Perspektif

Trump’ın Baltimore’a karşı ırkçı sözlerinin arkasındaki siyasi strateji

ABD Başkanı Donald Trump’ın Demokrat Kongre üyesi Elijah Cummings’e ve Baltimore kentine yönelik ırkçı sözleri, yeniden seçilme kampanyasını açıkça faşizan bir hareket kışkırtmaya dayandırma çabalarında hesaplı bir tırmanmaya işaret etmektedir.

Trump, Cumartesi günü, Twitter’da, Cummings’in seçim bölgesinin –Baltimore kentinin yarısını kapsamaktadır– “sıçanlar ve kemirgenler tarafından istila edilmiş bir pislik”, “iğrenç ve kirli bir yer” ve “soysuz bir pislik” olduğunu yazdı ve ekledi: “Hiçbir insan orada yaşamak istemez.”

Trump, Pazar günü, Twitter’da, Britanya’daki Sun gazetesinin faşizan köşe yazarı Katie Hopkins’in yaptığı ve Baltimore’dan bir “b.k çukuru” olarak söz eden açıklamayı yeniden paylaştı. Bu, Trump’ın, daha önce Afrika ülkelerini aynı hakaretle aşağılama yönündeki açıklamalarına yapılan bir göndermeydi. Hopkins, göçmenlere yönelik kirli saldırılarıyla biliniyor. Bunlar arasında, 2015’te yaptığı, “göçmenler hamam böcekleri gibiler” ve “hayatta kalmak için nükleer bomba geliştiriyorlar,” açıklaması da bulunuyor.

Trump’ın bu iğrenç konuşmaları, iki hafta önce Demokratik Parti’den Kongre üyesi dört kadına yönelik saldırılarının ardından geliyor. Trump, onlar hakkında, “geldikleri o suçla dolu yerlere geri dönmeliler,” diye yazmış ve hepsi ABD vatandaşı olan bu kongre üyeleri için, “Ülkemizden nefret ediyorlar” ve “terörizm”i destekliyorlar, demişti. Trump, Nisan 2018’de, Kaliforniya’daki “sığınak kentler”i, “rezalet, suçla dolu ve üremeye yönelik bir anlayış”ı teşvik etmekle suçlamıştı.

Trump sadece konuşmuyor. Onun bu son açıklamaları, yönetiminin göçmenlere yönelik saldırıyı yoğunlaştırdığı, ülke genelinde göçmenleri baskınlar yaparak toplamakla tehdit ettiği ve binlercesini ABD-Meksika sınırındaki toplama kamplarına hapsettiği sırada geliyor.

Sözcüklerin anlamları ve sonuçları vardır. Görevdeki bir başkanın bir Amerikan kentini ve yurttaşlarını böylesine açık bir şekilde ırkçı ifadelerle suçlamasının Amerika Birleşik Devletleri tarihinde bir benzeri bulunmamaktadır. Trump, ateşle oynuyor ve bunu biliyor. Başkan ve danışmanları, ırkçı açıklamalarının yalnızca aşırı sağcı destekleyicilerini cesaretlendirip bir araya getirmekle kalmayacağına inanıyorlar. Trump, aynı zamanda, bu açık provokasyonlarının, zaten istikrarsız durumda olan siyasi atmosferi büyük bir şiddet potansiyeli ile birlikte yoğunlaştıracağını ve “yasa ve düzen”i savunma adına diktatörlük yetkileri istemesine olanak sağlayacak koşullar yaratacağını hesaplıyor.

ABD başkanı, hafta sonunda, sosyalist ve “radikal sol” politikaya yönelik suçlamalarını da tırmandırdı. Trump, Pazar sabahı, Twitter’da şunları yazdı: “İnsanların (yalnızca savaşçı olmayanların) kafasına beyzbol sopasıyla vurarak ortalıkta dolaşan ANTIFA’nın [anti-faşistler], korkak Radikal Solcu Delilerin (MS-13 ve diğerleri ile birlikte) büyük bir Terör Örgütü ilan edilmesi düşünülüyor. Bu, polisin işini yapmasını kolaylaştırır!” Bu sözler, hükümetin solcu görüşlere suç muamelesi yapma yönünde doğrudan önlemler almaya hazırlandığı anlamına gelmektedir.

Provokasyonun boyutu dikkate alındığında, Demokratik Parti’nin tepkisi alışıldığı üzere korkaklık ve kaçınma bileşiminden ibarettir. Eski Özel Hukuk Müşaviri Robert Mueller’in geçtiğimiz hafta Kongre önünde verdiği ifade Demokratlar için bir bozgun anlamına gelse de, bu, onların, Amerikan politikasına “Rus müdahalesi” ve “yabancı müdahale” olduğu hakkındaki takıntılı ve yeni McCarthyci iddialarını yoğunlaştırmalarını engellemedi.

Demokratların bir Rus komplosunun söz konusu olduğuna ilişkin hikayesinin öncülü, Amerikan demokrasisine yönelik asıl tehdidin Beyaz Saray’dan değil ama Kremlin’den geldiğidir. Dahası, Demokratların Trump’a muhalefet etme numarası, başkanın ihtiyaç duyduğunda Demokratların desteğine güvenebildiği gerçeğiyle teşhir edilmektedir.

