International Committee of the Fourth International
Rus Devrimini Neden İncelemeliyiz

Marx’ın Doğumunun 200. Yıldönümü, Sosyalizm ve Uluslararası Sınıf Mücadelesinin Yeniden Canlanması

3 Ocak 2018’de Dünya Sosyalist Web Sitesi’nde yayımlandı.

“Biz, dünyaya, ‘Mücadelelerinize son verin, onlar ahmakça; biz size gerçek mücadele sloganını sağlayacağız,’ demiyoruz. Biz, dünyaya, yalnızca, uğruna mücadele edilen şeyin gerçekte ne olduğunu ve bilincin, o istemese bile elde edilmesi gereken bir şey olduğunu gösteriyoruz.” [Marx’ın Arnold Ruge’a yazdığı mektup, Eylül 1843]

“Eleştiri silahı, elbette, silahların eleştirisinin yerini tutamaz; maddi güç, maddi güç ile alaşağı edilmelidir. Ancak, teori de kitleleri kavrar kavramaz maddi bir güç haline gelir.” [Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı, 1844]

Alman’ın kurtuluşuinsanlığın kurtuluşudur. Bu kurtuluşun başı felsefe, kalbi proletaryadır. Felsefe, proletarya ortadan kaldırılmaksızın bir gerçeklik haline getirilemez; proletarya, felsefe bir gerçeklik haline getirilmeden ortadan kaldırılamaz.” [Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı, 1844]

“Sorun, şu ya da bu proleterin, hatta bir bütün olarak proletaryanın belirli bir anda neyi hedefi olarak gördüğü değildir. Sorun, proletaryanın ne olduğu ve bu varoluş doğrultusunda tarihsel olarak ne yapmak zorunda olacağıdır.” [Kutsal Aile, 1844]

“Tarihsel eylemin bütünlüğü ile birlikte, o eylemin sahibi olan kitlenin büyüklüğü de artacaktır.” [Kutsal Aile, 1844]

“Bugüne kadar var olan bütün toplumların tarihi, sınıf mücadelelerinin tarihidir.” [Komünist Parti Manifestosu, 1847]

“Bırakalım egemen sınıflar Komünist bir devrim korkusuyla titresinler. Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şeyleri yok. Kazanacakları bir dünya var. BÜTÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ, BİRLEŞİN!” [Komünist Parti Manifestosu, 1847]

*****

1. Bu yıl, tarihin maddeci kavranışının yaratıcısı, Kapital’in yazarı ve Friedrich Engels ile birlikte modern devrimci sosyalist hareketin kurucusu olan Karl Marx’ın doğumunun 200. yıldönümü. 5 Mayıs 1818’de Prusya’nın Trier kentinde doğan Marx, Lenin’in sözleriyle, “19. yüzyılın, en ileri ülkelerde temsil edilen başlıca üç ideolojik akımı olan klasik Alman felsefesini, klasik İngiliz politik ekonomisini ve genel olarak Fransız devrimci öğretileri ile birleştirilmiş Fransız sosyalizmini devam ettirmiş ve tamamlamış olan bir deha” idi.[1]

2. Marx, 14 Mart 1883’te, 64 yaşında Londra’da öldü. O ve Engels, o zamana kadar, ütopik sosyalist özlemleri bilimsel bir temele yerleştirmiş ve devrimci bir uluslararası işçi sınıfı hareketinin zeminini oluşturmuştu. Marx, 1843 ile 1847 yılları arasında, teorik düşüncede, 18. yüzyılın ağırlıklı olarak mekanik maddeciliğinin ve Hegel’in diyalektik mantığının idealist gizemliliğinin sınırlamalarının üstesinden gelen bir devrim gerçekleştirdi.

3. Felsefi maddeciliği tarih ve toplumsal ilişkiler alanına genişleten Marx, sosyalizmin gerekliliğinin kapitalist sistemin içsel çelişkilerinin yasalara bağlı gelişmesinden kaynaklandığını kanıtladı. O, tarihteki hareket ettirici güç olarak sınıf mücadelesini keşfettiğini iddia etmedi. Marx’ın tarihin kavranmasına yaptığı dünyayı değiştiren katkı, kendisinin 1852’de belirttiği gibi, “1) sınıfların varlığının, üretimin gelişmesindeki belirli, tarihsel aşamalarla bağlantılı olduğunu; 2) sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne yol açtığını; c) bu diktatörlüğün, tüm sınıfların ortadan kaldırılmasına ve sınıfsızbirtopluma geçişten başka bir şey olmadığını göstermek” idi.[2]

