1968: Fransa’da genel grev ve öğrenci isyanı

4. Bölüm: Alain Krivine’in JCR’si Stalinizmin ihanetlerini nasıl gizledi (2)

Bu yazı, Fransa'daki genel grevin 40. yıldönümü üzerine Mayıs-Haziran 2008'de Dünya Sosyalist Web Sitesi’nde yayınlanan sekiz bölümlük dizinin dördüncü yazısıdır. Yazıyı, herhangi bir değişiklik yapmadan, sadece araya giren olayların ışığında yeni bir giriş ile yayınlıyoruz. 29 Mayıs'ta yayınlanan 1. bölüm, öğrenci isyanının gelişmesini ve Mayıs ayı sonunda en yüksek noktasına ulaşan genel grevi ele alıyordu. 30 Mayıs’ta yayınlanan 2. Bölüm, Komünist Parti’nin (PCF) ve onun kontrolündeki CGT sendikasının Devlet Başkanı Charles de Gaulle'nin kontrolü yeniden kazanmasını nasıl sağladığını inceliyor. 31 Mayıs’ta yayınlanan 3. bölüm ve aşağıda yayınlanan 4. bölüm, Pablocuların oynadığı rolü irdeliyor.

Stalinizme bir örtü

Fransız Komünist Partisi ve CGT sendikası içindeki Stalinistler gençliğin asi ruhundan hoşlanmıyor ve bu yüzden, goşitler (sol radikaller) ve provokatörler diye söz ettikleri solcu öğrenci gruplarından nefret ediyor olmalarına rağmen, siyasi açıdan, onlarla birlikte yaşayabiliyorlardı. Daniel Cohn-Bendit’in anarşist becerileri, Stalinistlerin işçi sınıfı içindeki egemenliğini hemen hemen hiç tehdit etmiyordu. Aynı durum, Maocular ve onların Çin Kültür Devrimi’ne ve silahlı mücadeleye yönelik coşkuları için de geçerliydi.

Pablocular ise Stalinistler ile çatışmalardan dikkatle kaçınıyorlardı. Onlar, işçi sınıfı ile Stalinist önderlik arasındaki ilişkileri kötüleştirecek ve PCF için bir krize zemin hazırlayacak her türlü siyasi girişimden uzak durdular. 1968 krizinin, işçilerin Grenelle anlaşmasını reddettiği ve iktidarı alma sorununun gündemde olduğu doruk noktasında, Devrimci Komünist Gençlik (Jeunesse Communiste Révolutionnaire, JCR), Stalinizme bir örtü sağladı. Bu olaylardan yirmi yıl sonra, Alain Krivine ile Daniel Bensaid, 1968’e ilişkin, JCR’yi güzel renklere boyamaya çabalarken, onun gerçek rolünü açıkça teşhir eden bir çalışma yayınladı. [11]

JCR, kitle hareketinin doruk noktasında, sosyal demokratların ve Stalinistlerin çağrısını yaptığı iki büyük gösteriye de katılmıştı. Bunlar, Fransa Ulusal Öğrenci Birliği’nin (Union Nationale des Étudiants de France, UNEF), Fransız Demokratik İşçi Konfederasyonu’nun (Confédération Française Démocratique du Travail, CFDT) ve Birleşik Sosyalist Parti’nin (Parti Socialiste Unifié, PSU) 27 Mayıs’ta örgütlediği, Charléty stadyumundaki miting ile Fransız Komünist Partisi (PCF) ile Genel İşçi Konfederasyonu’nun (Confédération générale du travai, CGT) 29 Mayıs’ta düzenlediği kitlesel gösteriydi.

Charléty stadyumundaki mitingin amacı, o dönemde PSU’nun üyesi olan deneyimli burjuva politikacısı Pierre Mendès-France önderliğinde bir geçiş hükümetine zemin hazırlamaktı. Bu tür bir hükümetin görevi, grevi kontrol altına almak, düzeni yeniden kurmak ve yeni seçimleri hazırlamak olacaktı.

