Avrupa Birliği ve Avrupa militarizminin dönüşü

Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) sekreteri Peter Schwarz’ın, DEUK tarafından 3 Mayıs’ta düzenlenen Uluslararası Çevrimiçi 1 Mayıs Toplantısı’nda yaptığı konuşmanın metni.

Yoldaşlar, dostlar,

Gelecek Cuma günü, II. Dünya Savaşı’nın Avrupa’da bitmesinin 70. yıldönümü. 8 Mayıs 1945’te, Alman Ordusu’nun başkomutanlığı resmen teslim olmuştu.

70 yıl, tarihsel açıdan kısa bir zamandır. Almanya’da, hala, savaş sona erdiğinde en azından 15 yaşında olan iki milyon insan yaşıyor. Onlar, savaşı gençler ya da yetişkinler olarak yaşadılar. Sonradan doğmuş olanlar da imha edilmiş şehirlerin, acı çeken insanların ve toplama kamplarındaki bir deri bir kemik beden yığınlarının dehşet verici görüntülerine aşina.

Avrupa’da böylesi berbat bir felaket yinelenebilir mi?

Bu sorunun resmi yanıtı, uzun bir süre, “hayır” idi. Avrupa’nın ekonomik bütünleşmesinin, ortak para biriminin ve iç sınırların kaldırılmasının, Avrupa’yı iki dünya savaşının merkezi haline getirmiş olan anlaşmazlıkları ortadan kaldırdığı iddia ediliyordu. Avrupa Birliği (AB), “Avrupa’nın Birliği”ni cisimleştiriyor; Avrupalıların bir kez daha birbirlerini vurmayacağını garantiye alıyordu.

Bu, her zaman, bir yalan olmuştur. Avrupa Birliği, Avrupa’nın halklarını birleştirmedi. Avrupa Birliği, onu içeride işçi sınıfına ve uluslararası düzeyde rakiplerine karşı bir silah olarak kullanan en güçlü ekonomik ve mali sektör çevrelerinin bir aracıdır. AB, Avrupa’yı 1914’te ile 1945 yılları arasında bir cehenneme çevirmiş olan çelişkilerin üstesinden gelmemiş; tersine, onları yeniden üretmiştir.

Günümüz Avrupa’sının bir incelenmesi, iki dünya savaşına yol açmış olan toplumsal hastalıkların ve çelişkilerin tamamının bir kez daha ortaya çıktığını gösteriyor.

Gelin, önce toplumsal duruma bakalım. Avrupa’daki sınıf çelişkileri, hiçbir zaman bu denli şiddetli olmamıştı. 25 yıl önce, kapitalizmin Doğu Avrupa’da yeniden uygulanmasına refah ve demokrasi vaatleri eşlik etmişti. Şimdi, bu ülkelerdeki işçilerin çoğunun geliri Çin’dekinden daha düşük. Sağlık ve eğitim sistemleri çökmüş, hükümetler gırtlaklarına kadar yolsuzluğa batmış durumda.

“Kemer sıkma” sözcüğü, tüm Avrupa’da ücretlere, emeklilik maaşlarına, işlere ve sosyal yardımlara yönelik bitmek bilmez saldırıların simgesi haline geldi. Troykanın dayatmaları milyonlarca insanın yoksullaşmasıyla sonuçlandı.

Kıtanın önde gelen ekonomisi Almanya’da, 7 kişiden biri yoksul. İstihdam edilenlerin yüzde 39’u düzenli olmayan (yarım gün, geçici vb.) işlerde çalışıyor.

Toplumun tepesinde, servet patlaması yaşanıyor. Alman borsa endeksi, Almanya’nın birleşmesinde 2.000 puan iken, bugün 12.000 puana yükselmiş durumda. Bu şaşırtıcı artış, ekonomik büyümenin sonucu değildir. O, mali oligarşinin işçi sınıfı zararına sınırsız zenginleşmesini yansıtmaktadır.

Toplumsal eşitsizlik, demokrasi ile bağdaşmayan bir boyuta ulaşmış durumda. Toplum bağlarını kopartırken, siyasi partiler kenetleniyor. Adı ister sağcı isterse solcu olsun, onların hepsi aynı gerici politikayı izliyor. Siyasi gelişmeleri seçim sandıkları dolayımıyla etkilemek, artık fiilen olanaksız.

Egemen seçkinler, buna, devasa bir gözetleme ve polis aygıtı inşasıyla tepki gösteriyor. Onlar, halkı, sindirilmesi ve ezilmesi gereken düşmanlar olarak görüyorlar.

Avrupa’nın çöküşünün en uğursuz ifadesi, militarizmin yeniden canlanmasıdır. Çeşitli Avrupa devletleri, 1990’lardan bu yana, Ortadoğu’da ve Afrika’da ABD önderliğindeki savaşlara katılıyorlar. Bununla birlikte, Ukrayna’da Batı tarafından düzenlenen darbe ile birlikte, Avrupa militarizmi yeni bir boyut kazanmış durumda.

NATO, stratejisini gözden geçirdi ve devasa silah cephaneliğini Rusya’ya yöneltiyor. Rusya ile nükleer bir savaş, artık teorik bir olasılık değil, gerçek bir tehlikedir.

