Lev Troçki ve Marksizmin Gelişimi – II

Lev Troçki ve Marksizmin Gelişimi, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin ABD şubesi Sosyalist Eşitlik Partisi’nin önceli olan İşçiler Birliği’nin Siyasi Komite üyesi Tom Henehan’ın öldürülmesinin beşinci yıldönümü üzerine 1982 yılında yazılan dört makaleden oluşuyor. David North’un bu makaleleri ilk kez İşçiler Birliği’nin gazetesi Bulletin’de yayımlandı. Birinci Makale için tıklayın.

İkinci Makale

“Eklektikler, tek ve anlık düşüncelerle, olayların zorlamasıyla uydurulan düşüncelerle yaşarlar. Proleter devrimini yönetebilecek Marksist kadrolarsa, ancak sorunların ve tartışmaların sürekli ve ısrarlı çözümlenmesiyle eğitilirler.” [1]

Revizyonistler ve her türden siyasi şarlatanlar, politikalarını ve ilkelerini sürekli olarak verili anın doğrudan ve pratik gerekliliklerine dayandırırlar. Uluslararası işçi hareketi tarihinin ciddi bir şekilde incelenmesinden, onun belirli bir yasaya tabi gelişiminin bilgisinden çıkan ve buradan hareketle onun nesnel deneyimlerini sürekli eleştirel biçimde yeniden ele alan ilkeli yaklaşımlar, bu pragmatistlere tümüyle yabancıdır. Onların politikadaki düsturu, “biraz başarı getirdiği sürece, her şeye kabul” şeklindedir. Tarihe ilgi gösterirlerse, bu basitçe bağlamından koparılmış bir alıntıyı kullanmak veya Troçkist hareketin ya da daha muhtemel olarak, bir birey olarak Troçki’nin geçmişteki başarılarına yapılan salt sembolik göndermelerle mevcut oportünizmlerini gizlemek içindir.

Böylece, Troçkist hareketin içinden geçtiği ve Marksist analize tabi tuttuğu tüm tarihsel deneyimlerin nesnel önemi göz ardı edilir. 1925–27 Çin Devrimi’nin dersleri, 1926 Britanya Genel Grevi ihaneti, Alman proletaryasının yenilgisi, Halk Cepheciliği ihaneti, Moskova Duruşmaları, GPU’nun suçları, Lev Troçki suikastı… Bütün bu tarihsel olaylar, “o günler geride kaldı” denilerek bir kenara itilir.

Pabloculuğun, 1951’deki kötü ünlü Üçüncü Dünya Kongresi’nden beri tüm gelişimi, tamamen bu çizgide ilerlemiştir. Onun “kendini reforme eden bürokrasiler”, “doğal Marksistler”, “yeni kapitalizm” ve en son “eylem devrimcileri” ile bir “kitlesel Leninist enternasyonal” “keşifleri”, Troçkist ilkelere ve dolayısıyla işçi sınıfına ideolojik ve siyasi ihanetin tezahürleridir.

Marksizmin Gelişimi Olarak Troçkizm

Troçkizmin tarihi, birbirinden kopuk olaylar dizisi olarak kavranamaz. Onun teorik gelişimi, kadroları tarafından, dünya kapitalist krizinin sürekli gelişmesinden ve uluslararası proletaryanın mücadelelerinden çıkarılmıştır. Bütün bir tarihsel çağ boyunca sınıf mücadelesinin tüm temel deneyimlerine yönelik siyasi analizlerinin kesintisiz sürekliliği, Lenin’in 1924’teki ölümünden sonra Marksizmin yegâne gelişimi olarak Troçkizmin muazzam zenginliğini oluşturur.

Bütün bu tarihi kolektif biçimde özümsemeye çalışmayan bir önderlik, işçi sınıfına yönelik devrimci sorumluluklarını layıkıyla yerine getiremez. Troçkist hareketin tarihsel gelişiminin gerçek bilgisine sahip olmaksızın diyalektik maddeciliğe yapılan göndermeler, yalnızca boş olmakla kalmaz; böylesi boş göndermeler, diyalektik yöntemin gerçek bir çarpıtmasına zemin hazırlarlar. Teorinin kaynağı düşüncede değil; nesnel dünyadadır. Bu yüzden, Troçkist hareketin gelişmesi sınıf mücadelesinin taze deneyimlerinden türer ve hareketimizin tarihsel olarak edinilmiş bütün bilgisi bu deneyimler üzerine yerleştirilmiştir.

“Böylece biliş, bir içerikten diğerine doğru ilerler... Bütün önceki içeriğini sonraki her bir belirleme aşamasına yükseltir; kendi diyalektik ilerlemesiyle hiçbir şey kaybetmemekle ve geride bir şey bırakmamakla kalmayıp, edinmiş olduğu her şeyi, kendisini zenginleştirecek ve yoğunlaştıracak şekilde beraberinde getirir.”

