Frankfurt Okulu, Postmodernizm ve Sahte Solun Politikası: Marksist Bir Eleştiri’ye önsöz

Bu kitap, Marksist teori ile Troçkist hareketin devrimci programının, perspektifinin ve pratiğinin gelişmesi arasındaki ilişkiyi inceliyor. Kitap, bu bağlamda, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK), günümüzdeki çeşitli küçük burjuva sahte sol ve sosyalizm karşıtı hareketlere teorik temeller sağlayan –varoluşçu akıldışıcılığın, Frankfurt Okulu’nun ve postmodernizmin çeşitli dallarıyla bağlantılı– maddecilik ve Marksizm karşıtı entelektüel eğilimlerin gerici karakterini teşhir etmeye neden dikkate değer bir zaman ve enerji ayırdığını açıklamaktadır.

Sahte sol bir örgütün uluslararası ölçekte en önde gelen örneği, Yunanistan’daki Syriza partisidir. Syriza hükümetinin, Ocak 2015’te seçilmesinin ardından kemer sıkma karşıtı kitlesel hareketin yönünü şaşırtmada, moralini bozmada ve ona ihanet etmede oynadığı rol, boş popülist ifadeler haykıran bu tür bir küçük burjuva örgütün iktidara gelmesini izleyen siyasi felaketin utanç verici bir kanıtını sağlamaktadır. Bu kitabın, Marksizm karşıtı teorinin günümüzdeki biçimleri ile sahte sol tarafından yükseltilen gerici sınıf çıkarları arasındaki doğrudan bağlantıya ilişkin çözümlemesi, Syriza’nın Yunanistan işçi sınıfı ve gençliği için bütün trajik sonuçlarıyla birlikte geçekleştirdiği canice ihanetin ardından, özellikle tam zamanındadır.

Steiner ve Brenner: Küçük burjuva solculuğunun toplumsal ve siyasal patolojisinde bir örnek olay çalışması

Bu kitaptaki ilk üç belge, Amerikan Troçkist hareketinin iki eski üyesi Alex Steiner ve Frank Brenner tarafından Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (ABD) ve DEUK’un teorik temellerine, perspektifine ve pratiğine yöneltilmiş saldırılara yanıt olarak yazılmıştı. Her ikisinin de (Sosyalist Eşitlik Partisi’nin önceli) İşçiler Birliği’nden 1970’lerin sonlarında ayrılmış olmasından hareketle, onların dokümanları göz ardı edilebilirdi. Devrimci faaliyetten 25 yıldan uzun süre önce vazgeçmiş olan bireylerden, Steiner ve Brenner’den gelen, SEP’in eli kulağında bir çöküşle karşı karşıya olduğuna ilişkin uyarılar, manevi güç bir yana, siyasi itibardan yoksundu. Sempatizan konumları (onların kendilerine ilişkin, hiçbir özel sorumluluk içermeyen geniş ve muğlak tanımlaması), SEP’i, onların sürekli artan ve giderek zehir zemberek bir hal alan eleştirilerine yanıt vermek zorunda bırakmıyordu. Bununla birlikte, iki düşünce, DEUK’u yanıt vermeye ikna etti.

İlk olarak, Steiner ile Brenner, İşçiler Birliği’nin erken dönem tarihinde bir rol oynamış olduğu için, içtenlikle, onların eleştirilerine yanıt vermenin siyasi gelişmelerine yardımcı olacağını ve mümkünse, devrimci hareketin faaliyetine aktif olarak katılmalarını teşvik edeceğini ummuştuk. Çok geçmeden bunun, bizim aydınlatma çabalarımızın en az olası sonucu olduğu ortaya çıktı.

Göz önünde bulundurduğumuz ikinci nokta, eleştirilerin teorik içeriği ile ilgiliydi. Onların başlıca dokümanları (Sosyalist Bilincin Yeniden Canlanması İçin Ütopyanın Neden Çok Önemli Olduğu Üzerine, Nesnelcilik mi Marksizm mi?, Başı ya da Kalbi Olmayan Marksizm), eski radikal ve akademisyen orta sınıfın geniş kesimleri içinde popüler olan Marksizm karşıtı düşüncelerin bir özetinden oluşuyordu.

Steiner ve Brenner, Uluslararası Komite’nin geleneklerinden yana olduklarını açıklarken, dokümanlarına ilişkin çözümlememiz, onların Herbert Marcuse, “Freudcu Marksist” Wilhelm Reich ve Eric Fromm ile ütopik teorisyen Ernst Bloch’tan esinlendiğini gösterdi.

Steiner ve Brenner, hiçbir zaman, eleştirel ve sistematik olarak kendi düşüncelerinin teorik ve siyasi kaynaklarının izini sürmeye (diyalektik maddeci yöntemin gerekli bir unsuru) kalkışmadıkları için, pekâlâ, Marksizm ve tarihsel maddecilik karşıtı birkaç kuşağın savlarını ne ölçüde yeniden ürettiklerini bütünüyle kavramamış olabilirlerdi. Onların “nesnelcilik”, “belirlenimcilik” (“determinizm”) ve “kaba Marksizm” suçlamalarında; Plehanov’un entelektüel mirasına ve Lenin’in Maddecilik ve Deneyimsel Eleştiricilik (ya da Materyalizm ve Ampiryokritisizm) adlı eserine yönelik karalamalarında; Aydınlanma’ya ve Akıl’a yönelik saldırılarında; bilim ve teknoloji karşıtı yakınmalarında; maddecilik ile idealizm arasındaki ayrımı bulanıklaştırmalarında; “bilinçsiz” olanın önemini ve “akıldışı” olanın gücünü büyütmelerinde; sınıf sömürüsüne karşı olarak bireysel yabancılaşmaya odaklanmalarında ve ütopik efsane üretimini kutsamalarında, hiçbir özgün yan yoktu.

İlk üç doküman, yalnızca Steiner’e ve Brenner’e bir yanıt değildir. Bunlar aynı zamanda güncel siyasi ve kültürel yaşam üzerinde gerici bir etki yaratan ve işçi sınıfının, öğrenci gençliğin ve entelektüellerin yönünü şaşırtmak ve morallerini bozmak için hiçbir çabadan kaçınmayan yaygın anti-Marksizm biçimlerine de yöneliktir.

Akıldışıcılık ve sahte sol politika

Orta sınıfın gerici sahte sol politikası ile Nietzsche’nin, Brzozowski’nin, Sorel’in, De Man’ın, Frankfurt Okulu’nun teorileri ve postmodernistler (Foucault, Laclau, Badiou vb.) tarafından propagandası yapılan aşırı felsefi öznelcilik ve akıldışıcılık biçimleri arasındaki bağlantı, özellikle geçtiğimiz on yıl içinde çok daha netleşti. Irk, milliyet, etnik köken, toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelim merkezli sahte sol politika, temel toplumsal kategori olarak sınıfı reddedip onun yerine kişisel “kimlik” ve “yaşam tarzı” vurgusu yaparak ve emperyalist müdahaleler ile savaşları “insan hakları” adına meşrulaştırarak, kapitalizme yönelik muhalefeti bastırmada ciddi bir rol oynamaktadır.

