Bedaş işçileri için ileriye giden yol

İstanbul Avrupa yakasına elektrik sağlayan Boğaziçi Elektrik Dağıtım AŞ’de (Bedaş) çalışan yaklaşık iki bin işçi, Cuma günü toplu halde iş bıraktı. Devletin elektrik sektöründeki grev yasağına meydan okuyan işçiler, kendilerine dayatılan sefalet sözleşmesine karşı çıkıyor.

Hükümetin, Bedaş’ın ve Türk-İş’e bağlı Tes-İş sendikasının en büyük korkusu, bu mücadelenin, küresel COVID-19 pandemisinin ortasında izlenen ölümcül “sürü bağışıklığı” politikalarına, artan yoksulluğa ve toplumsal eşitsizliğe karşı Türkiye’de ve dünya genelinde işçilere ilham vermesidir. Grev, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK), Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı’nı (TK-Uİİ) kurma çağrısının önemini gösteriyor.

İş bırakan Bedaş işçileri, 30 Nisan 2021, İstanbul. [Kaynak: @bedaiscileri Twitter]

İş bırakma eylemi, işçilerin giderek dayanılmaz bir hal alan yaşam koşullarına rağmen kendilerine ilk altı ay için yüzde 6, ikinci altı ay içinse yüzde 5 zam dayatılmasının ardından geldi. Pandemi sırasında gıda fiyatlarının artmaya devam ettiği ve gerçek enflasyonun yüzde 30’un üzerinde olduğu koşullarda, bu tür sözde zamlar gerçekte yaşam standartlarında ciddi bir gerileme anlamına geliyor.

Tes-İş sendikası ile Bedaş arasındaki toplu sözleşme görüşmelerinin tıkanması üzerine, karar verme yetkisi Yüksek Hakem Kurulu’na (YHK) geçmişti. Türk-İş yetkilileri Enis Bağdadioğlu ve Erdal Arap’ın yanı sıra hükümet görevlilerinden ve Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Genel Sekreteri Akansel Koç gibi büyük sermaye temsilcilerinden oluşan YHK, enflasyonun resmi olarak yüzde 17’ye çıktığı koşullarda işçilere bir sefalet sözleşmesini dayattı.

2021 yılı için net asgari ücret 2.825 lira olarak belirlenirken, Türk-İş’in Nisan 2021 için hesapladığı rakamlara göre, dört kişilik bir ailenin “sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı” (açlık sınırı) 2.767 lira oldu. Yoksulluk sınırı ise 9.013 liraya ulaştı.

Dünya Sosyalist Web Sitesi’ne konuşan bir grevci Bedaş işçisi, ortalama maaşlarının 3.200 lira ila 3.700 lira arasında olduğunu belirtti. 8 yıllık bir işçinin bile 3.700 lira aldığını, bu son sözleşmeyle gelen zammın ancak 150 lira kadar olduğunu ifade eden işçi, 2019 yılında asgari ücret 2.000 lira iken de maaşının 3.200 lira olduğunu söylüyordu. Bu süreçte asgari ücret yaklaşık yüzde 40 artarken, işçiler ayda en az 1.500 lira gibi büyük bir kayba uğramış oldular.

Aynı işçi, toplu sözleşme sürecinde sendikanın talebinin yüzde 20 zam olduğunu, buna karşılık şirketin yüzde 15 teklif ettiğini ancak YHK’den bunun bile altında bir zam sonucu çıktığını ifade etti.

Son yıllarda iş yükünün giderek arttığını belirten işçi, örneğin eskiden bir işçi günde 30 iş yaparken bunun artık günde 45-50 işe çıkartıldığını ifade etti. Şirket, işletmelerinden su içebileceklerini belirterek dışarıda çalışan elektrik işçileri için günlük 5 lira su parası vermeyi bile reddetmişti. Yemek parasına sadece 2 lira zam yapıldığını belirten işçi, bu ağır çalışma koşullarına ve üç kuruşluk maaşa rağmen, keyfi ve tazminatsız işten çıkarmaların da olduğunu ekliyordu.

