Charlie Hebdo’ya yönelik saldırının ardından “ifade özgürlüğü” ikiyüzlülüğü

Charlie Hebdo’nun merkez bürolarına yönelik saldırı, Paris’in merkezinde 12 kişinin öldürülmesi karşısında dehşete kapılan halkı şok etti. Etrafa ateş açan ve zaten yaralanmış olan bir polisi öldüren silahlı insanların milyonlarca insan tarafından izlenen görüntüleri, Çarşamba günkü olaya olağanüstü bir güncellik kazandırdı. 

Silahlı saldırının hemen ardından, devlet ve medya halktaki korkudan ve kafa karışıklığından yararlanmaya çalışıyor. Terörizmin siyasi iflası ve özünde gerici karakteri bir kez daha gözler önüne seriliyor. Terörizm, teröristler tarafından sağlanmış olan fırsattan, otoriterliğe ve militarizme destek uyandırmak için yararlanan devletin çıkarlarına hizmet etmektedir. 2003’te, Bush yönetimi Irak’ı istila ettiğinde, Fransız halkının muhalefeti öylesine eziciydi ki, Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın hükümeti, ABD’den gelen yoğun siyasi baskıya rağmen savaşa karşı çıkmak zorunda kalmıştı. Şimdi, 12 yıl sonra, Cumhurbaşkanı François Hollande, Fransa’yı “terörle mücadele”de ABD’nin başlıca müttefiki haline getirmeye çalışırken, Paris’teki saldırı onun ekmeğine yağ sürüyor.

Hollande, bu çabasında, bu tür koşullarda bütün enerjisini halkın duygusal manipülasyonuna ve siyasi yönelimini şaşırtmaya yönlendiren medyaya güvenebilir. Bilgilerin gizlenmesini yarı doğrularla ve açık yalanlarla ustaca birleştiren kapitalist medya, halkın geniş kesimlerinin yalnızca en temel içgüdülerine değil ama demokratik ve idealist duyarlılıklarına seslenmek üzere tasarlanmış bir öykü uyduruyor.

Tüm Avrupa’da ve ABD’de, Charlie Hebdo’ya yönelik saldırının, basın özgürlüğüne ve gazetecilerin demokratik bir toplumda özgürlüklerini kaybetmeden ya da öldürülme korkusu olmadan düşüncelerini ifade etme hakkına yönelik olduğu iddia ediliyor. Charlie Hebdo’nun karikatüristlerinin ve editörlerinin öldürülmesinin, Avrupa’da ve ABD’de bu kadar değerli olan, düşünceyi ifade özgürlüğüne yönelik bir saldırı olduğu ilan ediliyor. Böylece, Charlie Hebdo’ya yönelik saldırı, Batılı “özgürlükler”e hoşgörü gösteremeyen Müslümanların bir başka zorbalığı olarak sunulmaktadır. Buradan hareketle, “terörle mücadele”nin, yani Ortadoğu’daki, Orta Asya’daki ve Kuzey ve Orta Afrika’daki emperyalist saldırının kaçınılmaz bir gereklilik olduğu sonucunun çıkartılması gerekiyor.

Bu demokratik ikiyüzlülük cümbüşünün ortasında, Amerikan ordusunun Ortadoğu’daki savaşları sırasında en az 15 gazetecinin öldürülmesinden sorumlu olduğuna hiç değinilmiyor. “Düşünceyi ifade özgürlüğü saldırı altında”biçimindeki sürmekte olan öyküde, El Cezire’nin Bağdat’taki bürolarına yönelik, üç gazetecinin öldürülüp dördünün yaralandığı havadan karaya füze saldırından söz etmeye yer yok.

Reuters için Bağdat’ta çalışan iki gazetecinin, foto muhabiri Namir Noor-Eldeen ile sürücü Saeed Chmagh’ın Temmuz 2007’de öldürülmesi hakkında da herhangi bir şey yazılıp söylenmiyor. Onlar, Bağdat’tın doğusunda görevliyken ABD Apache savaş helikopterleri tarafından bilerek hedef alınmıştı.

Amerikan ve uluslararası kamuoyu, bu iki gazetecinin ve bir grup Iraklının soğukkanlılıkla öldürülmesine ilişkin -helikopterlerin birinden çekilmiş- görüntüleri, ilk olarak, WikiLeaks’in bir Amerikan askerinden, Onbaşı Bradley Chelsea Manning’den edindiği gizli belgeleri açıklaması sonucunda görebilmişti.