Teorik düşünceler tarihsel, siyasal ve toplumsal bir boşluk içinde gelişmezler. Büyük Rus Marksisti Georgi Plehanov, 1911’de, Almanya’daki Freiburg Üniversitesi’nde felsefe profesörü olan Heinrich Rickert’in (1863–1936) tarihsel maddeciliğe yönelik saldırısını yanıtlayan bir değerlendirmesinde şunları yazmıştı:

Gerçek şu ki, Rickert ve onun gibi diğer bilim insanları, kişisel nedenlerle değil ama entelektüel görüş alanları bütün bir sınıfa özgü önyargılarla bulanıklaşmış olduğu için, tarihsel maddecilik hakkında en küçük bir fikre sahip değiller. Tarihsel maddeciliğin bir teşhiri olarak sundukları zırvaların “bütünüyle bilim dışı siyasi bir önyargı” eliyle belirlendiği gerçekten söylenebilir. Tarihsel maddecilikten hoşlanmamaları, “özellikle sosyal demokrat özlemler” karşısındaki korkularının en güçlü ve etkili ifadesidir.” [1]

Steiner ile Brenner tarafından yazılmış “zırvalar”, 1960’ların sonlarında ve 1970’lerin başlarında radikalleşmiş bir öğrenci kuşağının toplumsal, entelektüel ve siyasi evriminin ürünüdür. Onlar, o kuşaktan birçok insan gibi, kapitalist toplumun eleştirisine teorik bir zemin sağlayan Marksizme –belirli bir ölçüde– yakınlaşmışlardı. Ama son tahlilde sadece mevcut toplumda demokratik reformlar arayışı içinde olan orta sınıf öğrenci “anti-kapitalizminin” doğası, yalnızca, son derece sulandırılmış bir Marksizmi gerektiriyordu. Frankfurt Okulu, Avrupa’daki ve ABD’deki üniversiteler aracılığıyla, son derece dayanıksız bir ürünü biçimlendirip dağıtıma soktu. Teorik çalışmaları Heidegger’in yanında aldığı eğitiminin köklü izlerini taşıyan Herbert Marcuse, Marksizme ağır dozda bir varoluşçu psikoloji aşılayarak büyük popülerlik kazandı. Yabancılaşma, baskı ve cinsellik konuları, orta sınıf öğrenci hareketi içinde, işçi sınıfının ekonomik sömürüsünün ve onun iktidar mücadelesinin açıklaması ile ilgili konulardan daha derin bir yanıt buldu.

New York kentindeki New School for Social Research’ten mezun olan Steiner’in durumunda, Frankfurt Okulu’nun etkisi, onun Marksizm kavrayışını hiç kuşku duyulmayacak şekilde biçimlendirmişti. Frankfurt Okulu, 1971’de İşçiler Birliği’ne katılmasının ardından bile, Steiner’in düşüncesi üzerinde etkili olmaya devam etti. Bu etkiler İşçiler Birliği üyeliği döneminde Brenner’de daha az ortaya çıktıysa, bunun tek nedeni, onun teorik konulara daha az ilgi göstermesiydi.

Her durumda, 1973’ten başlayarak zorunlu askerliğe son verilmesinin ve ABD’nin Vietnam’dan çekilmesinin ardından öğrenci protesto hareketinin çökmesi, hem Steiner’i hem de Brenner’i hayal kırıklığına uğramış ve morali bozulmuş bir hale getirdi. Onların 1978 sonunda ve 1979 başlarında, birkaç ay arayla İşçiler Birliği’nden ayrılmaları, yalnızca kişisel bir çekilme değildi. Bu, savaş karşıtı protesto hareketinin ana bileşenini oluşturmuş olan orta sınıf öğrencilerin sağa doğru evrimini yansıtıyordu.

İşçiler Birliği’nden ayrılmalarının bir sonucu olarak, Steiner ya da Brenner, İşçiler Birliği tarafından 1980’lerin başlarında DEUK’un Britanya şubesi İşçilerin Devrimci Partisi’nin (WRP) ve onun uzun süreli önderi Gerry Healy’nin giderek oportünistleşen politikasına karşı başlattığı mücadelede herhangi bir rol oynamadı. Onlar, İşçiler Birliği’nin, Healy’nin diyalektik maddeciliğe ilişkin öznel idealist tahrifatına yönelik ayrıntılı eleştirilerinden bütünüyle habersizdiler. DEUK içindeki bölünmeye ilişkin haberler 1985 sonbaharında kamuoyuna açıklandığında, Steiner, İşçiler Birliği ile yeniden ilişki kurdu. Uluslararası Komite içinde verilen ve İşçiler Birliği’nin önemli bir rol oynadığı siyasi ve teorik mücadele ile hemfikir olduğunu açıklayan Steiner, kendisini partinin destekçisi ilan etti. Bununla birlikte, (dürüstçe kabul ettiği üzere) önceki yıllarda geliştirmiş olduğu rahat orta sınıf yaşam tarzını riske atmak istemeyen Steiner, partiye yeniden katılma talebinde bulunmamaya karar verdi.

Steiner, 1990’ların sonlarında daha fazla yakınlaşır göründü ve Sosyalist Eşitlik Partisi’ne (SEP) üyelik başvurusunda bulundu. Bununla birlikte, WRP ile ayrışma sırasında tartışılarak çözülmüş olan teorik ve siyasi meseleleri dikkatle incelememiş ve kesinlikle özümsememiş olduğu açıktı. SEP, onu üye yapmamaya karar verdi. Bununla birlikte, dostça ilişkilerimizi koruduk. Bu kitap, SEP’in teorik konularda Steiner ile işbirliği yapmanın yolunu bulmaya yönelik sabırlı çabalarını değerlendiren, “Alex Steiner’in Siyasi ve Entelektüel Yolculuğu” başlıklı uzun bir makaleyi içeriyor.

Irak savaşı ve küçük burjuva solu

Bu çabalara son veren şey, ABD içinde ve uluslararası ölçekte siyasi durumda yaşanan keskin değişiklikler oldu. Steiner’e hitap eden ilk doküman Haziran 2003’te, ABD’nin Irak’ı istilasından yalnızca üç ay sonra yazıldı. Steiner ile Brenner’e yönelik son yanıtım, Wall Street çöküşünden yalnızca birkaç hafta sonra ve Barack Obama’nın seçilmesinden birkaç hafta önce, Ekim 2008’de yayımlandı. O beş yıl içinde, 1960’ların kitlesel toplumsal hareketlerinden doğmuş olan eski orta sınıf protesto hareketlerinin kalıntılarının siyasi yöneliminde köklü bir değişim yaşandı.

Irak savaşının patlamasından hemen önceki haftalarda, tüm dünyada kitlesel protesto gösterileri vardı. Ama bunlar, savaş başlar başlamaz sone erdiler ve hiçbir zaman yeniden başlamadılar. Obama’nın aday olması ve ilk Afrika kökenli ABD başkanı seçilmesi, küçük burjuva solunun ana akım ABD politikasına uyarlanmasına siyasi gerekçe işlevi gördü. Eski protesto hareketlerinin önemli bir kesimi, özellikle de hali vakti yerinde orta sınıf çevrelerin üyeleri, sol siyasi radikalizmden uzun ve gecikmiş bir kopuş yapma ve sosyalizm karşıtı ve emperyalizm yanlısı bir sahte sola dönüşme sürecini tamamladılar.

