NATO zirvesindeki Erdoğan-Biden görüşmesinin ardından

Cumhurbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Pazartesi günü Brüksel’deki NATO zirvesi sırasında ABD Başkanı Joe Biden ile basına kapalı bir görüşme gerçekleştirdi. Biden’ın göreve gelmesinden bu yana yapılan ilk yüz yüze görüşmede, birçok önemli anlaşmazlık konusu çözülmeden kalmasına rağmen her iki lider de olumlu bir tablo çizmeye çalıştı.

Görüşme, Erdoğan’ın Biden’ı İsrail’in Filistinlilere yönelik saldırısını desteklediği için sert biçimde eleştirmesinin ardından ABD Dışişleri Bakanlığı’nın bir açıklamayla “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın antisemitist açıklamalarını” kınamasından sadece birkaç hafta sonra yapıldı. İsrail’i bir “terör devleti” olarak adlandıran Erdoğan, Biden’a “kanlı ellerinle tarih yazıyorsun,” demişti.

Brüksel’deki NATO zirvesinin genel kurulu sırasında ABD Başkanı Joe Biden, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile konuşuyor, 14 Haziran 2021, Pazartesi. (AP Photo/Olivier Matthys, Pool)

Geçtiğimiz hafta, ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken, Türkiye’nin bir NATO müttefiki gibi davranmadığını; Ermenistan-Azerbaycan savaşı, Doğu Akdeniz ve Libya gibi meselelerde “uluslararası hukuku” ihlal ettiğini söylemişti.

Görüşme öncesi Washington Post şunları yazıyordu: “Biden’ın, 2016’da başkan yardımcısı iken Ankara’yı ziyaret ederek Türk lider ile yaptığı son görüşmesi, Erdoğan’ın ABD’yi kendisine yönelik darbe girişimine yardım etmekle suçlamasını reddetmek üzere yapılmıştı.”

NATO zirvesi sırasında Erdoğan ile yaptığı görüşmeye kısaca değinen Biden şunları ifade etti: “Büyük kısmı bire bir olmak üzere olumlu ve verimli bir görüşme gerçekleştirdik. Bir dizi mesele üzerinde nasıl ilerleyeceğimizi detaylı bir şekilde görüştük. Ülkelerimizin büyük gündemleri var. Ekiplerimiz görüşmeleri sürdürüyor ve Türkiye ile ABD arasında gerçek bir ilerleme sağlayacağımıza eminim.”

Pandemi karşısında izlenen ölümcül politika eliyle artan toplumsal öfke ve derinleşen ekonomik krizin yanı sıra aşırı sağcı mafya lideri Sedat Peker’in hükümetin altını oyan iddialarıyla karşı karşıya olan Erdoğan, görüşmeye dair daha ayrıntılı bir açıklama yaptı. Erdoğan, ABD’ye karşı daha önceki milliyetçi atıp tutmalarına rağmen, emperyalist NATO ittifakına bağlılığının altını çizerek şunları söyledi: “Türkiye-Amerika Birleşik Devletleri ilişkilerinde çözülemeyecek hiçbir mesele olmadığını, tam tersine iş birliği alanlarımızın sorun başlıklarından daha geniş ve zengin bir görünüm sergilediğini düşünüyoruz.”

Basında yer alan haberlere göre Erdoğan, ayrıca ABD ile Türkiye arasındaki işbirliğinin bölgesel güvenliğe katkı yapacağını belirtti. Gerçek şu ki, Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da ABD önderliğinde geçtiğimiz otuz yıldır sürdürülen emperyalist savaşların yarattığı “bölgesel güvenlik”, Afganistan’ı, Irak’ı, Suriye’yi, Libya’yı ve başka ülkeleri mahvetmiş, milyonlarca insanı öldürmüş ve milyonlarcasını da sığınmacı haline getirmiştir.

