16 Şubat’ta, NATO Rusya ve Çin ile “stratejik rekabet”i ilerletmek üzere zirve düzenlemeye hazırlarken, İran ve Rus savaş gemileri Hint Okyanusu’nun stratejik sularında, İran’ın güneyinde ve petrol zengini Basra Körfezi’nde devam eden deniz tatbikatları başlattı. Yakında onlara, Çin Yeni Yılı nedeniyle katılımlarının ertelendiği söylenen Çin savaş gemileri de katılacak.
Tatbikatlar, Biden yönetiminin göreve başladığı sırada patlayıcı seviyelerde olan küresel savaş gerilimlerini vurguluyor. Bunlar, Aralık 2019’da düzenlenen İran-Rusya-Çin ortak “Deniz Güvenlik Kemeri” adlı deniz tatbikatları ile başlatılan formatı devam ettiren, bu türdeki ikinci tatbikatlar. O tatbikatın üzerinden çok geçmeden Washington, 3 Ocak 2020’de, Bağdat Havaalanı’nda üst düzey İranlı General Kasım Süleymani’nin ABD’nin insansız hava aracı saldırısıyla düzenlediği küstahça bir suikastla öldürülmesini emretmişti.
Bu yılki İran-Rusya-Çin tatbikatları, İran ekonomisinin ABD yaptırımları ve COVID-19 pandemisinin etkisi altında sarsıldığı sırada gerçekleşiyor. Biden, Trump’ın 2015 İran nükleer anlaşmasını tek taraflı olarak iptal ettikten sonra uygulamaya koyduğu yıkıcı mali yaptırımları sürdürürken, geçtiğimiz ay Basra Körfezi’nde Suudi F-15 savaş uçaklarının eşlik ettiği yalnız bir B-52 Stratofortress bombardıman uçağı tarafından provokatif bir alçak uçuş yapılması emri verdi.
İran-Rus-Çin tatbikatı, Washington’ın İran’a yönelik tehditleriyle, savaşa dönüşme tehdidi oluşturan çok daha geniş, küresel bir çatışmayı sürdürmekte olduğunun altını çiziyor.
Bu tatbikat, uçak gemileri USS Nimitz ve INS Vikramaditya dahil olmak üzere ABD, Hindistan, Japonya ve Avustralya gemileriyle Kasım’da düzenlenen daha büyük Malabar 2020 deniz tatbikatından kısa bir süre sonra yapılıyor. ABD müttefiklerinin “Asya Dörtlüsü”nün bu ortak deniz seferberliği, Amerika’nın Sesi’nin Hint deniz kuvvetleri sözcülerine atıfta bulunarak bildirdiği gibi, bir “Çin'i kontrol altına alma çabası” idi. Bu tatbikatlardan kısa bir süre sonra, üst düzey İranlı nükleer bilimci Muhsin Fahrizade, 27 Kasım’da Tahran yakınlarında ABD istihbarat yetkililerinin bir İsrail suikastı olarak nitelediği olayda öldü.
İran Deniz Kuvvetleri Komutanı Tuğamiral Hüseyin Hanzede, düzenlenen tatbikatın “bölgede ve kuzey Hint Okyanusu’nda kolektif güvenliği sağlamayı” amaçladığını duyurdu. Hanzede, tatbikatın ABD’nin etkisini bölgeden uzaklaştırmayı hedeflediğini ima etti: “Yani, bugüne kadar bölgeye hakim olan küresel kibir, burayı terk etmesi gerektiğini anlamalı.”
Hanzade başta Hint savaş gemilerinin de ortak tatbikata katılacağını bildirirken, Hint deniz kuvvetleri yetkilileri daha sonra Hindistan’ın tatbikatlara katılmadığını belirtti.
Rus Baltık filosu basın servisi, korvet Stoyky ile tanker Kola’nın tatbikata katılacağını bildirdi. Açıklamada şunlar ifade ediliyordu: “Rus ve İranlı denizciler ortak tatbikatlar düzenleyecek, korsanlar tarafından kaçırılan bir ticaret gemisini kurtaracak ve tehlikedeki bir gemide simüle edilmiş bir yangını söndürecekler.” Açıklamaya göre, gemiler ayrıca yüzey hedeflerine topçu ateşi, projektör sinyali verme ve korsanlık ya da sabotaj faaliyetlerine karşı savunma uygulamaları yapacak.