Bu pasajı Hegel’in Mantık Bilimi’nden aktaran Lenin, Felsefe Defterleri’nde, “Bu alıntı, diyalektiğin bir çeşit özeti olarak hiç fena değil,” diye yazmıştı. [2] Bu alıntı, Troçkist teorinin sürekli diyalektik gelişmesinin “bir çeşit özeti olarak” da hiç fena değil.

1923 ile 1933 arasında Sol Muhalefet (1928’de Uluslararası Sol Muhalefet’in kurulmasıyla güçlendirilmişti), Rusya Komünist Partisi’nin ve Üçüncü (Komünist) Enternasyonal’in (Komintern) reformdan geçirilmesi için mücadele etti.

Bu politikanın temeli, Troçki’nin o zamanlar (1933’e kadar) bürokratik merkezcilik olarak nitelendirdiği Stalinist rejimin doğası hakkındaki yanılsamalara değil; proleter devrimde bir atılım yönündeki nesnel olasılıklara dayanıyordu.

Bir diyalektik maddeci olan Troçki, her zaman toplumsal bilinçten bağımsız olarak toplumsal varlığın önce geldiğinden hareket etti. 1920’lerde Bolşevik Parti’nin ve Komünist Enternasyonal’in yozlaşması, o on yıl boyunca proleter devrimin uğradığı yenilgilerin nesnel bir tezahürüydü. 1923’teki Alman devriminin Komünist Parti önderliğinin bocalamaları yüzünden trajik bir başarısızlığa uğraması, Avrupa kapitalizminin yeniden istikrara kavuşmasına yol açtı. Dahası bu durum, Komintern’in Avrupa şubelerinin konumunu zayıflattı, sosyal demokrat partileri geçici olarak güçlendirdi ve Sovyet işçi sınıfının Alman devriminin desteğine güvenen geniş kesimlerinin moralini bozdu. Çin devriminin sonraki yenilgisi, öncüleri işçi devletinin uğradığı tecridin ve emperyalist müdahalenin tehlikelerinin son derece bilincinde olan Sovyet işçileri arasında siyasi kayıtsızlığa neden oldu.

Uluslararası proletaryanın uğradığı her yenilgi bürokrasiyi güçlendirdi, işçi sınıfı içindeki tutucu eğilimlerin büyümesini teşvik etti, parti ve devlet aygıtındaki “Yaşlı Bolşevik” kadroların yozlaşma sürecini hızlandırdı. Buna karşılık, tam da bu yozlaşma süreci, uluslararası işçi sınıfının yeni yenilgilerine doğrudan katkıda bulunan ve bir kısır döngüde olduğu gibi, SSCB’nin izolasyonunu yoğunlaştırarak bürokrasinin gücünü artıran revizyonist politikalara yol açtı.

Komintern İçinde Mücadele

Uluslararası işçi sınıfının belirleyici bir kesiminin, Stalinist önderliğin merkezci hatalarına ve bürokratik yetersizliğine rağmen iktidara giden yolu bulma olasılığı var olduğu sürece, Troçki Komintern’in reformu için çalıştı. Bununla birlikte, bu politikada kaderci bir pasiflikten eser yoktu. Troçki, Uluslararası Sol Muhalefet’in yorulmak bilmez faaliyeti üzerinden Komintern’in resmi partileri içindeki devrimci işçilere Stalinist çizginin ölümcül sonuçlarını açıklamaya ve benimsendiği takdirde zafere götürecek doğru politikaları geliştirmeye çalıştı.

Kendisine yöneltilen baskılara rağmen –Ocak 1929’da Sovyetler Birliği'nden sınır dışı edilmiş ve 1932’de yurttaşlıktan çıkarılmıştı– Troçki, siyasi olarak bu nesnel yoldan saptırılamadı. O, faşist karşıdevrimin örsü ile sosyalist devrimin çekici arasında kalan bir ayağı çukurdaki Weimar Cumhuriyeti Almanya’sında ortaya çıkan büyük mücadelenin Komünist Enternasyonal’in kaderini belirleyeceğini fark etmişti.

Almanya’da, Komintern’in politikaları bir felakete götürüyordu. Altıncı Kongre’nin ve Stalin’in sağcı oportünizmi eliyle Çin’de neden olunan aşağılayıcı yenilginin ardından, Stalinistler neredeyse histerik bir aşırı solculuğa yöneldiler. Bu, on yıldan az bir süre önce, Komünist Enternasyonal’in Üçüncü Kongresi’nde Lenin tarafından alay edilen aşırı solculuktan politik olarak daha çocukçaydı.

