneye bile götürmeden öldüreceğini çok iyi anlayan Lenin, saklandı ve Petrograd’da zorunlu olarak bulunmadığı sonraki iki ayda Devlet ve Devrim’i yazdı. Kitabına, bir açıklama ile başlıyordu:

Devlet sorunu, şimdi, hem teoride hem de pratik politikada özel bir önem kazanıyor. Emperyalist savaş, tekelci kapitalizmin tekelci devlet kapitalizmine dönüşme sürecini büyük ölçüde hızlandırmış ve yoğunlaştırmıştır... Uzun süreli savaşın eşi görülmemiş dehşetleri ve acıları, insanların durumunu katlanılmaz kılıyor ve öfkelerini arttırıyor. Dünya proleter devrimi açık bir şekilde olgunlaşıyor. Onun devlet ile ilişkisi sorunu pratik önem kazanıyor.[22]

İktidarı ve bir sınıfın bir başka sınıf üzerindeki hakimiyetini korumaya yönelik sınıf egemenliğinin bir aracı olarak devletin doğası üzerine Marx ile Engels’in öğretilerini yeniden kuran Lenin, bu dikkat çekici eserinde, “tarihsel kazı” çalışması olarak söz ettiği şeyi gerçekleştirmişti. Devletin varlığı, tam da sınıfsal karşıtlıkların varlığından ve uzlaşmazlığından kaynaklanıyordu. Lenin, “Marx’ı, devletin sınıfların uzlaşmasına yönelik bir organ gibi görünmesini sağlayacak şekilde ‘düzelten’”[23] burjuva ve küçük burjuva ideologlara saldırıyordu.

Lenin, Devlet ve Devrim’in son derece önemli olduğunu düşünüyordu ve zamansız bir şekilde ölmesi durumunda eserin yayımlanması ile özel olarak ilgilenilmesi talimatı vermişti.

Ancak Lenin hayatta kaldı. Eylül ayına gelindiğinde, siyasi durum kökten bir şekilde sola kaymaya başlamıştı. General Kornilov’un karşıdevrimci darbe tehdidi ile karşılaşan Sovyet önderleri, kitleleri seferber etmeye ve silahlandırmaya zorlanmışlardı. Temmuz’dan beri hapiste olan Troçki serbest bırakıldı. Kornilov’un askerleri, Bolşeviklerin örgütlenmesinde son derece önemli bir rol oynadıkları kitlesel işçi sınıfı direnişi karşısında generali terk etmiş ve darbe girişimi başarısızlığa uğramıştı.

“Tüm İktidar Sovyetlere”

Darbe öncesinde Kornilov ile gizlice işbirliği yapmış olan Kerenski, siyasi olarak gözden düştü. Lenin hâlâ gizleniyorken, “Tüm İktidar Sovyetlere” sloganını ileri süren Bolşevik Parti’ye olan halk desteğinde büyük bir artış yaşandı. İşçi sınıfının geniş kesimleri, Geçici Hükümet’ten kopmayı ve devlet iktidarının Sovyetlere aktarılmasını onaylamayı hâlâ reddeden Menşevikleri terk ettiler.

Eylül ayında, ekonomik ve siyasi krizin yoğunlaşması ve tüm Rusya’ya yayılan genel bir köylü ayaklanması ile birlikte, Lenin, Bolşevik Parti Merkez Komitesi’ni, iktidarı almak için bir ayaklanma örgütlemeye yönelik somut hazırlıklara başlamaya çağırdı. 10 Ekim’de, Lenin, Merkez Komite’nin bir toplantısına katılmak üzere gizlice Petrograd’a girdi ve o toplantıda ayaklanmayı destekleyen bir karar kabul edildi. Bununla birlikte, parti içinde, ayaklanma için stratejik bir planın oluşturulması üzerine anlaşmazlığın yanı sıra, Geçici Hükümet’i fiilen devirme girişimine yönelik önemli bir muhalefet varlığını koruyordu.

Bu konferans kapsamında Bolşevikler önderliğindeki ayaklanmanın ayrıntılı bir incelemesini yapmak mümkün değil. Bu, iktidarın alınmasına giden günlerde Bolşevik Parti içinde ortaya çıkan önemli farklılıkların dikkatli bir şekilde incelenmesini gerektirecektir. Troçki’nin Ekim Dersleri ve elbette Rus Devrimi’nin Tarihi, Bolşevik Parti içindeki anlaşmazlıklar konusunda ve bu anlaşmazlıkların devrimci süreçteki nesnel ve öznel unsurların karşılıklı etkileşimini kavramada hâlâ benzersiz olmaya devam eden siyasi ve tarihsel önemi hakkında açıklamalar sağlamaktadır.