Sağcı basının kimi kesimleri bile, bu noktada, mevcut düzeni yalnızca bu tür bir “sol” hükümetin kurtarabileceğine ikna olmuş durumdaydı. Ekonomi gazetesi Les Echos, 28 Mayıs’ta, tek seçeneğin, reform ile devrim ya da gazetenin ifadesiyle “anarşi” arasında olduğunu yazdı. Gazete, “Bir çıkış yolu bulunmalı” başlığı altında, şu yorumu yapıyordu:

“Artık hiç kimse herhangi birini dinlemeye ya da ona inanmaya razı değil. Şimdiye kadar, CGT, bir düzen ve disiplin kalesi gibi görünüyordu. Ama şimdi, başkaldırısını hafife aldığı asi bir halk tarafından istikrarsızlaştırılmış durumda. Sendika önderleri, kimin söylediğine bakmaksızın hiç bir vaade artık inanmayan grevciler tarafından kenara çekilmeye zorlandı. Hükümetten söz etmeye bile gerek yok… General’in [de Gaulle] kısa süre önce talihsiz bir ifadeyle belirttiği şey, ‘Reforma evet; düzensizliğe hayır’ idi. Bugün, hangisinin muzaffer olacağının belirsiz olduğu koşullarda, hem reform hem de anarşi var.”

PCF, o sırada, bir burjuva hükümete katılmaya fazlasıyla hazırdı. Partinin genel sekreteri Waldeck Rochet, 27 Mayıs’ta, kendisi ile François Mitterrand’ın, “de Gaulcü rejiminin yerini ortak bir program temelinde, halkın demokratik birlik hükümetinin alması”nın koşullarını tartışmak için derhal görüşmesini teklif etti. Stalinist terminolojiye aşina olanlar için, “halkın demokratik birlik hükümeti”nin kapitalist mülkiyeti savunmaya adanmış bir burjuva hükümeti anlamına geldiğine kuşku yoktu.

Bununla birlikte, PCF, Mitterrand ile Mendès-France’ın, onsuz bir hükümet kurabileceğinden korkuyordu. O, bu yüzden, 29 Mayıs’ta, CGT ile birlikte, “Halk Hükümeti” sloganı altında kendi gösterisini düzenledi. PCF hiçbir zaman kapitalizmin devrimci yoldan yıkılmasıyla iktidarı almayı hayal etmemiş ve yalnızca Mitterrand ya da bir başka burjuva politikacı ile bir koalisyon hükümeti için çaba harcamış olmasına rağmen, bu slogan kitlelerin devrimci ruh haline uyuyordu.

JCR, PCF-CGT’nin gösterisine, “Halk hükümetine evet! Mitterrand’a, Mendès-France’a, hayır!” sloganı altında katıldı ve böylece, gerçekte PCF’nin manevrasını destekledi. Krivine ile Bensaid, geriye dönük çalışmalarında, JCR’nin sloganı hakkında şunları yazdılar:

“Formülasyon, belirsizliklerle oynuyordu. O, grevin ve organlarının en militan ifadesi olarak yorumlanabilecek bir halk hükümetini, siyasi kişiliklerden oluşan bir hükümetinin karşısına koyuyordu. O, sol partilerin bir koalisyon hükümetini tümüyle reddetmeksizin, işçi sınıfı ile herhangi bir açık bağdan yoksun olan ve onların mevcut kurumlardan özerkliklerini sınıf işbirliğinin temeli olarak kullanma eğilimindeki bu kişilere saldırıyordu… “Halk hükümeti” formülasyonu, kasıtlı olarak açıklıktan yoksun olmasına karşın, herhangi bir ayrıntıya girmeden, bir sol partiler hükümetine işaret ediyordu.” [12]

Başka bir ifadeyle, JCR’nin kullandığı formülasyon, işçi sınıfının “en militan kesimleri”ni, PCF’yi kapsayan bir sol burjuva hükümetin “grevin ve organlarının bir ürünü” olacağına inandırmayı amaçlıyordu. Bu, durumu açığa vuran bir itiraftır. JCR, devrimci krizin doruk noktasına ulaştığı sırada saygınlığını yitirmiş olan JCR, de Gaulle’ün ortadan kaybolduğu, yani açıkça ve kararlı bir şekilde bir tutum belirlemenin gerekli olduğu bir anda, “belirsizlikler” ile oynuyor ve kasıtlı olarak muğlak kalıyordu. JCR, ülkedeki iktidar kimde biçimindeki belirleyici soruya açıkça yanıt vermekten kaçınmıştı.

