İstanbul depremi yüz binlerce kişinin ölümüne yol açabilir

Deprem konusunda Türkiye’nin en saygın bilim insanlarından olan Prof. Dr. Naci Görür, 29 Haziran’da Cumhuriyet gazetesine verdiği röportajda, İstanbul’da beklenen ve yüz binlerce insanın ölümüne yol açabilecek en az 7.2 büyüklüğünde bir depreme karşı hiçbir hazırlık yapılmadığı uyarısında bulundu. Dünya genelinde deprem uzmanları, önümüzdeki on yıl içinde İstanbul’da en az 7 büyüklüğünde bir depremin olmasının muhtemel olduğunu düşünüyorlar.

Görür, “Minimum 7.2 şiddetinde bir deprem olursa İstanbul nasıl bir hal alır?” sorusuna verdiği yanıtta, Cumhuriyet Halk Partili (CHP) Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yayınladığı raporu eleştirerek şunları söyledi: “Endişemiz o işte. Mesela İBB’nin yayınladığı deprem raporu var. Ben olsaydım yayınlamazdım… Çok iyimser arkadaşlarımız tarafından yapılmış olmalı.”

Söz konusu İBB raporu, İstanbul’daki olası bir büyük depremde 14 bin kişinin öleceğini iddia ediyordu.

Görür, bunun açıkça doğru olmadığını söyleyerek, İstanbul’daki milyonlarca emekçinin karşı karşıya olduğu tehlikeli durumu şöyle açıklıyordu: “Basit bir hesap: 1 milyon 600 bin bina var. İstanbul’da bütün ölümlü vakaları gel yüzde 1’e indirelim. Yüzde 99’unda insanların burnu kanamasın. 16 bin bina yapar. Her bina 4 katlı olsun, 64 bin kat demektir. Her kata iki daire koy 128 bin daire… Her daireye 4 kişi koy, 400 binleri geçiyor mu?”

Hem İstanbul hem de Türkiye genelindeki deprem riskleri karşısında mevcut ve daha önceki hükümetlerin ve yerel yönetimlerin açık ihmalini suçlayan Görür, “Depremle ilgili önlem alınmayışının tek sorumlusu bu hükümet değil, bundan öncekiler de öyleydi. O yüzden ‘hükümetler’ ifadesini kullanıyorum,” diye belirtti.

Görür, deprem riski karşısında gerekli önlemler alınmazken hükümetin Kanal İstanbul, İstanbul Havalimanı, otoyollar ve köprüler gibi büyük sermaye yararına devasa inşaat projelerine girişmesini şu sözlerle eleştirdi: “Ne kanal projeniz ne de havaalanı projeniz ne de bilmem kaç köprü, yol projeniz bu ülkenin toplu halde depremde can vermesinden önemlidir.”

Prof. Dr. Görür, röportajın sonunda, yetkililerin bilim insanları tarafından ısrarla tavsiye edilen önlemleri alması durumunda devasa sayıda ölümlerin önlenebileceğinin altını çizerek şunları söylüyordu: “Bilim adamlarına sorun, dikkat çektikleri şeyleri yaparsanız depremi durduramazsınız ama zararını azaltırsınız. 10 bin can kaybı vereceğinize belki 100’e indirirsiniz. Peki bu en büyük proje değil midir, niye yapmıyorsunuz, ne bekliyorsunuz?”

Görür, daha önce de, Ocak ayında Elazığ’da meydana gelen depremden üç ay önce, bölgedeki deprem riski hakkında uyarıda bulunmuş ve acilen harekete geçilmesi çağrısı yapmıştı. 24 Ocak’ta meydana gelen 6.8 büyüklüğünde deprem sonucunda 41 kişi hayatını kaybetmiş, 1.600’den fazla kişi de yaralanmıştı.

Türkiye, birçok şehri aktif fay hatları üzerine inşa edilmiş, deprem kuşağı üzerinde yer alan bir ülke ve felaketlerde dolu bir deprem sicili var. Geçtiğimiz ay içinde, Türkiye genelinde 4 ile 5.5 büyüklüğü arasında çok sayıda deprem meydana geldi. 17 Ağustos 1999’daki Kocaeli-Gölcük depreminde, resmi raporlara göre 18.000’e yakın kişinin öldüğü, 25.000’e yakın kişinin de yaralandığı söylense de, resmi olmayan tahminler 50.000 ölüm ve 100.000 civarında yaralı olduğunu belirtiyordu. 2011’deki Van depremi, 600’den fazla ölümü ve 4.200’den fazla kişinin yaralanmasına yol açtı.