Bununla birlikte, Ekim Devrimi ile ilgili değinilmesi gereken son derece önemli bir konu var. Geçici Hükümet’in Ekim’de devrilmesinin kayda değer bir halk desteği olmaksızın girişilmiş komplocu bir darbe olduğu iddiası, bütün bir yüzyıl boyunca, Bolşeviklerin siyasi karşıtları ve gerici tarihçiler tarafından çeşitli biçimlerde sürekli yinelenmiş ve yeniden dolaşıma sokulmuştur. 1970’e kadar yaşayan, böylece kendisini yarım yüzyılı aşkın bir süre daha hayatta tutabilen ve 89 yaşında ölene kadar hükümetinin alçakça ve canice bir komploya kurban gitmiş olduğunda ısrar eden kişi, Kerenski’den başkası değildi.

Bolşevikler neden zafer kazandı

Ekim Devrimi’nin halk desteğinden yoksun bir darbe olarak karalanması, çok sayıda bilimsel çalışma eliyle çürütülmüştür. Bunlar arasında, Amerikalı tarihçi Alexander Rabinowitch’in eserleri en kapsamlı ve etkileyici olanlardır. Profesör Rabinowitch, Rus Devrimi’ne ilişkin ömrü boyunca devam eden çalışmasının üçüncü cildi olarak 2007’de yayımlanan Bolşevikler İktidardakitabının önsözünde şöyle yazıyor:

Bolşevikler İktidara Geliyor kitabı, Devrime Doğru ile birlikte, Ekim devriminin Lenin’in parlak bir şekilde önderlik ettiği küçük, sıkı bir devrimci fanatikler topluluğunun askeri bir darbesinden başka bir şey olmadığı biçimindeki egemen Batılı görüşleri sorguluyordu. Bolşevik Parti’nin, 1917’de Petrograd’da kitlesel bir siyasi partiye dönüştüğünü ve partinin önderliğinin, Lenin’in arkasında uygun adım yürüyen tek parçalı bir hareket olmaktan çok, her biri devrimci stratejinin ve taktiklerin biçimlenmesine yardımcı olan sol, merkezci ve ılımlı sağ kanatlara bölünmüş olduğunu keşfettim. Ayrıca, partinin çarın Şubat 1917’de devrilmesinin ardından yaşanan iktidar mücadelesindeki başarısının, onun fabrika işçileri, Petrograd garnizonu askerleri ve Baltık Filosu denizcileri ile geniş çaplı, özenle geliştirilmiş bağlarının yanı sıra, son derece önemli durumlardaki örgütsel esnekliğinden, açıklığından ve halkın özlemlerine cevap verebilirliğinden kaynaklandığını anladım. Petrograd’daki Ekim devriminin, bir askeri operasyondan çok, halkın siyasi kültürüne, Şubat devriminin sonuçlarına yönelik yaygın hayal kırıklığına ve bu bağlamda, Bolşeviklerin derhal barış, ekmek, köylülüğe toprak ve çok partili sovyetler aracılığıyla uygulanan tabana yayılmış demokrasi vaatlerinin çekiciliğine dayanan, aşamalı bir süreç olduğu sonucuna vardım.[24]

Profesör Rabinowitch, Menşevik önderler ile yakın kişisel bağlara sahip bir ailede yetişmişti. Petrograd Sovyeti’ndeki Menşevik hizbin önderi İrakli Çereteli ile şahsen tanışmıştı. Hikayenin Menşevik tarafını defalarca dinlemişti. Ancak kendi bilimsel araştırması, Profesör Rabinowitch’i, Menşeviklerin 1917’deki yenilgileri için yaptıkları açıklamalar ile çelişen sonuçlara götürmüştü.

