Koronavirüs bulaşmasını engellemek ve hayatları kurtarmak için fabrika ve işyeri komiteleri kurun!

Koronavirüs pandemisi Ortadoğu’da, özellikle de Türkiye’de ve İran’da ağır bir bedel ödetmeye devam ediyor. Türkiye’de 165 binden fazla insan COVID-19 hastalığına yakalanırken, ölü sayısı 5.000’e yaklaşıyor. ABD’nin felç edici yaptırımları altında bulunan İran’da ise, her gün 3.000’i aşkın yeni vaka ve 80 dolayında ölüm ile yeni bir salgına tanık olunuyor. Suriye ve Yemen gibi ülkelerdeki kitleler, sağlık altyapıları onlarca yıllık emperyalist savaşlar eliyle fiilen yok edildiği için, hastaları tedavi edebilmek şöyle dursun, düzgün bir şekilde teşhis koyup hastaları denetlemek açısından bile yetersiz olan bir sağlık sistemiyle karşı karşıya bulunuyorlar.

Koronavirüs, dünya genelinde yaklaşık 380 bin insanı öldürmüş ve 6 milyondan fazla insana bulaşmış durumda. Bu resmi istatistikler, gerçek etkiyi olduğundan büyük ölçüde az göstermektedir. Doğu Avrupa, Güney Asya, Afrika ve Latin Amerika’da, özellikle de Brezilya’da, hastalık hızla yayılıyor. Rusya, 430 bini aşan vaka sayısıyla dünyada üçüncü sırada.

Koronavirüs ulusal sınır tanımıyor. Dünyanın diğer yerlerinde hastalığın yayılması, Türkiye’yi de kaçınılmaz olarak etkileyecek. İran’da önlemlerin gevşetilmesinin ardından ikinci bir salgının ortaya çıkması ciddi bir uyarıdır. ABD’deki Hastalık Kontrol Merkezleri Müdürü Robert Redfield, Financial Times’a, güney yarımküredeki hızlı yayılmanın, bu yıl daha sonra ABD’de muhtemelen yeni bir artış anlamına geleceğini söyledi. Bu durum, dünyanın diğer yerleri için de geçerlidir.

Redfield, ayrıca şunları belirtiyordu: “Güney yarımkürede grip gibi güneye gideceği yönündeki kaygıların” doğru çıktığına dair “kanıtlar gördük ve şu anda Brezilya’da ne olduğunu görüyorsunuz. Güney yarımküre tamamlanınca, [hastalığın] yeniden kuzeye yerleşeceği yönünde şüphelerim var.”

Bu uyarılar ve İran vb. ülkelerdeki durum, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin “salgın kontrol altında” iddiasının yalan olduğunu ortaya koymaktadır. Türkiye’de salgın kontrol altında değildir. Resmi açıklamalara göre, son haftalarda her gün 1000 dolayında yeni vaka tespit edilirken, ülkede 30 binden fazla aktif vaka bulunmaktadır. Çok sayıda bilim insanı, hükümetin önlemleri erkenden kaldırma politikasının sonucunda bir “ikinci dalga” öngörmektedir.

Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) Avrupa Bölge Direktörü Hans Kluge’un 28 Mayıs’ta yaptığı açıklamaya göre Türkiye, önceki 14 gün içinde doğrulanmış kümülatif vaka sayısında en fazla artış gösteren beş Avrupa ülkesinden biriydi.

Hastalığın bulaşmasında ani bir hızlanma meydana gelme tehlikesi, erkenden ve pervasızca “ekonominin yeniden açılması” ve “normalleşme” kampanyası eliyle arttırılmaktadır. Erdoğan hükümeti, “yeni normal” adı altında, zaten sınırlı olan önlemlerin bir kısmını Mayıs başından itibaren kaldırmaya başlamış ve 1 Haziran’dan sonra da neredeyse tüm önlemleri kaldırmıştır.

