Britanya’daki genel seçimler ve sınıf uzlaşmazlıklarındaki büyüme

Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (Britanya) ulusal sekreteri Chris Marsden’in, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi tarafından 3 Mayıs’ta düzenlenen Uluslararası Çevrimiçi 1 Mayıs Toplantısı’nda yaptığı konuşmanın metni.

Bu Perşembe günkü [7 Mayıs] genel seçimlerden 12 gün önce, Sunday Times gazetesinin her yıl yayımladığı Zenginler Listesi, Britanya’nın, kişi başına, bütün ülkelerden daha fazla milyardere sahip olduğunu ortaya koydu.

Bin kişi, toplam 856 milyar ABD doları servete sahip. Yalnızca en zengin 117 kişinin serveti 503 milyar dolar. Onlar, tüm Britanya nüfusunun alttaki yüzde 40’ından daha fazla servete sahipler.

Onların serveti, yalnızca bir yıl içinde, 43 milyar dolar arttı. Şimdi şunu düşünün: Bu, asgari ücret alan 2 milyondan fazla işçinin yalnızca bu artışı finanse etmek için, tam bir yıl çalışması demektir. Bu, 23 milyon kişinin şu anda kazandığının tamamını, sayısı 100’den biraz fazla olan bu ayrıcalıklılara vermesi demektir.

Süper zenginler, servetlerini, 2008-2009’daki büyük çöküşten bu yana ikiye katladılar. Onlar bunu, azgın bir vurguna dönerek (hükümetler tarafından verilen ya da ücret kesintileri, üretim artışı ve hizmetlerin içini boşaltma yoluyla sızdırılan paraları kullanarak) yaptılar.

Bu, Avrupa’nın bu en zengin ikinci ekonomisinde, nüfusun en yoksul yüzde 20’sinin durumunu, 2009’dakinden yüzde 57 kötüleştirdi. Gelirler azalıyor. En yoksul yüzde 10, haftada yalnızca 160 pound kazanıyor. Çocukların yaklaşık üçte biri dahil, 13 milyondan fazla insan yoksulluk içinde.

Charles Dickens, İki Şehrin Hikayesi’nde, Fransız Devrimi’ne giden yıllardan, “Aydınlık mevsimi… Karanlık mevsimi” diye söz eder. “Olağanüstü pürüzsüz bir mutlulukla ve başarıyla para kazanıp biriktirerek” yaşayan egemen seçkinler için Aydınlık. Önceki Rejime karşı ayaklanmak üzere olan sömürülen kitleler için Karanlık.

Onun çağının toplumsal hastalıklarının olağanüstü tarihçileri, günümüzdeki Britanya’da, Dickens’ın devrim öncesi Fransa’ya ilişkin betimlemesini yansıtan çok şey bulurdu. Britanya’daki yaşamın belirleyici özelliği, yaygın ve artan bir toplumsal uçurumdur. Bu seçimlerin üstünde asılı derin kriz algısını açıklayan şey budur.

Ortada çoğunluk hükümeti kurabilecek bir parti yok. Muhafazarkarlar ve İşçi Partisi, her ikisi de kemer sıkma politikalarına bağlı olduğu için lanetleniyor. İskoç Ulusal Partisi’nin, Plaid Cymru’nun ya da Yeşiller’in sonu gelmez toplumsal acıya son vereceğini uman milyonlar, bir alternatif arıyor.

Bunu yapmayacaklar. Tersine, onlar, İşçi Partisi’ni desteklemek istiyorlar. Böylece, Muhafazarların Liberal Demokratlar ya da başkaları ile bir koalisyon kuramaması durumunda, İşçi Partisi iktidarı alabilir.

Bu partilerin ister İşçi Partisi’nin isterse Muhafazakarların önderliğinde oluşturacağı herhangi bir bileşimden oluşan bir hükümet, son derece istikrarsız olacaktır. O, Avrupa Birliği içinde kalıp kalmama ya da Britanya’nın üniter devlet olarak kalıp kalmaması konusundaki fay hatları eliyle parçalanacaktır.

En önemlisi, bu hükümet, işçilerin gözünde herhangi bir meşruluğa sahip olmayacaktır. İnanılmaz derecede zengin ve asalak bir azınlığı daha fazla zenginleştirmek amacıyla büyük çoğunluğa sürekli bir saldırı için demokratik bir yetki sağlanamaz.

Sosyalist Eşitlik Partisi, seçim bildirgesinde şunu vurguluyor: “mali oligarşinin diktatörlüğüne son verilmedikçe, emekçilerin karşı karşıya olduğu önemli sorunların hiçbiri… çözülemeyecektir. Mali oligarşi, toplumun üzerindeki, kesilip atılması gereken bir kanserdir.”