Ekim Devrimi’ne yönelik kapitalist-emperyalist tepki

Ekim Devrimi’nin hemen sonrasında, Petrograd’daki olayların siyasi büyüklüğünü ne Rus burjuvazisi ne de uluslararası burjuvazi açıkça kavramıştı. Egemen seçkinler, Bolşeviklerin zaferine, sanki yakında uyanacakları bir kabusmuş gibi tepki vermişlerdi. Geçici Hükümet’in devrilmesinden 48 saatten daha kısa bir süre sonra, Washington’daki zamanla 9 Kasım’da, New York Times (NYT), “Washington ve Büyükelçilik yetkilileri, Bolşevik egemenliğinin kısa süreli olmasını bekliyor,” diye bildiriyordu. NYT, okurlarına şu güvenceyi veriyordu:

Burada, Rusya’daki durumun, Petrograd’dan gönderilen haberlerin belirteceği kadar karanlık olmadığına inanılıyor. Dışişleri Bakanlığı’nın ve Rus Büyükelçiliği’nin yetkilileri, Petrograd hükümetinin şu anda Bolşevik Devrimci Askeri Komite tarafından kontrol edilmesinin uzun süremeyeceğinde hemfikir... Bugün üst düzey bir yetkili, isyanın olumsuzdan çok olumlu bir etkide bulunabileceği; çünkü güçlü bir adama durumu kontrol altına almak üzere ortaya çıkma fırsatı sağlayabileceği görüşünde olduğunu söyledi.

Ne var ki Başkan Woodrow Wilson hükümetinin beklediği güçlü adam ortaya çıkmadı ve bir hafta içinde, devrimin hızla kanda boğulacağına ilişkin iyimser güven, yerini şiddetli öfkeye bıraktı. NYT, 16 Kasım’da yayımlanan “Bolşevikler” başlıklı bir başyazıda, Kerenski’yi, devrimcileri  “ciddiye almadığı” –hafife aldığı– ve Kornilov darbesinden geri adım attığı için suçluyordu. Başyazı, öfkeden kudurmuş bir halde şöyle devam ediyordu:

Ancak Kerenski başarısız olsa da, Hükümet’i Bolşeviklerin yıkıcı ellerinden çekip alacak kadar güçlü bir başkası ortaya çıkabilir. Gerçekten de onu [hükümeti] kalıcı bir şekilde elde tutamazlar; çünkü bunlar acınacak derecede cahil, sığ adamlar, oyun oynamaya kalktıkları çok büyük güçler hakkında en ufak bir fikre sahip olmayan siyasi veletler, gevezelik yeteneğinden başka göze çarpan tek bir niteliği olmayan adamlardır. Eğer yeterince uzun süre kendi hallerine bırakılabilseler, bu belki de yalnızca yerlerine onlar kadar kötü başkalarını geçirecek olsa bile, katıksız beceriksizlikleri onları yıkıma uğratır. Her biri bir diğerinden daha kötü olan, ağzı iyi laf yapan beceriksizlerin ve cahillerin kendilerini toptan yok edene kadar birbiri ardına bir çiçek dürbünü hükümeti kurduğu Fransız Devrimi’nin tarihinde olduğu gibi.

Peki, Bolşevikler, Geçici Hükümet’in devrilmesini izleyen saatlerde ve günlerde, New York Times’ın ve onun sözcülüğünü yaptığı uluslararası kapitalist emperyalizmin güçlerinin gazabını kışkırtacak ne yapmışlardı? Bolşevikler, ilk olarak, savaşan tüm taraflara savaşı ilhaksız ve tazminatsız sona erdirmek üzere görüşmelere başlama çağrısı yapan bir barış kararnamesi; ikincisi olarak da, “Topraktaki özel mülkiyet sonsuza dek ortadan kaldırılmıştır; toprak satın alınamaz, satılamaz, kiralanamaz, ipotek edilemez ya da farklı bir şekilde devredilemez,”[25] diye ilan eden bir toprak kararnamesi yayımlamışlardı.

Ekim Devrimi’nin dünya tarihindeki yeri

Böylece, dünya tarihindeki en büyük toplumsal devrim başlamıştı. Ondan önce, 1640–49 İngiliz Devrimi, 1776–83 Amerikan Devrimi, 1789–94 Fransız Devrimi ve 1861–65 İkinci Amerikan Devrimi gibi başka devrimler olmuştu. Bu devrimlerin ilan ettikleri ideallerin gerçekleşmemiş (hatta gerçekleşmeye yaklaşmamış) olması, onların insanlığın tarihsel gelişimindeki kilometre taşları olarak önemlerini azaltmaz. Düşünsel açıdan, postmodernistlerin geçmiş kuşakların daha iyi bir dünya uğruna yaptıkları fedakarlıkları itibarsızlaştırma çabalarından daha tiksindirici bir şey yoktur. Marksçı sosyalistler, bu tür küçük burjuva siniklik uygulamalarını hiçbir şekilde desteklemezler. Bizler, önceki tarihsel çağların devrimcilerinin tarihsel olarak belirlenmiş sınırlılıklarını kabul ederken, onlara hak ettikleri saygıyı gösteririz.