1 Haziran’da, bazı iller için geçerli olan şehirlerarası yolculuk yasağı sona erdirildi. İç uçuşlar, şehirlerarası otobüs ve tren seferleri başlarken, dış uçuşların bu ayın ikinci yarısından itibaren başlayacağı açıklandı. Yazın başlıca toplanma noktaları olan plajlar, parklar, bahçeler ve kamp alanlarının yanı sıra restoranlar, kafeler, kahvehaneler ve yüzme havuzları gibi yerler de açıldı. İşçilerin bir kısmı işe döndüğü için, bakımevleri ve kreşler geri açılıyor. Camilerde toplu ibadete de izin verildi.

Bu politika, düzen muhalefetinin ve sendikaların açık onayıyla uygulanmaktadır. Tüm düzen partileri ve medya, temel sosyal mesafe önlemlerinin görmezden gelindiği bir ortam yaratıyor.

Bu kampanyanın altında, önce Britanya hükümeti tarafından ilan edilen ama artık dünya genelinde uygulanan “sürü bağışıklığı” anlayışı yatmaktadır. Bu, pratikte, virüsün yayılmasını durdurma yönündeki tüm çabaların bırakılması demektir. Hastalığın en fazla yayıldığı ülkelerden biri olan İspanya’da bile nüfusun sadece yüzde 5’inde COVID-19 antikoru olduğu tespit edildi ve onların da ikinci bir bulaşmadan korunduğuna dair kesin bir şey yok. “Sürü bağışıklığı” anlayışı, doğru olsa bile, bunun en az 10 katından fazla sayıda insanın kurban edilmesini gerektirecektir. Egemen sınıf, hastalığın serbestçe yayılmasına izin vererek, binlerce insanın daha ölmesini kesinleştiriyor.

Bu kampanyanın itici gücü, şirketlerin kâr akışını eski haline getirme dürtüsüdür. İşe güvenli bir şekilde dönüşü sağlamak için bilime dayanan ve katı bir şekilde uygulanan dikkatli bir planın yokluğunda, bulaşma oranında büyük bir artış meydana gelecek ve bu da ciddi hastalıklar ve ölümlerle sonuçlanacaktır.

COVID-19, fabrikalarda, depolarda, ofis binalarında, alışveriş merkezlerinde ve çok sayıda insanın bir araya geldiği diğer yerlerde hızla yayılacaktır. İşçilerin işyerinde farkında olmadan hastalığa yakalanıp semptom göstermeden evlerine ve mahallelerine dönmesi ve hastalığı ailelerine, sevdiklerine ve dostlarına bulaştırması ciddi bir tehlike olarak durmaktadır. Türkiye’de izlenen bu habis ihmal politikasının sonucunda, halihazırda işçiler arasında doğrulanan COVID-19 vaka sayısı oranı, ülke ortalamasının üç katından fazladır. Bu politika, sadece Nisan ayında en az 103 işçinin hayatına mal olmuştur.

Hükümet hastalığa yakalananların bulunduğu yerler, meslekleri, yaşları ve cinsiyetleri gibi verileri açıklamayı reddederken, sağlık örgütleri, kişisel koruyucu donanım eksikliği nedeniyle binlerce sağlık emekçisinin hastalığa yakalandığını ve onlarcasının da hayatını kaybettiğini belirtiyor.

Otomotiv fabrikalarının açılmasından sadece günler sonra Ford fabrikasındaki işçiler arasında COVID-19 vakaları olduğunun ortaya çıkması, yaklaşan kaygı verici gelişmelerin bir işaretidir.

Dahası, Erdoğan hükümetinin COVID-19 karşısında kaderlerine terk ettiği yaklaşık 5 milyon sığınmacının karşı karşıya olduğu çaresiz durum, sığınmacılar arasında yıkıcı bir salgın tehlikesi yaratıyor. Bir araştırmaya göre, pandemi sırasında sığınmacıların yüzde 63’ü gıdaya ulaşmakta güçlük çekerken, sığınmacı işçiler arasındaki işsizlik oranı yüzde 18’den yüzde 88’e çıktı.

Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK) ile dayanışma içindeki Sosyalist Eşitlik Grubu (SEG), salgının yayılmaya devam ettiği koşullarda yürütülen bu pervasız işe geri dönüş politikasına ve gerekli olmayan işyerlerinin yeniden açılmasına karşı çıkar. Enfeksiyon, hastalık ve ölümlerin önlenmesi için, güvenli çalışma koşullarını denetleyip uygulayan yeni bir işyeri örgütlenmesi biçiminin yaratılması zorunludur.

Bu yüzden SEG, işçileri, bütün fabrikalarda, ofislerde ve işyerlerinde iş güvenliği-taban komiteleri kurmaya çağırır. Bizzat işçiler tarafından demokratik olarak denetlenen bu komiteler, işçilerin, ailelerinin ve daha geniş toplulukların sağlığını ve hayatlarını güvence altına almak için gereken önlemleri belirlemeli, bunları uygulatıp denetlemelidir.

Salgının ortasında “normalleşme” söz konusu olamaz! Pandemi, genel olarak üretim, dağıtım ve ekonomik faaliyet süreçlerinin tamamen yeniden yapılandırılmasının acil bir gereklilik olduğunu ortaya koymaktadır. Emekçilerin ve ailelerinin hayatları, şirketlerin kâr çıkarları ve milyarder oligarkların özel serveti uğruna kurban edilemez.

Erdoğan’ın, büyük burjuva partilerinin politikacılarının ve medyanın “ekonominin geri açılması” talebine karşılık şu soru sorulmalıdır: “Kimin ekonomisi?” TÜSİAD’ın, MÜSİAD’ın ve nüfusun en zengin yüzde 5’lik kesiminin ekonomisi mi? Yoksa toplumun tüm zenginliğini yaratan ancak –eğer bir işi varsa– ayın sonunu zor getiren işçi sınıfının ekonomisi mi?

Erdoğan hükümetinin pandemiye yanıtı

İşçilerin karşı karşıya olduğu tehlikeli durum, kasıtlı bir sınıf politikasının ürünüdür. Epidemiyoloji uzmanları, on yıllardır, bir küresel salgının sadece olası değil ama kaçınılmaz olduğu uyarısında bulunuyordu. Bu uyarılar görmezden gelindi. Viral ve bakteriyel araştırmalara yatırım yapmak ve kamu hastaneleri kurmak yerine, Türkiyeli kapitalistlerin ve uluslararası yatırımcıların talepleri doğrultusunda, kamusal sağlık altyapısının büyük kısmının içi boşaltıldı ve sağlık özelleştirildi.

Pandemi Ocak ve Şubat aylarında küresel ölçekte yayılmaya başlarken, Erdoğan hükümetinin ve Türk egemen sınıfının odak noktası, hayatları değil kârları korumak oldu. Hükümetin ilk tepkisi, tehlikeyi önemsiz gibi göstermeye çalışıp iş faaliyetlerini olduğu gibi tutmak oldu. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, “Ülkemiz süreç boyunca bu olasılığa hazırdı, yayılmayı önleyici tedbirler alınmıştır” iddiasında bulunurken, Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Hiçbir virüs bizim tedbirlerimizden güçlü değildir,” diyordu. Ama gerçekte hükümet, yaygın bir test, temas takibi ve izolasyon sistemini uygulamaya koymayarak kritik zamanı boşa harcadı ve bunun sonucunda binlerce insan hayatını kaybetti.