NATO güçleri, zirve bildirisinde, “müttefik Türkiye’nin” işte bu milyonlarca Suriyeli sığınmacıya “ev sahipliği yapmasını takdir ettiklerini” yineliyorlardı. ABD ve NATO ile sıkı askeri-stratejik bağlarını sürdüren Türk egemen sınıfı, bölgedeki bu emperyalist yağmaya gönüllü olarak yardım etmektedir.

Erdoğan, açıklamasında, ABD ile Türkiye arasında “Her alanda karşılıklı saygı ve çıkara dayalı verimli bir iş birliği döneminin başlaması noktasında güçlü bir iradenin olduğunu görüyorum,” diye ekliyordu. Ne var ki, Washington ile Ankara arasındaki başlıca diplomatik anlaşmazlıklar konusunda hiçbir somut ilerleme açıklanmadı.

Bu anlaşmazlıkların başında, ABD’nin Suriye’deki Kürt milliyetçisi milislere verdiği destek geliyor. Ankara, Suriye’de ABD destekli olası bir Kürt devletini kendi ulusal çıkarlarına büyük bir tehdit olarak görüyor. Bu konuda Erdoğan şunları belirtti: “Gerek zirve hitabımızda gerekse ikili görüşmelerimizde PKK/PYD’ye verilen desteğin artık sonlandırılması gerektiğini açıkça dile getirdik.”

Al-Monitor’ün haberine göre, Biden yönetimi, “Trump yönetiminin Nisan 2020’de Amerikan petrol şirketi” Delta Crescent Energy’ye “kuzeydoğu Suriye’de faaliyet göstermesi için tanıdığı yaptırım muafiyetini uzatmama” kararı aldı. Şirketin muafiyeti 30 Nisan’da sona erdi.

Ancak bu, ABD’nin Suriye politikasında büyük bir değişim anlamına gelmiyor. Yüzlerce ABD askeri halen Kürt güçlerinin kontrol ettiği bölgede kalmayı sürdürürken, ABD Müsteşar Vekili Joey Hood, beraberindeki heyetle birlikte, Halk Savunma Birlikleri (YPG) önderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) üst düzey yetkilileri ile görüşmek üzere daha geçtiğimiz ay kuzeydoğu Suriye’ye gitti.

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar da geçtiğimiz hafta İstanbul’da, özellikle Karadeniz çevresinde Rusya’yı hedef alan NATO Deniz Güvenliği Mükemmeliyet Merkezi Komutanlığı’nın açılış töreninde, NATO’ya YPG’ye karşı benzer çağrılarda bulunarak şunları söylüyordu: “Türkiye, ulusal güvenliğini ve bölgesel istikrarı tehdit eden PKK/YPG ve DEAŞ terör örgütünün Suriye’nin kuzeyindeki eylemlerine karşı, birlikte mücadele için müttefiklerine sayısız çağrıda bulunmuştur.”

Türkiye’nin “gayrisafi milli hasılasının yaklaşık yüzde 2’lik oranı ile [NATO’daki] askeri bütçeye en fazla katkı sağlayan ilk sekiz ülke arasında” olmasıyla övünen Akar, hükümetinin Suriye’nin kuzeyinde bir sözde “güvenli bölge” kurulması önerisini yineleyerek “Defalarca NATO müttefiklerimize Suriye’de bir güvenli bölge oluşturulmasını önerdik,” dedi.

Suriye’den 12 kez söz eden NATO bildirisi, “Suriye’den gelen balistik füze tehdidini gözlemleyip değerlendirme” planlarını duyuruyor ve şunları ekliyordu: “NATO topraklarını ve sınırlarını her türlü tehdide karşı savunma ve Suriye’den kaynaklanan zorlukları ele alma kararlılığımızı yineliyoruz.”

Ankara, güney sınırında bir Kürt oluşumunun kurulmasını önlemeye odaklanmakla birlikte, NATO’nun Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a karşı rejim değişikliği savaşını desteklemeyi de sürdürüyor. ABD medyası, dikkat çekici bir şekilde, bu savaştaki başlıca Amerikan vekil kara kuvveti olan El Kaide’ye itibar kazandırmak için bir propaganda kampanyası başlatmış durumda.