8 Şubat’ta Rusya’nın İran Büyükelçisi Levan Cagaryan tatbikatları duyururken, ABD’nin Ortadoğu’daki askeri operasyonlarını yöneten ABD Merkez Komutanı General Kenneth F. McKenzie, Washington’daki Ortadoğu Enstitüsü’nde bu adımı kınadı.
McKenzie, yaptığı açıklamada şunları söylüyordu: “CENTCOM [operasyon alanı], her zaman küresel çıkarların bir kavşak noktası ve tarihsel olarak, yabancı güçlerin kaynaklar ve onlara erişim için nüfuz uğruna rekabet ettikleri birincil bir alan olmuştur. 2020’de Rusya ve Çin, devam eden bölgesel bir krizden; finansal altyapı ihtiyaçlarından; ABD angajmanının azaldığı algısından ve COVID-19’un Ortadoğu ve Orta-Güney Asya ülkeleri boyunca bölgede köprübaşları kazanma veya onları güçlendirme hedeflerini ilerletmek için yarattığı fırsatlardan yararlandı.”
McKenzie, İran’ı “terör örgütlerinin” destekçisi olarak damgalar ve “Suriye ve Yemen’de görülen istikrarsızlığı” yönlendirmekle suçlarken, Moskova’ya ve Pekin’e de saldırdı.
Rusya, “fırsatlar ortaya çıktıkça ABD’nin varlığına meydan okumaya devam edecektir”, diyen McKenzie, Moskova’nın “bölgesel çatışmalara arabuluculuk yapmaya çalışarak Batı’ya bir alternatif olma” ve “bölgesel ve çok taraflı örgütlere ve askeri tatbikatlara katılarak” etkisini artırma girişimlerinden söz etti. McKenzie, ayrıca, “Çin, Ortadoğu’daki etkisini ve varlığını genişletmek için ‘Kuşak ve Yol’ girişimini ve Çin-Pakistan ekonomik koridorunu kullanıyor,” diye ekliyordu.
ABD emperyalizmi, COVID-19 pandemisine verdiği yıkıcı yanıtın ve Ortadoğu politikasının uğradığı bozgunun ortasında çözümsüz bir krizle karşı karşıya bulunuyor. Stalinistlerin 1991’de Sovyetler Birliği’ni dağıtarak ABD emperyalizminin karşısındaki başlıca askeri denge ağırlığını ortadan kaldırmasından sonraki otuz yılda, Washington, Irak’tan Afganistan’a, Libya’dan Suriye’ye kadar birçok yerde saldırı savaşları başlattı. Milyonlarca cana ve trilyonlarca dolara mal olan bu savaşlar, ABD’nin uğradığı gerilemeyi tersine çeviremediği gibi daha da hızlandırdı. Ülke içinde ve yurt dışında itibarsızlaşan ABD kuvvetleri, istila ettikleri ülkelerden ya geri çekildiler ya da geride çekirdek birlikler bıraktılar.
Washington, Ortadoğu’da yoğun şekilde korunan stratejik üslerdeki büyük deniz ve hava kuvvetleri ile bölgesel askeri üstünlüğünü koruyor olsa da, bu, küresel ekonomide ve sınıf ilişkilerinde on yıllardır olgunlaşan köklü değişimlere dayanan bir krizi çözemez.
Hem Rusya hem İran, NATO’nun 2011’de Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a karşı rejim değişikliği için başlattığı vekil savaşında desteklediği El Kaide bağlantılı milislere karşı koymak üzere Suriye’ye müdahale etti. ABD, Avrupa, Rusya, İran ve Türk güçlerinin Suriye’ye müdahalesi sonucunda ülkede yarım milyondan fazla insan öldü; 10 milyon Suriyeli sığınmacı oldu.
Vekilleri artık Suriye topraklarının küçük bir kısmına kontrol eden NATO’nun savaştaki yenilgisi, Çin’in bölgedeki birçok ülkenin ana ticaret ortağı olarak ortaya çıkmasıyla bölgede meydana gelen bir yeniden konumlanma ile el ele ilerledi. Aynı anda ABD’nin COVID-19’a verdiği yanıt bir felaketle sonuçlandı.