Steiner ve Brenner de bu sağa kayışa kapıldı. Mart 2003’te, Steiner, Dünya Sosyalist Web Sitesi (WSWS) ve Sosyalist Eşitlik Partisi tarafından düzenlenen halka açık bir savaş karşıtı konferansa katılmış ve konferansın duruşunu destekleyen bir konuşma yapmıştı. Daha beş yıl geçmeden ise, SEP’in ve Uluslararası Komite’nin ölümünü ilan ediyordu. O beş yıl boyunca, Uluslararası Komite siyasi programını değiştirmemişti. Aksine, birbirini yeniden keşfeden ve Uluslararası Komite’ye yönelik düşmanlık temelinde bir ittifak kuran Steiner ile Brenner, Marksist felsefeyi ve Troçkist politikayı reddetmişti.

Yanlış teorilerin nesnel sonuçları vardır. Marksist teoriyi kavrayışlarında çözümlenmemiş olan şeyler (başta Frankfurt Okulu teorisyenlerine yönelik tutumları), onları sınıfsal basınçlar karşısında entelektüel olarak kırılgan hale getirmişti. Ama Steiner ile Brenner’in evriminde, soyut ve bütünüyle entelektüel karakterde hatalardan daha fazlası söz konusuydu. Son tahlilde, felsefenin onların politikasını belirlemesinden çok, politikalarındaki değişiklikler felsefelerini belirliyordu. Sosyal çevrelerinin sınıfsal çıkarlarından kaynaklanan politikalarının giderek ilkesizleşen ve oportünistleşen karakteri, Steiner ile Brenner’i felsefi ve tarihsel maddecilikten kopmak zorunda bıraktı. Onlar, 2003 ile 2008 arasındaki keskin siyasi değişimlerin ortasında, “Freudcu Marksistler”in morali bozuk teorilerinde aşırı siyasi oportünizme gerekçeler keşfetmekten mutluluk duydular.

Onların teorik pozisyonlarındaki kaymanın temel kaynağı, sınıfsal yönelimlerinde yatmaktadır. Haziran 2006’da, onların savlarına ilişkin ayrıntılı bir çözümlememi şu uyarıyla tamamlamıştım:

Stenier ve Brenner yoldaşlar, sizin çeşitli dokümanlarda sergilediğiniz düşünceler, her ikinizin de hareketten yaklaşık otuz yıl önce ayrılmanızdan bu yana Marksizmden çok büyük bir teorik ve siyasi sapma yaptığınızı kayda geçirmektedir. Şimdiki yörüngenizde ilerlemeye devam etmeniz, yalnızca, yıllar önce benimsemiş olduğunuz siyasi düşüncelerden geride ne kaldıysa bütünüyle inkâr etmeye yol açabilir.

Bu öngörü bütünüyle doğrulanacaktı. Onlar yazılarının odak noktasını felsefeden siyasete kaydırdıkça, Uluslararası Komite’yi ve SEP’i “sekter” olarak suçlamak için Troçkizm karşıtlığının cephaneliğinden yararlandılar. Bu, bizim işçi sınıfının siyasi bağımsızlığını savunmamıza ve burjuva siyasi partileri desteklemeyi reddetmemize saldırırken, onların gözde yakıştırması haline geldi.

Steiner ile Brenner’in blog sayfalarındaki gönderiler az sayıda ve oldukça aralıklı olduğu için, onların siyasi evrimlerine göz atmak zor değildir. Çevrimiçi etkinliğine bakıldığında, bu genel olarak durağan site için seçilmiş isim (Permanent-Revolution [Sürekli-Devrim]) onun uyuşuk kurucularının bir mizah anlayışına sahip olduğunun tek göstergesidir. Steiner ve Brenner, haftada altı gün Dünya Sosyalist Web Sitesi’ni yayımlayan ve yılda 5.000’den fazla makale üreten “sekter” DEUK’un pasif “nesnelciliğini” kınarken, onların blog sitesine koydukları yazılar arasındaki boşluklar ayları bulabiliyor. Onlar, kısa süre önce, devrimci hareketi inşa etme görevi “yaşamsal bir aciliyet edinmektedir” ve “her zamankinden daha fazla bilinçli bir önderliği gerektirmektedir” iddiasında bulunmalarına rağmen [2], blog sitesinin önemli siyasi gelişmelere verdiği yanıt … sessizliktir. Nadiren siyasi baygınlıktan uyandıklarında ise, bunu yalnızca Uluslararası Komite’yi suçlamak ve kendi sağa gidişlerindeki bir diğer kilometre taşını kayıtlara geçirmek için yapıyorlar.

Ukrayna

Steiner ve Brenner, geçtiğimiz yıl boyunca (2014-2015), emperyalizm yanlısı sahte solun, sağcı Ukrayna hükümetinin ardına çılgınca takılmasına dahil oldu. Brenner, 20 Mayıs 2014 tarihli bir makalede, “Marksistler Ukrayna’nın parçalanmasına karşı çıkmalıdır” açıklamasını yaptı. O, tam bir siniklikle, şöyle devam etti: “Bu, ister Rusya isterse Polonya ve onun NATO’daki emperyalist ortakları gibi başka bir ‘oyuncu’ tarafından gerçekleştirilsin, her bir ilhaka karşı çıkmak demektir.” [3] Brenner, bu politikayı, ABD ile Almanya’nın Kiev’de faşist güçler tarafından gerçekleştirilen ve aslında Ukrayna’nın büyük emperyalist güçler tarafından ilhakını tamamlayan bir darbe düzenlemesinden üç ay sonra ilan ediyordu. Brenner’in muhalefeti, gerçekte, yalnızca Kırım halkının yeniden Rusya’ya katılma kararına muhalefet anlamına geliyordu. Sağcı darbeye yönelik bu de facto onay, Brenner tarafından Ukrayna’nın kendi kaderini tayin hakkının savunulması olarak gerekçelendirildi ki Brenner bu hakkın “tek bir anlama geldiğini” yazıyordu: “ayrılma, bağımsız bir devlet kurma hakkı.” Brenner’in “kendi kaderini tayin hakkı” anlayışı, yalnızca, Kiev rejiminin Ukrayna’nın tamamı üzerinde denetim kurması anlamına gelmektedir. O, Ukrayna’nın Poroşenko hükümetine karşı çıkan kesimlerinin ayrılma hakkını inkâr etmektedir.

Uluslararası Komite, kendi kaderini tayin hakkı programını ayrıntılı bir eleştiriye tabi tutarak, çok sayıda örnek temelinde, özellikle de SSCB’nin dağıtılmasının ardından, ya müdahale için hedef alınan devletlerin emperyalistlerin desteğiyle parçalanmasına yönelik bir mekanizma ya da ulusal burjuva seçkinlerin bir kesimini zenginleştirmenin aracı, sıkça da her ikisinin bir bileşimi işlevi gördüğünü kanıtlamıştır. Bu talep, işçi sınıfının emperyalizme ve onun yerel koruyucularına karşı uluslararası devrimci bir program temelinde birleşik mücadelesinden bağımsız ilerici bir içeriğe sahip değildir. Ukrayna konusunda, Brenner’in yaptığı gibi, ulusal kendi kaderini tayin hakkını, kadroları faşistlerce sağlanmış emperyalist destekli Poroşenko rejiminin siyasi egemenliği ile özdeşleştirmek, siyasi olarak yakışıksızdır.