Rus Devrimi, dünya tarihindeki bir olay olarak, insanlığın adaletsizliğin ve çekilen acıların nedenlerini saptama ve onlara bir son verme yönündeki en yüksek ve şimdiye dek aşılmamış çabasını temsil etmektedir. Ekim Devrimi, insan bilincinin nesnel gereklilik ile eşi görülmemiş bir uyumunu gerçekleştirmişti. Bu, yalnızca Ekim Devrimi’nin siyasi önderlerinin kararlarında ve eylemlerinde ifadesini bulmaz. Ekim olaylarını, en büyükleri bile olsa sadece önderlerin eylemleri açısından görmek, Devrim’in anlamını gözden kaçırmak demektir. Bir devrimde, tarihi yazan kitlelerdir.

İşçi sınıfı, Geçici Hükümet’i devirirken, sosyoekonomik gelişme yasalarının derin bilinciyle hareket ediyordu. “Düşünceler,” diye yazmıştı Troçki, “eğer nesnel bir sürece denk düşüyor ve o süreci etkileyip ona yön vermeyi mümkün kılıyorlarsa bilimseldir.”[26] Bu temel anlamda, milyonlarca insanın düşüncesi ve pratiği bilim düzeyine yükselmişti. Bilimsel teori kitleleri kavramış ve maddi bir güce dönüştürülmüştü. İşçi sınıfı, köhnemiş bir sosyoekonomik ilişkiler sistemini ortadan kaldırmaya, kapitalist piyasa anarşisine son vermeye ve bilinçli planlamayı ekonomik yaşamın örgütlenmesine dahil etmeye koyulmuştu. Demokratik ilkelere bağlı ve kapitalist topluma yönelik eleştirel tavır alabilen bir Amerikan entelijansiyasının (aydınlar topluluğu) hâlâ var olduğu 1920’lerde ve 1930’larda, o zamanlar “Sovyet deneyimi” olarak adlandırılan olgunun tarihsel önemi yaygın şekilde kabul ediliyordu.

1931’de, Amerikalı liberal felsefeci John Dewey, New Republicdergisi için, Sovyetler Birliği hakkındaki çeşitli kitapların bir değerlendirmesini yazmıştı. Dewey, “Rusya, şu ya da bu özelliğinden dolayı değil ama biz servetlerimizi adadığımız teknolojik mekanizmanın kontrolüne yönelik hiçbir toplumsal mekanizmaya sahip olmadığımız için, Amerika’ya yönelik bir meydan okumadır,” diye belirtmiş; “toplumsal olgular, insan toplumunun gelişmesini insan iradesine tabi kılabilecek şekilde kontrol edilebilirler,” biçimindeki Marksist önermeye sempatisini ifade etmişti. Dewey, daha sonra, dönemin önde gelen liberallerinden George S. Counts’ın yazdığı Amerika’ya Yönelik Sovyet Meydan Okuması’ndasunulan şu kapitalizm eleştirisine de katıldığını dile getirecekti:

Bugünkü biçimiyle sanayi toplumu, ne ruhu ne de manevi anlamı olan bir canavardır. Geçmişin daha basit kültürlerini yok etmeyi başarmış ama adına layık bir kültür yaratmayı başaramamıştır... İster bir geçiş çağının geçici ayarsızlığı isterse de özel kazanç için örgütlenmiş bir toplumun kaçınılmaz ürünü olsun, bu ahlaki kaos durumu günümüzün en kritik sorunlarından biridir.[27]

Rus Devrimi’nin yazgısı (Ekim 1917’den Sovyetler Birliği’nin dağılmasına kadar), yirminci yüzyılın en önemli ve karmaşık tarihsel deneyimidir. Fakat onun pençeleştiği sorunlar yalnızca devam etmekle kalmıyor; bugün her zamankinden daha şiddetliler. 1917 Rus Devrimi’nden yüz yıl sonra, kapitalizm felakete doğru ilerliyor. Açıkça görülüyor ki kapitalist toplumun krizi, Profesör Counts’ın belirtiği gibi sadece “bir geçiş çağının geçici ayarsızlığı” değildir. İnsanlığın üretici güçlerinin ve doğal kaynaklarının özel mülkiyetine; insanlığın büyük kısmının şirket karları ve özel servet yararına acımasızca sömürülmesine dayanan bu tarihsel olarak zamanını doldurmuş ekonomik örgütlenmenin varlığı, insanlığın ilerlemesinin önündeki başlıca engel değildir yalnızca. Onun varlığı, hızla, insan yaşamının sürdürülmesi ile bağdaşmaz hale geliyor. Kapitalizm çerçevesi içinde çözülebilecek tek bir önemli toplumsal sorun yoktur. Doğrusu, kapitalizmin ve ulus devlet sisteminin emperyalist jeopolitiğin temelini oluşturan mantığı, dosdoğru, bu kez nükleer silahlarla gerçekleşecek bir başka küresel savaşa gidiyor. Dünya sosyalizmi uğruna bilinçli mücadelenin yeniden canlandırılmasından başka hiçbir şey felakete sürüklenişi durduramaz. Rus Devrimi’ni incelemek, her şeyden önce bunun için gerekiyor.