JCR’nin Stalinistlerden sahiplendiği bir “halk hükümeti” talebi, halk içinde hatır sayılır bir destek gördü. Ancak bu talep, genel ve belirsiz kaldı. Komünist Parti, onu, sosyal demokratlar ve küçük burjuva radikalleri ile birlikte, en önemli görevi mevcut düzeni korumak olacak bir koalisyon hükümeti olarak anlıyordu. PCF, iktidarı devrimci yoldan ele geçirmeyi hiçbir şekilde düşünmüyordu. Pablocular bu bakış açısına hiçbir zaman meydan okumadılar ve Stalinistlerin arkasında hizaya geçtiler.

JCR ne yapmalıydı?

Kuşkusuz, JCR, iktidarı bizzat almak için gerekli destekten yoksundu. Bununla birlikte, devrimci Marksistlerin, azınlıkta olsalar bile, programları uğruna mücadele edip işçilerin çoğunluğunu kendi taraflarına kazanabildiğini gösteren çok sayıda tarihsel örnek bulunmaktadır.

1917’nin başındaki Rusya’da, Lenin’in Bolşeviklerine yönelik destek, Menşeviklere ve Sosyal Devrimcilere olduğundan oldukça azdı. Ancak, yetenekli ve ilkeli politikaları kullanan Bolşevikler, işçi sınıfının desteğini kazanmak ve Ekim’de iktidarı almak için çalıştılar. Troçki, 1933’ten 1935’e kadar sürgünde kaldığı Fransa’da, Fransız şubesinin faaliyeti ile aktif bir şekilde ilgilenmiş ve bir azınlık olarak devrimci bir program uğruna nasıl mücadele edebileceği üzerine ayrıntılı önerilerde bulunmuştu. Merkezi sorun, her zaman, işçi sınıfının reformist (sonradan, ayrıca Stalinist) aygıtlardan siyasi bağımsızlığı ve bağımsız bir devrimci partinin inşasıydı.

Lenin, 1917’de sürgünden Rusya’ya döndüğünde, Bolşeviklerin, Menşevikler ile Sosyal Devrimcilerin bakanlık görevlerini üstlendiği burjuva geçici hükümete yönelik gevşek tavrına saldırmıştı. O, sarsılmaz bir muhalefette ve sovyetler aracılığıyla iktidarı ele geçirmeyi hedefleyen bir programda ısrar etti.

Bolşevikler, bu program temelinde, işçiler ile onların reformist önderleri arasındaki uçurumu derinleştiren bir taktiğe başvurdular. Onlar, işçileri, sonunda, reformist önderlerinden koparmayı amaçlıyorlardı. Bolşevikler, Sosyal Devrimcilerden ve Menşeviklerden, liberal burjuvaziden koparak iktidarı kendi ellerine almalarını talep etti. Sosyal Devrimciler (SD’ler) ile Menşevikler burjuvaziden bağımsız bir hükümet kurmaktan aciz olduklarını kanıtladılar. Troçki, daha sonra, Geçiş Programı’nda, bu deneyimi şöyle yorumladı: “Bolşeviklerin, Menşeviklere ve SD’lere yönelik, ‘Burjuvaziden kopun, iktidarı kendi ellerinize alın!’ talebi, kitleler için muazzam bir eğitici öneme sahipti. Menşeviklerin ve SD’lerin iktidarı almaya yönelik, Temmuz Günleri sırasında son derece çarpıcı bir şekilde açığa vurulan inatçı isteksizlikleri, onları kitlelerin gözünde kesin olarak mahkum etmiş ve Bolşeviklerin zaferini hazırlamıştı.” [13]