Daha barışçıl bir emperyalizm

Steiner, meslektaşı tarafından başlatılmış olan emperyalizm yanlısı dalavereyi, Eylül 2014’te kaleme aldığı, Ağustos 2014’teki kongresinde SEP tarafından oy birliği ile kabul edilmiş olan “Savaşa Karşı Mücadele ve Sosyalist Eşitlik Partisi’nin Siyasi Görevleri” başlıklı karara yönelik öfkeli bir kınamayla sürdürdü. Steiner, makalesine, “savaş” (97), “emperyalist” (23) ve “emperyalizm” (36) sözcüklerinin kararda kaç kez kullanıldığını sayarak başlıyor. Görünüşe bakılırsa, Steiner, okurlarını bu sözcüklerin Lenin’in, Luxemburg’un ve Troçki’nin yazılarında seyrek bir şekilde yer aldığına inandıracak!

Steiner, SEP’in emperyalist savaş tehlikesini büyük ölçüde abarttığını ilan ediyor:

SEP 2014’teki emperyalizmi 1914’e bir dönüş olarak görüyor ve 1914 yazındaki gerilimi tekrarlayan uluslararası olaylarla dolu gergin bir yazla birlikte tarihin tekerrür ettiğine inanıyor. Ama emperyalizm, gezegenin başına bela olmakla birlikte, günümüzde, 100 yıl önce olduğundan çok farklıdır. Bir kere, ekonomik çıkarları desteklemek için askeri güç kullanımına, kuşkusuz hâlâ geçerli olmakla birlikte, Obama yönetiminin Suriye’de, Irak’ta ve şimdi Ukrayna’daki olaylar karşısında açıkça felç olmasında görüldüğü üzere, çok daha büyük bir isteksizlikle başvurulmaktadır. [4]

Bu saçma ilgisizlik ve aptallık bileşimini ciddiye almak zor. Steiner, emperyalizmi yüz yıl öncesinde olduğundan çok daha barışçıl ve risk almaya gönülsüz kılan nesnel değişimleri sıralayamıyor. ABD’nin, çeyrek yüzyıldan bu yana fiilen sürekli bir savaşta olduğunun; askeri operasyonlarının bir dizi ülkeyi yakıp yıktığının, yüz binlerce insanı öldürdüğünün, 50 milyon sığınmacı yarattığının ve küresel ölçekte tarihte tanık olunmadık bir silahlı kuvvet konuşlanmasına kalkıştığının farkında değil gibi görünüyor. Bunların hepsi, askeri güç kullanmaya 100 yıl önce olduğundan “çok daha büyük isteksizlik”in belirtileri mi? ABD’nin Çin’e ve Rusya’ya karşı savaş hazırlıklarına gelince, bu, bir spekülasyon konusu değil ama strateji dergilerinde ve uluslararası basında geniş kabul gören ve tartışılan jeopolitik ve askeri bir gerçekliktir. Fakat Steiner, Dünya Sosyalist Web Sitesitarafından yapılan uyarıları “kriz tellallığı” olarak baştan savıyor.

Steiner’in dünya politikasına yaklaşımı, en bayağı türde izlenimcilikle nitelenmektedir. O, Obama’nın “ne yapılması gerektiğinden emin olmayan ve ABD askeri kaynaklarının minimum yükümlülüğü üzerinden insansız hava araçlarına başvurulması yoluyla gerçekleşen bazı kolay lokmalar dışında uzun vadeli askeri maceralara dahil olmakta isteksiz bir yönetime” başkanlık ettiğini iddia ediyor. Ortada, emperyalizmin politikalarını ve eylemlerini biçimlendiren nesnel güçlere yönelik herhangi bir teorik kavrayışın izi bulunmuyor. Troçki, Geçiş Programı’nda, emperyalist hükümetlerin iç krizlerini savaşın yaklaştığının temel bir göstergesi olarak tanımlar. O, “tarihsel olarak ayrıcalıklı ülkelerdeki geleneksel partilerin tamamı, bir irade felcinin sınırındaki şaşkınlık içindeler,” diye yazmıştı. Egemen seçkinler, savaşa, onu öznel olarak istedikleri için değil, krizlerinden hiçbir çıkış yolu göremedikleri için yöneliyorlardı. Troçki, burjuvazinin, “kapalı gözlerle ekonomik ve askeri bir felakete doğru kızakla kaydığını” belirtmişti. [5]

Herhangi bir siyasi savın sonuçları üzerinde çalışmaktan aciz olan Steiner, emperyalist savaş tehlikesine ilişkin bu reddiyenin, Dördüncü Enternasyonal’in üzerinde yükseldiğinden çok farklı bir çağ değerlendirmesini içerdiğini ayırt edecek gibi görünmüyor. Eğer emperyalizm savaşa nesnel olarak sürüklenmiyorsa ve gidişatını 1914’te ya da 1939’da olduğundan çok daha büyük bir dizginlemeyle idare edebiliyorsa, bu, onun temel çelişkilerini (yani, kapitalist üretimin küresel karakteri ile ulus devlet sistemi ve üretici güçlerin toplumsal karakteri ile üretim araçlarının özel mülkiyeti arasındaki çelişkileri) kontrol altına almanın bir yolunu bulduğu anlamına gelir. Başarıyla düzenlenmiş bir küresel kapitalizmin olabilirliğini öngören kişi Kautsky idi. Kautsky bu yeni “ultra-emperyalizm”in egemen sınıfın savaştan vazgeçmesini mümkün kılacağını iddia ediyordu. Lenin, ünlü eseri Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması’nda şunları yazdı:

… Kautsky’nin “teori”sinin tek nesnel, yani gerçek toplumsal önemi, kitleleri kapitalizm altında kalıcı barışın mümkün olduğu umuduyla avutmaya, onların dikkatini çağımızın en keskin çelişkilerinden ve ağır sorunlarından uzaklaştırıp hayali bir “ultra-emperyalizm” beklentisine yöneltmeye ilişkin en gerici yöntem olmasıdır. Kautsky’nin “Marksist” teorisinde, kitlelerin aldatılmasından başka bir şey bulunmuyor. [6]

Bolşevikler tarafından oportünizme karşı verilmiş olan mücadelelerin derslerini yok saymayı tercih eden Steiner, bize, emperyalizmin gelişmesinin, ne zaman ve hangi süreç üzerinden Kautsky’nin perspektifini doğruladığını ve Lenin ile Troçki’ninkileri yanlışladığını anlatamıyor.

Yunanistan’daki kriz

Yunanistan’da Ocak 2015’te yapılan seçimler, Steiner ile Brenner’in temel Marksist siyasi ilkeleri inkârında bir başka aşamaya işaret ediyordu. Onlar, Syriza’nın zaferini yürekten bir coşkuyla selamladılar. Bu tepki, Syriza (postmodern teorisi, biçimsiz ve oportünist programı ve üst orta sınıf seçmenleriyle) onların ve bir bütün olarak küçük burjuva sahte solun söylediklerinin somut örneği olduğu için, sürpriz olmadı. Syriza’nın önderlik organlarında ve kurumsal çevresinde sayısız Steiner ve Brenner bulunuyor. Steiner ve Brenner, Uluslararası Komite’nin Syriza’nın zaferini kutlamaya katılmayı reddetmesine sert bir tepki gösterdi. Onlar, bizim Syriza’nın programına ilişkin çözümlememize ve Yunanistan işçi sınıfına kaçınılmaz olarak ihanet edeceğine yönelik uyarılarımıza şiddetle karşı çıktılar. Brenner, 2 Şubat 2015’te yayımlanan bir makalesinde, öfkeli bir şekilde, seçimlerin ardından Dünya Sosyalist Web Sitesi’nde yayımlanmış açıklamalardan alıntı yaptı:

Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, küçük burjuva sahte solun Syriza’ya ve onun kapitalizm yanlısı gündemine olan desteği haklı göstermek için ortaya attığı, Çipras hükümetinin işçi sınıfı için gerekli bir “deneyim” olduğu ve işçi sınıfının bu deneyimden hareketle bir şekilde gerçek sosyalist politikalara olan gereksinimi anlayacağı biçimindeki siyasi gerekçeyi nefretle reddeder.