4. Eğer Marx Komünist Manifesto’yu yazdıktan sonra kalemini bırakmış olsaydı bile, onun tarihteki yeri yine de güvence altına alınmış olurdu. Ancak onu dünya-tarihsel bir kişilik konumuna yükselten şey, tarihin maddeci kavranışının doğruluğunu kanıtlayan Kapital’in yazılması oldu. Kapital’in ilk cildinin 1867’de yayımlanmasından bu yana geçen 150 yılda, farklı kuşaklardan burjuva ekonomistler, mesleki yaşamlarını Marx’ın eserini çürütmeye adadılar. Ama boşuna! Onların çabaları, yalnızca Marx’ın diyalektik yöntemi ve tarihsel kavrayışı eliyle değil ama aynı zamanda (ve daha fazlasıyla), kapitalist kriz gerçekliğiyle bozguna uğratıldı. Profesörlerin çoğu ne kadar karşı çıkarsa çıksın, dünya Marx’ın açıklamış olduğu gibi “hareket ediyor.” Kapital’e yönelik her saldırıyı, değişmez bir şekilde, kapitalist sistemin çözümsüz ekonomik ve toplumsal çelişkilerinin yeni bir pratik kanıtı izledi.

5. Bu tür derslerin günümüze kadar devam eden sonuncusu, 2008’deki küresel çöküş ile başladı. Yalnızca kapitalizmin bilimsel bir kavranışı için değil ama güncel siyasi, ekonomik ve toplumsal gelişmelere ilişkin temel bir anlayışa sahip olmak için de Marksist politik ekonominin başlıca kategorilerine ve kavramlarına (işgücü; sabit ve değişken sermaye; artı değer; azalan kâr oranları; sömürü; meta fetişizmi; yedek sanayi ordusu; proletaryanın mutlak ve göreli yoksullaşmasıvb.) ihtiyaç duyuluyor.

6. Marx’ın doğumunun 200. yıldönümüne, profesörlerin Marx’ın teorilerini ele alacağı çok sayıda akademik konferansın damgasını vuracağından emin olabiliriz. Onların çoğu, Marx’ın hataları ya da eksiklikleri olduğunu iddia ettikleri şeylere odaklanacaklar. Marx’ın eserini öven küçük bir azınlık da olacak. Ancak Marx’ın yaşamına ilişkin en doğru ve en nesnel değerlendirme dersliklerin dışında gerçekleşecek.

7. 2018 yılı (Marx’ın doğumunun 200. yıldönümü), her şeyden önce, tüm dünyada, toplumsal gerilimlerde devasa bir yoğunlaşma ve sınıf çatışmasında bir tırmanma eliyle karakterize edilecek. Onlarca yıldır, özellikle de Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağıtılmasından bu yana, işçi sınıfının kapitalist sömürüye karşı direnişi bastırıldı. Ancak kapitalist sistemin temel çelişkileri (küresel ölçekte birbirine bağlı bir ekonomi ile zamanını doldurmuş burjuva ulus devlet sistemi; milyarlarca insanın emeğini kapsayan dünya çapında bir toplumsal üretim ağı ile üretim araçlarının özel mülkiyeti ve toplumun temel gereksinimleri ile bencil bireysel kapitalist para kazanma çıkarları arasındaki çelişkiler), artık hızla kapitalizme yönelik kitlesel işçi sınıfı muhalefetinin daha fazla bastırılmasının mümkün olmadığı bir noktaya yaklaşıyor.

8. Servetin nüfusun küçük bir tabakasının elinde yoğunlaşması, tarihsel olarak tanık olunmadık düzeylere ulaşmış durumda. Bu, küresel bir süreç. Dünyanın en zengin yüzde 1’i, dünyadaki servetin yarısına sahip.[3]En zengin 500 kişi, Aralık 2017 itibarıyla, toplam 5,3 trilyon dolarlık bir servete sahip ki bu, 2016’dakinden 1 trilyon dolar fazladır.[4]ABD’de, üç kişi (Jeff Bezos, Bill Gates ve Warren Buffet), nüfusun alttaki yarısından daha fazla paraya sahip. Çin’de, 38 milyarder, kişisel servetlerine 2017 yılında 177 milyar dolar ekledi. Rusya’daki 27 milyarder, ABD ve Batı Avrupa tarafından uygulanan ekonomik yaptırımlara rağmen, toplam servetlerine 29 milyar dolar ekledi. Meksika’nın en zengin insanı Carlos Slim, servetini 62,8 milyar dolara yükseltti ki bu, geçtiğimiz yıl içinde 12,9 milyar dolarlık bir artış demek.

9. Bu büyük servetlerin ayırt edici özelliği, hisse senedi piyasalarında geçtiğimiz 35 yıl boyunca, özellikle de 2008 Wall Street çöküşünden bu yana yaşanan şaşırtıcı yükselişe bağlı olmalarıdır. ABD Merkez Bankası’nın (Federal Reserve – Fed) “parasal genişleme” politikası ve küresel merkez bankalarının düşük faiz politikaları, Dow Jones Borsası’nın geçtiğimiz on yıl içinde yaklaşık dört kat yükselmesine yol açtı. ABD hisse senetlerinin değerinde 2017’de yaşanan patlayıcı artış, zenginlerin ödediği vergilerde büyük ölçekte indirim yapılacağı beklentisi ile bağlantılıydı ki bu gerçekleşmiş durumda.