Bu “aşırı solculuk”, Komintern tarafından, Stalin’in çıkarcı yandaşı V. Molotov’un, durdurulamaz “devrimci yükseliş” ve “kitlelerin radikalleşmesi” ile karakterize edilen “Üçüncü Dönem”i ilan etmesiyle resmen başlatıldı. “Kitlelerin radikalleşmesi”, her ülkedeki sınıf mücadelesinin fiili gelişiminin herhangi bir somut analizini tamamen gereksiz kılan mutlak bir ilkeye yükseltildi ve saf bir metafizik soyutlama haline geldi. Bu radikalleşmenin somut biçimlerini, gelişme temposunu, ilgili işçi sınıfı katmanlarını vb. incelemek için hiçbir girişimde bulunulmadı. Ne her ülkenin proletaryası içindeki farklılaşma ne de farklı ülkelerdeki işçi hareketlerinin gelişimleri arasındaki özgül ayrımlar kabul edildi. Uluslararası sınıf mücadelesinin tüm gelişimine soyut –ve dolayısıyla diyalektik olmayan– bir tekdüzelik dayatıldı. Bu temelde, bir dizi şatafatlı formülün evrensel olarak geçerli olduğu ilan edildi: “Genel Grev”, “Sokakların Fethi” ve “Reformistlerle İttifak Yok!”

Aşırı solculuğa doğru bu dönüşün altında, Komünist Enternasyonal’in, Sosyal Demokrasinin işçi sınıfı üzerindeki gücünü kırma yeteneğine yönelik köklü bir şüphecilik yatıyordu. Kitleler arasında, özellikle de sendikalar içinde örgütlenen güçlü taburlar arasında sabırlı siyasi çalışmanın gerekliliği reddedildi. Oysa bu, Komünist Enternasyonal’in Üçüncü ve Dördüncü Kongrelerinde Lenin tarafından özellikle vurgulanmıştı. Stalinistler, Sosyal Demokrasi içindeki çelişkileri, yani onun kitlesel işçi sınıfı tabanı ile kapitalizmin bir temsilcisi olarak siyasi rolü arasındaki çatışmadan yararlanmak yerine, pratikte, işçileri yozlaşmış reformist liderlerinden koparmak için her türlü uzun süreli mücadeleden kaçındılar.

Bu, Almanya’da şöyle gelişti: Ekim 1929’daki Wall Street çöküşünden sonra, ortaya çıkan dünya bunalımı Alman ekonomisini harap etti. Kitlesel işsizliğin artması ve küçük burjuvazinin yıkıma uğraması, Adolf Hitler’in önderlik ettiği kitlesel faşist bir hareketin hızla büyümesine yol açtı. Onun üyeleri, esasen, mahvolmuş orta sınıftan ve yoksul lümpen proletaryadan geliyordu.

Troçki, faşizmin nesnel siyasi ve toplumsal özünü dikkatle çözümledi:

Faşizm, sadece bir misilleme, zorbalık ve polis terörü sistemi değildir. Faşizm, burjuva toplumu içindeki bütün proleter demokrasisi öğelerinin köklerinin kazınmasına dayanan belirli bir hükümet sistemidir. Faşizmin görevi, sadece Komünist öncüyü yok etmek değil, bütün sınıfı cebri bir bölünmüşlük hali içinde tutmaktır. Bu amaç için, işçilerin en devrimci kesiminin fiziksel yok edilişi yeterli değildir. Bütün bağımsız ve gönüllü örgütleri ezmek, proletaryanın bütün siperlerini yıkmak ve son üç çeyrek yüzyıl içinde Sosyal Demokrasi ve sendikaların elde ettiği ne varsa kökünden kazımak da gereklidir. Çünkü son tahlilde, Komünist Partisi de bu kazanımlara dayanmaktadır. [3]

Almanya Komünist Partisi’nin (KPD) karşı karşıya olduğu temel siyasi görev, işçi sınıfını faşist tehdide karşı seferber etmek ve bu sayede, devlet iktidarını ele geçirmek için tüm işçi sınıfını kendi önderliği altında birleştirmekti. Komünist Parti’nin, kapitalist devletin bir siperi olarak Sosyal Demokrasinin gerici doğasını teşhir etmek için, tüm işçi sınıfının önünde, Hitler’in kahverengi gömleklilerine karşı mücadelede iki işçi sınıfı partisinin birleşik cephesini önermesi gerekiyordu. Sosyal Demokratlara (SPD) sadık milyonlarca Alman işçisi, Nazilerle mücadele etmek istiyordu. Sosyal Demokratlar ise işçi sınıfının siyasi mücadelesini kapitalist devletin sınırları içinde tutmaya kararlıydı. Hitlerizme karşı bu sınırları aşan hiçbir mücadele kabul edilemezdi. Bunun yerine, Sosyal Demokratlar, tüm politikalarını, kapitalist devlete burjuva demokrasisini savunması ve işçi sınıfını faşist saldırılara karşı koruması için yaptıkları müflis çağrılara dayandırdılar.

KPD, Komünist ve Sosyal Demokrat partilerin ortak eylemi çağrısında bulunarak, reformistlerin korkaklığını, burjuvazi ile olan bağlantılarını ve Nazizmle ciddi bir şekilde savaşmayı reddetmelerini açığa çıkarabilirdi. Aynı zamanda, Komünist Parti, sosyal demokrat işçiler arasında onların sendikalarını ve demokratik haklarını savunabilecek tek siyasi güç olarak muazzam bir itibar kazanırdı. Birleşik Cephe taktiği, Alman işçi sınıfını büyük ölçüde güçlendirecek, Hitler’in hareketi içindeki küçük burjuva kitlelerin moralini bozacak, Sosyal Demokrasiyi gözden düşürecek ve sosyalist devrime giden yolu temizleyecekti.