Peki, ABD ile Avrupa WikiLeaks’in düşünceyi ifade özgürlüğü kullanma hakkını korumak için ne yaptı? WikiLeaks’in kurucusu ve yayıncısı Julian Assange amansız bir baskıya maruz kaldı. ABD’deki ve Kanada’daki önde gelen siyaset ve medya çevreleri onu “terörist” ilan etti ve tutuklanmasını istedi, hatta kimileri açıkça onun öldürülmesi yönünde çağrı yaptı. Assange, Amerikan ve İsveç istihbarat örgütleri tarafından uydurulmuş sahte“tecavüz” suçlamalarından dolayı izleniyor. O, dışarıya adım atması durumunda kendisini yakalayacak olan Britanya polisi tarafından sürekli gözetim altında tutulan Londra’daki Ekvador Büyükelçiliği’ne sığınmak zorunda bırakıldı. Chelsea Manning’e gelince, o, halen, vatana ihanet suçundan mahkum olduğu 35 yıllık cezayı çekmek üzere hapiste.

Kuzey Amerika’nın ve Avrupa’nın büyük kapitalist “demokrasileri”, düşünceyi ifade özgürlüğüne ve gazetecilerin güvenliğine olan bağlılıklarını işte böyle gösteriyorlar!

Devlet ve medya tarafından yayılan samimiyetsiz ve ikiyüzlü öykü, Charlie Hebdo’nun ve onun öldürülmüş karikatüristleri ile gazetecilerinin düşünceyi ifade özgürlüğü uğruna şehit düşmüş kişiler ve güçlü put kırıcı gazeteciliğin saygın demokratik geleneğinin temsilcileri olarak yüceltilmesini gerektirmektedir.

Liberal tarihçi Simon Schama, Çarşamba günü Financial Times’ta yayımlanan bir makalede, Charlie Hebdo’yu“özgürlüğün yaşam sıvısı” olan gazetecilere özgü pervasızlığın / kural tanımazlığın şanlı geleneğine yerleştiriyor. O, 16. ve 19. yüzyıl arasında büyük ve güçlü, utandırıcı aşağılanmaya maruz kalmış olan hicivcileri hatırlatıyor. Schama, bize, onların ünlü hedefleri arasında, 1500’lerde Hollandalıların özgürlük mücadelesini kana boğan kanlı Alba Dükü’nün, Fransa’nın “Güneş Kralı” XIV. Louis’nin, Britanya Başbakanı William Pitt’in ve Galler Prensi’nin olduğunu anımsatıyor. “Hiciv” diye yazıyor Schama, “politikanın, her gün ve her hafta karikatürlerin dağıtıldığı kahvehanelerdeki ve meyhanelerdeki sağlıklı alaycı uğultuları açığa vuran oksijeni haline geldi.”

Schama, Charlie Hebdo’yu, ait olmadığı bir geleneğe yerleştirmektedir. Schama’nın gönderme yaptığı büyük hicivcilerin hepsi, demokratik Aydınlanma’nın, aşağılamalarını aristokratik ayrıcalıkların güçlü ve yozlaşmış savunucularına yöneltmiş olan temsilcileriydi. Charlie Hebdo, Müslümanlara ilişkin durmak bilmez küçültücü betimlemelerinde, yoksullarla ve güçsüzlerle alay etmektedir.

Charlie Hebdo’nun çıkarcı, ikiyüzlü ve küçümseyici karakterinden açıkça ve dürüst şekilde söz etmek, onun çalışanlarının öldürülmesini onaylamak anlamına gelmiyor. Ama “Ben Charlie’yim” sloganı, medya tarafından protesto gösterilerinin sloganı olarak benimsenip şiddetle teşvik edildiğinde, devlet ve medya propagandasına altında kendini yitirmemiş olanların şu yanıtı vermesi gerekir: “Biz, dergiye yönelik vahşi saldırıya karşı çıkıyoruz ama ‘Charlie’ değiliz ve onunla ortak bir yanımız bulunmuyor.”