1968’de, JCR’nin gündeminde, genel grev için seferberlik temelinde, PCF ile CGT’nin iktidarı almasını talep etmek olmalıydı. Bu talep, Stalinistlerin burjuva partilerine yönelik uzlaşmacı tavrına karşı sistematik ajitasyonla birlikte, devasa bir siyasi ağırlığa sahip olur; işçi sınıfı ile Stalinist önderlik arasındaki çatışmayı keskinleştirir ve işçilerin onlardan siyasi olarak kopmasına yardımcı olurdu. Ne var ki, Stalinistleri bu tür taleplerle bir ikileme düşürmek, Pablocuların aklından bile geçmiyordu. Onlar, devrimci kriz en yüksek noktasına ulaşırken, Stalinist bürokrasi için güvenilir yardımcılar olduklarını kanıtladılar.

Bununla birlikte, Pablocular, burjuva basında onlara açıkça seslenildiği koşullarda, Stalinistlerin karşıdevrimci rolünü basitçe görmezden gelemezlerdi. Haziran 1968’de, Pierre Frank, PCF’yi ve CGT’yi, “5 milyon oy peşinde, 10 milyon grevciye ihanet” etmekle suçladı. Hatta “PCF önderliğinin [bu] ihaneti”ni, Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin tarihi ihaneti ile karşılaştırdı: “Eğer bu önderlik, şimdiye kadar, Noskeler’in ve Ebertler’in 1918-19 Alman devrimine karşı hareket ettiği şekilde hareket etmediyse, bunun nedeni, burjuvazinin buna ihtiyaç duymuyor olmasıdır. Ama onun [PCF önderliğinin] ‘aşırı solcular’a yönelik tutumu, ihtiyaç ortaya çıktığında bunu yapmaya hazır olduğu konusunda kuşkuya yer bırakmamaktadır.” [14]

Ancak, JCR tüm siyasi enerjisini maceracı eylemlere odakladığı ve öğrencileri devrimci öncü ilan ettiği ölçüde, Pablocular en belirleyici meseleden yan çizmişlerdi: Dördüncü Enternasyonal’in şubesi biçiminde yeni bir devrimci önderliğin inşası. Onlar, bilinçli olarak, Stalinistlerin hakimiyetini sorgulamaktan kaçındılar. 1953’te Dördüncü Enternasyonal’de bölünmeye yol açmış olan, örgütünü Stalinizm içinde tasfiye etme biçimindeki Pablocu perspektif, onların 1968’deki politikalarının da özünü oluşturuyordu.

Onlar, ne Stalinizmden kopuş çağrısı yaptılar ne de Dördüncü Enternasyonal’i inşa etme mücadelesi verdiler. Onların politikaları, öğrencilerin ve gençlerin eylemlerinin kendiliğinden bir şekilde Stalinist ihanetin üstesinden gelebileceği ve işçi sınıfı içindeki önderlik krizini çözebileceği inancına dayanıyordu. Dolayısıyla, bizzat JCR, gerçek bir devrimci öncünün gelişmesinin önündeki en önemli engel haline gelmişti.

Lev Troçki, 1935’te, Fransa’da, “proletaryanın emperyalist burjuvazi ile Radikal Parti biçimindeki koalisyonu” olarak nitelediği halk cephesine karşı çıkacak eylem komitelerinin inşasını desteklemişti.