Ne var ki, “Üçüncü Dönem”in kurallarına uygun olarak, Stalinistler tam tersi bir yola girdiler. Herhangi bir Birleşik Cephe önerisini reddettiler ve bunun yerine “Sosyal Demokrasi ile faşizm zıt değil, ikizdir,” diye ilan ederek Sosyal Demokratları “Sosyal Faşistler” olarak topa tuttular. Buradan yola çıkan Stalinistler şu kuralları koydular: Sosyal Demokrasi, Naziler kadar yakın ve büyük bir düşmandır. Komünist ve Sosyal Demokrat işçi örgütlerinin faşistlere karşı birleşik mücadeleleri kabul edilemez.

Peki, Stalinistler bu ölümcül siyasi çizgiye nasıl gelmişlerdi? Stalinistler, tamamen biçimsel bir mantıksal çıkarım yoluyla, şunları savundular: 1) Faşizm, kapitalist devletin bir temsilcisidir; 2) Sosyal Demokrasi, kapitalist sınıfın bir temsilcisidir; 3) Dolayısıyla, faşizm ile Sosyal Demokrasi aynıdır; 4) Bundan dolayı, Sosyal Demokrasi faşizmin bir çeşididir, yani “Sosyal Faşizm”dir.

Sosyal Faşizm Teorisi

Bu argümanın metafiziği, Stalinistlerin uğraşıyormuş gibi göründükleri siyasi kategorilerden tüm çelişkinin ortadan kaldırılmasından ibaretti. Sosyal Demokrasinin yalnızca kapitalizmin bir temsilcisi olmadığı, aynı zamanda bir işçi partisi olduğu, yani karşıt belirlenimlerden oluşan bir kimliği olduğu gerçeğini görmezden geldiler. Nihayetinde, faşizm ve Sosyal Demokrasi aynı efendiye, kapitalizme hizmet ediyordu; ancak farklı şekillerde. Faşizm, kendine özgü tarihsel görevini yerine getirmek için, yalnızca Komünist Parti’yi değil, Sosyal Demokrasiyi de tasfiye etme hedefine sahipti. Kapitalizmi savunmak üzere, işçi sınıfının reformist örgütleri de dahil olmak üzere proleter demokrasinin tüm unsurlarını yok etmeleri için faşistlere başvurulmuştu.

Troçki’nin açıkladığı gibi:

Bu felsefenin Stalinist özü, oldukça açıktır: [faşizm ile Sosyal Demokrasi arasındaki] mutlak çelişkinin Marksizmce reddedilişinden, çelişkinin genel olarak yadsınması, hatta göreli çelişkinin bile yadsınması sonucunu çıkarmaktadır. Bu yanlış, bayağı radikalizme özgüdür. Çünkü eğer demokrasi ile faşizm arasında (burjuva iktidarının biçimi yönünden bile) hiçbir fark yoksa, bu iki rejimin eşdeğer olacağı da besbellidir. Buradan da şu sonuç çıkar: Sosyal Demokrasi eşittir faşizm. [4]

Stalinistler, Sosyal Demokrat işçilere giden bir yol bulmak ve işçi sınıfını birleştirmek yerine, işçi sınıfı içindeki bölünmeleri derinleştirdiler, Sosyal Demokrat işçileri yabancılaştırdılar ve hem Sosyal Demokrat bürokrasinin hem de faşistlerin ekmeğine yağ sürdüler. Belirli durumlarda, siyasi açıdan çılgınca “Kızıl Referandum”da olduğu gibi, Stalinistler, Sosyal Demokratlara karşı Nazilerle işbirliği yaptılar ve böylece Almanya Komünist Partisi’nin Sosyal Demokrat sendikalar nezdinde sahip olduğu güvenilirliği heba ettiler.

Uluslararası Sol Muhalefet’in ve onun Almanya şubesinin [5] uyarılarını dinlemeyi reddeden Stalinistler, uyarılara acınası bir kuru gürültüyle karşılık verdiler. “Hitler’den sonra, biz!” onların sloganı haline geldi. Stalinist tabana, Hitler’in çok uzun süre iktidarda kalamayacağı, rejiminin çökeceği ve yakında sosyalist devrimin geleceği konusunda güvence verdiler.

Troçki, bu argümanın siyasi özünün “ters yüz edilmiş korkaklık”, yani faşist bir zaferin kaçınılmazlığının pasif bir kabulü olduğunu gözler önüne serdi. Politik olarak iflas etmiş olan Stalinistler, Hitler’in zaferi aracılığıyla, sosyalist devrim için en iyi koşulları yaratması adına üstü kapalı bir şekilde Hitler’e güveniyordu! Başka bir ifadeyle, Stalinistler işçi sınıfı içinde devrimci bilinci geliştirme görevini Hitler’e bıraktılar!

