Hamburg senatosu, öğrencilerin Nazi protestosuna karşı polisi görevlendirdi

Hamburg’daki yüzlerce öğrenci, geçtiğimiz iki haftadır, aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif’in (AfD) kurucusu Bernd Lucke’nin üniversitelerine geri dönmesini protesto ediyor. Buna rağmen, Sosyal Demokrat (SPD)-Yeşiller Partisi kontrolündeki Hamburg Senatosu (eyaletin yürütme organı), öğrencilerin direnişine karşı polis şiddetine başvurarak, bu aşırı sağcı profesörün geçtiğimiz Çarşamba günü bir konferans düzenlemesini zor yoluyla sağladı.

Miğferler, coplar ve tabancalar ile donanmış düzinelerce polis koruma kordonu oluşturdu ve protestocu öğrencilere karşı Lucke’ye kalkan oldu. Konferansa katılmak isteyenler, özel bir güvenlik birimine kimliklerini göstermeye zorlandılar.

Hamburg’daki olaylar, Almanya’daki tehlikeli gelişmelere ışık tutmaktadır. Faşizan doktrinler, aşırı sağcı profesörler tarafından beyinlerinin yakınmasını kabul etmeyen öğrencilerin direnişine karşı polis şiddetine başvurularak dayatılıyor.

Hamburg Üniversitesi’ndeki 40.000’i aşkın öğrenciyi temsil eden Hamburg Asta (öğrenci birliği) yaptığı protesto çağrısında, “bugünkü toplumsal karışıklığın ortak sorumluluğunu taşıyan birinin bilimsel uğraşlarına öylece geri dönebilmesi”nin “akıl almaz” olduğunu belirtiyordu.

Öğrencilere yönelik polis operasyonu öncesinde, siyaset ve medya alanında, devletin en üst kademelerine ulaşan saldırgan bir kampanya yürütülmüştü. Profesörün ilk konferansını vermek istediği 16 Ekim’de, yüzlerce öğrenci ana binanın önünde gösteri yaptı. Bazı öğrenciler konferans salonunda “Manevi kundakçılara yer yok” yazılı bir pankart açtılar ve ıslıklarla ve “Lucke dışarı” sloganlarıyla konferansın gerçekleşmesini engellediler.

Egemen seçkinlerin temsilcileri küplere bindi. Yeşiller üyesi, Hamburg Bilim Senatörü (eyalet bakanı) Katharina Fegebank, protestoyu, “en saf haliyle haksızlık” olarak niteledi ve öğrencilerden “görüş birliğini varmaya çalışmalarını”, yani Lucke ile anlaşmaya varmalarını talep etti.

Bundestag (federal meclis), konu üzerine bir oturum düzenledi ve partiler birbiri ardına bu aşırı sağcı profesörün muhaliflerini kınadılar. Wolfgang Kubicki (Hür Demokrat Parti, FDP), protestocuları, Lucke’nin insanlık onuruna saygısızlık etmekle ve yasayı çiğnemekle suçladı. Elisabeth Winkelmeier-Becker (Hristiyan Demokrat Birlik, CDU), konferansların kesilmesini, “fikir terörizmi” olarak niteledi. Federal Eğitim Bakanı Anja Karliczek (CDU), siyasi tartışmanın kısıtlanmaması gerektiği uyarısında bulundu. Sol Parti milletvekili Friedrich Straetmann, “öğrencilerin eylemlerine yönelik haklı eleştiri”den söz etti ve Lucke’nin seminerinin sonraki gün gerçekleşebilecek olmasını memnuniyetle karşıladı.

Federal Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier de (Sosyal Demokrat Parti, SPD), sözüm ona “rahatsız bir politikacıya” karşı öğrenci protestosunu “kabul edilemez” olarak kınamayı cumhurbaşkanlık görevi olarak görüyordu. Steinmeier, öğrencileri, “konuşmaları saldırganca engellemek” yerine bu aşırı sağcı ideoloğa “kulak vermeye” çağırdı. Bundestag Başkanı Wolfgang Schäuble (CDU) da aynı tavrı aldı. Schäuble, Bild gazetesinde, “Kendinden menkul bir demokratik ana akım neyin tartışılıp tartışılamayacağına karar verince, konuşma özgürlüğü, siyasi doğruluğa atıfla kısıtlanıyor,” diye gürledi.