Biden-Erdoğan görüşmesinde ilerleme sağlanamayan bir diğer önemli başlık, Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S-400 hava savunma sistemiydi. Erdoğan bu konuda, “Bizim düşüncemiz daha önce neyse aynı düşünceyi Sayın Başkan’a ifade ettim,” dedi.

Washington, S-400’lerin kullanımının ABD’nin güvenliğini riske atabileceği gerekçesiyle Türkiye’yi F-35 Müşterek Taarruz Uçağı programından çıkardı ve Türk savunma sanayisine yaptırım uyguladı. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, zirveden önce konuyla ilgili “S-400 sistemiyle ilgili politikamız değişmedi,” demişti.

Görüşmede mutabakat sağlanan tek konu, ABD ve NATO güçlerinin ülkeden ayrılmasından sonra Türkiye’nin Afganistan’da Kabil uluslararası havaalanının yönetimini de kapsayan askeri varlığı oldu. Erdoğan bu konuda “Eğer Afganistan’dan çıkmamız istenmiyorsa … diplomatik, lojistik, bunun yanında mali konularda Amerika’nın bize vereceği destek büyük önem arz ediyor,” dedi.

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg de Pazartesi günü yaptığı açıklamada konuyla ilgili şunları belirtti: “ABD ve Türkiye gibi bazı NATO ülkeleri, Kabil’de bir uluslararası havaalanının nasıl sürdürülebilir kılınacağı konusunda da doğrudan diyalog halindeler. Bu, hem NATO müttefikleri hem de tüm uluslararası toplum için diplomatik varlığın ve yardımın devamı açısından önemlidir.”

Ne var ki Taliban, emperyalizmin hizmetindeki bu girişime karşı olduğunu duyurdu. Taliban sözcüsü, Reuters’a verdiği demeçte şunları ifade etti: “Türkiye, geçtiğimiz 20 yılda NATO güçlerinin parçasıydı; dolayısıyla, 29 Şubat 2020’de ABD ile imzaladığımız anlaşma kapsamında Afganistan’dan ayrılmalıdır.”

Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin daha önce açıkladığı gibi, “Afganistan’dan çekilme konusundaki anlaşmazlıkların temelinde ne terörle ilgili kaygılar ne de kadın hakları var. Söz konusu olan, ABD emperyalizmine enerji zengini Orta Asya’da bir köprübaşı ve Çin, İran veya Rusya’ya karşı savaşlar için potansiyel bir fırlatma rampası sağlayan bir ülkedeki jeostratejik çıkarlardır.”

ABD basını, Erdoğan’ın NATO müttefikleriyle uzlaşma arzusunun, ülke içinde karşı karşıya olduğu derin siyasi krizden kaynaklandığı yorumunu yaptı.

New York Times, Pazar günü yayımlanan bir yazıda şunları belirtiyordu: “Erdoğan, hem koronavirüs pandemisi hem de ekonomiyi yanlış yönetmesi yüzünden şu anda ciddi iç sıkıntılarla karşı karşıya. Enflasyon ve işsizlik artarken lira bir borç krizine yol açabilecek düzeyde tehlikeli bir şekilde zayıfladı. Erdoğan bu yüzden yaklaşımını değiştirdi, Batı’dan çok ihtiyaç duyduğu yatırımı –Rusya’nın sağlayamayacağı bir şey– alma umuduyla birkaç konuda tutumunu yumuşattı.”

Erdoğan’ın ülke içinde büyüyen zorlukları ve emperyalist müttefiklerine doğru yönelmesi, gerçekte işçi sınıfının pandemi karşısında izlenen “sürü bağışıklığı” politikalarına ve on yıllardır süren savaşa duyduğu öfkeyi yansıtıyor. ABD’de, Türkiye’de ve dünya çapında işçiler arasında bu öfke giderek büyüyor.

Loading