Stalinistlerin ve Sosyal Demokratların ortak ihaneti, Alman işçi sınıfını demoralize etti ve felce uğrattı. 31 Ocak 1933’te, Nazilerin önceki aylarda giderek zayıflamasına rağmen, Hitler demokratik Weimar Cumhuriyeti’nin daveti üzerine iktidara geldi. Alman işçi sınıfı, tek kurşun bile sıkılmadan, uluslararası işçi hareketi tarihindeki en feci yenilgiyi yaşadı. Hitler’in zaferini takip eden haftalarda, Sosyal Demokrat bürokratlar Hitler’e en sadık işbirliklerini teklif ettiler. Stalinistlere gelince, liderleri tamamen yolunu kaybetmiş ve felce uğramış durumdaydı. Alman işçi sınıfı nezdinde siyasi ve ahlaki olarak gözden düşmüş olan Komünist Parti, faşist baskının ağırlığı altında paramparça oldu. Faşist rejime bağlılık yemini etmelerine rağmen Sosyal Demokratlar da yasa dışı ilan edildi. Almanya’daki tüm bağımsız işçi sınıfı örgütleri yok edildi.

Troçki, Hitler’in zaferinin Almanya Komünist Partisi’nin sonu anlamına geldiğini yazdı:

Berrak, sade ve açık bir şekilde söylemek gerekir: Stalinizm Almanya’da 4 Ağustos’unu yaşamıştır. Bundan böyle ileri işçiler, Stalinist bürokrasinin egemenlik döneminden ancak yakıcı bir utanç duygusuyla, nefretle ve lanetle söz edeceklerdir. Resmi Almanya Komünist Partisi’nin sonu gelmiştir. Bundan böyle çözülmekten, parçalanmaktan ve bir hiçe indirgenmekten başka bir şey gelmez elinden. Alman Komünizmi ancak yeni bir temel üzerinde ve yeni bir liderlikle yeniden doğabilir. [6]

Troçki, Alman Stalinist partisine siyasi bir ölüm cezası duyurmakla birlikte, Komünist Enternasyonal içindeki herhangi bir şubenin Stalinist ihanete karşı sesini yükseltip yükseltmeyeceğini görmek için bekledi. 7 Nisan 1933’te, Komintern Yürütme Komitesi şunu ilan etti: “Başında Thaelman olan [Alman] Merkez Komitesi’nin … siyasi çizgisi, Hitler’in hükümet darbesine kadar ve darbe sırasında tamamen doğruydu.”

Bu açıklama, Stalinizmin mutlak siyasi yozlaşmasını gösteriyordu. Alman felaketinin herhangi bir protesto olmaksızın kabul edilmesi, tarihsel olarak Üçüncü Enternasyonal’in işçi sınıfının devrimci bir örgütü olmaya son verdiği anlamına geliyordu. Troçki, Stalinizmin,1914’teki Sosyal Demokrasi gibi kesin olarak burjuva karşıdevrim kampına geçtiği konusunda ısrar etti. Komünist Partileri ve Komünist Enternasyonal’i reformdan geçirme perspektifinin artık hiçbir geçerliliği yoktu. Siyasi ihanetlerin niceliksel birikimi, bizzat Stalinizmin niteliksel bir dönüşümünü üretmişti. Stalinizm, bürokratik merkezcilikten bilinçli karşıdevrim safına geçmişti. 15 Temmuz 1933’te Troçki, tarihi bir açıklama kaleme aldı: “Yeni Komünist Partiler ve Yeni Bir Enternasyonal İnşa Etmek Gerek.”

5 Mart’tan bu yana olup biten her şey: Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi genel kurulunun Almanya’daki durumla ilgili kararı, bütün şubelerin bu utanç verici karara sessizce boyun eğişleri, Paris’teki anti-faşist kongresi, Almanya Komünist Partisi’nin sürgündeki Merkez Komitesi’nin resmi çizgisi, Avusturya Komünist Partisi’nin ve Bulgaristan Komünist Partisi’nin kaderi, vb. —bütün bunlar, yalnız Almanya Komünist Partisi’nin değil, aynı zamanda bütün Komintern’in kaderinin Almanya’da belirlendiğini kanıtlamaktadır.

Moskova liderliği, yalnız Hitler’in zaferini garantileyen politikanın her türlü hatanın ötesinde olduğunu ilan etmekle kalmamış ama olup bitenlerin tartışılmasını da yasaklamıştır. Ve bu rezil yasağa karşı çıkılmamış, tersine uyulmuştur. Hiçbir ulusal kongre yapılmamış, parti toplantılarında hiçbir tartışma çıkmamış, hiçbir uluslararası kongre toplanmamış, basında hiçbir tartışma olmamıştır! Faşizmin gümbürtülerinin ayağa kaldıramadığı ve bürokrasinin bu tür rezilce hareketlerine uysal bir tavırla boyun eğen bir örgüt, artık işinin bitmiş olduğunu ve bundan sonra hiçbir şeyin kendisini canlandıramayacağını açığa vurur. Proletaryaya ve onun geleceğine dolaysız yükümlülüğümüzü, ancak bunu açıkça ve herkesin önünde söyleyerek yerine getirebiliriz. Bundan sonraki bütün çalışmalarımızda, kalkış noktası olarak resmi Komünist Enternasyonal’in tarihsel çöküşünü almamız gerekmektedir. [7]