Bu, aşırı sağcıların, ülkenin önde gelen politikacılarının sözcükleriyle yapılan ve iyi bilinen propagandasıdır. Gerçekte ise, öğrencilere karşı ifade özgürlüğüne saldıran, “tartışmayı kısıtlayan” ve “fikir terörizmine başvuran” onlardır. II. Dünya Savaşı’nın başlangıcından 80 yıl sonra, egemen sınıf orduyu yeniden silahlandırır, uluslararası hukuku ihlal eden savaşlara katılır, sığınmacılara yönelik toplu sınır dışı etme işlemleri gerçekleştirir, devlet aygıtı içindeki aşırı sağcı ağları korur ve AfD biçiminde bir aşırı sağcı partiyi güçlendirirken, bu gelişmelere karşı çıkan herkesin sindirilip susturulması gerekmektedir.

Devlete karşı koruyucu bir hakkı temsil eden düşünce özgürlüğü, Orwellvari bir anlamda tersine dönüştürülüyor ve Hamburg Üniversitesi rektörlüğünün Lucke konusunda formüle ettiği haliyle, devlet memurlarının “resmi görevlerini yerine getirmesi” olarak yeniden yorumlanıyor. Alman egemen sınıfının sağcı otoriter gelenekleri doğrultusunda, devletin dayattığı aşırı sağcılık “düşünce özgürlüğü” olarak savunulurken, aşırı sağa karşı kendilerini savunan muhalif öğrenciler polis şiddetiyle bastırılıyor.

Öğrencilere karşı kampanyanın gidişatını belirleyen AfD, neyin söz konusu olduğunu açıkça ifade etmektedir. AfD’nin meclis grubunun önderi Alice Weidel, “Aşırı solcuları kınamak yetmez,” diye yazıyor ve şöyle devam ediyor: “Onlara bütün bu yıllar boyunca cesaret ve yüz verip, onları liberal demokrasiye yönelik bir tehdit haline getirenler hakkında da açıkça konuşulmalıdır. Aşırı solcu yapılar, ‘sağa karşı mücadele’ bahanesiyle, vergi ödeyenlerin parasıyla beslendiler ve siyasi olarak korundular.” Ona göre, bu alanda “kamçıyı eline alan ve çizgiyi belirleyenlerden” biri, Almanya’da aşırı sağ ve antisemitizm konusunda önde gelen bir uzman olan, Berlin’deki siyaset bilimci Hajo Funke idi.

Hamburg öğrencilerine karşı kampanyanın ne olduğu açıkça dile getirilmelidir. Bu, üniversiteleri, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları öncesinde olduğu gibi, aşırı sağcı ve militarist ideolojinin eğitim yuvalarına dönüştürmek ve buna yönelik her türlü muhalefete suç muamelesi yapıp bastırmak üzere AfD’ye ve onun neo-Nazi ideolojisine zemin hazırlama yönünde eşgüdümlü bir eylemdir.

Yine öğrencilere dayatılacak olan “seçenekler” çok iyi bilinmektedir. Lucke’nin kurucusu olduğu partinin mevcut genel başkanı Alexander Gauland, Hitler’in Wehrmacht’ını (ordu) yüceltmekte ve Hitler’i ve Nazileri sadece “bin yıllık başarılı Alman tarihindeki bir kuş boku” olarak adlandırmaktadır. AfD’nin Türingiya eyaleti başkanı olan ve Lucke’nin beş yıl önce ortak seçim partisi için kutladığı Björn Höcke, Berlin’deki Holokost anıtının yıkılması dahil olmak üzere “anma politikasında 180 derecelik bir dönüş” çağrısı yapan ve “büyük çaplı bir geriye göç projesi” ile “kültürel olarak yabancı” insanların Almanya’dan zorla sürülmesini talep eden açık bir faşisttir.