Türkiye hızla salgının Ortadoğu’daki merkezi haline gelirken, hükümet pandemi sırasında gerekli olmayan sektörleri hiçbir zaman durdurmadı ve önceliğinin üretimi, ihracatı ve kârlılığı korumak olduğunu açıkça ortaya koydu. Sadece kafeler, kahvehaneler, spor salonları, kuaförler ve eğlence mekanları gibi yerler kapatıldı. Otomotiv üreticileri ise, büyük ölçüde tedarik zincirlerinde oluşan sorunlar ve talepteki düşüş nedeniyle, Mart ayında ve Nisan başında fabrikaları kapatmak zorunda kaldılar. Amerika ve Avrupa’daki otomotiv işçilerinin fiili grevleri de tedarik sıkıntılarını yoğunlaştırmıştı.

Egemen sınıf açısından, Mart sonu itibarıyla en önemli adım çoktan atılmıştı: Erdoğan, büyük şirketler için 100 milyar liralık “Ekonomik İstikrar Kalkanı” paketini duyurdu. Sonradan 250 milyar liranın üzerine çıktığı açıklanan ve büyük sermaye temsilcileri tarafından memnuniyetle karşılanan bu paketlerin bedelinin, işçi sınıfının sömürüsünün arttırılarak karşılanması gerekiyor.

Türk burjuvazisi ve hükümet, başından itibaren, ülkedeki COVID-19 vakalarının hızla artmasına rağmen işçileri üretimi sürdürmeye zorlarken, aynı zamanda pandemiyi işçi sınıfına yönelik sosyal saldırıları yoğunlaştırmak için bir fırsat olarak kullandı. Nisan ayında çıkarılan bir yasayla, şirketlerin işçileri altı aya kadar günde sadece 39 lirayla ücretsiz izne çıkarmasına olanak sağlandı.

COVID-19 pandemisinin ortasında dünya genelinde işçi sınıfına karşı gerçekleştirilen sınıf savaşı saldırılarıyla uyumlu hareket eden hükümet, COVID-19’un meslek hastalığı veya iş kazası olarak değerlendirilemeyeceği yönünde karar aldırdı. Bununla, şirketlerin, COVID-19’a yakalanan işçilere ya da ailelerine tazminat ödemekten ve her türlü sorumluluktan kurtarılması amaçlanıyor. Pandemi sırasında MESS, işyerinde sosyal mesafenin korunması bahanesiyle işçilerin hareketlerini gözetlemek için bir elektronik pranga geliştirdi. MÜSİAD ise, herhangi bir salgın sırasında üretimin durmasını engellemek ve işçi sınıfının sömürüsüne devam etmek amacıyla “izole üretim üsleri” kurma projesini duyurdu.

Dahası, milyonlarca işçi üç kuruşla geçinmeye mahkum edildi ya da işten çıkarıldı. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın Mayıs sonunda açıkladığı verilere göre, o zamana kadar yaklaşık 3 milyon işçi kısa çalışma ödeneği olarak ortalamada sadece 1.590 lira alırken, 880 bin dolayında işçi de nakdi ücret desteği adı altında ortalamada yalnızca 500’er lira almıştı.

İşçilerin açlığa mahkum edilmesinin neden olduğu bu büyük toplumsal sıkıntı, giderek artan sayıda işçinin tehlikeli koşullarda çalışmaya zorlanması için kullanılıyor. Zenginlere milyarlar tahsis edilirken, milyonlarca işçi ya üç kuruşluk sosyal destek aldı ya da hiçbir şey alamadı.

Bu kampanyaya öncülük eden Erdoğan hükümeti, bu konuda tüm siyaset kurumunun desteğine sahiptir. Sözde muhalefet partilerinin bu “normalleşme” politikasına karşı hiçbir ciddi itirazı bulunmuyor ve ülkenin İstanbul, Ankara, İzmir gibi yönetiminde bulundukları en büyük şehirlerinde aynı politikayı uyguluyorlar. Aynı zamanda DİSK de dahil olmak üzere bütün sendika konfederasyonları, bu işçi düşmanı politikaların açık suç ortaklarıdır ve bu süreçte kapitalist sınıfın ve hükümetin araçları olarak ifşa olmuşlardır.