10. Kapitalist oligarşinin zirvesinde yer alanların zenginleşmesi, dünya nüfusunun büyük kesiminin yoksullaşması ile birlikte ilerliyor. Credit Suisse tarafından kısa süre önce yayımlanan bir rapora göre, “Yelpazenin diğer ucunda, dünyanın en yoksul 3,5 milyar yetişkininden her biri, 10.000 dolardan daha az varlığa sahip. Dünyanın çalışma yaşındaki nüfusunun yüzde 70’ini oluşturan bu insanlar, hep birlikte, küresel servetin yalnızca yüzde 2,7’sine sahipler.”[5]

11. Servet dağılımındaki bu büyük eşitsizlik, basitçe, çağdaş kapitalizmdeki bir talihsizlik ya da düzeltilebilir bir kusur değildir. Aşırı eşitsizlik, mevcut toplumsal sistemin iflasının eksiksiz ifadesidir. Günümüz kitle toplumunun tüm acil gereksinimlerinin (eğitim, konut, yaşlıların bakımı, genel ve kaliteli tıbbi bakım, gelişmiş toplu taşıma sistemlerinin geliştirilmesi, tehlikedeki küresel ekosistemin korunması vb.) ortasında, akıl almaz ölçüde büyük kaynaklar, süper zenginlerin ve onların çocuklarının tiksindirici ve beyinsiz kaprislerini karşılamak üzere çarçur ediliyor. Okullar, uygun fiyatlı konutlar, su arıtma tesisleri ve hastaneler inşa etmek ya da müzelere, orkestralara ve diğer önemli kültürel kurumlara para sağlamak için kullanılması gereken kaynaklar, köşklerde, yatlarda, mücevherlerde ve çok sayıda başka bayağı savurganlıkta boşa harcanıyor.

12. Modern kapitalist egemen seçkinler, insan toplumunun ilerici gelişmesinin önünde mutlak bir engel haline gelmişlerdir. Onların kişisel servetlerinin artması, yaygın tepkiye yol açan ve sistemin çöküşüne işaret eden, acımasızca yayılan bir ur karakteri edinmiştir. Mevcut durum, kelimenin Engels’in aristokrasiyi iktidardan indiren devrimin öngününde Fransız monarşisini betimlerken kullandığı anlamıyla, akıldışıdır:

1789’da, Fransız monarşisi o kadar gerçek dışı, yani öylesine gereksiz, öylesine akıldışı bir hale gelmişti ki, Hegel’in her zaman büyük bir coşkuyla söz ettiği Büyük Devrim tarafından yıkılmak zorundaydı. Dolayısıyla, bu durumda, monarşi gerçek dışı, devrim ise gerçekti. Bu yüzden, gelişme boyunca, önceden gerçek olan gerçek dışı hale gelir; gerekliliğini, var olma hakkını, akla uygunluğunu yitirir. Ölmek üzere olan gerçekliğin karşısında, eğer eski; mücadele etmeksizin ölüme gidecek kadar sağduyuluysa barışçıl, bu gerekliliğe direnirse zorla, yeni, yaşayabilir bir gerçeklik doğar.[6]

13. Şirket ve mali sektör oligarklarının kendi servetlerini savunmak için her şeyi yapacaklarını öngörmek büyük bir siyasi kavrayış gerektirmiyor. Kendi iradelerini topluma dayatmaya alışmış olan bu oligarklar, her türlü yaygın direniş işaretine şiddetli baskı ile yanıt vereceklerdir. Buna karşın, kapitalizm çerçevesinde çözülebilecek herhangi bir güncel siyasal ya da toplumsal sorun (kitlesel işsizlik, yoksulluk, toplumsal eşitsizlik, temel demokratik haklara yönelik artan saldırılar, artan bir çevre felaketi tehlikesi, dizginsiz emperyalist militarizm ve nükleer savaş tehdidi) bulunmuyor. Doğrusu, aşırı derecede gereksinim duyulan toplumsal reformları uygulamaya yönelik her ciddi girişim, en azından, büyük özel servetlere el konulmasını ve servetin kapsamlı bir yeniden dağıtımını gerektirecektir. Bununla birlikte, kapitalist sınıf devlet iktidarını elinde tuttuğu sürece, böylesi reformlar olanaksızdır. Bu yüzden, işçi sınıfının kendi çıkarlarını savunma mücadelesi, Marx’ın öngörmüş olduğu gibi, toplumsal devrime yol açar.