Bu tür safsatalar, yalnızca devrimci bir işçi sınıfı hareketinin ortaya çıkmasına karşı koymak için ileri sürülmektedir ki böylesi bir hareketin doğması, yalnızca Syriza’nınacımasız siyasi teşhiriyle mümkündür. Bu görev, işçileri ve gençleri Yunanistan’da ve uluslararası ölçekte karşı karşıya oldukları belirleyici mücadelelere hazırlamak amacıyla, Dünya Sosyalist Web Sitesi tarafından üstlenilmiştir. [7]

Brenner, en korkunç olduğunu düşündüğü ifadeleri italik yaptığını belirttikten sonra, Dünya Sosyalist Web Sitesi’nde 28 Ocak günü yayımlanan bir başka açıklamadan şu alıntıyı yaptı:

Onların [sahte solun] bir diğer savı, işçi sınıfının bu deneyimleri yaşayabilmesi ve onlardan öğrenebilmesi için Syriza’nın desteklenmesi gerektiğidir. Bu tam bir sinikliktir. Syriza hükümetinin oluşturduğu tehlikeler göz önünde tutulursa, Marksist bir partinin görevi, Syriza’nın temsil ettiği sınıfsal çıkarları teşhir etmek, işçi sınıfını onun sonuçları konusunda uyarmak ve işçi sınıfına açık bir sosyalist yönelim sağlamaktır.

Dünya Sosyalist Web Sitesive Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, Yunanistan’daki deneyimlere bu şekilde katılmaktadır. Çok sayıda sahte sol grup Syriza’ya yapışıyor; çünkü onlar, bu parti ile aynı sınıfsal çıkarları temsil ediyorlar. Onlar, orta sınıfın, bağımsız bir işçi sınıfı hareketinden korkan ve burjuva düzen içindeki toplumsal yükselişlerini güvenceye almakla ilgilenen hali vakti yerinde kesimleri adına konuşuyorlar. [8]

Brenner, bunlara yanıt olarak, “bu alıntılar, Marksistlerin sekterlik dediği şeyin örnekleridir,” diye yazdı. O, kendi Marksist kaynaklarının adını vermedi. Bu kaynakların arasında, elbette Marx, Engels, Lenin ve Troçki yoktur. Onlar, işçi sınıfını siyasi olarak burjuvaziye tabi kılma görevini yerine getiren bütün oportünist partilerin ve eğilimlerin uzlaşmaz karşıtlarıydı. Eğer Syriza’nın başında olduğu bir burjuva hükümeti teşhir etmek ve ona karşı çıkmak “sekterlik” ise, devrimci sosyalist bir hareket olarak Marksizmin bütün tarihi, uzun ve iç karartıcı bir “sekterlik” tarihidir; Lenin ile Troçki ise onun önde gelen uygulayıcılarıdır.

Uluslararası Komite’yi Syriza hükümetine karşı çıktığı için “sekter” olarak suçlamak, Lenin’in Menşevizme ve İkinci Enternasyonal’e karşı mücadelesinde, Troçki’nin Stalinist “Halk Cepheciliği”ne karşı mücadelesinde ve Uluslararası Komite’nin Stalinist ve burjuva ulusalcı örgütlere Pablocu teslimiyete karşı mücadelesinde ifadesini bulan siyasi ilkelerin reddedilmesi ile aynıdır. Şimdi savundukları düşünceler temelinde, ne Steiner ne de Brenner, 1970’lerin başlarında neden İşçiler Birliği’ne katıldıklarını açıklayabilir. O zamanlar, Pablocular, Uluslararası Komite’yi sürekli olarak “aşırı sol sekterler” olmakla suçluyordu.

Steiner ile Brenner’in yazdığı her şey, Troçki’nin yorulmak bilmeksizin uğruna mücadele etmiş olduğu ilkelere karşıdır. Troçki, 1938 yılında Geçiş Programı’nın önemi üzerine Amerikalı Troçkistler ile yaptığı tartışmalarda, devrimci partinin programının, çıkış noktası olarak işçilerin öznel bilincini ve kafa karışıklığını değil, bütün keskinliğiyle kapitalizmin nesnel krizini alması gerektiğinde ısrar etmişti. Troçki, James P. Cannon ve Amerikan şubesinin diğer önderleri ile Mayıs 1938’de yaptığı bir toplantıda şunları söylemişti:

Amerikan işçi sınıfının siyasi geriliği son derece büyük. Bu, faşist felaket tehlikesinin çok büyük olduğunu gösteriyor. Bizim bütün faaliyetimizin hareket noktası budur. Program, işçilerin geriliği yerine işçi sınıfının nesnel görevlerini ifade etmelidir. Onun, işçi sınıfının geriliğini değil, olduğu haliyle toplumu yansıtması gerekiyor. Program, geri kalmışlığın üstesinden gelmenin ve onu yenilgiye uğratmanın aracıdır. [9]

Troçki, Amerikalı önderlerle tartışmasında, kitlelerin kafa karışıklığının ve önyargılarının teşvik edilmesine karşı şu uyarıda bulunmuştu:

… görev, kitlelerin düşünce tarzını bu nesnel faktörlere uyarlamaktır… Bizim faaliyetimizin verili zemini toplumun krizidir. Zihniyet, bizim faaliyetimizin siyasi alanıdır. Onu değiştirmek zorundayız. Toplumun bilimsel bir açıklamasını yapmamız ve onu açık bir biçimde kitlelere anlatmamız gerekiyor. Marksizm ile reformizm arasındaki fark budur.

Reformistler, kitlenin ne istediğinin kokusunu iyi alır; Norman Thomas gibi, onlara bunu verirler. Ama ciddi devrimci faaliyet bu değildir. Biz, popüler olmama cesaretine sahip olmalı; “siz budalasınız”, “aptalsınız”, “size ihanet ediyorlar” demeli ve düşüncelerimizi tutkuyla, arada bir, bir skandalla lanse etmeliyiz. İşçiyi zaman zaman sarsmak, ona açıklamak ve ardından onu yeniden sarsmak gerek. Bütün bunlar, propaganda sanatına aittir. Ama bunun kitlelerin ruh haline eğilim göstermemesi, bilimsel olması şarttır. [10]

Troçki, Amerikan hareketinin önderlerini, Amerikalı işçilerin, sosyalist devrim programını reddetmeleri durumunda faşizmin programını benimsemeye zorlanmaları tehlikesinin olduğu konusunda uyarmıştı. İşçilerin zamanında harekete geçeceğinin güvencesi yoktu. “Bunun sorumluluğunu biz alamayız. Biz yalnızca kendi sorumluluğumuzu üstlenebiliriz.” [11]

Steiner ve Brenner hiçbir şeyin sorumluluğunu üstlenmiyor. Onlar, bir burjuva partisine ve onun önderliğindeki hükümete verdikleri desteği meşrulaştırmak için, sanki o bütünüyle psişik olayların gözler önünde gerçekleşen bir akışıymış gibi, işçi sınıfının, sınıfsal güçler tarafından etkilenmeyen, saygılı bir sessizlikle pasifçe gözlenmesi gereken “deneyim”ine başvuruyorlar. En önemlisi, onlar, devrimci partinin bilinçli faaliyetinin –nesnel tarihsel sürecin diyalektiğinde “devingen ve üreten ilke” [12] olarak kritik olumsuzluk unsurunun– yaşanan toplumsal deneyimden dışlanması gerektiğini iddia ediyorlar. Deneyim “kötülenmemeli.” Tersine, “deneyim”in işçileri dilediği yere, yani bozguna sürüklemesine izin verilmeli.