[1]

Marx-Engels Collected Works [Toplu Eserler], Cilt 39 (New York: 1983), s. 62-65.

[2]

Lev Troçki, The Permanent Revolution; Results and Prospects [Sürekli Devrim; Sonuçlar ve Olasılıklar] (Londra: New Park Publications, 1971), s. 155.

[3]

V.İ. Lenin, “What Is To Be Done?” [“Ne Yapmalı?”] Collected Works [Toplu Eserler], Cilt 5 (Moskova: Progress Publishers, 1961), s. 369.

[4]

V.İ. Lenin, “Materialism and Empirio-Criticism” [“Maddecilik ve Deneyimsel Eleştiri”] Collected Works, Cilt 14 (Moskova: Progress Publishers, 1977), s. 325.

[5]

Lev Troçki, “The Class, the Party, and the Leadership” [“Sınıf, Parti ve Önderlik”], The Spanish Revolution 1931–39 [İspanyol Devrimi 1931–39] (New York: Pathfinder Press, 1973), s. 360.

[6]

Lev Troçki, “The Lessons of October” [“Ekim Dersleri”], The Challenge of the Left Opposition [Sol Muhalefet’in Meydan Okuması] (New York: Pathfinder Press, 1975), s. 227.

[7]

Lev Troçki, The War and the International (1915), (Oak Park MI: Mehring Books, 2017), s. 81.

[8]

V.İ. Lenin, “Lecture on the 1905 Revolution” [“1905 Devrimi Üzerine Konferans”] Collected Works, Cilt 23, (Moskova: Progress Publishers, 1974), s. 253.

[9]

N.N. Suhanov, The Russian Revolution 1917 [1917 Rus Devrimi]; çeviren ve yayına hazırlayan: Joel Carmichael (New York: Harper Torchbooks, 1962), Cilt 1, s. 3; 5.

[10]

Rex A. Wade, The Russian Revolution, 1917 [Rus Devrimi, 1917] (Cambridge: Cambridge University Press, 2000), s. 31.

[11]

Age., s. 39.

[12]

V.İ. Lenin “‘Left-Wing’ Communism—an Infantile Disorder” [“‘Sol’ Komünizm—Bir Çocukluk Hastalığı”] Collected Works, Cilt 31 (Moskova: Progress Publishers, 1974), s. 25–26.

[13]

Lev Troçki, History of the Russian Revolution [Rus Devrimi’nin Tarihi] (Londra: Pluto Press, 1977), s. 171.

[14]

Age.

[15]

Age., s. 225.

[16]

R. Craig Nation, War on War [Savaşa Karşı Savaş] (Durham ve Londra: Duke University Press, 1989), s. 175.

[17]

Suhanov, Cilt 1, s. 273.

[18]

Age., s. 273–74.

[19]

Age., s. 274.

[20]

Age., s. 281.

[21]

Suhanov, Cilt 2, s. 360.

[22]

V.İ. Lenin, “The State and Revolution” [“Devlet ve Devrim”], Collected Works, Cilt 25 (Moskova: Progress Publishers, 1977), s. 387.

[23]

Age., s. 392.

[24]

Alexander Rabinowitch, The Bolsheviks in Power: The First Year of Soviet Rule in Petrograd, (Bloomington ve Indianapolis: Indiana University Press, 2007), s. ix-x.

[25]

Rex A. Wade’nin adı geçen eserinde alıntı.

[26]

Troçki, History of the Russian Revolution, s. 170.

[27]

John Dewey, Volume 6: 1931–1932, Essays, Reviews and Miscellany [John Dewey, Cilt 6: 1931–1932, Denemeler, Eleştiri Yazıları ve Derleme] içinde alıntı; yayına hazırlayan: Jo Ann Boydston (Carbondale ve Edwardsville: Southern Illinois University Press, 1989), s. 266.