O, şöyle yazıyordu: “Verili bir kentte, mahallede, fabrikada, kışlada ve köyde Halk Cephesi’ne bağlı her 200, 500 ya da 1.000 yurttaş, mücadele eylemleri zamanında, yerel eylem komitelerine kendi temsilcilerini seçer.” Bu eylem komitelerinin seçimine yalnızca işçiler değil “ama devlet memurları, görevliler, savaş gazileri, sanatçılar, küçük esnaf ve küçük köylüler de” katılabilirdi. “Dolayısıyla, Eylem Komiteleri, proletaryanın küçük burjuvazi üzerinde etki oluşturma uğruna mücadelesinin görevleri ile son derece uyum içindedir. Ama onlar, işçi bürokrasisi ile burjuvazi arasındaki işbirliğini son derece zorlaştırırlar.” Troçki, bu komitelerin, “tüm kitlelerin biçimsel demokratik temsilcisi değil; mücadele eden kitlelerin devrimci temsilcisi” olduğunu vurguluyordu. “Eylem Komitesi, bir mücadele aygıtıdır. Parti ve sendika aygıtının devrim karşıtı muhalefetini kırmanın tek aracıdır.” (Vurgular özgün metinden) [15]

1968’de, Pablocular, bu eylemler komiteleri talebini benimsediler. Örneğin, 21 Mayıs’ta, JCR, işyerlerinde grev komiteleri ve fakülteler ile varoşlarda eylem komiteleri kurma çağrısı yapan bir bildiri dağıttlar. Bildiri, bir işçi hükümeti kurma çağrısı yapıyor ve şunu vurguluyordu: “İstediğimiz iktidar, işçilerin ve öğrencilerin grev ve eylem komitelerinden doğmalı.”

Ne var ki, Pablocuların Stalinistlere ve küçük burjuva radikallerine uyarlanması, bu talebi her türlü devrimci içerikten yoksun bırakmıştı. Pablocuların, yeni bir devrimci önderliğin inşasından koparılmış bir şekilde yükselttiği talepler, bütünüyle oportünist politikaların radikal arka plan seslerini andırıyordu. [16]

Troçki, Pierre Frank’a karşı

Pierre Frank’ın böyle bir siyasi rol oynaması ilk kez olmuyordu. O, 1935’te, benzer nedenlerle Troçki tarafından sert biçimde eleştirilmiş ve sonunda Troçkist hareketten atılmıştı. Frank, o zamanlar, Raymond Molinier ile birlikte, “devrimci eylem” adına merkezci hareketlerle, özellikle de Marceau Pivert’in önderlik ettiği Devrimci Sol ile birleşmeyi teklif eden La Commune dergisi etrafındaki bir gruba önderlik ediyordu. Pivert, devrimci söylemi kullanmaya oldukça eğilimli olmakla birlikte, gerçekte, 1936 genel grevini boğan Léon Blum’un önderliğindeki Halk Cephesi hükümetinin sol kanadıydı.

Troçki, Pivert’in merkezciliğine ve Molinier ile Frank’ın manevralarına geri dönüşü olmaz bir şekilde karşı çıkıyordu: “Pivert eğiliminin özü şudur: ‘devrimci’ sloganları kabul etmek ama Blum ve Zyromsky [sağcı bir Sosyal Demokrat] ile ilişkileri kesmek ve yeni parti ile yeni Enternasyonal’in yaratılması biçimindeki gerekli sonuçları çıkarmamak. Bu olmadan, tüm ‘devrimci’ sloganlar geçersiz hale gelir.” Troçki, Molinier ile Frank’ı, “kişisel manevralar, lobilerde birleşmeler ve özellikle de sloganlarımızı ve merkezcilere yönelik eleştirimizden vazgeçme yoluyla Devrimci Sol’un sempatisini kazanma”ya kalkışmakla suçladı. [17]

Troçki, başka bir makalede, Molinier ile Frank’ın tavrını siyasi bir suç olarak betimledi; onları, programlarını gizlemekle ve işçilere “sahte pasaportlar” sunmakla suçladı. Troçki, devrimci programın savunusunun birleşik pratik faaliyet karşısında önceliğe sahip olduğunda ısrar ediyordu. “‘Kitle gazetesi’? Devrimci eylem? Her yerde komünler? … Çok iyi, çok iyi… Ama önce program!” [18]

