“İşçilerin haklarını araması suç değildir”

AKP hükümeti havaalanı inşaatı işçilerine komplo kuruyor

İstanbul Sulh Ceza Mahkemesi, savcının, geçtiğimiz Cuma günü İstanbul’da bulunan yeni havaalanındaki ölümcül çalışma koşullarına karşı kitlesel protestolara katılan, aralarında sendika önderlerinin de bulunduğu 24 işçinin tutuklanması talebini onayladı. Mahkeme, geri kalan 19 kişinin adli kontrol şartıyla tahliye edilmesine karar verdi.

Bu 43 işçi, protestolar sırasında gözaltına alınan yüzlerce işçinin sadece küçük bir kısmıdır. İstanbul Valisi Vasip Şahin, çalışmayı reddetme ya da “diğerlerini kışkırtmaya çalışma” gerekçesiyle 401 kişinin gözaltına alındığını açıklamıştı. Şahin, onlardan 275’inin serbest bırakıldığını iddia ediyor, buna karşılık, sendikalar, çok daha fazla işçinin gözaltına alındığını belirtiyor.

24 kişi, “kamu malına zarar verme”, “polise mukavemet”, “toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet”, “iş ve çalışma hürriyetinin ihlali” gibi suçlamalarla karşı karşıyalar; bunlara başka suçlamalar da eklenebilir. Bu, gerçeğin bir karikatürüdür ve dolayısıyla, kindar ve acımasız bir düzmece yargılamanın başlangıcına zemin hazırlamaktadır.

Yetkililerin, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) Türkiye’deki ekonomik krizin bütün yükünü işçi sınıfının sırtına yükleme çabalarına yönelik tüm muhalefeti sindirip bastırmak için bu işçileri ibret olsun diye cezalandırmayı planladığına ilişkin bütün işaretler mevcuttur.

Hükümet yanlısı medya, protestocu işçileri “terörist” olarak bile tanımlamıştır. İnşaat-İş Sendikası’nın örgütlenme sekreteri Kadir Kurt, al-Monitor web sitesine, “Bize açıkça terörist dediler. Yasal bir protestonun yarattığı bu tepkiyi anlayamıyoruz. Bu işçiler, demokratik haklarını savundular.” diye konuştu.

Kurt, bu baskının “işçilerin tamamı yasal olan haklarını talep etmelerini engellemek için korku uyandırmayı amaçladığı”nı söyledi ve ekledi: “Bunun ihlal edilmesi kovuşturmaya tabi tutulmalıdır. Patronların işçilere insan gözüyle bakmıyor olması en büyük sorundur.”

Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, “Bu proje Türkiye'nin gurur projesidir ve durdurmaya, engellemeye kimsenin gücü yetmeyecektir. Milletimize söz verdiğimiz gibi 29 Ekim 2018 günü Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın teşrifleri ile hizmete açılacaktır.” açıklaması yapmıştı.

Karadeniz kıyısındaki 77 milyon metre karelik devasa bir eski orman ve arazi alanına inşa edilen yeni havaalanında geçtiğimiz Cuma günü binlerce işçinin katılımıyla gerçekleşen kitlesel protestolar, 17 işçinin yaralandığı bir işçi servisi kazasının ardından patlak vermişti. Kaza, işçilerin, temel güvenlik önlemlerinin olmaması ve dev havaalanının ilk aşamasını 29 Ekim’de açma baskısı nedeniyle bir “mezarlık” olarak tanımladığı şantiyedeki çok sayıda iş kazasının sonuncusuydu.

Yüzlerce işçi, “İşçiyiz, haklıyız, kazanacağız” sloganı attı. İşçileri destekleyen sosyal medya etiketi #KöleDeğiliz, Türkiye genelinde güçlü destek gördü.

Polis ve jandarma, iş bırakan işçilerin protestolarını kırmak için askeri araçlar, göz yaşartıcı gaz ve tazyikli su kullandı. Cumartesi gece saatlerinde, polis, protestolarını sürdüreceklerini ilan eden yüzlerce işçiyi gözaltına almak üzere işçilerin şantiyedeki yatakhanelerine baskınlar düzenledi.

Bir sonraki gün, polis varlığı büyük ölçüde arttırılmıştı. Bir işçi, Deutsche Welle’ye şunları söyledi: “Şu an içerisi OHAL (olağanüstü hal) gibi, her yer panzer.” Ardından, gözaltına alınan işçilerin serbest bırakılmasını talep eden 20 işçi daha gözaltına alındı.

