Perspektif

Suriye’nin iddia edilen gaz saldırısı emperyalist bir provokasyondur

Trump yönetimi, Devlet Başkanı Beşar Esad hükümetine bağlı güçlerin Suriye’nin kuzeybatısındaki İdlib vilayetindeki bir kimyasal saldırıdan sorumlu olduğu yönündeki ispatlanmamış iddialara, resmen, savaştan harap olmuş Ortadoğu ülkesindeki Amerikan müdahalesini tırmandırma tehdidiyle karşılık verdi.

Beyaz Saray’da düzenlenen bir ortak basın toplantısında Washington’ın gözde Arap kukla hükümdarlarından biri olan Ürdün Kralı II. Abdullah’ın yanında konuşan Trump, “Esad rejiminin iğrenç eylemleri hoş görülemez” ve o “bana göre sınırı fazlasıyla aştı” dedi. Trump, önceli Barack Obama’yı 2013’te kimyasal saldırı iddiaları üzerinden Suriye’ye askeri müdahalede bulunma tehdidini hayata geçirememekle suçlarken, “Artık sorumluluk bende” dedi ve ekledi: “Suriye’ye ve Esad’a yönelik tavrım çok değişti.”

Bu arada, Washington’ın Birleşmiş Milletler temsilcisi Nikki Haley, Suriye’ye saldırı için bir kılıf işlevi görebilecek Batı destekli provokatif bir karara yönelik beklenen Rusya vetosu öncesinde tek taraflı bir ABD askeri harekatına ilişkin çok daha doğrudan bir tehditte bulundu. Haley, “Birleşmiş Milletler toplu olarak hareket etme görevinde sürekli başarısız olduğunda, devletlerin hayatında kendi gerekli adımlarımızı atmak zorunda kaldığımız anlar olur.” dedi.

ABD’nin Irak’ı ve Ortadoğu’nun büyük kısmını bir mezarlığa çeviren Irak istilasından 14 yıl sonra, emperyalist saldırganlık için çarpıcı biçimde benzer bir bahaneye başvuran Washington yeniden iş başında.

ABD ve dünya kamuoyu, bir kez daha, eski bir ezilen sömürge ülkesinin “kitle imha silahları” kullandığı hakkında doğrulanmamış iddialar bombardımanı altında. Buna, Nazi İmparatorluğu’nun çöküşünden bu yana en çok sivil ölümünden ve savaş suçundan sorumlu bir hükümetten [ABD] gelen timsah gözyaşları ve sahte manevi öfke karışımı eşlik ediyor.

Bu organize kampanyanın bahanesi, CIA ve müttefiki Batılı gizli servisler tarafından ABD’nin Suriye politikasını değiştirme amacıyla planlanıp uygulanmış emperyalist bir provokasyonun tüm belirtilerine sahiptir.

İlki, gerekçe sorunudur. Bu tür bir suçtan kim faydalanır? Hiç kuşkusuz, altı yıllık kanlı rejim değişikliği savaşında CIA ve Washington’ın bölgesel müttefikleri tarafından silahlandırılmış, finanse edilmiş ve eğitilmiş İslamcı “asiler”i Rusya’nın ve İran’ın yardımıyla büyük ölçüde yenilgiye uğratmış olan Esad rejimi değil. Esad yönetimi, şu anda, İslamcıların elindeki toprakların büyük ölçüde İdlib vilayetinin kırsal alanlarına geriletilmiş olduğu ülkenin, tüm büyük kentleri içeren yüzde 80’den fazlasını yönetiyor. Şam, Trump yönetiminin Esad’ı devirmek yerine IŞİD ile savaşmaya odaklanma yönünde bir kaymanın işaretini verdiği koşullarda, neden böyle bir provokatif saldırı gerçekleştirsin?

Bununla birlikte, CIA destekli “asiler”, ABD ordusundaki ve istihbarat aygıtındaki patronlarıyla birlikte, hükümetin egemenliğini Suriye genelinde sağlamlaştırmasını engellemenin bir aracı olarak bu tür bir provokasyon gerçekleştirmede her türlü çıkara sahiptir. Dahası, BM’nin kendi kimyasal silahsızlanma bürosu tarafından yapılanlar dahil çok sayıda soruşturma, El Kaide’nin Suriye şubesi El Nusra Cephesi’nin baskın olduğu bu güçlerin, Suudi Arabistan’daki, Katar’daki ve Türkiye’deki bölgesel destekçilerinden aldıkları ve bizzat üretebildikleri klor ve sarin gazını kullanarak benzer saldırılar gerçekleştirdiklerini açıkça ortaya koymuştur.

Ardından zamanlama konusu geliyor. İddia edilen gaz saldırısı, hem Suriye’deki “siyasi geçiş” önerilerini hem de Avrupa’nın harap edilmiş ülkenin potansiyel olarak kazançlı yeniden inşasına katılmasını inceleyecek olan Brüksel’deki AB destekli “Suriye’nin ve Bölgenin Geleceğini Destekleme Konferansı”nın açılışıyla aynı zamana denk gelecek şekilde, Salı sabahı lanse edildi. İddia edilen kimyasal saldırı, rejim değişikliği taleplerinin yenilenmesine ve Esad’ı devirmenin artık bir öncelik olmadığını belirttiği için Trump yönetiminin eleştirilmesine zemin hazırladı.

Burada belirli bir şablon söz konusudur. Washington’ın ve müttefiklerinin Esad rejimini büyük bir kimyasal silah saldırısıyla suçladığı ve bu gerekçeyle neredeyse topyekün bir savaş başlattığı son olay, Ağustos 2013’te gerçekleşmişti. Sonraki bulgulardan, Türk istihbaratının yardımıyla gerçekleştirilmiş bir “asi” provokasyonu olduğu açığa çıkmış olan o saldırı, tam da BM silah denetçilerinin Şam’a ulaştığı gün yapılmıştı.