New York Times (NYT), geçtiğimiz Temmuz ayında, Çin ile İran’ın 25 yıllık bir ticari ve askeri işbirliği antlaşması imzaladığına dair haberleri aktardı. Alarm veren bir makalede, gazete şunları yazıyordu: “Amerika Birleşik Devletleri’nin durgunluktan ve koronavirüsten sersemlediği ve uluslararası alanda giderek daha fazla izole olduğu bir zamanda Pekin, Amerikan zayıflığını hissediyor. İran’la yapılan anlaşma taslağı gösteriyor ki, çoğu ülkenin aksine Çin, Başkan Trump’ın yürüttüğü ticaret savaşında olduğu gibi, Amerikan cezalarına dayanacak kadar güçlü ve ABD’ye meydan okuyacak bir konumda olduğunu düşünüyor.”
NYT, bu ittifakı, İran sanayisine ve altyapısına yapılan 400 milyar dolarlık Çin yatırımına dayanan “kapsamlı bir ekonomi ve güvenlik ortaklığı” olarak nitelendirmiş ve şunları eklemişti: “The New York Times tarafından edinilen 18 sayfalık anlaşma önerisinde ayrıntıları verilen ortaklık, Çin’in bankacılık, telekomünikasyon, limanlar, demiryolları ve onlarca diğer projedeki varlığını büyük ölçüde genişletecek. Buna karşılık, Çin, önümüzdeki 25 yıl boyunca düzenli olarak –ve bir İranlı yetkili ve bir petrol tüccarına göre, büyük ölçüde indirimli– İran petrolü alacak.”
NYT, bölgesel altyapıda artan Çin etkisine, Çin’in denizcilik meselelerindeki ve bölgenin kritik petrol ticaretindeki etkisinin buna karşılık gelen bir büyüme potansiyeli olduğuna dikkat çekiyordu. Gazete, Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında Hint Okyanusu bölgesinde inşa edilen, Sri Lanka’daki Hambantota ve Pakistan’daki Gwadar gibi Çin limanları, “Güney Çin Denizi’nden Süveyş Kanalı’na kadar yakıt ikmal ve bütünleme ikmali istasyonlarından oluşan bir kolye” meydana getireceğini yazıyor ve şöyle devam ediyordu: “Görünüşte ticari nitelikte olan limanların potansiyel olarak askeri değeri de var ve Çin’in hızla büyüyen donanmasının erişim alanını genişletmesine olanak veriyor.”
Pekin, İran’la ilişkilerini Suudi Arabistan gibi İran’ın bölgesel rakipleriyle yakın ticari ilişkileriyle dengelemeye çalışıyor olsa da, bu antlaşma yine de onaylandı. Dahası, Çinli firmalar Çin’i eski Sovyet Orta Asya ülkeleri üzerinden Tahran’a bağlayan demiryollarını kısa süre önce tamamlarken, ABD diplomatik kaynakları, Çin’in Suriye’nin savaş sonrası yeniden inşasını finanse edebileceğini tahmin ediyor.
Bu olaylar, son tahlilde, işçi sınıfı için bir uyarı niteliğindedir. Washington’ın, hem Rusya’da hem de Çin’de nükleer silahlı rakiplerle karşı karşıya olmasına rağmen, konumunun krizine ve daha zayıflamasına, yeni savaşlar ve gerici entrikalarla cevap vereceğinden çok az şüphe duyulabilir.
İran, Rusya ve Çin kapitalist rejimlerine gelince, onların, emperyalist saldırganlığa ya da emperyalizmin hakimiyetindeki dünya düzeninin krizine yönelik hiçbir ilerici çözümü yoktur. Washington’la anlaşmaya varma ya da onu ordularıyla tehdit etme yönündeki umutsuz girişimler arasında gidip gelen bu rejimler, dünyayı küresel nükleer savaşın eşiğinde bırakıyorlar.
Acilen işçi sınıfı içinde uluslararası, sosyalist bir hareketin inşa edilmesi gerekiyor. Böyle bir hareket, yalnızca COVID-19 pandemisini durdurmak üzere bilimin yol gösterdiği bir dünya politikası için mücadele etmekle kalmayacak, aynı zamanda savaş dürtüsüne yol açan kapitalist sistemi ortadan kaldırarak savaş tehlikesine de son verecektir.