ABD’nin tehditlerine rağmen Çin ve İran 25 yıllık bir antlaşma imzaladı

Bu hafta sonu, Çin Dışişleri Bakanı Vang Yi, Tahran’a giderek İranlı mevkidaşı Cevad Zarif ile 25 yıllık bir antlaşma imzaladı. Antlaşmanın şartları açıklanmadı ancak ABD’li haber kaynakları, ABD’li yetkililerin ele geçirdiği ve New York Times’a gösterilen önceki bir antlaşma taslağının, petrol ihracatı karşılığında İran’a 400 milyar dolarlık Çin yatırımını ve stratejik bir ittifakı içerdiğini belirtmişti.

İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif (sağda) ile Çinli mevkidaşı Vang Yi, 27 Mart 2021 Cumartesi günü İran’ın başkenti Tahran’daki imza töreninin ardından poz veriyor. (AP Photo/Ebrahim Noroozi)

Pekin, eski ABD Başkanı Donald Trump’ın 2018 yılında 2015 İran nükleer antlaşmasını tek taraflı olarak iptal ettikten sonra uyguladığı ve göreve gelen ABD Başkanı Joe Biden’ın henüz kaldırmadığı ekonomik yaptırımlara meydan okuyor. Şubat ayında Biden, Suriye’de İran destekli bir milis gücünü aniden bombalatmış ve en az 17 kişiyi öldürmüştü.

Pekin’in Tahran’la antlaşmayı imzalama kararı, bu ayın başlarında Alaska’da başarısızlıkla sonuçlanan bir ABD-Çin zirvesinin ardından geldi. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, daha zirve başlamadan önce yaptığı açıklamada, Vang’a herkesin önünde ders vererek, Çin’in Washington tarafından belirlenen “kurallara dayalı uluslararası düzeni” kabul etmesi ya da “çok daha şiddetli ve istikrarsız bir dünya” ile yüzleşmesi gerekeceğini söylemişti. Daha sonra, ABD Pasifik Filosu komutanı Amiral John Aquilino, ABD’nin Çin ile Tayvan nedeniyle savaşa girmesinin “bize çoğunun düşündüğünden çok daha yakın” olduğu tehdidinde bulundu.

Pekin, Tahran’la bir antlaşma imzalayarak, saldırgan ve amansız bir şekilde düşmanca davranacak bir Biden yönetimine karşı kendi hazırlıklarını yapması gerektiği sonucuna vardığının işaretini veriyor. ABD’li politikacıların devam eden asılsız savaş propagandası, hiç şüphesiz bu görüşü doğruluyor. ABD, bilim insanları tarafından çürütülmüş olmasına rağmen COVID-19’un bir Çin laboratuvarında üretildiğini iddia etmeye devam ediyor.

Anchorage konferansında Vang, Çin’in uluslararası hukuka bağlılığını ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki dış politikasıyla karşılaştırarak Blinken’e yanıt vermişti: “Biz, güç kullanarak istila etmeye, diğer rejimleri çeşitli yollarla devirmeye ya da diğer ülkelerin insanlarını katletmeye inanmıyoruz, çünkü bunların hepsi bu dünyada sadece kargaşa ve istikrarsızlığa neden olur. Ve günün sonunda, bunlar Amerika Birleşik Devletleri’ne de hizmet etmez.”

Vang, Tahran’a gitmeden önce Rus mevkidaşı Serge Lavrov’u Çin’in Guilin şehrinde ağırladı. Bundan kısa süre önce Biden, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i “nefsi olmayan” bir “katil” olmakla suçlamıştı.

Hafta sonu antlaşma imzalanırken hem İranlı ve hem de Çinli yetkililer Washington’ın tehditlerine ciddi eleştirilerde bulundular. Zarif, Çin’i “kara gün dostu” olarak nitelendirerek “baskıcı yaptırımlar sırasında Çin’in sergilediği duruşa teşekkür ediyor ve bu tavrı övüyoruz,” dedi.

Vang ise buna karşılık şunları söyledi: “Ülkelerimiz arasındaki ilişkiler artık stratejik bir düzeye ulaştı ve Çin, İran İslam Cumhuriyeti ile kapsayıcı ilişkiler geliştirmeye çalışıyor. … İki ülke arasındaki stratejik işbirliği için yol haritasının imzalanması, Pekin’in ilişkileri mümkün olan en yüksek düzeye çıkarma iradesini gösteriyor.”

Çin devletine ait Global Times’a göre Vang, İranlı yetkililere ayrıca şunları söylemişti: “Çin, hegemonya ve zorbalığa karşı çıkmaya, uluslararası doğruluk ve adaleti korumaya ve İran halkı ve diğer ülkelerle birlikte uluslararası kuralları sürdürmeye isteklidir.”

İlk olarak 2016 yılında İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney ile Çin Devlet Başkanı Şi Cinping arasında görüşülen antlaşma, Pekin’in Ortadoğu ile Kuşak ve Yol Girişimi adlı altyapı programı üzerinden geliştirmeye çalıştığı ekonomik bağları derinleştiriyor. Tehran Times, İran’ın Çin Büyükelçisi Muhammed Keşavarzade’nin sözlerine atıfta bulunarak, antlaşma “İran ve Çin arasında, özellikle teknoloji, sanayi, ulaşım ve enerji alanlarında işbirliği kapasitelerini belirliyor,” diye yazdı. Çinli firmalar İran’da toplu taşıma sistemleri, demiryolları ve başka önemli altyapılar inşa ettiler.

Washington henüz İran-Çin antlaşmasına resmi olarak tepki vermezken, ABD’li yetkililer daha önce, “terörle mücadele” propagandasını Soğuk Savaş anti-komünizminin canlandırılmasıyla birleştirerek, olası antlaşmayı Washington’ın çıkarlarına asli bir meydan okuma olarak kınamışlardı.