Marksistler, dinin kitleler içindeki etkisinin üstesinden gelme mücadelesinin yabancısı değildir. Ama onlar, bu mücadeleyi, dinsel inancın sıkıntı ve çaresiz zorluk koşulları eliyle sürdürüldüğünü bilerek verirler. Din ile alay edilemez. O, Marx’ın yapmış olduğu gibi kavranır ve eleştirilir:

“Dinsel eziyet, gerçek sıkıntıların ifadesi ve aynı zamanda gerçek sıkıntılara yönelik protestodur. Din, ezilen yaratığın derin bir nefes alması, tıpkı ruhsuz koşulların ruhu gibi, vicdansız bir dünyanın vicdanıdır. Din, halkın afyonudur.

“İnsanların hayali mutluluğu olarak dini ortadan kaldırmak, onların gerçek mutluluğunu talep etmektir. Olup bitenlere ilişkin hayallerden vazgeçme talebi, hayallere ihtiyaç duyan gidişattan vazgeçme talebidir. Dinin eleştirisi, bu yüzden, özünde, halesi din olan çile dünyasının eleştirisidir.” [Contribution to Critique of Hegel’s Philosophy of Law, Marx and Engels Collected Works, Cilt 3 (New York, 1975), syf. 175-76]

Marksizmi, ifadesini Charlie Hebdo’da bulan sağlıksız eski solcu sinik çevrelerden ayıran entelektüel ve ahlaki uçurumu görmek için bu sözcükleri okumak yeter. Onların İslam dinine ve onun geleneklerine ilişkin çocuksu ve sıkça tiksindirici aşağılamasında, öğretici olmak şöyle dursun, aydınlatıcı hiçbir şey yoktur.

Charlie Hebdo’nun çok sayıda kapağında ortaya çıkan sinik bir şekilde Müslüman karşıtı karikatürler, Fransa’daki sağcı şovenist hareketlerin gelişmesini teşvik etmiş ve kolaylaştırmıştır. Charlie Hebdo’yu savunurken, onun karikatürlerinin tamamen “iyi şakalar” olduğunu ve siyasi sonuçlar içermediğini iddia etmek saçmadır. Fransız hükümetinin Afrika’daki ve Ortadoğu’daki artan militarist gündemine destek sağlamak için can atması bir yana, Fransa, neo-faşist Ulusal Cephe’nin hızla büyüdüğü bir ülkedir. Charlie Hebdo, bu siyasi bağlamda, rahatsız edici bir şekilde Fransa’da 1890’larda kitlesel bir hareket olarak ortaya çıkmış olan politikleşmiş Musevi karşıtlığına benzeyen politikleşmiş bir Müslüman karşıtlığının büyümesine yardımcı olmuştur.

Charlie Hebdo, Müslümanlara ilişkin kötücül ve basmakalıp bir imaj sağlayan kaba ve bayağı karikatürleri kullanırken, ünlü Dreyfus Olayı sırasında Fransa’yı silip süpüren Musevi karşıtı ajitasyonun geliştirilmesinde önemli rol oynamış olan ucuz ırkçı yayınları anımsatıyor. Dreyfus Olayı, 1894’te, Musevi bir subayın Almanya adına casusluk yapmakla suçlanıp yanlış bir şekilde mahkum edilmesinin ardından patlamıştı. Kötü şöhretli Edoard Adolfe Drumont tarafından yayımlanan La Libre Parole [“Özgür Söz”], Musevilere yönelik kitlesel öfkenin kışkırtılmasında, bilinen Musevi karşıtı işaretleri kullanan karikatürlerden son derece etkili bir şekilde yararlanmıştı. Karikatürler, kamuoyunu, Dreyfus’a ve Suçluyorum’un yazarı büyük romancı Emile Zola gibi savunucularına karşı toplu saldırıları körükleyecek şekilde kışkırtmaya hizmet etmişti.

Dünya Sosyalist Web Sitesi, kalıcı siyasi ilkelere dayanarak, Charlie Hebdo’ya yönelik terörist saldırıya karşı çıkar ve onu kesin bir şekilde mahkum eder. Bununla birlikte, bizler, Charlie Hebdo’nun demokrasi ve düşünceyi özgürce ifade davasının kurbanı olarak gösterilmesine katılmayı reddediyor ve okurlarımızı, bu ikiyüzlü ve samimiyetsiz kampanyayı harekete geçiren gerici gündemin farkında olma konusunda uyarıyoruz.

Loading