İşçiler, kışla koşullarında çalıştıklarını söylüyorlar. Onlar, polis-jandarma copu altında otobüslere bindiriliyor ve yüzlerce sivil polisin arasında çalışıyorlar. Bir işçinin İnşaat-İş Sendikası’na söylediği gibi: “Fotoğraf çekerken gerçekten çok zorlanıyoruz. Bir de artık telefonlarımıza da bakıyorlar.”

Bir başka işçi ise şunları söylüyordu: “Sanki bir firavun için piramit yapıyoruz. Bu piramidi yaparken hayatını kaybeden insanlar hiçe sayılıyor, ne yazık ki dışarıdaki halkın bile burada olup bitenlerden yeterince haberi yok. Bu algı değişmeli. İnsanlar bunu kabullenmiş durumda, bu bir hastalık olmuş aşılanmış durumda. Ne olursa olsun insanlar hakkını aramamın suç olmadığını ve buradaki işçilerin yaptığı tek şeyin haklarını aramak olduğunu anlamalı.”

Havaalanı inşaatı işçileri, ücretlerinin ödenmesini, işten çıkarılmamalarını, daha fazla işçi servisini ve daha iyi yaşam koşullarını içeren, inşaat alanı yakınındaki konteyner barınaklardaki berbat koşulları anlatan bir talepler listesi yayınlamışlardı. 15.000 dolayında işçi, pire ve tahtakurusu dolu olan, toplanmamış çöplerin ve duvarlarda ve tavanlarda çatlakların bulunduğu bu yatakhanelerde uyuyor.

İşçilerin başlıca taleplerinden biri, iş güvenliği koşullarının iyileştirilmesiydi. Geçtiğimiz Şubat ayında, muhalif Cumhuriyet gazetesi, inşaatın 2015 yılında başlamasından beri iş kazalarından sadece 27 işçinin öldüğünü iddia eden hükümetin, 36.000 işçinin çalıştığı havaalanı inşaatında 400 kadar ölümü gizlediğini yazmış ve ölümlerin nedeninin araştırılması çağrısı yapmıştı.

İnşaat-İş Sendikası avukatı Kazım Bayraktar, kendilerine izin verilmediği için, sendika üyelerinin güvenlik önlemlerini kontrol etmesinin olanaksız olduğunu söyledi. Bayraktar, Deutsche Welle’ye, “Şantiyeye girmek kışlaya girmekten daha zor” diye konuştu. O, ayrıca, ölen işçilerin aileleriyle bağlantı kurmakta da zorlandıklarını söyledi. Çünkü “Ölen işçilerin aileleri tehdit ediliyor. Ailelere ulaşmakta biz bile zorluk çekiyoruz. Olayların yargıya intikal etmesi de engelleniyor.”

İşçiler, Cumhuriyet gazetesine, işverenlerin, hedeflenen açılış tarihindeki birkaç ertelemenin ardından, üretkenliği arttırmaları için baskı yaptığını söylemişlerdi. İşçiler, birçok ölümün bildirilmemiş kaldığını söylediler. Çünkü hükümet, çoğu İstanbul’dan uzaktaki yoksul köylerde yaşayan kurbanların ailelerine, 400.000 bin lira civarında “sus parası” ödüyordu.

Avrupa’nın en büyük kentindeki yeni havaalanı, bunun dünyadaki en büyük havaalanı olacağını uman Devlet Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın vitrin projelerinden biri. İstanbul’daki 3. Havaalanı, burayı 25 yıl işletmek için hükümete yaklaşık 26 milyar dolar ödeyecek olan beş Türk şirketinden oluşan bir konsorsiyum (İGA) tarafından inşa ediliyor.

AKP hükümetinin geçtiğimiz 15 yılda giriştiği bu ve benzeri dev altyapı projeleri, Türkiye ekonomisinin son on yıldaki büyümesinin temelini oluşturmuştu. Ancak şirketlerin tahminen 250 milyar dolarlık banka kredileri ve Hazine garantileri, Türkiye’nin kötüleşen dış borçluluk durumunda ve mali ve para birimi krizinde önemli bir rol oynuyor. Bunlara, Ankara’nın Washington ile kötüleşen ilişkileri eşlik ediyor. ABD, Türkiye’nin papaz Andrew Brunson’u serbest bırakmayı reddetmesine misilleme olarak geçtiğimiz ay çeliğe ve alüminyuma uygulanan gümrük vergilerini ikiye katlamıştı.