Özellikle 17 Ağustos Kocaeli-Gölcük depreminden sonra yapılan tüm araştırmalar, bundan sonra Kuzey Anadolu Fay Hattı’nda yaşanacak depremin Marmara Denizi’nde, İstanbul açıklarında ve Richter ölçeğine göre en az 7.2 büyüklüğünde olacağını gösteriyor. Bu, yalnızca Türkiye’nin en büyük şehrinde değil, Kocaeli, Bursa ve Tekirdağ gibi komşu sanayi şehirlerinde de bir felakete neden olacak.

Buna rağmen, egemen sınıf ve bütün düzen partilerinin denetimindeki merkezi ve yerel yönetimler, yaklaşık 16 milyon insanın, yani Türkiye nüfusunun hemen hemen beşte birinin yaşadığı İstanbul’da yaklaşan bu felakete karşı hiçbir şey yapmıyor. Bilim insanlarının yıllardır uyarıda bulunduğu büyük bir depreme hazırlanmak yerine, sosyal kaynaklar kapitalist sınıfa aktarıldı. Gerçek şu ki, İstanbul’daki büyük depremden kaynaklanacak olan ölümler, bir doğal afetin kaçınılmaz sonucu değil, Türk egemen sınıfının işlediği toplumsal bir suç olacak.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümeti, kuşkusuz, milyonlarca işçinin karşı karşıya olduğu bu büyük yıkım ve ölüm tehlikesinin başlıca sorumlusudur. Bizzat Erdoğan 1994’te İstanbul belediye başkanlığı yapmıştır ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) 2002’den beri hükümettedir. 2019 yerel seçimlerine kadar, İstanbul AKP’li belediye başkanları tarafından yönetilmiştir.

Bütün bu dönemde, yöneticiler, inşaat şirketlerinin devasa binalar inşa edip milyarlar kazanması için İstanbul’un imar planlarını değiştirdiler ancak depreme hazırlık olarak hiçbir şey yapmadılar. 2011’de, dönemin maliye bakanı, 1999'dan beri toplanan 46-48 milyar lira civarındaki deprem vergilerinin, depreme hazırlık yerine duble yollara, sağlığa ve eğitime harcandığını söylüyordu.

Bununla birlikte, aşırı sağcı İYİ Parti’nin, Kürt milliyetçisi Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) ve çok sayıda sahte sol grubun AKP’ye “alternatif” diyerek seçimde destek verdiği Ekrem İmamoğlu da kendisinden öncekilerden farklı bir deprem politikasına sahip değildir.

İmamoğlu, olası depreme yönelik olarak özellikle işçi sınıfı mahallelerindeki binaların acil olarak yenilenmesi gibi somut işler yapmak yerine, deprem sonrası için toplanma alanları belirliyor ve gerçekleşecek depremin sonrasına yönelik hasar analizleri yaptırıyor.

“Kentsel dönüşüm”, yıllardır, özellikle İstanbul'da, işçi sınıfı sakinlerini kent merkezinden çıkarıp oralara hali vakti yerinde olanlar için lüks rezidanslar inşa etmenin bir aracı oldu. Bu “kentsel dönüşüm”ün amacı, insanları depremlere karşı korumak değil, inşaat firmalarına büyük kârlar sağlamak ve toplumun üst tabakalarını zenginleştirmektir.

Kapitalizmin akıldışılığının sonucu olarak, bugün İstanbul’da ve diğer şehirlerde depreme dayanıklı binlerce yeni konut boş dururken, yüz binlerce insan depreme dayanıksız eski konutlarda, olası bir depremde çökecek olan evlerinde ölümü bekliyor.

Dünya çapında yaşanan doğal afetler, kasırgalar, seller, depremler ve COVID-19 gibi küresel pandemiler, içinde bulundukları feci yaşam koşulları nedeniyle esas olarak toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfını ve orta sınıfın yoksul kesimlerini vuruyor. Diğer tarafta ise, bir avuç ayrıcalıklı milyarder ve multi-milyoner, servet içinde yüzüyor ve kale gibi yıkılmaz evlerde yaşıyor.

Devam eden COVID-19 salgını, insanlığı doğal afetlere, iklim değişikliğine ve pandemi tehdidine karşı savunmanın, kapitalizmin hiçbir zaman yapamayacağı düzeyde bir planlamayı ve küresel işbirliğini gerektirdiğini açıkça göstermiştir.

Dünyada İstanbul gibi doğal afet tehdidi altında olan birçok kenti bilimsel planlama ve en yüksek düzeyde sağlamlık ve yaşanabilirlik kalitesinde yeniden inşa etmek ve tüm insanlara en temel haklarından biri olan güvenli konut hakkını sağlamak için, devasa bir bayındırlık planının hızla hayata geçirilmesi zorunludur. Bu çözümün hayata geçmesi; işçi sınıfının siyasi iktidarı ele geçirmesi için ve ekonominin küresel düzeyde tüm insanların ihtiyaçları doğrultusunda planlanmasına dayanan dünya sosyalizmi uğruna bilinçli mücadeleyi gerektirmektedir.

Loading