Lübnan’da vergi zamlarını reddeden işçiler hükümetin istifasını talep ediyor

Hükümetin uluslararası bankaların taleplerinin tüm ağırlığını işçi sınıfının sırtına yükleme girişimleri üzerine geçtiğimiz haftadan beri devam eden kitlesel protestolar Lübnan’ı sarsıyor. 2005’ten bu yana meydana gelen bu en büyük gösterilerde, hükümetin istifa etmesi ve ülkedeki yaşamın her alanına yayılan yolsuzluğa son verilmesi talep ediliyor.

Lübnan seçim amaçları açısından resmen tanınan 18 mezhebe bölünmesiyle kasten oluşturulan kafa karışıklığına rağmen işçileri mensup oldukları dinin ötesinde birleştiren protestolar, hemen hemen her kente yayılmış durumda. Bu protestolar, tüm dünyada meydana gelen ve sınıfın etnik köken, milliyet ve din karşısında öncelik taşıdığını kanıtlayan sınıf mücadelesindeki daha geniş bir yükselişin parçasıdır.

Cumartesi günü, Londra’daki Lübnan büyükelçiliği dışında 1.300’den fazla kişinin katıldığı dayanışma protestoları gerçekleşti. Benzer protestolar, Los Angeles, San Francisco, Boston, Cleveland, Dearborn, Houston, Washington, D.C., New York, San Francisco, Kuzey Carolina, Illinois, Minnesota ve Florida gibi ABD kentlerinde de düzenlendi.

Geçtiğimiz hafta Perşembe günü, işçiler, Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta ve Başbakan Saad Hariri’nin Gelecek Hareketi’nin kalesi olan kuzeydeki liman kenti Trablusşam’da sokaklara döküldüler. Protestocular, hükümetin WhatsApp’a ve başka internetten yapılan telefon görüşmelerine ayda 6 dolar vergi getirme teklifini geri çekmesi talebiyle yolları bloke ettiler. Dünyadaki en pahalı telefon ücretlerinden birine sahip olan ülkede, teklif edilen vergi bardağı taşıran son damlaydı.

Bu yılki protestolar daha önce meydana gelenlerde olduğu gibi, halk öfkesi, yüzde 37’lik genç işsizliği, düşük ücretler, artan hayat pahalılığı ve dolar kıtlığı gibi uzun süredir devam eden güçlükler eliyle körükleniyor. Bunlara, hükümetin vergi zamları, kemer sıkma önlemleri, işlevsiz elektrik ve su hizmetleri ve Lübnan’ın siyasi ve ekonomik yaşamında yaygın görülen yolsuzluğa yönelik öfke eşlik ediyor. Dünya Bankası’na göre, nüfusun dörtte birinden fazlası yoksulluk sınırının altında yaşıyor.

Tüm bunlar, yalnızca, ülkenin zenginler için bir vergi cenneti biçimindeki konumundan yararlanan Lübnan mali seçkinlerini zenginleştirmeye hizmet ediyor. Halkın sadece yüzde 1’i Lübnan’ın servetinin yüzde 58’ine sahipken, en yoksul kesim yüzde 1’inden azına sahip durumda. 14 milyondan fazla Lübnanlı şu anda ülkesinin dışında yaşıyor. Bu, ülkenin mevcut 6 milyon nüfusunun iki katından fazlasına denk düşüyor.

Polis, protestoları bastırmak üzere topluca harekete geçirildi. Polisin, çoğunlukla barışçıl kalabalıkları dağıtmak için göz yaşartıcı gaz ve tazyikli su dahil büyük çaplı şiddete başvurması, protestocular ile polis arasında öfkeli çatışmalara yol açtı. İlk gün 60, ikinci gün ise 52 kişi yaralandı. Gösterilerin yakınında çıkan bir yangının dumanından dolayı iki Suriyeli işçi öldü. Çok sayıda insan gözaltına alınırken, büyük kısmı ertesi gün serbest bırakıldı.

Hükümetin sivil itaatsizliği bastırmak için güvenlik güçlerini ve teçhizatlarını kullanması, yaygın biçimde belirtildiği üzere, sadece birkaç gün önce ülke genelinde çıkan 100’den fazla orman yangınıyla başa çıkma acizliğiyle şiddetli bir çelişki oluşturuyordu. Hükümet, daha sonra, yangınları söndürmek üzere komşu ülkelerden yardım istemek zorunda kalmıştı. Hükümetin 13,9 milyon pounda mal olan kendi yangın söndürme helikopterleri ise, bakım eksikliği nedeniyle kullanılamaz haldeydi.