Troçki, şöyle devam ediyordu: “Yeni devrimci parti olmadan, Fransız proletaryası felakete mahkumdur. Proletarya partisi yalnızca uluslararası olabilir. İkinci ve Üçüncü Enternasyonal, devrimin önündeki en büyük engel haline gelmiştir. Yeni, Dördüncü bir Enternasyonal’i oluşturmak gerekiyor. Onun gerekliliğini açıkça ilan etmeliyiz. Kendi düşüncelerinin sonuçları karşısında her adımda bocalayanlar, küçük burjuva merkezcilerdir. Devrimci işçi, İkinci ya da Üçüncü Enternasyonal’e geleneksel bağlılığı eliyle felç edilebilir ama gerçeği anladığında, doğrudan doğruya Dördüncü Enternasyonal’in bayrağı altına geçecektir. Tam da bu yüzden, kitlelere eksiksiz bir program sunmalıyız. Muğlak formüllerle, yalnızca, Léon Blum’a örtü sağlayan Pivert’e hizmet eden Molinier’e yardımcı olabiliriz. Blum, tüm güçlerini [faşist] de la Rocque’un arkasına yerleştiriyor…” [19]

Otuz yıl sonra, Pierre Frank, Troçki ile anlaşmazlığından hiçbir şey öğrenmemişti. Tersine, 1968’de, 1935’te olduğundan daha da sağdaydı. Bu kez sadece Marceau Pivert gibi merkezcilerle değil ama anarşistlerle, Maocularla ve diğer işçi sınıfı karşıtı eğilimlerle de birlik peşinde koşuyordu. Troçki’nin 1935’teki “siyasi suç” kınaması, 1968’de daha da haklıydı. Pablocular, işçilerin ve gençlerin devrimci Marksizme yönelmesini engelleyen son derece önemli engeli oluşturuyorlardı.

Onlar, sonunda, Stalinistlerin gerçekleştirdiği ihanetin ve kendi küçük düşürücü başarısızlıklarının sorumluluğunu işçi sınıfına yüklediler. Krivine ile Bensaid, yaklaşık 20 yıl sonra, şöyle yazıyordu: “Stalinizmin ve sosyal demokrasinin suçlarından, örgütlü devrimci güçlerin hareketin başındaki zayıflığı suçlanabilir. Ama çılgın bir idealizme saplanmaktan kaçınmak isteniyorsa, o zaman, bu, aynı zamanda, çarpık bir şekilde, işçi sınıfının, onun militan unsurlarının, fabrikalardaki ve sendikalardaki doğal öncüsünün daha genel durumunun bir dışavurumudur.” Onlar, mücadelenin dinamiği ile Komünist Parti arasında çelişkiler olduğunu belirterek, şöyle devam ediyorlar: “Ancak bunlar ikincil kaldı… Grevciler kitlesi, toplumsal bir çatışma düzenlemek ve otoriter bir yönetimin boyunduruğundan kurtulmak istiyorlardı. Oradan devrime gidecek hala uzun bir yol vardı.” [20]

Krivine, aradan 20 yıl daha geçtikten sonra çok daha açıktı. O, otobiyografisinde şöyle yazıyordu: “Elbette, JCR’nin önderliğinde, bizler hareketin nereye kadar gideceğini bilmiyorduk. Ama nereye gitmeyeceğini tam olarak biliyorduk. O, eşsiz boyutta bir başkaldırıydı ama bir devrim değildi. Ortada ne bir program ne de iktidarı almaya hazır güvenilir örgütler vardı.” [21]

Bu tartışma çizgisi, Pablocu oportünizm açısından tipiktir. Troçki, bir keresinde, İspanya’daki POUM ile tartışmasında, bunu, “yenilgileri, evrensel gelişme zincirindeki gerekli bir halka olarak kabullenme peşinde koşan [ve] yenilginin örgütleyicileri olan programlar, partiler, kişiler gibi somut etmenleri tartışmaya açma becerisine sahip olmayan ve bunu yapmayı reddeden aciz bir felsefe” olarak tanımlamıştı. [22]

Günümüzde LCR

Fransa İçişleri Bakanı Raymond Marcellin, en az iki olaydan yararlanarak, JCR’yi ve ardılı Komünist Birlik’i (Ligue communiste) yasakladı: O, 12 Haziran 1968’de ve Paris’teki bir anti-faşist gösteriden sonra polisle şiddetli çatışmaların yaşanmasının ardından, 28 Haziran 1973’te toplam 12 sol örgütü dağıttı.

