Perspektif

Şirketlerin kurtarılmasına hayır! Mali kaynakları kapitalistlere değil emekçilere yönlendirin!

Yeni hafta başlarken ABD’deki koronavirüs vaka sayısı katlanarak artıyor. Salgının merkezi olan New York City, sağlık sisteminin çöküşü ve ölü sayısında trajik bir artış tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor. Hastalığa yakalanan insanların yerlerini saptamak için yaygın test yapılmadığı dikkate alındığında, New York, Kaliforniya ve Washington eyaletlerinde gelişmekte olan toplumsal felaketin önümüzdeki günler ve haftalarda hızla ülke geneline yayılacağı neredeyse kesindir.

Salgın yayıldıkça ekonomik etkisi ABD tarihinde benzeri olmayan boyutlara ulaşıyor. İnsanlara “evde kal” ve “sosyal mesafe koy” talimatı verilirken, ekonomi duruyor. Özellikle perakende ve hizmet sektöründeki küçük ve orta ölçekli işyerleri müşterisiz kaldı ve kapanmak zorunda kalıyor. Gerekli olmayan bütün üretimin durdurulması ihtiyacı, işsiz sayısının hızla 1930’ların Büyük Bunalım’ına eşit, hatta onu aşan seviyelere ulaşacağı anlamına gelmektedir.

İşçi sınıfının ve orta sınıfın geniş kesimleri, gelirlerini yitirme, sofraya yemek koyamama ve haftalık, aylık giderlerini karşılayamama tehlikesi altında. On milyonlarca insanın ya çok az birikiminin olduğu ya da hiç olmadığı, ayın sonunu zor getirdiği bir ülkede, salgın, virüs bulaşmayanlar için dahi bir toplumsal felakettir.

Tüm işçi sınıfı ve orta sınıf ailelerin ücret ve maaş kayıplarını tamamen karşılayacak bir acil durum kaynağı yaratılması, salgına yönelik ekonomik yanıtın acil ve koşulsuz önceliği olmalıdır. Ev kredisi ve kira ödemeleri, araç kredileri, tıbbi giderler, sigorta primleri, okul harçları ve öğrenci kredisi borçları sağlık krizi süresince askıya alınmalıdır.

Aynı zamanda, küçük ve orta ölçekli işyerleri, iflas etmemeleri ve sağlık koşulları izin verdiğinde yeniden açılabilmeleri için mali destek almalıdır.

Eğitim, kültür ve toplumsal faaliyetler açısından vazgeçilmez kurumların ayakta kalmasını sağlamak için de fon sağlanmalıdır.

İşçi sınıfının ihtiyaçlarına ve çıkarlarına öncelik veren bu program, Trump yönetimi, Kongre önderleri ve şirket yöneticileri arasında gizlice yapılan pazarlıklardan çıkan trilyonlarca dolarlık “mali teşvik” paketine taban tabana zıttır.

Sözde işçileri korumakla ilgili aldatıcı ve ikiyüzlü laflar edilse de, Washington’daki pazarlıkların tek amacı, süper zengin şirket-mali sektör oligarklarının servetini ve kârlarını korumaktır. Wall Street’in ve şirket yönetim kurullarının titanları, hükümetten, 2008-2009’dan kurtarma paketini bile geride bırakacak sınırsız meblağları kendi emirlerine sunmasını talep ediyorlar.

Bugüne kadar federal hükümet, salgınla bağlantılı olarak afet yardımına 10 milyar dolardan az harcadı. Hal böyleyken ABD Maliye Bakanlığı geçtiğimiz hafta yaklaşık 600 milyar dolarlık tahvil satın aldı. Bu, hükümetin, bankaları desteklemeye sağlık krizine ayırdığından 60 kat fazla harcama yaptığı anlamına geliyor.

Kongre, büyük bankaların elindeki finansal varlıkların değerini desteklemek için çoktan taahhüt edilmiş olan 2 trilyon doların üstüne, ek olarak 2 trilyon dolarlık bir kurtarma paketini daha tartışıyor.

Teklifin büyük kısmı, sigorta primi muafiyeti ve krediler biçiminde şirketlere yapılan çeşitli bağışlardan oluşuyor. Önlemler özellikle de havayolları gibi sektörleri destekliyor. Tasarının 50 milyar dolardan daha az bir kısmı, salgınla mücadeleyle ilişkili olağanüstü önlemlere gidiyor. Tek bir şirket, Boeing, tasarıda yer alan her bir halk sağlığı önleminden daha büyük bir kurtarma paketi talep ediyor.

Cumhuriyetçiler ve Demokratlar kurtarma paketinin ayrıntıları üzerine pazarlık ederken, şu konularda hemfikirler: 1) büyük şirketlere çok büyük miktarda para akıtılmalı; 2) yöneticilerin ve büyük yatırımcıların servetini sınırlayan veya tehdit eden hiçbir önlem alınamaz; 3) kapitalist kâr sistemi ve özel mülkiyet, el değmeden kalacak. Bankalar ve büyük şirketler egemen olmaya devam etmekle kalmayacak. Bu kurumlar, yöneticileri ve büyük hissedarları, krizden daha zengin ve çok daha güçlü olarak çıkacak.

New York Times, Pazar günü yayımlanan başyazıda şöyle yazıyordu: “Toplu işsizliği sınırlamanın ve yaşayabilir şirketleri zarardan korumanın tek pratik yolu, hükümetin özel sektöre para pompalamasıdır.”

Bu son kez 2008 çöküşüne yanıt olarak yapıldığında, sonuç, finansal varlık sahibi süper zenginler ve hali vakti yerinde olanlar için büyük bir mali vurgun oldu. Amerika’daki en zengin 300 kişinin serveti 2009’da 1,27 trilyon dolarken, 2019’da 2,96 trilyon dolara yükseldi.