Siyaset kurumunun tüm hizipleri arasındaki uzlaşmanın boyutu, geçtiğimiz hafta, Trump yönetimi tarafından desteklenen ve 738 milyar dolarlık rekor askeri harcamayı kapsayan bir bütçe tasarısının Temsilciler Meclisi’nde ezici çoğunlukla kabul edilmesinde dışa vuruldu. Trump tarafından hedef alınan Kongre üyesi dört kadından biri olan, Amerika’nın Demokratik Sosyalistleri (DSA) üyesi Alexandria Ocasio-Cortez de, tasarı lehine oy verdi.

Bununla beraber, ABD politikasına “yabancı müdahale” olduğuna ilişkin, şimdiye kadar hiçbir ciddi kanıt sunulmamış olan kampanya, bir internet sansürü düzenini uygulamaya koymak ve ifade özgürlüğüne saldırmak için kullanılıyor. Demokratlar, WikiLeaks’in kurucusu Julian Assange’a karşı kampanyaya öncülük ederlerken, Assange aleyhine ifade vermeyi reddettiği için hala hapiste olan ifşaatçı Chelsea Manning’in yazgısı hakkında tam bir sessizlik tavrı sürdürüyorlar.

Demokratların ağır basan kaygısı, işçi sınıfının bağımsız bir hareketinin gelişmesini engellemektir. Trump yönetimine karşı var olan ve göreve başlamasının hemen ardından patlak veren protestolarda dışa vurulan kitlesel muhalefet, Demokratik Parti’nin sağcı, militarist gündeminin arkasına yönlendirilmiştir.

Demokratlar, bu çabanın bir parçası olarak, partilerinin içinde ve etrafında faaliyet yürüten üst orta sınıf örgütler ile birlikte, tüm siyasi sorunları, sınıfsal bölünmeyi değil ama ırk, toplumsal cinsiyet ve cinsel kimlik bölünmelerini abartacak şekilde sunmaya çalışıyorlar. Demokratlar, kendi ırksal ve kimlik politikalarının pervasızca teşvik edilmesi yoluyla (buna göre Trump, gerici beyaz işçilerin sözcüsüdür), Trump’a faşizan konuşmaları için siyasi çerçeve sağlamıştır.

Devlet aygıtı içindeki anlaşmazlıkta kimin “sol” ve kimin “sağ” olduğunu söylemek, siyasi olarak anlamsızdır. Tüm hizipler savaş, sansür, demokratik haklara saldırı ve sınıfı mücadelesinin bastırılmasını istiyor.

Trump yönetiminin görevine son verilmesi gerekiyor ama sorun bunun nasıl ve hangi yöntemlerle olacağıdır. Şimdiye dek Demokratların politikasının Trump’ı görevde tutmayı amaçladığı açıkça ortadadır. Trump’ı bir tür saray darbesi ile görevden alsalar bile, egemen sınıfın temel politikası değişmeden kalacaktır. Bunun doğrudan sonucu, Rusya’ya karşı savaş tehditlerinin yoğunlaştırılması olacaktır.

İşçi sınıfının önünde duran acil görev, iki kapitalist partinin siyasi deli gömleğinden kurtulmak ve bağımsız bir şekilde müdahalede bulunmaktır.

Trump yönetimine karşı mücadele, aşağıdan gelen bir kitle hareketi biçiminde gelişmelidir. Trump yönetiminin göçmenlere yönelik faşizan saldırılarına ve ırkçı konuşmalarına yönelik muhalefet, işçi sınıfının uluslararası ölçekte büyüyen mücadelelerini harekete geçiren büyük toplumsal sorunlar ile bağlantılandırılmalıdır. Bu, eşitsizliğe, işlere ve ücretlere yönelik saldırılara, sansüre ve savaşa karşı mücadele demektir.

Böyle bir perspektifin gerçekçi olmadığına ilişkin tüm iddialar, kitlesel protestoların Vali Ricardo Rosselló’yu istifaya zorladığı Porto Riko’daki gelişmeler eliyle çürütülmektedir. Bu, Fransa’daki sarı yelek hareketini, Hong Kong’da devam eden gösterileri ve Cezayir’deki kitlesel protestoları kapsayan ve giderek büyüyen bir toplumsal çalkantı dalgasının parçasıdır. Porto Riko’daki toplumsal patlama, düzen partilerinden ve sendikalardan bağımsız bir şekilde Rosselló’yu istifaya zorlamayı başarırken, Rosselló’nun arkasında bulunan Wall Street ile Washington’daki toplumsal ve siyasal güçler oldukları yerde duruyorlar.

Bununla birlikte, Porto Riko’daki olayların gösterdiği şey, kitlesel bir hareketin yalnızca mümkün olması değil; gelişme yolunun büyük olasılıkla bu olduğudur.

Hükümetlerin görevden alınması, siyaset kurumu içindeki manevralarla değil ama işçi sınıfının müdahalesiyle başarılacaktır. Bu, yeni mücadele örgütlerini gerekli kılıyor. Sosyalist Eşitlik Partisi, birbirinden ayrı tüm mücadeleleri kapitalist egemen seçkinlere karşı ortak bir saldırıda birleştirmek için, işyerlerinde ve mahallelerde, bütün siyasi partilerden ve sendikalardan bağımsız bir halk komiteleri ağının geliştirilmesi çağrısı yapıyor. Bunun, net bir şekilde kapitalizm ve emperyalizm karşıtı, sosyalist bir programa bağlanması gerekiyor.

Loading