Öğrencilerin büyük çaplı protestosuna karşı bütün partiler ve medya tarafından saldırganca savunulan bir diğer önde gelen aşırı sağcı profesör, Berlin’deki “tarihçi” Jörg Baberowski’dir. Rol modeli Ernst Nolte’nin ölümünden sonra Baberowski, Alman tarihçileri arasındaki muhtemelen en bilindik Nazi savunucusudur. 2014’te Der Spiegel’e “Hitler psikopat değildi, kötü biri değildi. Masasında, Yahudilerin ortadan kaldırılması hakkında konuşulmasını istemiyordu,” diyen Baberowski, sığınmacılara karşı ajitasyon yapıyor ve “akademik” çalışmaları, Ulusal Sosyalizmin (Nazizim) ve Üçüncü Reich’ın suçlarının önemsizleştirilmesi ile damgalanıyor. Federal hükümet, Baberowski’yi de “düşünce özgürlüğü” adına savunmaktadır.

Söz konusu kampanya üniversitelerin çok ötesine uzanmaktadır. CDU/CSU ve SPD büyük koalisyonunun görevlendirdiği Anayasayı Koruma Bürosu’nun (gizli servis) güncel raporunda, Sosyalist Eşitlik Partisi (Sozialistische Gleichheitspartei, SGP), gizli servise göre “mevcut devlete ve sürekli olarak ‘kapitalizm’ denilerek kötülenen toplumsal düzene karşı, AB’ye, sözde milliyetçiliğe, emperyalizme ve militarizme karşı” sosyalist bir programı savunduğu için, art arda iki yıldır bir “gözetleme nesnesi” olarak listelenmektedir. Artık, geçtiğimiz Eylül ayında Chemnitz’te düzenlenen “Rock gegen Rechts” (Sağa karşı Rock) gibi kitlesel etkinlikler bile, istihbarat kurumları tarafından “aşırı solcu” olarak karalanmaktadır.

İçişleri Bakanlığı, SGP’nin gizli servisin raporuna dahil edilmesinden yasal olarak şikayetçi olmasına, Üçüncü Reich döneminde Naziler tarafından uygulanan totaliter hukuki görüşlere dayanan 56 sayfalık bir açıklamayla yanıt verdi. Belge, Willensstrafrecht (suç oluşturan niyetin cezalandırılması) doktrinini canlandırmaktadır. Bu, kapitalist devlete ve mevcut toplumsal düzene muhalefeti teşvik edebilecek düşünceleri suç haline getirmektedir. Bu yolla, bütün sol görüşler yasadışı hale getirilecektir. Federal hükümet, belgenin başında, “demokratik, eşitlikçi ve sosyalist bir toplum uğruna mücadele”nin “anayasanın temel değerlerine” aykırı olduğunu iddia etmektedir.

Neden Geri Döndüler” kitabı, bu gelişmelerin izini sürmekte ve onları ayrıntılı bir şekilde çözümlemektedir. Kitap, üniversitelerdeki sağa kayışın ve AfD’nin yükselişinin toplumsal eşitsizliğin artışı ve Almanya’nın militarizme dönüşü ile ayrılmaz biçimde bağlantılı olduğunu göstermektedir. Egemen sınıf, işçi sınıfının ve gençliğin devasa muhalefetini bastırmak için, otoriter ve faşist geleneklerine geri dönüyor.

Kitabın önsözünde şöyle yazmıştık: “AfD’nin; üyelerini yerinden edilmiş savaş gazilerinden, küçük burjuvazinin toplumsal olarak mahvolmuş üyelerinden ve umutsuz işsiz işçiler arasından toplayan Hitler’in SA'sı (fırtına birlikleri) gibi kitlesel bir destek tabanı ya da savaşa hazır birlikleri yok. AfD’nin gücü sadece siyasi partilerden, medyadan, hükümetten ve devlet aygıtından aldığı destekten kaynaklanıyor.”

Bu değerlendirme, Hamburg’daki olaylar eliyle doğrulanmıştır. Buna karşı mücadelede, tarihsel dersler ve gerekli sonuçlar çıkarılmalıdır: Günümüzde faşizme karşı mücadele, 1930’larda olduğu gibi, yine kapitalizme ve bütün burjuva partilere karşı bir mücadeledir. Bu mücadele, bu partilerden bağımsız ve onlara karşı bir şekilde yürütülmelidir ve işçi sınıfının sosyalist bir program temelinde bağımsız seferberliğini gerektirmektedir. Dördüncü Enternasyonal’in Almanya şubesi SGP ve onun gençlik örgütü Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Gençlik ve Öğrenciler (IYSSE), bunun için mücadele etmektedir.

Loading