14. Rus işçi sınıfının Ekim 1917’de devlet iktidarını ele geçirmesi, maddeci tarih kavrayışını ve Marx ile Engels’in Komünist Manifesto’da ayrıntılı biçimde ele almış olduğu siyasi perspektifi doğrulamıştı. Ancak Ekim Devrimi, basitçe, nesnel bir tarihsel sürecin kendiliğinden ürünü değildi. İşçi sınıfının zaferi, uluslararası bir devrimci stratejiye dayanan Marksist bir siyasi partinin önderliğine bağlıydı. Böylesi bir önderliğin yokluğunda, kapitalist sistemin krizi ne denli büyük olursa olsun, sosyalist devrim zafere ulaşamaz. Lenin, Komünist Enternasyonal’in 1920 yılındaki İkinci Kongresi’nde, delegelere, egemen sınıf için “mutlak olarak çaresiz” bir durumun olmadığı uyarısında bulunmuştu.

“Mutlak” çaresizliği önceden “kanıtlama” girişimi, boş bilgiçlik ya da düşüncelerle ve sözcüklerle hokkabazlık yapmaktır. Bu ve benzeri sorunların gerçek bir “kanıt”ını yalnızca deneyim sağlayabilir. Burjuva düzen, şimdi, tüm dünyada olağanüstü bir devrimci kriz yaşıyor. Bizler, şimdi, devrimci partilerin pratiği yoluyla, onların bu krizden başarılı ve muzaffer bir devrim için yararlanmak üzere yeterince bilinçli olduklarını, yeterli örgütlenmeye, sömürülen kitleler ile yeterli bağlara, kararlılığa ve kavrayışa sahip olduklarını “kanıtlamak” zorundayız.[7]

15. Lenin’in uyarısı trajik biçimde doğrulandı. Ekim Devrimi’ni izleyen yıllarda ve on yıllarda, işçi sınıfının iktidarı alması olasılığını doğuran devrimci durumların eksikliği çekilmedi. Kapitalizmin, iki yıkıcı dünya savaşına, dünyanın dört bir yanında kitlesel halk ayaklanmalarına ve çok sayıda şiddetli istikrarsızlık ve toptan çöküş dönemlerine rağmen yirminci yüzyılda varlığını sürdürebilmesi, son tahlilde, işçi sınıfı içinde gerekli devrimci siyasi önderliğin olmamasına dayandırılabilir.

16. Birinci Dünya Savaşı ile birlikte, İkinci Enternasyonal’in Sosyal Demokrat partileri emperyalizmin safına geçtiler, “ulusal savunma” programını benimsediler ve işçi sınıfının savaş sonrası devrimci ayaklanmalarına ihanet ettiler. Sovyetler Birliği içinde Stalinist bürokrasinin büyümesi, Üçüncü (Komünist) Enternasyonal’in yıkımına yol açtı. 1924’te açıklanan Stalinist “tek ülkede sosyalizm” programı, Üçüncü Enternasyonal’in, egemen bürokrasi tarafından belirlendiği haliyle Sovyet devletinin ulusal çıkarlarına tabi kılınması sonucunu doğurdu.

17. Sosyal Demokrat ve Stalinist partilerin emperyalizmin siyasi ajanlarına dönüşmesi, uluslararası işçi sınıfının 1920’ler ve 1930’lardaki yıkıcı yenilgilerine yol açtı. Bu yenilgilerin en kötüleri, Çin Komünist Partisi’nin 1927’de imha edilmesi, Nazilerin 1933’teki zaferi ve Almanya’daki sosyalist hareketi ezmesi ve İspanyol Devrimi’ne ihanetle birlikte faşist Franco rejiminin kurulmasıydı (1936-1939).

18. Lev Troçki, 1938 yılında Dördüncü Enternasyonal’i kurdu. Bu, onun, Stalinist rejimin sosyalizmi ulusalcı biçimde çarpıtmasına, işçi demokrasisini ezmesine ve dünya sosyalist devrimi programından vazgeçmesine karşı 1923’te başlamış olan siyasi mücadelesinin doruk noktasıydı. Troçki, yeni Enternasyonal’in kuruluş belgesinde, “devrimci önderlik krizi”ni, kapitalizmden sosyalizme geçişin merkezi sorunu olarak tanımladı.

19. Seksen yıl sonra, kapitalist sistemin tırmanan yeni bir küresel krizi ve işçi sınıfının artan militanlığı döneminde, şu soruların gündeme getirilmesi gerekiyor: Devrimci önderlik krizinin çözülme şansı nedir? Dördüncü Enternasyonal’in işçi sınıfının ileri kesimlerinin, toplumsal bilince sahip gençliğin ve entelijansiyanın en ileri unsurlarının bağlılığını kazanması ve işçi sınıfının kitlesel mücadelelerini dünya sosyalist devriminin zaferi ile sonuçlandırması mümkün mü?

20. Bu soruları yanıtlamak, önderlik sorununun incelenmesinin daha geniş bir tarihsel bağlama yerleştirilmesini gerektirir.