Protestoların ekonomisi uçurumun eşiğinde olan ülkeyi daha fazla istikrarsızlaştırabileceğinden korkan hükümet, kitlesel muhalefet karşısında hızla geri adım attı. Fakat bastırılmış öfkeyi ve kökleşmiş sıkıntıları yansıtan protestolar tırmanmaya devam etti.

Cuma günü, göstericiler, hükümet istifa edene kadar sokaklarda kalacaklarını söyleyerek, sadece Hariri’nin değil ama tüm hükümetin istifa etmesini talep etmeye başladılar. “Biz, devlete karşı birleşmiş tek bir halkız. Onun düşmesini istiyoruz” ve “Devrim, devrim!” sloganları atıldı.

Hükümet, gösteriler nedeniyle bütün okulların ve bankaların kapatılması talimatı verdi.

Hükümet makamları, başlıca siyasi hanedanlıklar, milyarderler ve Lübnan’daki mezheplerin önde gelen üyeleri arasında paylaşılmış durumda. 1990’da biten 15 yıllık iç savaşın sona ermesinden bu yana iktidarlarını sağlamlaştıran bu kesimler, yandaşçılıktan ve himayeden elde ettiklerinden vazgeçmeyi reddediyor.

Hem Trablusşam’daki hem de güneydeki Şii kenti Nebatiye’deki hükümet karşıtı gösterilerde protestocular, Lübnan parlamentosunun sözcüsü ve Hizbullah’a bağlı Emel Hareketi’nin önderi olan Nebih Berri’yi hırsızlıkla suçladılar ve posterlerini parçaladılar. Görgü tanıklarına göre, Cumartesi günü güneydeki liman kenti Tire’de, Berri’nin destekçileri, protestoculara saldırarak karşılık verdi.

Göstericiler, ağırlıklı olarak Şii bir bölge olan Bekaa Vadisi dahil olmak üzere ülke genelinde yolları kapattılar. Hariri’nin hükümeti, varlığını sürdürmek için Hizbullah’ın desteğine bağlı durumda. Protestocular, ayrıca, Hristiyan Devlet Başkanı Mişel Avn’ı ve onun damadı ve dışişleri bakanı olan Cibran Basil’i ülkenin her tarafa yayılmış yolsuzluğu nedeniyle hedef aldılar.

Cumartesi günü, Beyrut’un şehir merkezi bir savaş alanını andırıyordu. Sokaklar kırık camlarla, ters çevrilmiş çöp kutularıyla ve yakılmış lastiklerle doluydu. Bankalar ve birçok dükkan ve restoran kepenk kapatmıştı ve ana havaalanı göstericiler tarafından bloke edilmişti.

Hariri, inatçı koalisyonunun yeni vergileri içermeyen bütçe tekliflerini 72 saat içinde kabul etmemesi halinde istifa edeceğini söyledi. Hristiyan Lübnan Güçleri partisinden, aralarında çalışma bakanının, sosyal işler bakanının ve başbakan yardımcısının bulunduğu dört bakan Cumartesi günü istifa etti.

Ertesi gün, hükümette kalan hizipler, herhangi bir ek vergi ya da ücret içermeyen nihai bütçeyi kabul etmiş olduklarını duyurdular. Hizbullah önderi Hasan Nasrallah, yeni bir hükümet kurmak ve krizi çözmek çok uzun bir zaman alabileceği için hükümette herhangi bir değişiklik yapılmasının, durumu yalnızca kötüleştireceği uyarısında bulunarak, hükümetin başlıca destekleyicisi olarak ortaya çıktı.

Fakat bunların hiçbiri Lübnan halkını etkilemeyi başaramadı. Pazartesi günü, bakanlar kurulu uzun süre sürüncemede kalan 2020 bütçesini kabul ederken, en büyük işçi sendikası bir genel grev çağrısı yaptı ve bankalar, işyerleri, okullar ve üniversiteler kapalı kaldı. Bütçe, görevdeki ve eski politikacıların maaşlarının ve yan gelirlerinin yarıya indirilmesini içeriyor ve merkez bankasının ve özel bankaların 2020 bütçesinde hedeflenen “sıfıra yakın borç” için 3,3 milyar katkı yapmasını gerektiriyor.