Bununla birlikte, meselenin en çarpıcı özelliği, şirket medyasının, ciddi bir soruşturma yürütülmesi bir yana, daha olaya ilişkin temel gerçekler bile bilinmeden, topyekün bir askeri harekat kampanyası başlatılmasında gösterdiği olağanüstü uyumluluktur. Tüm büyük gazete editörleri, köşe yazarları ve televizyon yorumcuları, Suriye’deki iddia edilen olay daha haber yapılmadan önce, aynı konuşma konularını almış gibi görünüyordu.

Elbette onların hiçbiri, okurları ve izleyicileri, iyi bir haber gibi yaydıkları bilginin tek kaynağının, savaş için bastıran ABD istihbarat ve ordu yetkilileri ile birlikte Suriye’deki El Kaide bağlantılı “eylemciler” olduğu konusunda bilgilendirme zahmetine katlanmadı.

Sürüye önderlik eden, her zamanki gibi, “Suriyelilere Yönelik Kimyasal Saldırı Dünyanın Öfkesine Yol Açtı” başlığını atan New York Times’tı. Dünyadaki istihbarat kurumlarının, devlet yetkililerinin ve onların medya tetikçilerinin dışında, bu tür bir “öfke”ye ilişkin ne kanıt olduğu belli değildi. Bu “öfke”nin seçici karakteri hakkında da herhangi bir açıklama söz konusu olmadı.

Bu ahlaki dışavurumun, Trump’ın tek bir günde silahsız 1.000 göstericiyi katletmiş olan Kahire kasabı General Abdül Fettah El Sisi’yi kırmızı halıyla karşılamasından sadece bir gün sonra gelmesi ibretliktir. Dahası, New York Times, ne Musul’da geçtiğimiz ay tek bir ABD bombardımanında öldürülen 200’den fazla Iraklı sivil ne de Suriye’deki okullara, camilere ve evlere atılan ABD bombaları ve füzeleri nedeniyle binlerce kişinin canlı canlı gömülmesi konusunda bu tür bir “öfke” göstermişti. Yemen’den bahsetmiyoruz bile.

Bu tür makalelerin üzerinde, onları ABD istihbaratının doğrudan işbirliğinin ürünü olarak damgalayan belirli imzalar var. Bu olayda, Suriye’de ABD tarafından organize edilen rejim değişikliği savaşı boyunca bu tür hizmetler sunmuş olan Anne Barnard’ın imzası vardı. Ona, çeyrek yüzyılı aşkın süredir ABD’nin her emperyalist müdahalesini desteklemiş olan Thomas Friedman eşlik etti. Friedman, “Suriye’nin parçalanması” ve ABD ordusu tarafından zorla dayatılan “korunmalı” bölgeler oluşturulması yönünde ılımlı bir teklif öneriyor. O, rahatlatıcı bir şekilde, ABD’nin Soğuk Savaş sırasında Avrupa’da 400.000 asker bulundurduğunu belirterek, “Bu, hoş veya kolay olmayacak.” itirafında bulunuyor.

Medyanın Suriye’deki olaylara ilişkin propaganda kampanyasında çarpıcı biçimde tek tip olan bir diğer şey, iddia edilen kimyasal saldırıda İran’ın ve Rusya’nın eşit derecede suçlu görülmesidir. New York Times’ın başyazısı, saldırının, Esad’ın “ve ona olanak sağlayanların, özellikle de Rusya ile İran’ın günahkarlığı”nı gösterdiği suçlamasında bulundu.

Washington Post’un başyazısı ise, “Artık sıra, Bay Trump’ın, Bay Esad’a ve onun İranlı ve Rus destekleyicilerine karşı çıkıp çıkmayacağına karar vermesinde.” vurgusu yapıyordu.

Amaç ortada. Suriye’deki karanlık olaylar, ABD egemen çevreleri içinde dış politika üzerine yaşanan şiddetli iç tartışmayı çözmek için kullanılacak. Niyet, Trump yönetimini, hem İran hem Rusya ile askeri cepheleşme yönünde kesintisiz bir yığınak için bastıran ABD ordu ve istihbarat aygıtı içindeki baskın eğilimin çizgisine getirmektir.

Bu çabaların istenen etkisi, somut ifadesini, yalnızca Trump’ın Çarşamba günü Suriye üzerine açıklamalarında değil; aynı zamanda Trump’ın faşist baş stratejisti Stephen Bannon’un Ulusal Güvenlik Konseyi’nin yöneticiler komitesinden çıkarılmasında buldu. Haberlere göre, Trump’ın “Önce Amerika” sağcı milliyetçi demagojisinin ideolojik mimarının görevden alınması, başkanın yeni ulusal güvenlik danışmanı, Pentagon’u temsil eden muvazzaf subay General H.R. McMaster tarafından dikte edilmişti. Ülke içinde zorlu toplumsal ve siyasal krizlerle karşı karşıya bulunan Trump, tıpkı öncelleri gibi yurtdışında savaşa yönelmiş gibi görünüyor.

ABD ve uluslararası işçi sınıfı, Suriye’deki CIA provokasyonu ve ona eşlik eden medya propaganda kampanyası ile birlikte, bu gelişmeleri, son derece ciddi bir uyarı olarak görmelidir. Dünya işçi sınıfı, yalnızca Ortadoğu’da yeni bir kıyımın değil; dünyanın iki büyük nükleer gücünü kapsayan çok daha tehlikeli bir çatışmanın içine sürüklenme tehdidiyle karşı karşıyadır.

Loading