Alman işçi sınıfının yenilgisi, proletaryanın dünya çapında önem taşıyan tarihsel bir deneyimiydi. Troçki’nin Stalinizmin rolüne ilişkin değerlendirmesinde öznellikten eser yoktu. Bu değerlendirme, sınıf mücadelesinin nesnel tarihsel gelişiminden çıkarılmış ve Troçki’nin çalışmalarının daha da geliştirilmesiyle bilimsel olarak doğrulanmıştır.

Nesnel Toplumsal Yasalar

Troçki’nin, Stalinizm üzerine teorik çalışmasını, Alman olaylarına dayanarak onun karşıdevrimci rolünü belirledikten sonra bitirmediğini anlamak belirleyici öneme sahiptir. O, Stalinizmin karşıdevrimci rolüne ilişkin suçlamasının doğruluğunu kanıtlamak için 1933’ten sonra Stalinist ihanetin daha da gelişmesine –Fransa ve İspanya’daki Halk Cephesi ihanetleri, Moskova Duruşmaları, Stalin-Hitler Paktı– dikkat çekmekle de yetinmedi. Troçki, tarihsel maddeci bakış açısıyla, ilk işçi devletinin yozlaşmasının ve Stalinist bürokrasinin uluslararası işçi hareketi içinde emperyalizmin başlıca temsilcisine dönüşmesinin nesnel toplumsal yasalarını keşfetmeye koyuldu. Troçki’nin eserinin Marx, Engels ve Lenin’inkiyle olan mükemmel sürekliliği işte burada yatmaktadır.

İkinci Enternasyonal’in 1914’teki çöküşünün ardından Lenin, İkinci Enternasyonal’in emperyalist düzenin bir kalesine dönüşmesinde kendini gösteren yasaları tespit etmeye çalışmıştı. Sonradan, 1920’de yazdığı gibi:

Bu olgunun ekonomik kökleri anlaşılmadıkça, siyasi ve sosyal önemi kavranmadıkça, komünist hareketin ve yaklaşan toplumsal devrimin pratik sorunlarının çözümüne yönelik bir adım atılamaz. [8]

Buna uygun olarak, Lenin, İkinci Enternasyonal’in yozlaşmasının izini, kapitalizmin gelişiminde (“serbest” rekabetten tekele geçiş) belirli bir aşama olarak emperyalizmin ortaya çıkışına kadar takip etti. Sömürgelerdeki kitlelerin aşırı sömürüsü, bir işçi bürokrasisinin ve işçi sınıfının üst tabakasının gelişmesine ve rüşvetle satın alınmasına olanak veren süper kârlar yaratmış ve onları “burjuvazinin işçi sınıfı hareketi içindeki gerçek ajanları, kapitalist sınıfın işçi teğmenleri, gerçek reformizm ve şovenizm araçları”na dönüştürmüştü. “Proletarya ile burjuvazi arasındaki iç savaşta onlar, kaçınılmaz olarak ve hiç de az olmayan sayıda, ‘Komünarlar’a karşı burjuvazinin, ‘Versay’ın yanında yer alırlar.” [9]

Lenin, Sosyal Demokrasiyi emperyalizm kampına götüren nesnel tarihsel ve ekonomik yasaları keşfederek, bir Üçüncü, yani Komünist Enternasyonal’in inşasının gerekliliğini bilimsel olarak kanıtlamış ve İkinci Enternasyonal’i yeniden canlandırmaya ya da Sosyal Demokrasi ile Komünizm arasında ikili oynamaya yönelik tüm girişimlerin gerici doğasını ortaya çıkarmıştı.

Stalinizme karşı ölüm kalım mücadelesinin ve Dördüncü Enternasyonal’in inşasının nesnel tarihsel gerekliliği ise, Troçki tarafından İhanete Uğrayan Devrim’de ortaya kondu. Bu kitap, Lenin’in Emperyalizm adlı eserinin yanı sıra, diyalektik maddeci yöntemin 20. yüzyıldaki en büyük teorik zaferini oluşturmaktadır. Denilebilir ki (Lenin’in, Marx’ın Kapital’i için dediği gibi), Troçki arkasında bir Mantık bırakmadıysa da, Stalinist bürokrasinin bu anıtsal analizinin mantığını bıraktı. Bu eser, Dördüncü Enternasyonal’in temel teorik temeli ve tüm revizyonizme karşı çürütülemez bilimsel cevaptır.