Steiner ile Brenner’in oportünist “deneyim” teorisinin siyasi iflası, sonraki gelişmeler eliyle açığa çıkmış durumda. Aleksis Çipras, onların hayranlığının ve siyasi itaatlerinin karşılığını, aşırı sağcı bir burjuva partisi olan Bağımsız Yunanlılar ile bir hükümet kurarak verdi. Çipras, ardından, Syriza’nın Avrupa Birliği’nin kemer sıkma programına karşı çıkma yönündeki her vaadinin inkâr edilmesinden oluşan bir politika benimsedi.

Syriza’nın ihaneti

Bu ihanetin doruk noktası, Çipras tarafından hükümetinin Avrupa Birliği’nin taleplerine teslim olmasına siyasi kılıf sağlamak amacıyla, 5 Temmuz 2015’te bir referandum düzenleme çağrısıydı. Kemer sıkma politikasına karşı koymak için yalnızca beş ay önce iktidara getirilmiş olan Syriza hükümetinin AB’ye teslim olunup olunmayacağı konusunda bir referandum çağrısı yapması için hiçbir meşru nedeni olmadığını belirten Uluslararası Komite, bu manevrayı açıkça suçladı. Aleksis Çipras, aslında, Avrupa emperyalizmine ve onun Yunan egemen seçkinleri içindeki müttefiklerine kendi hükümetinden kurtulmaları için bir fırsat sunuyor; dolayısıyla, Syriza’yı tavizleri kabul etme ve uygulama sorumluluğundan kurtarıyordu.

Brenner, tahmin edildiği üzere, Uluslararası Komite’nin Çipras’ın manevrasını teşhir etmesine öfkelendi ve Çipras’ın yardımına koştu. Syriza, diye yazıyordu, “Yunan halkına döndü ve onların karar vermesini istedi: daha fazla kemer sıkmaya evet mi, hayır mı? ... Bu, burjuva demokrasisinin gerçekten beklenildiği gibi olduğu az sayıda durumdan biridir.” [13]

Uluslararası Komite tarafından yapılan ve Brenner’in böylesine şiddetle karşı çıktığı uyarılar hızla doğrulandı. Çipras, ne öngörmüş ne de istemiş olduğu büyük çaplı “hayır” oyundan dehşete kapıldı. 8 Temmuz 2015 tarihinde Britanya’daki Daily Telegraph gazetesinde yayımlanan ve uluslararası gelişmeler editörü Ambrose Evans-Pritchard’ın imzasını taşıyan bir makale, Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin çözümlemesini doğruladı:

Yunan Başbakanı Aleksis Çipras, yabancı kontrole karşı alevlenen bir ulusal isyana başkanlık yapmak bir yana, Pazar günü EMU’nun [Ekonomik ve Parasal Birlik] kurtarma koşulları üzerine yapılan referandumu kazanacağını hiç öngörmemişti.

O, kaybedeceği beklentisiyle –ve niyetiyle– sürpriz bir oylama çağrısı yaptı. Plan, doğru bir amaç uğruna mücadele etmek, onurlu bir yenilgiyi kabul etmek ve Maksimos Köşkü’nün anahtarlarını teslim ederek [Avrupa kurumlarından gelen] 25 Haziran “ültimatomunu” uygulamayı başkalarına bırakmak ve kınamalara katlanmaktı. [14]

Syriza’nın önceki maliye bakanı olan ve AB ile görüşmelere başkanlık eden Yanis Varoufakis, Guardian gazetesi ile yaptığı ve 14 Temmuz’da yayımlanan bir röportajda, Evans-Pritchard’ın haberini doğruladı. Varoufakis, Guardian’a, “Desteğimizin ve hayır oylarının katlanarak azalacağını tahmin ediyordum ve sanırım başbakan da öyle düşünüyordu,” dedi. Varoufakis, ayrıca, Yunanistan’daki faşist parti Altın Şafak’ın Syriza’nın teslimiyetinden yararlanacağını belirtiyordu: “Altın Şafak’ın daha fazla güçlenmesinden başka olası bir sonuç göremiyorum.” [15]

Steiner ve Brenner, Yunan işçi sınıfına ihanete, Syriza’yı ve önderi Aleksis Çipras’ı kınamak yerine Dünya Sosyalist Web Sitesi’ne yeni ve daha şiddetli saldırılar kaleme alıp yayımlayarak tepki gösterdiler. WSWS’nin suçu, “Syriza hükümeti DENEYİMİ’nin kitlelerin siyasi bilincini yükseltmekte son derece önemli olabileceğini ve çok sayıda insanı devrimci sosyalizme kazanma fırsatları açtığını kapsamlı biçimde reddetmesi” idi. [16] Bu tuhaf sav, işçi sınıfının yönünü şaşırtan ve moralini bozan siyasi ihanetlerin bilincin gelişmesine olumlu katkılar olarak memnuniyetle karşılanması gerektiği sonucuna varmaktadır. Ne kadar fazla ihanet olursa o kadar iyi! Peki, ya bu ihanetler Altın Şafak’ın zaferiyle sonuçlanırsa? Steiner ile Brenner’in siyasi mantığını kabul edersek, bu, son derece değerli bir başka bilinç arttırıcı deneyim sağlayacaktır! Onların bilinç teorisine göre, “sosyalistlerin” görevi, işçi sınıfına ihanet eden partiler hakkındaki yanılsamaları teşvik etmektir. “Deneyimleri içinde onlarla [işçilerle] birlikte olmak gerekir…” [17] Eğer Yunanistan’da gericilik zafer kazanırsa, Manhattan’daki Steiner’in ve Toronto’daki Brenner’in işçiler ile “birlikte” olacağına ama bunu, Atina’ya 8.000 kilometre uzaktan yapacaklarına hiç kuşku yok.

Brenner, kendi moral bozukluğunu en açık şekilde gözler önüne seren ifadesinde, üzerinde düşünmeden, “Devrimci politikada, GERÇEĞİ SÖYLEMEYE DEVAM ETMEK YETMEZ,” diyor. [18] Bu sözcükleri, yalnızca kendisine tedavi edilmez şekilde siniklik bulaşmış ve sosyalizm ile olan bütün içsel düşünsel ve ahlaki bağlarını kopartmış birisi yazabilir. Marksizm ve bütün ilerici düşünce ve kültür biçimleri, ‘gerçekten daha güçlü hiçbir şey olmadığı’ düşüncesinden esinlenir. Dördüncü Enternasyonal, sosyalizm ile bağlantılı olduklarını iddia edenler de dahil, bütün diğer siyasi hareketlerden, kapitalizmin varlığını sürdürmek için yalanlara bağlı olduğu bir çağda gerçek uğruna mücadelenin devasa siyasi önemine vurgu yapmasıyla ayırt edilir. Troçki’nin 1937’de güçlü bir şekilde belirtmiş olduğu gibi: “Bizi ne tehditler, ne zulüm, ne de saldırılar durdurabilir! Gerçek, bizim cesetlerimizin üstünde bile olsa zafere ulaşacak! Biz onun yolunu açacağız. Biz zafer kazanacak!” [19] Gerçek uğruna mücadele –ki bu, her şeyden önce, işçi sınıfına gerçekleri anlatmak demektir– Marksist politikanın temel dayanağıdır ve hangi biçimde olursa olsun siyasi oportünizm ile bağdaşmaz.