Avrupa, dünyanın paylaşımı ve yeniden paylaşımı uğruna yağmacı savaş yönelimine katılmak için, kendi ordusunu güçlendiriyor. Alman emperyalizmi, Ukrayna’ya yönelerek, kendi geleneksel yayılma yönünü yeniden başlatıyor. Ama tek hedef Rusya değil. Avrupa emperyalizmi, Ortadoğu’da ve Kuzey ve Orta Afrika’da da giderek daha aktifleşiyor.

Avrupa’nın birliği görünümünün arkasında gerilimler artıyor. Berlin’in “Avrupa’ya önderlik etme” özlemini açıklaması, Paris’te ve diğer Avrupa başkentlerinde kaygılara yol açıyor.

Avrupa’yı bir savaş alanına dönüştürmüş olan anlaşmazlıklar yeniden ortaya çıkıyor. Avrupa Birliği’nin onu oluşturan ulusal ve hatta bölgesel parçalara ayrılması ufukta beliriyor. Aylarca, AB’nin Yunanistan’ın Avro Bölgesi’nden çıkmasını (Grexit) kaldırabilip kaldıramayacağı üzerinde ateşli bir tartışma yaşandı. Şimdi, Britanya’nın AB’den ayrılmasının (Brexit) çok daha büyük bir tehlike olduğu düşünülüyor.

NATO, ABD ile Atlantik ötesi ittifak da benzeri gerilimlerle yarılmış durumda. Rusya’ya karşı ortak eyleme rağmen, Almanya ile ABD, Doğu Avrupa’da, Karadeniz bölgesinde, Rusya’da ve Çin’de, stratejik rakiplerdir.

Avrupa halkının ezici çoğunluğu militarizmi, şovenizmi, yabancı düşmanlığını ve toplumsal eşitsizliği reddediyor. Milyonlarca işçi ve genç, onlara karşı mücadelenin araçlarını ve yollarını arıyor. Kıta, patlamaya hazır, aşırı ısınmış bir kazana benziyor.

Eksik olan, bu çabaları ifade eden uygulanabilir bir perspektif ve siyasi sestir.

Avrupa’nın birbiriyle savaşan rakip devletlere ve bölgelere bölünmesi bir felaket olacaktır. Ama Avrupa Birliği’ni savunmak, işleri daha da kötü yapmaktadır. AB, kemer sıkma politikalarının, diktatörlüğün ve militarizmin; tam da Avrupa’yı parçalayan merkezkaç eğilimleri üreten etmenlerin kaynağıdır.

Bu, Yunanistan’da son yaşananlar eliyle bir kez daha görüldü.

Radikal Sol Koalisyon, Syriza, seçimleri, kemer sıkma politikasına son verme vaadiyle kazanmıştı. Ama o, AB ile ilişkisini kesmeyeceğini ve Avro Bölgesi içinde kalacağını vurguladı.

Syriza hükümetinin seçim programını inkar etmesi ve oylarıyla onu iktidara getiren yoksul emekçilere bütünüyle ve açıkça ihanet etmesi bir aydan kısa sürdü.

Bu berbat ihanet, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi için bir sürpriz olmadı. Syriza, işçi sınıfı değil ama Yunan egemen seçkinlerinin ve üst orta sınıfın hali vakti yerinde bir kesimi adına konuşmaktadır.

Onlar bu yüzden Avrupa işçi sınıfına başvurmadılar; bunun yerine yabancı düşmanı Bağımsız Yunanlılar ile koalisyon kurdular; bu yüzden troykanın bütün taleplerine teslim oldular. Onlar, bu arada, toplumsal huzursuzluğu şiddet yoluyla ezmeye hazırlanıyorlar.

Yunanistan’da yaşananlar, uluslararası işçi sınıfı için son derece önemli bir siyasi deneyimdir. Syriza tarafından oynanan rol, proleter sınıf mücadelesinin yerine “kimlik gündemleri”ni geçirmiş olan sahte sol orta sınıf politikalarının gerici karakterinin ezici bir teşhiridir.

Almanya’daki Sol Parti, İspanya’daki Podemos ve tüm dünyadaki çok sayıda küçük grup aynı gündemi izliyor. Onlar Syriza’nın en coşkulu destekleyicileri ve aynı hali vakti yerinde kesimi temsil ediyorlar. Onlar, servetin, toplumun en zengin yüzde 10’u içinde daha adil bir dağıtımı ile ilgileniyorlar. Aşırı zenginlere gıpta ile bakan bu kesimler, işçi sınıfını küçümsemekte ve ondan korkmaktadır.

Avrupa Birliği’ni savunma ile ulus devleti güçlendirme arasındaki tercih sahte bir seçenektir. Görmüş olduğumuz üzere, Avrupa’yı parçalayan güçleri, bizzat AB üretmektedir.

Kıtayı onun halkı yararına birleştirmenin, onun devasa kaynaklarını herkesin yararına kullanmanın ve militarizmi durdurmanın tek yolu, Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri’nden geçiyor.

Yaklaşan felaketi, yalnızca Avrupa işçi sınıfının bağımsız seferberliği önleyebilir.

Tüm Avrupa ülkelerinin işçileri, Avrupa Birliği’ne ve kurumlarına karşı birleşmelidir. Onlar, büyük sermayeyi, bankaları ve büyük şirketleri kamulaştıran; ekonomiyi sosyalist temelde yeniden örgütleyen ve mali aristokrasinin kar çıkarları yerine bir bütün olarak toplumun hizmetine sunan işçi hükümetleri kurmalılar.