Son on yıllarda özelleştirmeye tabi tutulan pek çok devlet işletmesi gibi 2013 yılında özelleştirilen Bedaş, Cengiz Holding ve Kolin İnşaat ortaklığına ait. Bu iki şirket, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetleri döneminde özellikle devletten aldıkları kârlı ihalelerle, yani halkın kaynakların kendilerine aktarılmasıyla devasa bir servet elde eden şirketler arasında öne çıkıyorlar.

Yapımı sırasında çok sayıda işçinin iş cinayetine kurban gittiği ve 2018 yılında büyük bir işçi direnişinin patlak verdiği İstanbul Havalimanı’nın inşaatını üstlenen şirketler arasında da bu iki şirket vardı. Forbes’in 2020 yılı en zengin 100 Türk listesinde Cengiz Holding’ten dört kişi bulunuyor.

İşçiler, düzgün maaşlar ve çalışma koşulları için para olmadığı yalanını reddetmeliler. Pandeminin başından beri, hem Türkiye’de hem dünya genelinde hükümetler, bilimsel bir kapanma politikası uygulamayı reddederek “sürü bağışıklığı” politikalarını dayattılar. Bu şekilde hastalığın geniş biçimde yayılmasına ve 3 milyondan fazla insanın ölmesine yol açtılar. Devlet yetkilileri virüsü durdurmak için yeterince uzun bir kapanmanın çok pahalı olduklarını iddia ederken, en son 17 günlük sözde “tam kapanma” sırasında olduğu gibi, işçilere ve küçük işyeri sahiplerine sosyal destek sağlanmadı.

Ne var ki, geçtiğimiz yıl dünya genelinde trilyonlarca dolar, Türkiye’de de yüz milyarlarca lira bankalara ve büyük şirketlere aktarıldı. 2020 yılında elektrik üreten şirketlere 2,2 milyar lira destek verilirken bu rakamın 2021’de 3 milyar liraya çıkması bekleniyor. Dahası, devlete ait Elektrik Üretim AŞ, Nisan ayında dağıtım şirketlerine sattığı elektriğin fiyatında yüzde 17,5 indirim yapmasına rağmen bu indirim ev faturalarına yansıtılmayarak Bedaş gibi şirketlerin kârları arttırıldı.

İş bırakan Bedaş işçileri, yalnızca şirketi ve arkasındaki güçlü destekçilerini değil sendikayı da karşılarına alıyorlar. Bedaş işçilerinin bir sosyal medya grubundaki tartışmalar, sendikanın bir şirket polisi gibi davrandığını ve işçiler arasında hiçbir itibarının olmadığını gözler önüne seriyor. Tüm birimlerde çalışan işçileri birleştirecek ve mücadelenin kontrolünü kendi ellerine almalarını sağlayacak taban komitelerinin inşa edilmesi büyük bir aciliyet taşıyor.

İşçilerin tepkileri şu gerçeği açık bir şekilde ortaya koyuyor: Cuma günü işçiler sendikaya meydan okuyarak başkaldırdılar. Bu durum, YHK’nin kararının 14 Nisan’da alınmış olmasına rağmen sendikanın bunu işçilere 15 gün sonra, yani kapanma önlemlerinin başladığı 29 Nisan akşamı bildirmesinde kendini açıkça gösteriyordu. Sendikanın amacı, herhangi bir direnişi ve mücadeleyi önlemekti.

Sendikanın direnişi kırmaya ve Pazartesi işbaşı yaptırmaya çalışacağının farkında olan işçilerden biri, “Bu kararı [iş bırakma kararını] devam ettirmediğimiz sürece kaybederiz. Pazartesi bize işe çıkın denecek ama biz de bu sefer iş yapmamamız lazım,” diyordu.

Sendikanın Pazartesi günü işbaşı yapma talimatı vermesi işçiler arasında büyük bir öfkeye yol açtı: “Biz kendimiz baş kaldırdık, şimdi niye sendikayı dinleyelim? Bizi satan sendikayı.”