Bununla birlikte, 1968’in ardından, egemen seçkinlerin daha ileri görüşlü unsurları, Devrimci Komünist Birlik’in (Ligue communiste révolutionnaire, LCR) burjuva düzene bir tehdit oluşturmadığı ve kriz zamanlarında bu örgüte güvenilebileceği konusunda netti.

1968’deki devrimci dalganın geri çekilmesinin ardından, LCR ve birlikte çalıştığı örgütler, düzen partilerinin, burjuva medyanın, üniversitelerin ve devlet aygıtının personel alımı için verimli bir alan haline geldiler. LCR’nin eski üyeleri, Sosyalist Parti’nin önde gelen makamlarında (Henri Weber, Julien Dray, Gérard Filoche, vd.), felsefe kürsülerinde (Daniel Bensaid) ve başlıca burjuva gazetelerinin yayın kurullarında bulunabilirler.

LCR’nin saflarından ünlü Le Monde gazetesinin yayın kuruluna yükselen Edwy Plenel, anılarında şöyle yazıyor: “Yalnız değildim. Biz, aşırı solda (Troçki ya da Troçkist değil) aktif olduktan sonra militan dersleri reddeden ve o dönemdeki yanılsamalarımızı kısmen eleştirel bir şekilde hatırlayan, bununla birlikte başlangıçtaki öfkemize bağlılığı sürdüren ve aldığımız eğitime olan borcumuzu gizlemeyen, kesinlikle on binlerce kişiydik.” [23]

Anarşist Daniel Cohn-Bendit, 1998’den 2005’e kadar Almanya Dışişleri Bakanı olan Joschka Fischer’in siyasi akıl hocası ve yakın dostu haline geldi. Cohn-Bendit, bugün, Yeşillerin Avrupa Parlamentosu’ndaki grubuna önderlik ediyor ve artık bütünüyle sağcı olan bir partinin sağ kanadında yer alıyor.

Maocu Alain Geismar, 1990’da, Ulusal Eğitim Genel Denetim Kurulu’nun başkanlığını üstlendi ve kariyerini, Sosyalist Parti’nin elindeki çeşitli bakanlıklarda devlet müsteşarı olarak sürdürdü. Libération gazetesinin kuruluşu da Maoculuğa dayanıyordu. Gazete, başlangıçta, 1973’te, düşünür Jean-Paul Sartre’ın yazı işleri müdürü olduğu Maocu bir yayın olarak kurulmuştu.

1968’in çok sayıda radikalinin Fransa’daki kariyer basamaklarını tırmanabilmesi, basitçe, “pişman olmuş çocukların geri dönüşü” temelinde açıklanamaz. Bu, daha çok, radikal söylemlerine karşın, her zaman burjuva düzen ile tümüyle uyumlu oportünist politikalar izlemiş olan Pablocuların ve müttefiklerinin perspektifinin sonucudur.

Bugün, 1968’dekinden çok daha ciddi bir ekonomik ve siyasi krizin ışığında, LCR’nin hizmeti her zamankinden daha fazla gerekli. Üretimin küreselleşmesi, uluslararası mali kriz ve yükselen petrol fiyatları, bütün ülkelerde olduğu gibi, Fransa’da da toplumsal ödünlerin altını oyuyor. PCF ile CGT, artık, eski hallerinin soluk bir gölgesi ve işgücünün sadece yüzde 7’si sendikalarda örgütlü. 1968’in olaylarına tepki olarak kurulan ve geçtiğimiz otuz yılda burjuva egemenliğinin en önemli payandası olduğunu kanıtlayan Sosyalist Parti, bölünmelerle parçalanıyor ve hızla destek kaybediyor. Toplumsal gerilimler kırılma noktasında ve ülke, son 12 yıldır birbiri ardına grev ve protesto dalgalarıyla sarsılıyor.