Koronavirüsün doğası

İki sınıfın çıkarları birbirine taban tabana zıttır. Kapitalist şirket sahiplerinin ve yöneticilerinin amacı, kârları arttırmak ve işçilerden en kısa sürede en büyük miktarda işi elde etmektir. İşçiler açısından mesele, sağlıklarını ve güvenliklerini koruyacak güvenli bir ortamın sağlanmasıdır.

İşçilerin hayatlarını korumak için önlemler talep etmek ve bunları uygulamak üzere iş güvenliği-taban komiteleri örgütlenmelidir. Bu önlemler, hastalığın doğasına ilişkin bilimsel bir kavrayışa dayanmalıdır.

Koronavirüs son derece bulaşıcıdır ve insanlar konuşur, nefes alır, öksürür ya da hapşırınca damlacık yoluyla yayılmaktadır. İnsanlar, virüs partiküllerinin ağızlarına, burunlarına veya gözlerine doğrudan bulaşması sonucunda ya da partiküllerin önceden düştüğü bir yüzeye dokunduktan sonra hastalığa yakalanıyorlar.

Bilim insanları, patojenin, aerosoller olarak bilinen havadaki küçük partiküllerde de bulunduğunu gösterdiler. Bunlar, havada daha uzun süre asılı kalabiliyor ve tavsiye edilen altı adımlık sosyal mesafeden çok daha fazla yol alabiliyorlar. Virüsün gidebildiği mesafe, kişinin ne kadar yüksek sesle konuştuğuna göre de değişiyor.

Binlerce işçinin montaj hatlarında yakın mesafe içinde çalıştığı büyük fabrikalar, hastalığın hızla yayılmasının merkezleri haline gelmeye özellikle uygundur. UCLA Fielding Halk Sağlığı Okulu’nda misafir doçent ve araştırmacı olan epidemiyoloji uzmanı Julia Heck, bu konuda Dünya Sosyalist Web Sitesi’ne şunları söyledi: “Fabrika gürültülü bir ortamdır ve insanlar birbirlerini duymak için bağırmak zorunda kalırlar; havadan birçok virüs bulaşabilir.”

Araştırmalar, enfekte olmuş bir kişinin herhangi bir semptom göstermeden iki ya da daha çok gün taşıyıcı olabileceğini gösteriyor. Bu yüzden, birçok işyerinde uygulanan günlük ateş ölçümü yapılması ve standardın altında yüz maskeleri dağıtılması gibi önlemler yetersizdir. Hasta kişi, ateşi yükselene kadar hastalığı fabrika geneline yayabilir.

Mart ayının başında Washington eyaletindeki bir koro provasına katılan 61 kişiden 52’sinde, el sıkışmamış ve yakın mesafede durmamış olmalarına rağmen COVID-19 teşhis edildi ve en az ikisi hayatını kaybetti. Mezbaha tesislerinde, 12 binden fazla işçiye bulaşan ve 50’den fazlasının ölümüne yol açan virüsün, çevrelenmiş bir alanda havadaki partikülleri çeken yüksek basınçlı klimalar aracılığıyla yayıldığından kuşku duyuluyor.

İşçilerin işyerlerine girip çıkarken ya da yemek ve duş aralarında bir araya geldiklerinde karşı karşıya oldukları tehlikenin dışında, montaj hatlarında, depolarda ya da mağazalarda çalışan işçiler aynı araçları kullanıp aynı ürünleri taşıyorlar. Virüs, yüzeylerde farklı sürelerde kalabiliyor: metal (beş gün), cam (beş güne kadar), plastik (2-3 gün), paslanmaz çelik (2-3 gün), karton (24 saat) ve alüminyum (2-8 saat).

İş güvenliği-taban komitelerinin görevleri

Peki, iş güvenliği-taban komitelerinin işlevi ne olacak?