İşçiler, sendikanın her ay aidat toplayıp kendi dolgun maaşlarını beklemek dışında hiçbir şey yapmadığını belirtiyordu. Bir işçi, “Sendika aidatları sayesinde yaklaşık 10 bin lira maaş alanlar eyleme destek vermek yerine [işçileri işbaşı yapmaya] ikna çabası içindeler,” diye yazdı.

İşçilerin sendikadan bağımsız örgütlenme ihtiyacı birçok yorumda kendini gösteriyordu: “Madem sendika işini yapmıyor iş bize kaldı o halde kendi kararlarımızı, isteklerimizi hazırlayalım düşüncesindeyim.” “Sendikadan hiçbir şey beklemeyelim artık kendi kararlarımızı kendimiz verelim.”

Pazartesi günü sendikanın yarattığı bu belirsizlikle işyerlerine giden işçiler, şirketin tehditleriyle karşılaştılar. İşçilere okunan şirket yazısında, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunundaki “elektrik … işlerinde grev yapılamaz” hükmü vurgulanıyor ve “yasadışı eyleme” katılan işçilerin ücretlerinden kesip yasal yollara başvuracağı tehdidinde bulunuluyordu.

Bu tehdidi, Tes-İş sendikasının yine sabah saatlerinde işçilere gönderdiği, “Pazartesi-Salı-Çarşamba günleri için iş bırakma, işe çıkmama gibi bir kararımız yoktur” mesajıyla işçilere çalışma talimatı vermesi izledi. Bir işçi bu şirket-sendika işbirliğine tepkisini, “şirketin polisliğine soyundular” diyerek gösteriyordu. Şirketle işbirliği içindeki sendikanın bu sabotajına rağmen iş bırakma eylemi Pazartesi gününden itibaren iş yavaşlatma eylemine dönüştü ve şimdiye kadar kırılamadı.

İşçilerin, mücadelenin kontrolünü Tes-İş sendikasından almaları ve taleplerini tavizsizce ileri sürmek üzere mücadeleyi koordine etmeleri için bağımsız bir taban komitesi kurmaları gerekiyor. İş bırakma eylemi işçilerin gücünü göstermiştir. Ancak sendika bürokratları şirket yönetimiyle ve devletle yaptığı görüşmelerle işçileri yanlış yönlendirip aldatma çabalarını sürdürebilirlerse işçilerin bu gücü harekete geçirilemez.

İşçiler, sendikanın iş bırakmayı sona erdirme ya da Perşembe gününe kadar bekleme çağrılarını reddetmeliler. Uzun bir süre önce “işçi örgütü” olmaktan çıkıp şirketlerin ve devletin uzantılarına dönüşen sendikalara hiçbir şekilde güvenilemez. Bu durum sadece tamamen itibarsızlaşan Türk-İş için değil, DİSK için de geçerlidir.

Pandeminin başında pozitif vaka çıkan fabrikalarda işi durduracağını ilan eden DİSK bürokratları asla böyle bir şey yapmadılar ve işçilerin tehlikeli koşullarda çalıştırılmasına nezaret ettiler. İşçi sınıfına karşı konumlanışlarını, 1 Mayıs’tan önce İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile ortak basın toplantısı düzenleyip “birlikte çalışma” vurgusu yaparak açıkça gösteriler.

Bedaş işçileri sadece şirketle ve sendikayla değil, Türkiye’nin ekonomik başkentinde böylesi bir greve şiddetle karşı olan devletle ve uluslararası mali sermayeyle de mücadele ediyorlar. Bununla birlikte, işçilerin bu mücadelede çok daha güçlü müttefikleri var: Türkiye’de ve dünya genelinde sefalet ücretlerine ve “sürü bağışıklığı” politikalarına karşı çıkan geniş işçi kitleleri. İleriye giden yol, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin kuruluş çağrısını yaptığı Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı’nın parçası olacak taban komiteleri inşa etmekten geçiyor.

Böyle bir taban komitesi inşa etmek isteyen işçilere yardımcı olmak için elimizden geleni yapacağız. Bizimle iletişime geçin.

Loading