Bu koşullar altında, egemen seçkinler, toplumsal krize yönelik reformist bir çözüme her türlü güvenlerini yitirmiş olan artan sayıda işçinin ve gencinin kafasını karıştırma ve onların devrimci bir alternatife yönelmelerini engelleme kapasitesine sahip yeni bir sol payandaya gereksinim duyuyorlar. LCR’nin bu yılın sonunda kurmayı planladığı yeni “antikapitalist parti” için planlanan rol, tam olarak budur. Onun sözcüsü olan, Alain Krivine’in himayesindeki Olivier Besancenot, 1,5 milyon oy aldığı son devlet başkanlığı seçimlerinin ardından, medya tarafından sıcak bir şekilde benimsenmiştir.

1968’deki JCR ile LCR’nin günümüzdeki “antikapitalist parti”si arasındaki benzerlikler son derece açıktır. Onlar, Besancenot’nun önemli bir rol model olarak kabul ettiği Che Guevara’yı yüceltmekle işe başlıyorlar. O, geçtiğimiz yıl Che Guevara üzerine bir kitap bile yazdı. Diğer benzerlikler arasında, LCR’nin çeşitli küçük burjuva radikal akımlara eleştirisiz uyarlanması var. Besancenot’a göre, onun yeni partisi, “siyasi partilerin eski üyelerine, sendika hareketinden, feministlerden, liberalizm karşıtlarından, anarşistlerden, komünistlerden veya neo-liberalizm karşıtlarından aktivistlere” açık. O, bunlara ek olarak, Troçkizm ile her türlü tarihsel bağlantıyı reddediyor. Herhangi bir net programdan yoksun, böylesi ilkesiz ve eklektik bir parti, kolayca manipüle edilip egemen sınıfın çıkarlarının hizmetine sokulabilir.

Dolayısıyla, 1968’in dersleri, sadece bir tarihsel ilgi konusu değildir. O zaman, egemen sınıf, bir devrimci kriz döneminde, Stalinistlerin ve Pablocuların yardımıyla denetimini yeniden kurmayı ve egemenliğini istikrara kavuşturmayı başarabilmişti. İşçi sınıfı, bir kez daha aldatılmasına izin vermeyecektir.

Dipnotlar:

11. Alain Krivine, Daniel Bensaid, Maisi!: 1968–1988: Rebelles et repentis; Montreuil, 1988

12. Age. syf. 39–40

13. Lev Troçki, The Transitional Program [Geçiş Programı], Labour Publications; New York, 1981, syf. 24

14. Pierre Frank, “Mai 68: première phase de la révolution socialiste française”

15. Lev Troçki, “Committees of Action—Not People’s Front,” [“Halk Cephesi Değil; Eylem Komiteleri”] 26 Kasım 1935, Whither France? [Fransa Nereye?’nin içinde]

16. Jeunesse Communiste Révolutionnaire, Workers, Students[“İşçiler, Öğrenciler”], 21 Mayıs 1968

17. Lev Troçki, “What is a ‘Mass Paper’?” [“Bir ‘Kitle Gazetesi’ Nedir?”] “The Crisis of the French section (1935–36)” [“Fransa şubesinin krizi (1935-36)”] içinde; New York, 1977, syf. 98, 101

18. Lev Troçki, “Against False Passports in Politics” [“Politikada Sahte Pasaportlara Karşı”], age, syf. 115, 119

19. Age, syf. 119–120

20. Krivine, Bensaid, age, syf. 43

21. Alain Krivine, Ça te passera avec l’âge, Flammarion: 2006, syf. 103–104

22. Lev Troçki, “Class, Party and Leadership” [“Sınıf, Parti ve Önderlik”]

23. Edwy Plenel, Secrets de jeunesse, Editions Stock: 2001, syf. 21–22

Loading