İhanete Uğrayan Devrim, Sovyet bürokrasisinin ortaya çıkışını, büyümesini ve kaçınılmaz yok oluşunu yöneten belirli yasaları ortaya çıkarır. Bir işçi devletinde ayrıcalıklı bir kast (sınıf değil) olarak bürokrasinin varlığını yöneten çelişkileri inceleyen Troçki, 1917 Ekim Devrimi’nin kazanımlarının ancak siyasi devrim yoluyla korunup genişletilebileceğini ortaya koydu. Bu, Sovyet işçilerinin, Bolşevik devriminin kurduğu ulusallaştırılmış mülkiyet ilişkilerini korurken, şiddetli bir ayaklanmayla bürokrasiyi devirdiği bir siyasi devrimdi.

Troçki, Sovyet rejimini geçici olarak tanımlayarak, biçimsel değil, diyalektik bir tanımlama yaptı. Yani, devrilmiş olan kapitalizm ile SSCB’de inşası dünya devriminin kaderine bağlı olan sosyalizm arasındaki çelişkili bir toplumsal olgu/görüngü olarak geçici. Troçki’nin açıkladığı gibi:

Sovyet rejimini geçici ya da ara rejim olarak tanımlamak, kapitalizm (ve onunla birlikte “devlet kapitalizmi”) ve aynı zamanda da sosyalizm gibi tamamlanmış toplumsal kategorileri terk etmek anlamını taşır. Ama kendi başına tamamıyla yetersiz olmaktan başka böyle bir tanımlama aynı zamanda, yalnızca şimdiki Sovyet rejiminden sosyalizme geçişin olanaklı olduğu gibi yanlış bir fikrin de çıkmasına yol açabilir. … Son tahlilde sorunlar, yaşayan toplumsal güçlerin, hem ulusal hem de dünya çapındaki mücadelesi ile karara bağlanacaktır. [10]

Troçki şunu kabul eder: “Doktrinciler kuşkusuz bu hipotetik tanımlama ile tatmin olmayacaklardır. Onlar kategorik formüller isteyeceklerdir: evet-evet, hayır-hayır. Toplumsal olguların her zaman tamamlanmış bir karakteri olsaydı sosyolojik sorunlar kuşkusuz daha basit olurdu. Ancak mantıksal bütünlük uğruna bugün sizin şemanızı bozan ve yarın onu tümüyle tersine çevirebilecek olan öğeleri gerçeğin dışına atmaktan daha tehlikeli bir şey yoktur. Çözümlememizde biz, daha önce görülmeyen ve benzer örnekleri bulunmayan dinamik toplumsal formasyonların hakkını vermemekten öncelikle kaçındık. Siyasal olduğu gibi bilimsel görev de bitmemiş bir sürece bitmiş bir tanım getirmek değil, onun tüm aşamalarını izlemek, içindeki ilerici eğilimlerle gericileri birbirlerinden ayırmak, bunların karşılıklı ilişkilerini sergilemek, olanaklı gelişme çeşitlerini önceden görmek ve bu önceden görüşte eylem için bir zemin bulmaktır.” [11]

Diyalektik Maddeci Yöntem

Peki, bu diyalektik maddeci yöntem değil de nedir? İhanete Uğrayan Devrim’i dikkatli bir şekilde incelerken, Troçki’ye, tamamen yeni bir toplumsal görüngü –tarihteki ilk işçi devleti– olan Sovyetler Birliği analizinde rehberlik eden yöntemin, Marx’a Kapital analizinde rehberlik eden yöntemle özdeşliğine şaşmamak elde değil. Kapital’in, St. Petersburg’da yayımlanan Avrupa Habercisi’nde çıkan ünlü eleştirisinin yazarı, Marx’ın Almanca İkinci Basıma Sonsöz’de aktardığı satırlarda şunları belirtir:

Marx için [ve Troçki için—DN] önemli bir tek şey var: incelemesine giriştiği görüngülerin yasasını bulmak. Ve, bu görüngüler belli ve kesin bir şekle sahip bulundukları ve belli bir zaman aralığında gözlenebilecek bir karşılıklı ilişki içinde oldukları sürece, onun için önemli olan sadece bu görüngülere hükmeden yasa değildir. Onun için daha da önemli olan, görüngülerin değişimlerinin, bunların gelişmelerinin, yani bir biçimden diğerine, bir ilişkiler düzeninden bir diğer ilişkiler düzenine geçişlerinin yasasıdır. Bir kere bu yasayı bulduğunda, bu yasanın toplumsal yaşamdaki ifadeleri olan sonuçları ayrıntılarıyla inceler. … Dolayısıyla, Marx’ın tek bir derdi vardır: kapsamlı bilimsel araştırma yoluyla toplumsal ilişkilerin belirli düzenlere sahip olmalarının zorunluluğunu göstermek ve kendisine hareket ve dayanak noktaları sağlayan olguları elverdiğince tarafsız bir şekilde saptamak. Bunun için, aynı anda, hem mevcut düzenin zorunluluğunu, hem de, insanların buna inanıp inanmamasından, bunun bilincine sahip olup olmamalarından tümüyle bağımsız bir şekilde, mevcut düzenin kaçınılmaz olarak geçmek zorunda olduğu bir başka düzenin zorunluluğunu kanıtlaması fazlasıyla yeterlidir. Marx, toplumsal hareketi, yalnızca insanların irade, bilinç ve niyetlerinden bağımsız olmakla kalmayan, aksine, onların irade, bilinç ve niyetlerini belirleyen yasaların yönettiği, doğal bir tarihsel süreç olarak görür… [12]