Türk Lirası, bu yıl, ABD doları karşısında yüzde 60 değer kaybetti ve zaten yüzde 18 seviyesinde olan enflasyonu ve Ağustos ayında yüzde 15 civarında olması beklenen işsizlik oranını yeni doruklara çıkardı. Bu durum, Erdoğan’ı, bazı büyük projelerini ekonomiyi desteklemek için ertelemeye zorladı.

Türkiye Merkez Bankası, faiz oranlarını, uzun süredir faiz artışlarına karşı çıkan Erdoğan’a rağmen, yüzde 6,25 arttırarak yüzde 24’e çıkardı (Erdoğan’ın 2003’te başbakan olmasından beri en yüksek oran). Bu, özellikle inşaat sektöründeki birçok şirketi iflasa ve borç yükünün altında bulunan çoğu hanehalkını kırılma noktasına itecek.

Erdoğan, ayrıca, ülkenin sorunlu para birimini desteklemek için yeni bir adımla, mülk anlaşmalarının yabancı para birimlerine endekslenmesini yasaklayarak Türk lirasıyla yapılmasını ve mevcut sözleşmelerin 30 gün içinde dönüştürülmesini gerektiren bir kararname yayınladı.

Bu koşullar altında, Erdoğan ve çevresindeki egemen klik, hızla kitlesel sınıf mücadelelerine dönüşebilecek olan her türlü muhalefeti engellemeye kararlı.

Geçtiğimiz Temmuz ayında, hükümet, Temmuz 2016’daki başarısız darbenin ardından uygulamaya konan iki yıllık olağanüstü hali (OHAL), yerine polis devlet önlemlerini kalıcılaştıran yeni bir “terörle mücadele” yasasını geçirerek kaldırdı.

İki yıllık OHAL, 77.000’i resmen suçlanan ve hapiste yargılanmayı bekleyen 160.000 dolayında insanın gözaltına alınması, 150.000 civarında kamu görevlisinin görevine son verilmesi ve yaklaşık 200.000 pasaportun iptal edilmesi için kullanıldı.

Şimdi, Temmuz ayında kabul edilen ve üç yıl içinde süresi uzatılabilir olan yeni “terörle mücadele yasası”, yetkililerin şüphelileri gözaltına alma, asayiş uygulama ve toplantıları ve yürüyüşleri yasaklama yetkilerini kuvvetlendiriyor. Yasa, ayrıca, “terör örgütleri” ya da “milli güvenliğe tehdit olarak algılanan” başka örgütlerle bağlantıları olması durumunda, kamu görevlilerini işten çıkarma yetkisi veriyor. Bu ve yeni başkanlık sistemi, Erdoğan’a, muhalefeti bastırmak için kapsamlı yetkiler tanıyor.

Bu yasanın çıkmasından sadece bir ay sonra, yetkililer, İstanbul’da, gözaltındayken ya da paramiliter güçlerce “kaybedilen” kurbanlar için 700.’sü düzenlenen Cumartesi Anneleri’nin oturma eylemini yasakladı ve eylem polisin saldırısına uğradı.

AKP’nin ve aşırı sağcı Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) önderlerinin, bir diğer kaygı verici gelişmeyle, 2004’te Avrupa Birliği’ne katılma görüşmelerinin parçası olarak kaldırılan idam cezasını, “teröristler” ve kadın ve çocuk katilleri için geri getirme konusunda anlaştığı söyleniyor. Erdoğan, darbenin ardından, idam cezasını, AB’nin tavrına bakmaksızın, “tereddütsüz” onaylayacağını açıklamıştı.

Havaalanı inşaatı işçileri serbest bırakılmalıdır. Tutuklanmalarının ya da suçlanmalarının kesinlikle hiçbir temeli yoktur.

Türkiye’deki ve dünya genelindeki işçiler, onları savunmaya geçmelidir. İnşaat işçileri, kölece çalışma koşullarına karşı çıkarak, yalnızca Türkiye’deki değil ama tüm dünyadaki işçiler için mücadele ediyorlar. Onların savunusu, işçi sınıfının, küresel sermaye ile mücadele etmek için gerekli uluslararası birliğini oluşturmada çok önemli bir adımı temsil etmektedir.

Loading