Bu komiteler, şirket yönetimlerinin taleplerine ve kâr ilkesine karşı işçilerin güvenliğini temsil edecek ve bunun için mücadele edecekler. İzlenmesi ve uygulanması gereken ayrıntılı düzenlemeler ve standartlar hazırlayacaklar. Şartlar ihlal edildiğinde iş durdurulmalıdır.

Bu komitelerin ana hedefleri şunlar olmalıdır:

  1. Çalışma saatlerinin ve bant hızının denetlenmesi. Her fabrikada, işyerinde ve ofiste, güvenilir bilim insanlarından ve sağlık uzmanlarından oluşan bir heyetle birlikte çalışan iş güvenliği-taban komiteleri, çalışma koşullarını, üretim oranlarını ve çalışma saatlerini belirlemelidir. Çalışma saatleri ve bant hızları, yeterli şekilde dinlenmeye, sağlık kontrolüne ve düzenli yoğun temizliğe olanak sağlayacak şekilde düşürülmelidir.
  2. Kişisel koruyucu donanım (KKD) temin edilmesi. Her işçi, en kaliteli yüz maskeleri (duruma göre, N-95, N-100 veya P-100 vb.), eldivenler, yüz siperleri ve gerekli diğer KKD’ler ile düzgün bir şekilde donatılmalıdır. Bu donanımlar, en yüksek korumayı sağlamak için düzenli olarak değiştirilmelidir. Ayrıca işçiler KKD’nin takılıp çıkarılması konusunda eğitimden geçirilmelidir.
  3. Güvenli ve konforlu çalışma koşulları sağlanması. Mesele sadece koruyucu donanım miktarı değildir. Güvende olmak için, işçiler uzun süre koruyucu donanım giyebilmelidir. Bütün tesislerde yeterli klima ve havalandırma olmalı; bunlar virüsün yayılmasına katkı sağlamayacak şekilde düzenlenmelidir.
  4. Düzenli test yapılması. Bütün işçiler, düzenli olarak koronavirüs testine ulaşabilir olmalıdır. Çalışma programları, test ve temas takibine uygun biçimde düzenlenmelidir. Eğer bir işçinin testi pozitif çıkarsa, söz konusu işyeri yoğun bir temizlik için en az 48 saat kapatılmalıdır.
  5. Herkes için sağlık hizmeti ve güvenceli gelir talep edilmesi. Testi pozitif çıkan her işçi izole edilmeli ve kendisine acil tıbbi bakım ve tam maaş sağlanmalıdır. Hastalanan işçilerle teması bulunan bütün işçiler de karantinaya alınıp düzenli testten geçirilmeli; onlara da tam maaş ödenmelidir. Ek olarak, aile üyeleri semptom gösteren işçilere de test yapılmalı ve bu işçiler bir tıp uzmanının denetiminden geçene kadar izole edilmeli ve herhangi bir ücret kaybı yaşamamalıdır.
  6. Bilgi paylaşımının sağlanması. İşçiler, kendi güvenliklerini korumak için, hastalığa yakalanan işçiler hakkında tüm bilgilere erişebilmelidir ki gerekli önlemler alınabilsin. Buna, gerektiğinde üretimin durdurulması da dahildir.
  7. İş güvencesi sağlanması. Tehlikeli çalışma koşullarına dikkat çeken veya çalışmayı reddeden hiçbir işçi kurban edilemez. Tehlikeli koşullara karşı konuştuğu için işten çıkarılan işçiler hiçbir kayba uğramadan işe geri alınmalıdır.

Bu programın uygulanmasının maliyeti ne olacak? Bunun bedelini kim ödeyecek?

Kendi güvenliğini sağlamasının bedeli işçi sınıfına ödetilemez. Güvenli çalışma koşulları, bütün işçilere sağlık hizmeti ve tam ücret sağlamak için ödenmesi gereken bedeli, şirketler ve kapitalist egemen seçkinler üstlenmelidir.