Protestocular ise bunun yeterli olmadığını söyleyip hükümetin istifasını talep ettiler.

Bu protestolar, Mayıs ayında kamu sektöründeki ücretleri, emeklilik maaşlarını ve sosyal hakları kesen bütçe teklifleri üzerine daha önce meydana gelen kitlesel protestoları takip ediyor. O dönem, Hariri’nin kırılgan hükümeti, devlet harcamalarını ve bütçe açığını azaltma amacıyla bir kemer sıkma bütçesi oluşturmaya çalışmıştı.

Lübnan’ın 86 milyar dolarlık bir devlet borcu bulunuyor. GSYİH’nin yüzde 150’sine denk gelen bu rakam, dünyadaki en yüksek devlet borcu/GSYİH oranlarından biri. Borç, kısa süre önce, kredi derecelendirme kuruluşları tarafından çürük tahvil statüsüne düşürüldü. Lübnan’ın, geçtiğimiz yıl Paris’te düzenlenen CEDRE konferansında taahhüt edilen 11 milyar dolarlık krediyi alabilmesi için, ağır ekonomik ve mali koşulları yerine getirmesi gerekiyor.

2 Eylül’de, Hariri, bir ekonomik acil durum ilan etmiş ve işçi sınıfına yüklenecek vergi artışlarından ve kemer sıkma önlemlerinden oluşan “mali reformları” hızlandıracağını söylemişti. Bu reformlar arasında, memur alımının durdurulması, zarar eden kamu işletmelerinin kapatılması ve geriye kalan birkaç kamu hizmetinin sonlandırılması, ülkenin zar zor işleyen elektrik sektörüne yönelik 2 milyar dolar değerindeki devlet yardımlarının kesilmesini ve telekom dahil daha fazla özelleştirme vardı.

Geçtiğimiz ay, benzin istasyonları ve petrole dayanan ürünler ithal edip dağıtan şirketler, petrol istasyonlarında uzun araç kuyruklarına yol açacak şekilde faaliyetlerini durdurdular. Bu, Lübnan bankalarının, mali kurumların para rezervlerini sıkıca korumak amacıyla, aralarında benzin ithalatçılarının ve dağıtıcılarının da olduğu müşterilerine, buğday üreticilerine ve telekom firmalarına dolar tedarik etmeyi reddetmesinin ve şirketleri döviz bürolarından daha yüksek oranla dolar almak zorunda bırakmasının ardından gerçekleşti.

Dolar kıtlığı, merkez bankasının döviz rezervlerindeki düşüşün, Lübnan diasporasından gelen dövizlerin azalmasının, Körfez başta olmak üzere yabancı yatırımların gerilemesinin ve ithalat ihracatı fazlasıyla geçtiği için ödemeler dengesinde yaşanan yükselişin sonucu.

Bunlara ek olarak, ülkenin ekonomisi, Suriye’de ABD’nin yönlendirdiği rejim değişikliği savaşından da oldukça kötü etkilenmiş durumda. I. Dünya Savaşı’ndan sonra bölgenin Britanya ve Fransa tarafından paylaşılmasına kadar Suriye’nin parçası olan Lübnan, bu ülkeyle tarihsel olarak yakın ailevi, toplumsal ve ekonomik ilişkilere sahip. Bu durum, Lübnan’ı, emperyalist güçler ile rakip bölgesel devletler arasında bölgedeki nüfuz mücadelesinin vekil savaş alanına dönüştürdü. Bundan dolayı, Lübnan’daki hiçbir siyasi olay salt bir iç mesele olarak anlaşılamaz.

Bu olaylar, bütün eski sömürge ülkelerde olduğu gibi, büyük emperyalist ve bölgesel güçlere bağımlı olan Lübnan burjuvazisinin, işçilerin tümüyle meşru ekonomik güvence özlemlerini karşılamaktan aciz olduğunu yeniden doğrulamaktadır.

Tek ilerici çözüm, işçilerin siyaset kurumunu alaşağı etmesi, ülkeyi yöneten milyarderleri mülksüzleştirmesi ve ekonominin en önemli sektörlerini kamu işletmelerine dönüştürmesidir. Lübnan’daki protestolar, temel hedeflerine, yalnızca, işçi sınıfının bölgedeki sınıf kardeşleriyle birlikte kapitalizme ve emperyalizme karşı ve sosyalizm uğruna daha geniş bir devrimci mücadelede seferber olmasıyla ulaşabilir.

Loading