Geçtiğimiz Aralık ayında antlaşmanın imzalanacağına dair söylentilerin ortasında, ABD Dışişleri Bakanlığı Politika Planlama yetkilisi Peter Berkowitz, antlaşmayı Al Arabiya’da kınamış ve antlaşmanın yapılmasının “özgür dünya için çok kötü bir haber” olacağını iddia etmişti: “İran bölge genelinde terör, ölüm ve yıkım saçıyor. Çin Halk Cumhuriyeti tarafından güçlendirilmesi, tehdidi yalnızca yoğunlaştıracaktır.”

Irak’a karşı ABD önderliğinde başlatılan Körfez Savaşı’ndan ve Stalinist rejimin 1991’de Sovyetler Birliği’ni dağıtmasından bu yana geçen otuz yıl, bu tür retoriğin ne anlama geldiğini teşhir etmiştir. NATO üyesi emperyalist güçler karşısındaki başlıca askeri denge ağırlığı olarak Sovyetler Birliği’nin ortadan kaldırılması barışa yol açmadığı gibi “ölüm ve yıkım”ın ana kaynağı da İran değildir. Washington ve onun Avrupalı emperyalist müttefikleri, otuz yıldır, Irak’ın “kitle imha silahları” sakladığı iddiası gibi yalanlara dayanarak milyonlarca insanı öldürmüş; Irak, Afganistan, Libya ve Suriye gibi ülkeleri yakıp yıkmıştır.

Berkowitz’in İran ve Çin’e yönelik suçlamaları, Washington’da giderek büyüyen şu kaygıyla bağlantılıdır: ABD, savaşlarda uğradığı bozgunlar, azalan endüstriyel ve ekonomik ağırlığı ve şimdi de pandemiyi feci biçimde yönetmesi nedeniyle küresel ölçekte egemen konumunu kaybedebilir.

NATO güçlerinin 2011’de Suriye’de önce İslamcı, sonra da Kürt milliyetçisi milisleri destekleyerek bir rejim değişikliği savaşı başlatmasından bu yana, İran, Rusya ve giderek artan oranda Çin, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı desteklemek için müdahale ediyor. Çin-İran antlaşmasıyla birlikte, artık bu NATO savaşlarının içlerinde, 20. yüzyılda olduğu gibi, dünya pazarlarının kontrolü ve stratejik üstünlük uğruna küresel bir çatışmanın tohumlarını taşıdığı açıktır.

Asya’nın ve özellikle de Çin’in ulusötesi şirketler için bir fabrika olarak artan endüstriyel ağırlığı, bu jeopolitik çatışmaları yoğunlaştırmış durumda. 2010’da ABD’nin Ortadoğu ile ticaretini geride bırakan Çin’in Ortadoğu ile ticareti, 2019 yılında 294,4 milyar dolara yükseldi. Tahran’ın önde gelen bir ticaret ortağı olan Pekin, kendisinin Kuşak ve Yol Girişimi çerçevesinde, altyapıyı, Çin’i Pakistan, İran ve Türkiye üzerinden Avrupa’daki en önemli ihracat pazarlarına bağlayacak şekilde daha da geliştirmeyi planlıyor.

Çin-İran antlaşmasının kaderi oldukça belirsizdir. Bu antlaşma, kuşkusuz, egemen sınıfın geniş kesimlerinin ABD yaptırımları karşısında Avrupa ile bağlarını başarısız bir şekilde geliştirmeye çalıştıkları İran’da güçlü bir iç muhalefetle karşı karşıyadır. Eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, Haziran ayında antlaşma ilk kez duyurulduğunda, “İran ulusu, İran ile Çin arasındaki 25 yıllık yeni antlaşmayı tanımayacaktır” demişti.

Çin medyası, ABD’nin antlaşmanın Washington’ı hedef aldığına dair iddialarını inkâr etmek için büyük çaba sarf etti. Global Times, Çin-İran antlaşması “bazı Batı medyası tarafından jeopolitik rekabet perspektifinden... Çin ile İran arasında normal olarak derinleşen karşılıklı işbirliğini ABD’ye karşı bir meydan okuma olarak tasvir edilerek yorumlandı,” diye yakınıyordu.

Pekin ve Tahran, Washington ile savaş istemiyor; ancak ABD emperyalizmi, egemenliğine bir meydan okuma olarak gördüğü herkesi bombalama veya istila etme hakkını saklı tuttuğunu açıkça ortaya koymuş durumda. Emperyalist güçler ile bir anlaşmaya varma peşinde koşmak ile bu güçlere meydan okumak arasında gidip gelen Çin ve İran rejimleri, nihayetinde, dünya kapitalist sisteminin iflasından kaynaklanan ve giderek artan bu savaş tehlikesine yönelik hiçbir ilerici çözüme sahip değildir. Savaşın önlenmesi, son tahlilde, işçi sınıfının uluslararası seferberliğini gerektirmektedir.

Çin-İran antlaşması, ekonomik ve endüstriyel ağırlığın küresel ölçekte yeniden dağılımının mevcut uluslararası ittifakları ve jeopolitik işbirliklerini nasıl zayıflattığının altını çiziyor. 20. yüzyılın büyük Marksistlerinin dünya savaşına sürükleyici olarak tanımladıkları çelişki –dünya ekonomisi ile zamanını doldurmuş ulus devlet sistemi arasındaki çelişki– muazzam bir güçle yeniden su yüzüne çıkıyor. Ortaya çıkan kritik sorun, işçi sınıfını savaşa karşı uluslararası, sosyalist bir program temelinde harekete geçirmektedir.

Loading