21. Bu yıl, bir başka yıldönümü daha kutlanacak: Mayıs-Haziran 1968 olaylarının, kapitalist Fransa’yı sosyalist devrimin eşiğine getirmiş olan kitlesel genel grevin 50. yıldönümü. 1968 olayları, kitlelerin kafasında hâlâ yankılanmaktadır. 1968; Fransa’daki kitlesel protestolara ve genel greve ek olarak, Vietnam’daki Tet Saldırısı’nın gerçekleştiği, ABD’de aşırı bir istikrarsızlığın (bu iki siyasi suikastta ve başlıca Amerikan kentlerinde patlayan isyanlarda ifade edildi) ve Çekoslovakya’da, Ağustos ayında SSCB ve Varşova Paktı ordularının silahlı müdahalesiyle ezilen Stalinizm karşıtı Prag Baharı’nın yaşandığı yıldı.

22. 1968 olayları, uluslararası işçi sınıfının radikalleşme sürecini harekete geçirdi. 1968 ile 1975 yılları arasındaki döneme, II. Dünya savaşı sonrası dönemin, İtalya, Almanya, Britanya, Arjantin ve ABD’deki grev dalgalarını kapsayan en büyük uluslararası devrimci hareketi damgasını vurdu. Sosyal Demokratlar, Hitler’in zaferinden beri ilk kez kendi hükümetlerini kurdular. Şili’de, Eylül 1970’te Allende yönetimi iktidara geldi. 1973-74 kışında Britanya’da patlayan madenciler grevi sağcı Muhafazakar Parti hükümetini istifaya zorladı. Temmuz 1974’te Yunanistan’daki askeri cunta devrildi. Görevi kötüye kullanma suçlamasıyla karşılaşan Richard Nixon, Ağustos 1974’te ABD başkanlığından istifa etti. Portekiz’de 1926’dan beri iktidarda olan faşist rejim, Eylül 1975’te çöktü. Franco’nun Kasım 1975’te ölmesi, yalnızca eski diktatörlüğün değil ama aynı zamanda İspanya’daki kapitalist egemenliğin de kırılganlığını açığa çıkardı. Ortadoğu’da ve Afrika’da, emperyalizm karşıtı güçlü ulusal kurtuluş hareketleri hızla yayıldı.

23. Durum böyle iken, bu kitlesel mücadelelerin uluslararası kapsamına rağmen, kapitalist sistem, bu altüst oluştan sağ çıkmakla kalmadı; Şili’deki Allende yönetiminin 1973’te devrilmesinde olduğu gibi, hareketi yenilgilere uğratabildi ve işçi sınıfına karşı bir saldırıya zemin hazırlayabildi. Egemen sınıfın bu saldırısı, 1970’lerin sonlarında, Margaret Thatcher’ın iktidara gelmesiyle –kısa süre sonra da Ronald Reagan’ın seçilmesiyle– birlikte başlatıldı.

24. Kapitalizmin 1968 ile 1975 yılları arasındaki küresel altüst oluşların ortasında varlığını sürdürmesi, her şeyden önce, Stalinist ve Sosyal Demokrat partiler ile sendikaların dönemin kitlesel işçi hareketleri içinde hâlâ egemen güç olmasına dayanıyordu. Milyonlarca üyeye sahip olan bu örgütler, bürokratik güçlerini işçi sınıfının mücadelelerini sınırlamak, saptırmak, baltalamak ve gerektiğinde onların yenilgisini örgütlemek için kullandılar. Sovyetler Birliği’ndeki Stalinist yönetim ile Çin’deki Maocu rejim, Marksizmi sistematik olarak tahrif etti ve ellerindeki tüm kaynakları, kendilerinin ABD ve diğer emperyalist güçler ile ilişkileri iyileştirme çabalarını tehdit eden devrimci hareketleri yıkmak için kullandı. Daha az gelişmiş ülkelerde, Stalinist ve Maocu rejimler, çeşitli burjuva ulusal hareketlerin işçi sınıfı üzerindeki etkisini sürdürmeye ve böylece kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadelenin altını oymaya çalıştılar.

25. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, bu son derece önemli dönemde, Stalinizmin, Sosyal Demokrasinin ve burjuva ulusalcılığının siyasi etkisine karşı mücadele etti. Ancak DEUK, bunu, Uluslararası Komite’ye hem Sosyal Demokratların ve Stalinistlerin büyük bürokratik örgütleri tarafından hem de Troçkizm ile ilişkilerini 1950’lerde ve 1960’ların başlarında kesmiş olan oportünist örgütlerin sinsi siyasi rolü eliyle dayatılmış aşırı siyasi tecrit koşullarında gerçekleştirdi.

26. Adlarını Troçkizm karşıtı revizyonizmin başlıca teorik önderinden alan Pablocu örgütler, özellikle, Dördüncü Enternasyonal’in programına dayalı bağımsız, devrimci işçi sınıfı partilerinin inşası gerekliliğini reddediyorlardı. Michel Pablo ile onun başlıca siyasi ortağı Ernest Mandel, Troçki’nin Stalinist bürokrasiyi karşıdevrimci olarak tanımlamasını reddettiler. Onlar, Sovyet bürokrasisinin, nesnel gelişmelerin ve kendiliğinden kitle hareketinin basıncı altında devrimci politikalar izlemeye zorlanabileceğini ileri sürdüler. Nesnel gelişmelerin basıncı, benzer şekilde, Sosyal Demokratları ve burjuva ulusalcıları da devrimci bir rol oynamaya zorlayabilirdi.