Güvenli bir çalışma ortamının korunması, her işyerinde sağlık uzmanlarına aktif biçimde danışılarak, ancak bilimsel ve akılcı bir plan yoluyla ulaşılabilecek son derece karmaşık bir görevdir.

İşçilerin güvenliğinin sağlanması konusunda şirket yönetimlerine hiçbir şekilde güvenilemez. İşçiler sendikalara da güvenemezler. İşçilerin sadece küçük bir azınlığı sendikalıdır ve var olan sendikalar şirket yönetimlerinin uzantılarından başka bir şey değildir. Sendikalar, işe geri dönülmesini destekliyor ve bunun işçilere dayatılması konusunda şirketlerle işbirliği yapıyorlar.

Bu nedenle, işçilerin kendi örgütlerine ihtiyaçları var. Her fabrikada, işyerinde ve ofiste, işçiler örgütlenmeli ve kendilerini temsil edecek olan güvenilir ve saygı duyulan işçileri seçmeliler. Kendi sektörlerindeki ve diğer sektörlerdeki işçilere ulaşmak, faaliyetlerini koordine etmek ve bilgi paylaşmak için sosyal medya dahil her aracı kullanmalılar.

Bu komitelerin kritik bir görevi de, işçilerin uluslararası ölçekte örgütlenmesidir. Her ülkede, hemşirelerin, mezbaha, ulaşım ve otomotiv işçilerinin ve diğer sektörlerden işçilerin güvenli çalışma koşulları talebiyle düzenlediği grev ve eylemlerin sayısı giderek artıyor.

Sosyalizm uğruna mücadele

Toplumun kaynaklarının pandemiye karşı seferber edilmesi, bilimsel planlama gerektirmektedir. Bu ise her adımda özel kâr ve servet arayışı ile çatışma içine girmektedir.

SEG, pandemiye karşı mücadelenin, işçilerin egemen sınıfa –şirket ve finans oligarşisine– ve onun ekonomik ve siyasi yaşam üzerindeki diktatörlüğüne karşı mücadelesine ayrılmaz biçimde bağlı olduğunu savunur. Dolayısıyla bu, kapitalizme karşı sosyalizm; yani toplumun özel kâr değil toplumsal ihtiyaçlar temelinde yeniden yapılandırılması mücadelesidir.

Bu, doğası gereği küresel bir mücadeledir. Pandemi bir dünya sorunudur ve ona karşı ancak işçilerin ve kendilerini insan yaşamını savunmaya adamış herkesin uluslararası işbirliği yoluyla mücadele edilebilir. İşçiler, pandemiyle mücadelede, kendilerini ırksal, etnik ve ulusal temelde bölme yönündeki tüm girişimleri reddetmeliler.

Pandemi, insanlığın ilerlemesinin ve insan türünün hayatta kalmasının önünde bir engel olan kapitalist sistemin gerçekliğini ve iflasını gözler önüne sermiştir. Egemen sınıfın pandemiye yanıtı, devasa bir toplumsal muhalefete ve direnişe neden olacaktır.

İşçi sınıfı içinde sosyalist bir önderliğin inşa edilmesi gerekiyor! Türkiye’deki Sosyalist Eşitlik Grubu; bir uluslararası hareketin, Dünya Sosyalist Web Sitesi’ni yayımlayan Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin parçası olarak bu önderliği inşa etme mücadelesi veriyor.

Sosyalist Eşitlik Grubu ve Dünya Sosyalist Web Sitesi, iş güvenliği-taban komiteleri kurmak isteyen işçilere elinden gelen tüm yardımı sağlayacaktır. Bütün işçileri, Uluslararası Komite’nin programını incelemeye ve bize katılma kararı almaya çağırıyoruz.

Bizimle bağlantıya geçin; pandemi ve işçi sınıfı mücadeleleri ile ilgili gelişmeleri WSWS’den takip edin. Ayrıca işçileri işyerlerindeki koşullar hakkında bize yazmaya çağırıyoruz.

Loading