Amazon CEO’su Jeff Bezos, 2009’da 6,8 milyar dolar net servete sahipken, bu servet 2018’de 160 milyar dolara çıktı. 2009’da 37 milyar dolar net serveti bulunan Warren Buffett, geçtiğimiz yıl bunu 90 milyar dolara çıkarmıştı. Facebook CEO’su Mark Zuckerberg’in serveti 2009’da 2 milyar dolarken, 2019’da 40 katına çıkarak 85 milyar dolara ulaşmıştı. Tesla CEO’su Elon Musk ise, Mayıs 2019’da 20 milyar dolar olan servetini bu yılın başına ikiye katlayarak 45 milyar dolara çıkardı.

2019’da, ABD’li şirketler, kendi hisse senetlerini geri satın almaya 798 milyar dolar harcadılar. Bu, 2008 mali krizinden önce harcanan rakamı bile geride bıraktı.

Hisse senedi geri alımları, şirket yöneticilerinin kendilerini zenginleştirmekte kullandıkları başlıca araçlardan biri oldu. Harvard Business Review’ın açıkladığı gibi:

“Ocak 2019’da S&P 500 Endeksi’nde bulunan ve 2009-2018 arasında halka arz edilen 465 şirket, bu on yılda hisse senedi geri satın alımlarına 4,3 trilyon dolar (net gelirin yüzde 52’si) ve kâr paylarına 3,3 trilyon dolar (net gelirin yüzde 39’u) harcadı. Sadece 2018 yılında, Cumhuriyetçilerin vergi indirimleri sayesinde vergi sonrası kâr bile rekor seviyelerdeyken, S&P 500 şirketlerinin hisse senedi geri satın alımları net gelirin yüzde 68’ine yükseldi; kâr payı ödemeleri de yüzde 41’i aldı.”

Peki, ABD’li şirketler neden bu büyük geri alımları yapıyor? Mükafatlarının büyük kısmı hisse senedi opsiyonlarından ve primlerinden gelen üst düzey şirket yöneticileri, şirketlerinin hisse senetlerini kendi çıkarları –ve halka açık hisselerin alım satımının zamanlaması ile uğraşanların çıkarları– doğrultusunda manipüle etmek için açık piyasa geri alımlarını kullanıyorlar. Geri satın alımlar, bu fırsatçı hisse senedi satıcılarını (yatırım bankacıları, serbest yatırım fonu idarecileri ve üst düzey şirket yöneticileri), çalışanlar ve hisse senedi sahibi olmayı sürdürenler zararına zenginleştiriyor.

Kapitalist finansal faaliyetlerin çirkin gerçekliği ve şirket varlıkları üzerinden yapılan yağmalama, ne zaman işçi sınıfının gereksinimlerinden söz edilse tekrarlanan “Hiç para yok!” yalanını çürütmektedir.

Sorun; para yokluğu değil, toplumun üretici güçlerinin kapitalist sınıf tarafından kontrol ediliyor olmasıdır.

Sosyalist Eşitlik Partisi, şirketlerin kurtarılmasını kesin olarak reddeder. Biz, yüz milyarlarca dolar değerinde varlıkları kontrol eden bankaların ve tekelci şirketlerin kamulaştırılmalarını ve demokratik denetim altına alınmalarını talep ediyoruz. Çoğu tasarruflarını emekliliğe yatırmış olan küçük ve orta boyutlu hisse senedi sahiplerinin yatırımları tamamen korunacaktır.

Geçtiğimiz on yılda kendilerini zenginleştirmek için bu şirketleri yağmalayan yöneticiler, yasal olarak tazminat ödeme mecbur tutulmalıdır.

2008 çöküşünde olduğu gibi bu kriz de kapitalist bireycilik efsanesini ortaya sermiş; bankaların ve şirketlerin devletten büyük bir destek almadan ayakta kalamayacağını açıkça ortaya koymuştur.

Sosyalist Eşitlik Partisi, bu talepleri ortaya koyarken, Trump yönetiminin ya da Demokratların şirket-mali sektör oligarşisinin çıkarlarını zedeleyecek herhangi bir önlem alacağına bir an bile inanmamaktadır.

Çünkü Sosyalist Eşitlik Partisi’nin ileri sürdüğü bu program, ancak işçi sınıfının sosyalist bir program temelinde üretimden gelen gücüyle siyasi seferberliğiyle gerçeğe dönüştürülebilir. Bu programın gerekli olduğunu kabul eden bütün işçiler SEP’e katılmalıdır.

Küresel salgın, işçi sınıfının önemli kesimleri içinde sosyalist bir duygu ve militanlık dalgasını tetikledi. Geçtiğimiz hafta meydana gelen fiili grevler otomotiv sektörünü durdurdu ve işçiler ülke genelinde tehlikeli koşullarda çalışmayı reddettiler. Bunlar ve dünya genelindeki diğer mücadeleler, krize yönelik sosyalist temelde bir çözümün nesnel temelini oluşturmaktadır. Bu çözüm, salgınla mücadele etmeye ve sağlık altyapısının genişletilmesi yoluyla insan yaşamını korumaya trilyonlarca dolar aktarılması demektir.

Eğer kapitalist sınıfın krizin ağırlığını işçi sınıfının sırtına yükleme çabalarına karşı çıkılmazsa, bunun bedeli milyonlarca insanın yaşamı olacaktır. İnsanlık, toplumun en temel işlevinin –insan yaşamının korunmasının– kapitalizmle uyumsuz hale geldiği bir noktaya ulaşmıştır.

Loading