Bunu kanıtlayan yalnızca bir örnek vereyim: konut krizi. Süper zenginler, gayrimenkul spekülasyonları yapmakla milyarlar kazanmakla meşguller. Bunun sonunda, Britanya’da bir evin ortalama fiyatı 419.000 doları buldu ki bu, yıllık ortalama maaşın 10 katı. Londra’daki ortalama bir evin fiyatı 806.000 dolar ve her yıl ortalama ücretten fazla artıyor.

Kiralar öylesine yüksek ki yardım yapılan kamu evlerinde oturanların yarısı kiralarını ödemek için mücadele ediyor ve bunların üçte biri, iki yakasını bir araya getirmek için yemek öğünlerini atlıyor.

The Independent gazetesi, bu hafta, açık bir toplumsal temizlik kampanyasında, son üç yıl içinde, 50.000’den fazla ailenin Londra’nın ilçelerinden taşındığını ortaya koydu. Hızla artan kiralar ve sosyal yardım kesintileri, yoksulların, artık kiralarını ödeyemediği için evlerinden çıkmaya zorlanması anlamına geliyor. Her hafta, 500 aile evini boşaltmak zorunda kalıyor. Bunun suçlusu olan en büyük on belediye meclisinden yedisi İşçi Partisi’nin yönetiminde.

Britanya kapitalizmi, patlayıcı sınıf çatışmalarına yol açması gereken temel bir yönetim krizi ile karşı karşıya.

Bu kesin. Çünkü bir sonraki hükümet, ABD’nin başlıca suç ortağı olarak konumunu yeniden sağlamlaştırmak için hem Rusya’ya ve Çin’e karşı hem de Ortadoğu’daki askeri provokasyonlarını arttırmak zorunda.

Kemer sıkma partileri aynı zamanda militarizm ve savaş partileri olduğu için, yaygın savaş karşıtı duyarlılık, şimdilik herhangi bir siyasi ifade bulamıyor. Bunun değişmesi gerekiyor. Yalnızca Sosyalist Eşitlik Partisi mevcut toplumsal ve siyasal düzene karşı gerçek bir siyasi muhalefeti temsil etmektedir.

Biz, işçilerin ve gençlerin Britanya’da ve uluslararası ölçekte neler olup bittiğinin farkına varması; öncelikle de Ukrayna’da, Irak’ta ve Suriye’de artan savaş tehlikesine ilişkin sessizlik komplosunu anlaması için mücadele ediyoruz. Biz, işçi sınıfının kendi çıkarlarını ileri sürmesine ve kapitalizme son vermesine temel olarak sosyalist ve enternasyonalist bir program geliştirdik.

Vurguladığımız temel sorun, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’ni işçi sınıfının yeni devrimci önderliği olarak inşa etme ihtiyacıdır.

David O’Sullivan’ı aday gösterdiğimiz Holborn ve St. Pancras, Karl Marx’ın Kapital’i yazdığı ve 1864’te Birinci Enternasyonal’in kurulduğu yerdir. Vladimir Lenin, Lev Troçki ile ilk kez 1902’de orada buluşmuştu.

Katie Rhodes’ı aday gösterdiğimiz Glasgow merkezi, John Maclean’in I. Dünya Savaşı’na karşı kahramanca hareketi başlattığı yerdir. O, 1918’de, isyana teşvikten yargılanmış ve suçlu bulunmuştu. Maclean, sanık yerinden, zorbalara karşı, durumu tersine çeviren bir konuşma yapmış ve şunları söylemişti:

“Ben burada sanık olarak bulunmuyorum. Ben, tepeden tırnağa kana bulanmış kapitalizmi suçlayan kişi olarak buradayım.

“Bana yönelik suçlamalarınız ne olursa olsun, ben işçi sınıfına sesleniyorum.

“Yalnızca onlara sesleniyorum, çünkü tüm dünyanın akılcı bir ekonomik temel üzerinde kardeşlik içinde olacağı çağı yalnızca onlar gerçekleştirebilir. Toplumu yeniden örgütlemenin tek yolu budur. Buna, yalnızca dünya insanları dünyayı ele geçirdiği ve elde tuttuğu zaman ulaşılabilir.”

Bunlar, bir zamanlar yaygın bir şekilde işçi sınıfına duyulan köklü güveni ifade eden mükemmel sözlerdir.

Önümüzdeki dönemde, Britanya’daki işçiler, bunlara, onlarca yıldır İşçi Partisi’nin, sendikalizmin ve Stalinizmin kasvetli ağırlığı altında gömülmüş gerçek sosyalist geleneklerine giden yolu SEP’te ve DEUK’ta bulacaklar.