Buradaki hemen hemen her kelime İhanete Uğrayan Devrim’in de bir tarifi olarak uygun olacaktır. Lev Troçki’nin yazılarını ciddi ve sistematik olarak inceleyenler ki bu, İşçiler Birliği ve Uluslararası Komite’deki her kadronun teorik gelişimi için esastır, diyalektik yöntemin muazzam zenginliğini keşfedeceklerdir. Troçki’nin Stalinizme karşı yürüttüğü mücadelenin tüm içeriğini, çıkarları bu tarihi mücadeleler aracılığıyla tezahür etmiş ve etmeye devam eden toplumsal güçlerin incelenmesinden bağımsız olarak, mekanik bir şekilde metafiziğe karşı diyalektik sorununa indirgemek elbette yanlış olur. Bununla birlikte, Stalinist bürokrasiye karşı mücadelenin gelişimindeki her aşamanın, bürokrasinin öznel idealist metafiziğine karşı diyalektik maddeci yöntemin derinleştirilmesini gerektirdiğine şüphe yoktur. Felsefe partizandır; yani, teori sınıfsal bir meseledir. Stalin’in, başlangıçta onu proletaryaya düşman toplumsal güçlerin basınçları karşısında savunmasız kılan eklektizmi ve idealizmi, dünya krizinin gelişmesinde belirli bir noktada, Sovyet bürokrasisinin ve dolayısıyla dünya emperyalizminin maddi çıkarlarına bağlı hale gelmiştir.

Troçki bunu fark etti. Troçki’nin analizinde, sınıfsal çıkarlar ve felsefi yöntem, toplumun ekonomik temeli kadar ideolojik üstyapısıyla da diyalektik olarak ilişkiliydi. Bu nedenle, 1940’ta Troçki'nin “somut” sorunların (yani Sovyet devletinin sınıf doğası, SWP rejiminin karakteri) tartışılmasına diyalektiği “yapay olarak” dahil ettiğini iddia eden Sosyalist İşçi Partisi’nin (SWP) küçük burjuva azınlığındakiler, sadece kendi pragmatik yüzeyselliklerini ve Troçki’nin yaşam eserine ilişkin koyu cehaletlerini gösteriyorlardı.

Troçki’nin Stalinist bürokrasiye, onun liderlerine ve savunucularına karşı yürüttüğü amansız ideolojik mücadele açısından, kendisinin 1923’ten 21 Ağustos 1940’taki ölümüne kadar olan yazılarının tüm içeriği, Lenin’in Marx ile Engels’in 40 yıllık yazışmalarını özetlediği gibi tek kelimeyle özetlenebilir: “Diyalektik.”

Dipnotlar

[1] Lev Troçki, “Ya Sonra?”, Faşizme Karşı Mücadele içinde (İstanbul: Yazın Yayıncılık, 1998), s. 163-164. Çeviren: Orhan Koçak ve Orhan Dilber.

[2] V. İ. Lenin, Collected Works, Cilt 38, s. 230.

[3] Lev Troçki, “Ya Sonra?”, Faşizme Karşı Mücadele içinde (İstanbul: Yazın Yayıncılık, 1998), s. 161, düzeltilmiş çeviri.

[4] Age., s. 171-172, düzeltilmiş çeviri.

[5] 1950’lerde, Alman şubesinin iki lideri Senin ve Well’in Stalinist ajanlar olduğu tespit edildi. 1940’larda Amerika Birleşik Devletleri’ne göç ettikten sonra, Sosyalist İşçi Partisi (SWP) içindeki bir GPU casusluk şebekesinin yöneticileri oldular. Bu şebekenin başlıca ajanları arasında SWP’nin kurucusu James P. Cannon’ın sekreteri Sylvia Caldwell ile Troçki’nin Meksika’daki eski sekreteri ve daha sonra 1959’dan itibaren SWP’nin başlıca lideri olan Joseph Hansen de vardı.

[6] Lev Troçki, “Alman Proletaryasının Trajedisi”, Faşizme Karşı Mücadele içinde (İstanbul, Yazın Yayıncılık, 1998), s. 425-426, düzeltilmiş çeviri.

[7] Age., s. 465-466, düzeltilmiş çeviri.

[8] Lenin, Collected Works, Cilt 22, s. 194.

[9] Age., s. 194.

[10] Lev Troçki, İhanete Uğrayan Devrim (İstanbul: Yazın Yayıncılık, 1998), s. 238-239, düzeltilmiş çeviri. Çeviren: Ayla Ortaç.

[11] Age., s. 239.

[12] Karl Marx, Kapital, I. Cilt (İstanbul: Yordam Yayıncılık, 2017), s. 27. Çevirenler: Mehmet Selik ve Nail Satlıgan.

Loading