27. Troçkizmin bu kapsamlı revizyonlarından çıkartılacak sonuç, Dördüncü Enternasyonal’in inşasına gerek olmadığıydı. Pablocular, Troçkizme, Küba’daki Castro ve Cezayir’deki Ben Bella gibi çok sayıda “alternatif” buldular ve onları yücelttiler. Pablocular, Uluslararası Komite’yi, Dördüncü Enternasyonal’in siyasi tasfiyesini kabullenmeyi reddettiği için “aşırı sol sekter” olarak suçladılar.

28. Elli yıl önce, Sosyal Demokratlar, Stalinistler, Maocular ve burjuva ulusalcılığının farklı biçimleri, işçi sınıfı ve emperyalizm karşıtı kitle hareketleri üzerinde devasa bir etkide bulunuyorlardı. Peki bugün, bu örgütlerden geriye ne kaldı?

29. Sovyetler Birliği artık yok ve küresel Stalinist partiler ağı büyük ölçüde ortadan kaybolmuş durumda. Çin’de, Komünist Parti, kapitalist egemen seçkinlerin siyaset ve devlet örgütü. Sosyal Demokrat partiler, fiilen, en sağcı burjuva partilerden ayırt edilemiyorlar. İşçiler, hiçbir yerde, onları kendi çıkarlarının savunucuları olarak görmüyor. Sosyal Demokratlar Britanya’daki Corbyn gibi sahte bir sol görünüm edindikleri ölçüde, bu düzmece girişim, onlar siyasi iktidara yükseltilir yükseltilmez, Yunanistan’da olduğu gibi, bir sahtekarlık olarak açığa çıkacaktır.

30. Burjuva ulusalcı hareketlere gelince, onların emperyalizm ve kapitalizm karşıtı iddialarından geriye hiçbir şey kalmamıştır. Afrika Ulusal Kongresi’nin zenginlerin çıkarlarını acımasızca savunan ve grevci işçileri vurarak öldüren Güney Afrika’nın iktidar partisine evrilmesi, burjuva ulusalcılığının tarihsel yörüngesinin ve sınıfsal özünün mükemmel bir ifadesidir.

31. Pablocu örgütler, sonunda, sahte solu oluşturan çeşitli hareketler ile birlikte, burjuva siyaset kurumuna katılmış durumdalar. Bu, en açık biçimde, Syriza’nın (Radikal Sol Koalisyon), Avrupalı bankalar tarafından talep edilen kemer sıkma önlemlerini ve göçmen karşıtı politikaları uygulamaya koyduğu Yunanistan’da iktidara yükselmesinde açığa vurulmuştur.

32. Bu örgütlerin siyasi çürümesinin ve çöküşünün açıklaması, onların dar görüşlü ulusal reformist programları ile kapitalizmin küresel olarak bütünleşmiş bir ekonomik sistem olarak gelişmesi arasındaki köklü çelişkidedir.

33. Stalinist, Maocu, Sosyal Demokrat, burjuva ulusalcı ve Pablocu oportünist örgütlerin ortak siyasal özelliği, programlarının ulus devletin ekonomik çerçevesi içinde reformlar elde etme olanağına dayanmasıydı. Ekonomik küreselleşme süreci 1980’lerde hız kazandığında, bu ulusal temelli örgütlerin perspektifleri ve programları tüm uygulanabilirliklerini yitirdi.

34. İşçi sınıfının önderlik krizinin başarıyla çözülme potansiyeli, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin programının nesnel küresel ekonomik gelişme süreci ve sınıf mücadelesinin uluslararası gelişmesi ile uyuşmasına dayanmaktadır. 1968’den bu yana, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nde temsil edildiği haliyle Troçkizm ile sahte solun ve Marksizm karşıtlığının bütün siyasal temsilcileri arasındaki siyasi güç ilişkisinde yaşanan muazzam değişikliğin asıl temeli budur.

35. Uluslararası Komite, otuz yıl önce, Pablocu oportünizmin son kalıntılarının Dördüncü Enternasyonal’den çıkartılmasının ardından, sonraki on yıllar içindeki faaliyetine yol gösterecek uluslararası bir çözümleme geliştirdi. 1988’de yayımlanan bu perspektif, işçi sınıfının devrimci partilerinin yalnızca kapitalist gelişmenin nesnel eğilimlerine karşılık düşen uluslararası bir program temelinde geliştirilebileceğinde ısrar ediyor; “ulusötesi şirketlerin devasa gelişmesi ve sonuçta kapitalist üretimin küresel bütünleşmesi, dünya işçilerinin karşı karşıya olduğu koşullarda daha önce tanık olunmadık bir benzerlik yaratmıştır,” diye açıklıyordu.[8]