Steiner ile Brenner’in Syriza’yı savunması, onların Uluslararası Komite’ye yönelik suçlamalarının altında yatan düşünsel kötü niyet, teorik şarlatanlık ve siyasi ikiyüzlülük bileşimini açığa çıkarmaktadır. Onlar, saldırılarını, 2004 yılında, benim –Plehanov’un eserine yüksek saygımdan kaynaklanan– “nesnelci” eğilimlerimin ve “diyalektiği ihmal” etmemin, Uluslararası Komite’nin varlığını tehlikeye sokacak şekilde Marksist teoriden uzaklaşmayı ifade ettiği suçlamasıyla başlatmışlardı. 2007’ye gelindiğinde, benim “nesnelciliğime” yönelik eleştirilerini kabul etmeyen Uluslararası Komite’nin devrimci bir hareket olmaktan çıktığı sonucuna vardılar. Steiner ve Brenner, şimdi, bu saldırılarını başlattıktan on yıl sonra, işçi sınıfına karşı korkunç bir ihanet gerçekleştirmiş olan küçük burjuva politikacıların gönüllü suç ortakları işlevi görüyor.

Savas Mihail-Matsas’ın dönüşü

Politika ironilerle doludur. Steiner hâlâ Uluslararası Komite’ye bağlılığını iddia ettiği 2004’te yazılmış olan ilk polemiğinde, Uluslararası Komite’nin Gerry Healy’nin “diyalektiği yozlaştırmasına” yönelik eleştirisinin önemini kabul ettiğini açıklamıştı. O, “1985’te Healy ile ilişkilerin kesilmesi, Uluslararası Komite’yi tam yıkımdan kurtarması bakımından önemli bir dönüm noktasıydı,” diye kabul ediyordu. [20]

Ama Steiner ile Brenner’in Uluslararası Komite’ye karşı mücadelelerinin siyasi mantığı ve Syriza’yı savunmaları, onları, 1985 yılında Healy’yi koşulsuz desteklemiş ve Uluslararası Komite ile ilişkilerini kesmiş olan Savas Mihail-Matsas ile siyasi bir ittifak oluşturmaya sürükledi. Savas Mihail-Matsas, DEUK’un Healy’yi destekleyen tek şubesi olan Yunanistan’daki İşçilerin Enternasyonalist Birliği’nin ulusal sekreteriydi. Mihail-Matsas, Healy’yi, kişisel sadakatten dolayı değil, Healy’nin oportünist politikaları kendisinin Yunanistan’daki Stalinist ve sol burjuva partiler ile siyasi bir ittifak oluşturma çabalarına son derece uygun olduğu için destekliyordu. Mihail-Matsas, Uluslararası Komite ile ilişkileri kestikten sonra, Troçkizmin “soyut propagandacılık”tan ve “Troçkizmin yenilgilerine ve yalıtılmasına yol açan pratikler”den kurtarılacağı bir “Dördüncü Enternasyonal İçin Yeni Dönem” ilan etti. Bu “yeni dönem”, pratikte, Yunanistan’da burjuva PASOK partisinin desteklenmesinden, Stalinistler ile ittifak halinde Kıbrıs cumhurbaşkanlığı seçiminde bir burjuva adaya arka çıkılmasından ve Mihail Gorbaçov’un Perestroyka’sını [yeniden yapılanma] Sovyetler Birliği’nde “siyasi devrim”in başlangıcı olarak selamlamaktan oluşuyordu.

Şimdi Steiner ve Brenner, Troçkizm ile ilişkilerini kestikten 30 yıl sonra, blog sitelerini, kendisine “sekter” Uluslararası Komite’yi suçlamak üzere bir alan açılan Mihail-Matsas’ın hizmetine sunmuş durumdalar. Mihail-Matsas, 22 Ocak 2015’te, DEUK ve WSWS “Syriza önderliğinin burjuva doğası hakkında kimi doğru şeyler söyleyebilmekle birlikte, Syriza’nın zaferinin önemini küçümsüyorlar… Sekter gruplar, kitle hareketlerine ilgisiz oldukları için fırsatları göremiyorlar,” [21] diye yazdı. Mihail-Matsas, bütün siyasi oportünistler gibi, sınıfsal karakterlerini ve önderliğinin siyasi programını tanımlamaksızın “kitle hareketi”ne başvurmaktadır.

Mihail-Matsas’ın teorik düşüncelerinin Uluslararası Komite ile ilişkileri kestikten sonraki evrimine gelince, onun Wikipedia’daki kaydı bize şu bilgiyi veriyor:

Mihail-Matsas “devrimci teoriye ve Marksizme, Mesih inancı ve Yahudi mistiği perspektifinden hareketle yeni bir yorum” kazandırmaya çalışmaktadır. Onun düşüncesi, bir “dini ateizm” ya da “dinsiz Mesih inancı” olarak sınıflandırılabilir. [22]

Steiner-Brenner blogunda, Mihail-Matsas’ın “diyalektiği yozlaştırması” hakkında tek bir eleştirel sözcük bulunmuyor. Onların Mihail-Matsas’ın Marksizme ortaçağa ait Kabala mistisizmini dahil etme çabalarından duydukları rahatsızlık, Syriza’nın ideologlarının “Marksizm sonrası” bir çağda yaşadığımıza ilişkin iddiaları karşısındaki rahatsızlıklarından daha fazla değildir. Ama Steiner ile Brenner, benim “nesnelci” felsefeme, yani tarihsel maddeci çözümlemenin işçi sınıfının çıkarlarını açıklamak ve ilerletmek için kullanılmasına katlanamıyorlar.

Tekrar ediyoruz, onların politikalarına yön veren şey felsefe değildir. Steiner ile Brenner’in öznel ve eklektik felsefesi, onların politikalarında ifadesini bulan sınıfsal yönelimin ve toplumsal çıkarların gereklerinden kaynaklanmaktadır.

Sahte solun tanımı

Syriza’nın ihaneti, Yunanistan içinde ve uluslararası ölçekte önemli bir dönüm noktasıdır. Syriza gibi örgütlerin yükseldiği sosyal çevrenin “solcu”luğundan geriye, aldatıcı ifadelerden başka bir şey kalmamıştır. Syriza’nın kendi kemer sıkma karşıtı programını reddetmesi, orta sınıfın hali vakti yerinde kesimlerinin siyasi temsilcileri ile geniş emekçi kitleler arasındaki aşılmaz uçurumu ortaya koymuştur. Bu nesnel toplumsal çıkar çatışması, gerekli bir siyasi taban kayması sürecini harekete geçirecektir. İşçi sınıfının ve gençliğin ileri kesimleri sahte solun aleyhine dönecek ve gerçekten sosyalist Marksist solun yolunu tutmaya çalışacaktır. Bu nesnel toplumsal ve siyasal farklılaşma süreci, Troçkist hareketin müdahalesini gerektirmektedir. İhanet etmiş olanlara yönelik öfke yeterli değildir. Marksistler, işçilerin radikalleşmesine ve sınıf mücadelesinin yoğunlaşmasına üst düzey bir siyasi ve tarihsel bilinç kazandırmaya çalışmalıdır.

