Rosa Luxemburg’un Lenin’e karşı tutumu üzerine bir cevap

2002 yılının sonlarına doğru Dünya Sosyalist Web Sitesi’ne Rosa Luxemburg’un Lenin’e karşı tutumunu ele alan bir okur mektubu geldi. Aşağıda WSWS Yayın Kurulu Başkanı David North tarafından bu mektuba verilmiş olan cevabı bulacaksınız.

Sevgili okur,

Rosa Luxemburg ile Lenin arasındaki 20 yıllık zengin ve karmaşık ilişki basit kategorizasyonlara indirgenmemelidir. Bu büyük devrimci teorisyenlerin her ikisi de I. Dünya Savaşı’na giden yıllarda Avrupa Sosyal Demokrasisinin sol kanadında yer aldılar ve oportünizmin kararlı bir karşıtı oldular. Aralarında yaşanan anlaşmazlıklar büyük ölçüde içerisinde faaliyet gösterdikleri siyasi çevrelerde karşılaştıkları özgül sorunların doğası tarafından koşullandırıldı.

Örneğin, Luxemburg’un Lenin’in güçlü merkezi parti önderliğine yaptığı vurguya duyduğu güvensizlik kısmen kendisinin Alman SPD’sinin boğucu bürokratik yapısı ile yaşadığı keskin çelişkileri yansıtıyordu. Benzer bir biçimde, ulusal sorun konusunda aralarındaki düşünce farklılıkları, kısmen, nesnel koşulların zorlaması ile bu soruna farklı perspektiflerden yaklaşmak zorunda kalmalarından kaynaklanıyordu. Çarlık Rusyası’nda, “uluslar hapishanesinde” bir işçi partisi kurmaya çalışmakta olan Lenin, Marksist hareket ile burjuva liberal Kadet Partisi’nin Büyük Rus şovenizmi arasında aşılmaz bir uçurum oluşturmanın gerekli olduğunu düşünüyordu. Luxemburg ise Polonya Sosyal Demokrasisinin önde gelen bir teorisyeni sıfatıyla, milliyetçi Pilsudki hareketinin küçük burjuva sahte sosyalistlerine karşı amansız bir mücadele vermek zorundaydı.

Bütün bu söylenenler, bu anlaşmazlıkların yalnızca konjonktürel karakterde olduğu, sadece taktik düşünceler tarafından belirlendiği anlamına gelmez. Pek çok burjuva milliyetçi hareketin “kurtuluşçu” iddialarını bütünüyle itibarsız hale getiren yirminci yüzyılın tarihsel deneyimi, Luxemburg’un kendi kaderini tayin hakkı talebine yönelik eleştirisini onaylama eğilimi gösteriyor. Ancak aralarındaki parti örgütlenmesi üzerine yaşanan anlaşmazlık, uluslararası sosyalist harekette oportünizme karşı daha geniş çaplı mücadelenin bağlamında ele alındığında, Lenin’in yeni bir tür parti inşa etme mücadelesi tarihsel açıdan en büyük boyutlu siyasi ve düşünsel kazanımdır. Lenin 1903 ile 1914 yılları arasındaki dönemde, devrimci bir partinin ancak revizyonizme karşı uzlaşmaz bir mücadele temelinde geliştirilebileceğini Luxemburg ve Troçki de dahil olmak üzere, diğer başka herkesten çok daha berrak bir biçimde gördü. Lenin parti örgütlenmesi sorunlarının bu temel mücadele bağlamında anlaşılması gerektiğini ısrarla vurguladı. Leninist “merkeziyetçilik”, işçi hareketi içinde oportünizmin etkisine karşı verilen mücadelenin bir ifadesiydi.

Luxemburg’un Rus Devrimi’ne yönelik eleştirisine gelince, bu mükemmel broşürün Ekim Devrimi’ne koşulsuz destek veren bir görüş açısıyla yazılmış olduğu asla unutulmamalıdır. Luxemburg, Lenin’in ve Troçki’nin “hataları”nın, İkinci Enternasyonal’in ve Alman Sosyal Demokrasisinin ihanetlerinin bir sonucu olarak Bolşevik Partisi’nin karşı karşıya kaldığı çok güç koşullardan kaynaklandığını vurgular.

Bolşevik politikaların ve eylemlerin belirli yönlerine yöneltmiş olduğu eleştirilere karşın Luxemburg, Lenin’in ve Troçki’nin çalışmasına çok büyük bir hayranlık duyduğu konusunda şüpheye yer bırakmaz.

Luxemburg şöyle yazmıştı: “Bolşevikler, gerçek devrimci bir partinin tarihsel olanakların sunduğu sınırlar içinde yapabileceği katkıyı her şeyiyle yapabileceklerini gösterdiler. Onlardan mucizeler yaratmaları beklenmiyor. Savaş tarafından tüketilmiş, emperyalizm tarafından boğazlanmış, uluslararası proletarya tarafından ihanete uğramış, yalıtılmış bir ülkede, örnek ve kusursuz bir proleter devrimi bir mucize olurdu.

“Önemli olan, Bolşeviklerin politikalarında temel olanla olmayanı, özsel olanla kazara ortaya çıkan sivrilikleri ayırt edebilmektir. Bütün dünyada belirleyici nihai mücadelelerle yüz yüze olduğumuz bu dönemde, sosyalizmin en büyük sorunu zamanımızın en yakıcı sorunu haline geldi ve hâlâ da öyle olmaya devam ediyor. Bu sorun, şu ya da bu ikincil taktik sorunlardan biri değil, fakat proletaryanın eyleme geçme kapasitesiyle, eylem gücüyle, sosyalist iktidarı gerçekleştirme iradesiyle ilgilidir. Bu bakımdan, Lenin ve Troçki ile arkadaşları, dünya proletaryasına örnek olarak en önde giden kişilerdir; onlar, şimdiye kadar Hutten ile birlikte ‘Ben cüret ettim!’ diye haykırabilen biricik insanlar olmaya devam ediyorlar.

“Bolşevik siyasette temel ve kalıcı olan budur. Bu anlamda Bolşevikler siyasal iktidarı fethetmek, sosyalizmin gerçekleştirilmesini pratik bir sorun olarak koymak ve bütün dünyada emekle sermaye arasındaki hesabın görülmesi davasını ilerletmek yoluyla uluslararası proletaryanın başını çekerek ölümsüz bir tarihsel hizmette bulundular. Rusya’da sorun sadece ortaya konabilirdi. Rusya’da çözülemezdi. Ve bu anlamda gelecek her yerde ‘Bolşevizm’e aittir.”

Son olarak bir tavsiye: Lenin, Troçki ve Luxemburg sunaklarında tapınmamız gereken tanrılar değiller. Onlar sahip oldukları bütün dehaya karşın hata yapabilen insanlardı. Sosyalist hareketin tarihsel mirasına duyulan güven, Lenin ve Troçki ya da konumuz bağlamında Luxemburg’un almış oldukları her kararın doğruluğuna kesin bir inanç duyulmasını gerektirmez.

Saygılarımla,

WSWS Yayın Kurulu adına David North

Loading