36. Uluslararası Komite, bu çözümlemeden şu stratejik sonucu çıkarttı:

Sınıf mücadelesinin yalnızca biçimsel olarak ulusal, özünde ise uluslararası bir mücadele olduğu, uzun süredir Marksizmin temel bir önermesidir. Bununla birlikte, kapitalist gelişmenin yeni özellikleri göz önünde bulundurulduğunda, sınıf mücadelesinin biçimi bile uluslararası bir karakter edinmek zorundadır. İşçi sınıfının en basit mücadeleleri bile, eylemlerinin uluslararası düzeyde koordine edilmesi gereğini ortaya koymaktadır.[9]

37. Bu çözümlemenin pratik sonuçları, ABD’deki Sosyalist Eşitlik Partisi’nin önceli olan İşçiler Birliği’nin Ağustos 1988’de toplanan 13. Ulusal Kongresi’nde şöyle açıklandı:

Uluslararası krize ulusal çözümler arayışı, kaçınılmaz olarak, her ulusal işçi hareketinin burjuvazinin ticaret savaşı politikalarına tabi kılınmasına yol açar. Bu açmazdan, devrimci enternasyonalizme dayanma dışında bir çıkış yolu yoktur; biz bununla, tatil ifadelerini kastetmiyoruz. Troçkist hareketin karşısındaki başlıca stratejik görev, tüm dünya işçi sınıfının, Troçki’nin “işçi sınıfının bir dünya merkezine ve dünya siyasi yönelimine sahip tek uluslararası proleter devrimci eylem örgütü” olarak tanımladığı yerde birleştirilmesidir.

Biz bunu bir tür hayalci görev olarak tasarlamıyoruz. Çağımıza ilişkin bilimsel çözümlememiz ve mevcut dünya krizinin doğası, bizi, proletaryanın bu birleşmesinin hem mümkün olduğuna hem de yalnızca günlük siyasi faaliyeti bu stratejik yönelim üzerine kurulu bir partinin işçi sınıfı içinde kök salabileceğine ikna etmektedir. Biz, proleter mücadelelerin bir sonraki aşamasının, nesnel ekonomik eğilimler ile Marksistlerin öznel etkisinin birleşik basıncı altında, karşı durulamaz şekilde enternasyonalist bir yörüngede gelişeceğini öngörüyoruz. Proletarya, pratikte kendisini giderek daha fazla uluslararası bir sınıf olarak tanımlama eğiliminde olacak; politikaları bu yapısal eğilimin ifadesi olan Marksist enternasyonalistler de bu süreci besleyecek ve ona bilinçli biçim kazandıracaklar.[10]

38. Uluslararası Komite, bu çözümleme temelinde, kendi örgütsel ve pratik faaliyetinde önemli değişiklikler gerçekleştirdi. 1995 yılına kadar, Uluslararası Komite’nin şubeleri birliklerolarak faaliyet gösteriyorlardı. O yılın Haziran ayında, ABD’deki İşçiler Birliği Sosyalist Eşitlik Partisi’ni kurdu. Bu, örgütsel biçimde, eski kitlesel bürokratik örgütlerin krizinin ve çöküşünün ortasında, devrimci Marksist eğilim ile işçi sınıfı arasında yeni bir ilişkinin ortaya çıkmasını ifade eden bir değişiklikti. Yeni parti için bu adın seçilmesi ise, eşitlik uğruna mücadeleyi sosyalizmin büyük hedefi olarak tanımlıyor ve kapitalist eşitsizliğe karşı yaygın öfkeyi öngörüyordu. Bunu izleyen aylarda, Uluslararası Komite’nin tüm şubeleri aynı siyasi yeniden örgütlenmeyi başarıyla hayata geçirdi. Önceki birliklerin partilere dönüşmesinin ardından, Uluslararası Komite, internetin gelişmesi ile bağlantılı iletişim teknolojisinden yararlanan yeni bir siyasi faaliyet biçimi benimsedi. Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin bundan neredeyse tam yirmi yıl önce, Şubat 1998’de yayına başlaması, tam bir devrimci siyasi ilk adımdı. Uluslararası Komite’nin belirtmiş olduğu gibi:

WSWS’nin, işçi sınıfının uluslararası ölçekte siyasi eğitimi ve birliği için benzersiz bir araç haline geleceğinden eminiz. Nasıl ki ulusötesi şirketler emeğe karşı mücadelelerini ulusal sınırların ötesinde örgütlüyorlarsa, WSWS de farklı ülkelerdeki işçilerin sermayeye karşı mücadelelerini koordine etmelerine yardımcı olacaktır. O, bütün uluslardan işçilere deneyimlerini karşılaştırmalarını ve ortak bir strateji geliştirmelerini sağlayarak, onlar arasındaki tartışmaları kolaylaştıracaktır.