Bu sürece bir katkı olarak ve işçilerin siyasi düşmanlarını tespit etmelerine yardımcı olmak için, çağdaş sahte sola ilişkin şu temel tanımlamayı öneriyoruz:

  • Sahte sol, orta sınıfın ayrıcalıklı ve hali vakti yerinde kesimlerinin sosyoekonomik çıkarlarını ilerletmek için popülist sloganlar ve demokratik söylemler kullanan partileri ve teorik/ideolojik eğilimleri ifade etmektedir. Bu tür parti ve eğilimlere örnek olarak Yunanistan’daki Syriza, İspanya’daki Podemos, Almanya’daki Sol Parti ve çok sayıda eski Troçkist (yani Pablocu) ve devlet kapitalizmi teorisini savunan örgüt (Fransa’daki Yeni Anti-Kapitalist Parti, Sri Lanka’daki NSSP ve ABD’deki Uluslararası Sosyalist Örgüt gibi) verilebilir. Bu listeye, anarşist ve post-anarşist eğilimlerden etkilenmiş “İşgal et” hareketlerinin kalıntıları ve altsoyları da dahil edilebilir. Tüm dünyadaki küçük burjuva sahte sol örgütlerin büyük çeşitliliği göz önünde bulundurulduğunda, bu, kesinlikle kapsamlı bir liste değildir.
  • Sahte sol, Marksizm karşıtıdır. Tarihsel maddeciliği reddeder, onun yerine, varoluşçuluk, Frankfurt Okulu ve çağdaş postmodernizm ile ilişkili öznel idealizmin ve felsefi akıldışıcılığın çeşitli biçimlerini benimser.
  • Sahte sol, sosyalizm karşıtıdır, sınıf mücadelesine karşı çıkar ve işçi sınıfının merkezi rolü ile toplumun ilerici dönüşümünde devrimin gerekliliğini reddeder. İşçi sınıfının kapitalist sisteme karşı bağımsız kitlesel seferberliğinin karşısına sınıflar üstü popülizmi çıkartır. Sahte solun ekonomi programı özünde kapitalizm yanlısı ve ulusalcıdır.
  • Sahte sol, servetin en zengin yüzde 10’luk kesim içinde daha adil dağılımını gerçekleştirmek için şirketlerde, yüksek okullarda ve üniversitelerde, yüksek maaşlı mesleklerde, sendikalarda ve devlet kurumlarında daha etkili olmak amacıyla milliyet, etnik köken, ırk, toplumsal cinsiyet ve cinsellik konularına sabitlenmiş “kimlik politikaları”nı teşvik etmektedir. Sahte sol, toplumsal ayrıcalıkların ortadan kaldırılması yerine, bu ayrıcalıklara daha fazla erişim peşinde koşar.
  • Sahte sol, Kuzey Amerika’daki, Batı Avrupa’daki ve Avustralasya’daki* emperyalist merkezlerde genel olarak emperyalizm yanlısıdır ve yeni sömürgeci askeri operasyonlara haklılık kazandırmak, hatta onları doğrudan desteklemek için “insan hakları” sloganlarını kullanır.

Sahte solun gerici teorik düşüncelerinin ve politikasının çözümlenmesi ve teşhiri, Troçkist hareketin işçi sınıfını eğitme, küçük burjuva hareketlerin etkisinden arındırma ve modern kapitalist toplum içindeki merkezi ilerici ve devrimci güç olarak siyasi bağımsızlığını sağlama mücadelesinde karşı karşıya olduğu özellikle son derece önemli görevlerdir. Frankfurt Okulu, Postmodernizm ve Sahte Solun Politikası, bu amaca ulaşmaya katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.

David North
Detroit, Michigan
16 Temmuz 2015

Dipnotlar

* Avustralasya: Avustralya, Yeni Zelanda, Yeni Gine adası ve Pasifik Okyanusu’ndaki komşu adaları kapsayan Okyanusya’da bir bölge.

[1] “On Mr. H. Rickert’s Book”, Selected Philosophical Works, Cilt 3 (Moskova, 1976), s. 483. Plehanov, bu paragrafta, biraz da alaycı bir şekilde, Rickert tarafından kullanılmış ifadelerin arasına soru işaretleri yerleştirir. Sartre, Marcuse ve Foucault gibi diğer akıldışıcıların eserlerini derinlemesine etkilemiş varoluşçu filozof ve Nazi yanlısı dalkavuk Martin Heidegger’in, kariyerine Rickert’in yardımcısı olarak başladığını belirtmeye değer.

[2] http://forum.permanent-revolution.org/2014/10/about-this-web-site.html

[3] http://forum.permanent-revolution.org/2014_05_01_archive.html

[4]  http://forum.permanent-revolution.org/2014/09/a-brief-comment-on-resolution-of-sep-on.html [Vurgular bize ait]

[5] The Transitional Program: The Death Agony of Capitalism and the Tasks of the Fourth International, New York: Labor Publications, 1981, s. 1.

[6] V. İ. Lenin, Imperialism, the Highest Stage of Capitalism, New York: International Publishers, 1970, s. 118.

[7] https://www.wsws.org/tr/articles/2023/04/05/wzde-a05.html [Vurgular Brenner’e ait].

[8] https://www.wsws.org/tr/articles/2023/04/05/lbiu-a05.html [Vurgular Brenner’e ait].

[9] The Transitional Program for Socialist Revolution, New York, Pathfinder, 1977, s. 189–190.

[10] age., s. 219.

[11] age., s. 191.

[12] Marx-Engels Collected Works,Cilt 3, New York, International Publishers, 1975, s. 332.

[13] http://forum.permanent-revolution.org/2015/06/the-working-class-in-fantasy-and-reality.html

[14] www.telegraph.co.uk/finance/economics/11724924/Europe-is-blowing-itself-apart-over-Greece-and-nobody-can-stop-it.html

[15]  http://www.theguardian.com/business/2015/jul/14/golden-dawn-will-be-strengthened-by-worse-austerity-yanis-varoufakis-warns

[16]  http://forum.permanent-revolution.org/2015/07/sectarianism-and-greek-working-class.html [Vurgular özgün metinde].

[17] agy.

[18] agy. [Vurgular özgün metinde].

[19]  Lev Troçki, I Stake My Life, (New York: Labor Publications, 1977), s. 26.

[20] http://permanent-revolution.org/polemics/dialectical_path.pdf

[21] http://forum.permanent-revolution.org/2015/01/for-revolutionary-intervention-in.html

[22] https://en.wikipedia.org/wiki/Savas_Matsas

[23] Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe’un Hegemonya ve Sosyalist Strateji’de yazdıkları gibi, “Şimdi kriz içinde olan, işçi sınıfının ontolojik merkeziliğine, bir toplum tipinden diğerine geçişte kurucu moment olarak büyük ‘D’ ile yazılan Devrimin rolüne … dayanan sosyalizm anlayışıdır.” (İstanbul: İletişim Yayınları, 2012), s. 26. Çeviren: Ahmet Kardam.

Loading