DEUK, internet yayıldıkça Dünya Sosyalist Web Sitesi'nin dünyadaki izleyicilerinin artacağını düşünüyor. İletişimin hızlı ve küresel biçimi olarak internet, olağanüstü demokratik ve devrimci etkilere sahiptir. Geniş bir izleyici kitlesinin, kitaplıklardan arşivlere ve müzelere kadar, dünyanın bütün entelektüel kaynaklarına ulaşmasını mümkün kılabilmektedir.[11]

39. Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin yirmi yıl boyunca her gün yayımlanması, her türlü nesnel ölçütle, olağanüstü bir siyasi başarıdır. Uluslararası Komite’nin kadrolarının, WSWS’nin yayınını, planlanmış yayın günlerinde tek bir atlama olmaksızın böylesi uzun bir süre devam ettirme becerisi, onun siyasi ve teorik netliğini ve hatırı sayılır örgütsel birliğini ve gücünü göstermektedir. Dünyada, Dünya Sosyalist Web Sitesi’ne en küçük bir benzerlik gösteren başka bir yayın bulunmuyor. O yalnızca başlıca günlük gelişmeleri çözümleyen ve yorumlayan sosyalist bir yayın değildir. WSWS, aynı zamanda, mücadele içindeki işçi sınıfının stratejisti ve platformudur.

40. Geçtiğimiz yıl boyunca, Google, Dünya Sosyalist Web Sitesi’ni kara listeye almaya ve sansürlemeye uğraştı. Bu çabalar başarısızlığa uğruyor. WSWS’nin okur kitlesi büyümeye devam ediyor. WSWS, yükselmekte olan işçi sınıfı ve gençlik hareketinden güç almaktadır.

41. Geçmiş başlangıçtır. Uluslararası Komite’nin tüm teorik, siyasi ve pratik faaliyeti, uluslararası sınıf mücadelesinin yeniden canlanmasına hazırlıktı. En önemli görev, sistematik, bilinçli ve girişken şekilde uluslararası bir önderliği inşa etmektir. İnsan soyunun karşı karşıya olduğu temel soruna –ya sosyalizm ya barbarlık– ilerici bir çözüm, bu göreve bağlıdır. 2018’in zorlu görevi, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin faaliyetini yaymak; onun şubelerinin mücadeleye giren işçi ve gençlik kesimlerine ulaşabilirliğini arttırmak; Dünya Sosyalist Devrimi programına yeni güçler kazanmak ve onların Marksizmin bilimsel tarih ve dünya görüşü ile eğitilmesine girişmektir. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, Karl Marx’ın doğumunun 200. yıldönümünü onun en ünlü sözüne uygun biçimde kutlayacaktır:

“Filozoflar dünyayı çeşitli biçimlerde yorumlamakla yetindiler; oysa asıl olan onu değiştirmektir.” [Feuerbach Üzerine Tezler, 1845]


[1]

V.İ. Lenin, “Karl Marx,” Collected Works [Toplu Eserler], Cilt 21 (Moskova: Progress Publishers, 1964), s. 50.

[2]

Karl Marx’ın Joseph Weydemeyer’e Mektubu (5 Mart 1852), Marx-Engels Collected Works [Marx-Engels Toplu Eserler] içinde, Cilt 39, (New York: International Publishers, 1983), s. 64–65.

[3]

“Richest 1% own half the world’s wealth, study finds” [“Araştırmaya göre en zengin % 1 dünyadaki servetin yarısına sahip”], erişim: www.theguardian.com/inequality/2017/nov/14/worlds-richest-wealth-credit-suisse

[4]

“World’s Wealthiest Became $1 Trillion Richer in 2017” [“Dünyanın En Zenginleri 2017’de 1 Trilyon Dolar Zenginleşti”], Bloomberg, erişim: www.bloomberg.com/news/articles/2017-12-27/world-s-wealthiest-gain-1-trillion-in-17-on-market-exuberance

[5]

Erişim: www.theguardian.com/inequality/2017/nov/14/worlds-richest-wealth-credit-suisse

[6]

Friedrich Engels, “Ludwig Feuerbach and the End of Classical German Philosophy” [“Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu”], Marx-Engels Collected Works, Cilt 26 (Moskova: Progress Publishers, 1990), s. 358–59.

[7]

The Second Congress of the Communist International [Komünist Enternasyonal’in İkinci Kongresi], Cilt 1 (Londra: New Park Publications, 1977), s. 24.

[8]

“The World Capitalist Crisis and the Tasks of the Fourth International” [“Dünya Kapitalist Krizi ve Dördüncü Enternasyonal’in Görevleri”], Fourth International, Cilt 15, Sayı 3–4, Temmuz–Aralık 1988, s. 4.

[9]

Age.

[10]

David North, “Report to the Workers League Thirteenth National Congress” [“İşçiler Birliği’nin 13. Ulusal Kongresi’ne Sunulan Rapor”], Fourth International, Cilt 15, Sayı 3–4, Temmuz–Aralık 1988, s. 38–39.

[11]

Erişim: www.wsws.org/en/special/about.html