Sosyal Demokratlar, Alman seçimlerinde az farkla bir çoğunluk kazandı

Pazar günkü Alman federal seçimlerinin sonucu, tüm parlamento partilerden derin ve yaygın yabancılaşmayı yansıtıyor ve bir siyasi istikrarsızlık ve keskin sınıf çatışması dönemini başlatıyor.

Görevi sona eren Şansölye Angela Merkel’in Hristiyan Demokratları (CDU) ve onun adayı Armin Laschet, tarihi bir bozgun yaşadılar. Merkel’in Şansölye olduğu 16 yılın ardından, Hristiyan Demokrat Birlik (CDU)/Hristiyan Sosyal Birlik (CSU), yüzde 24,1 ile atılan tüm oyların dörtte birinden azını aldılar. CDU/CSU, 2017’deki son seçimde yüzde 32,9 ile bir önceki en kötü performansını göstermişti; şimdi 2017’ye kıyasla yüzde sekizden fazla oy kaybettiler. 2013’te parti hâlâ oyların yüzde 41,5’ini toplayabilmişti.

İkinci ismi “Halkın Partisi” olan Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) yüzde 25,7 ile kullanılan tüm oyların dörtte birinden fazlasını zar zor aldı. SPD ve onların Şansölye adayı Olaf Scholz, dört yıl önceki tarihsel olarak en kötü sonuçlarına kıyasla (yüzde 20,5) oy paylarını arttırmayı başardılar, ancak oy kullanmayan işçi katmanını kazanamadılar. Yeni SPD seçmenlerinin aslan payı (1,3 milyon) eski CDU seçmenlerinden geldi.

“Seçim zaferine” rağmen, SPD, işçiler ve gençler tarafından nefret ediliyor. Hartz sosyal yardım kesintilerinin, süper zenginlere vergi desteklerinin ve emeklilik yaşının 67’ye çıkarılmasının partisi olan SPD, Almanya’daki derin toplumsal eşitsizliğin başlıca sorumluluğunu taşımakta. Görevdeki maliye bakanı Scholz, büyük şirketlere ve bankalara dağıtılan milyarlarca avronun ve son yıllardaki devasa silahlanma hamlesinin mimarıdır.

Sadece Sol Parti SPD’den daha da iflas etmiş durumda. Sol Parti, 2017’ye göre oylarının yarısını (yüzde -4,3) kaybederek şimdiye kadarki en kötü sonucunu elde etti. Sol Parti, son düzlükte yüzde 4,9 ile mecliste temsil için yüzde 5’lik barajı kaçırdı. Ancak parti, daha önce üç doğrudan görev süresi kazanmayı başardığı için yüzde 5’lik engel artık geçerli olmayacak ve bir sonraki parlamentoda temsil edilmeye devam edecek.

Sol Parti’nin bozgununun nedeni açık. Pandemi, yaygın toplumsal eşitsizlik ve artan savaş tehlikesinin ortasında, eski Stalinistler, yıpranmış sosyal demokratlar ve sahte solcular, nüfustaki muazzam toplumsal ve siyasi muhalefete ne istekli ne de çekici geldiler.

Sol Parti’nin halihazırda yönettiği eyaletlerde, parti, sosyal harcamaları kesiyor, mültecileri vahşice sınır dışı ediyor ve pandeminin ortasında ölümcül kitlesel enfeksiyon politikasını sürdürüyor. Seçim kampanyasında, Sol Parti’nin adayları her fırsatta bir SPD/Sol Parti/Yeşil (Kızıl-Kızıl-Yeşil hükümet olarak adlandırılan) koalisyonu için kampanya yürüttüler ve egemen sınıfa NATO ve Alman emperyalizmine desteklerini bildirdiler.

Almanya İçin Alternatif’in (AfD) seçim sonucu (yüzde 10,3) tüm egemen sınıfın sağcı siyasetinden ne kadar nefret edildiğinin altını çiziyor. Medyada aşırı sağcılarla sürekli flört edilmesine ve yerleşik partilerin onları sistemli olarak siyasi sistemle bütünleştirmesine ve gündemlerini benimsemesine rağmen AfD oy kaybetti. Aşırı sağ parti, federal seçimlerde yüzde ikiden fazla oy kaybetti ve aynı zamanda Mecklenburg-Batı Pomeranya ve Berlin’de yapılan eyalet seçimlerinde sırasıyla yüzde 4 ve yüzde 6 oy kaybetti.

Ancak bu, aşırı sağın yarattığı tehlikeyi ortadan kaldırmıyor. Tam da aksine. Egemen sınıf, kapitalizmin derin krizine, büyük güçler arasındaki artan gerilime ve sınıf mücadelesinin küresel büyümesine, aşırı sağcıların programını her zamankinden daha açık bir şekilde benimseyerek yanıt veriyor.

Bu özellikle mevcut pandemide oldukça belirgin. Dikkate değer bir şekilde, seçim akşamı, tek bir önde gelen politikacı bile, yalnızca Almanya’da neredeyse 100.000 cana mâl olan koronavirüs pandemisi hakkında tek bir kelime sarf etmedi. CDU/CSU’dan Sol Parti’ye kadar tüm partiler, kârı hayatın önüne koyan ve özünde AfD’nin imzasını taşıyan virüsün yayılmasına izin veren canice yeniden açma politikasını destekliyor.

Şiddetli sosyal saldırılar ve yurtdışında ordunun ve yurtiçinde baskıcı devlet aygıtının büyük ölçüde güçlendirilmesiyle birleşen bu siyasi gidişat, şimdi devam ettirilecek ve yoğunlaştırılacak. Seçim akşamı, Scholz ve Laschet, bir sonraki federal hükümete liderlik etmek ve liberal Hür Demokratlar (FDP) ve Yeşiller ile hızla yoklama ve koalisyon görüşmelerini başlatmak için birbiriyle yarışan iddialar formüle ettiler. Her iki taraf da bu tür görüşmelere açık.

Oylarını yüzde 6’ya yakın arttıran ve federal seçimlerde yüzde 14,6 ile bugüne kadar elde ettikleri en iyi sonucu alan Yeşiller, koalisyona hazır olduklarını açıkça belirtti. Yeşiller’in Eş Başkanı Robert Habeck, “Yönetmek istiyoruz” dedi. Habeck, “SPD’ye yakınlık” var diye devam etti, ancak CDU/CSU liderliğinde FDP ile bir ittifak da mümkün.

Oyların yüzde 11,5’ini (yüzde 0,8 artış) alan FDP’nin ana adayı ve başkanı Christian Lindner, ZDF televizyon kanalına, içerik açısından en iyi anlaşmayı CDU/CSU, FDP ve Yeşiller’in Jamaika olarak adlandırılan koalisyonunda gördüğünü söyledi. Ancak Lindner, SPD ile görüşmeyi de dışlamadı. Lindner, akşamın erken saatlerinde, “Berlin Yuvarlak Masası”nda nasıl ilerlemeyi düşündükleri ile ilgili “Yeşiller ve FDP’nin önce birbirleriyle konuşacaklarını” açıkladı.

Tüm taraflar temel siyasi konularda hemfikirler ve yalnızca nüanslar sözkonusu. Bununla beraber, bir hükümetin kurulması, tıpkı dört yıl önce olduğu gibi aylar alabilir. Matematiksel olarak, CDU-SPD büyük koalisyonunun bir devamı da mümkün olabilir. Ancak, Almanya’nın 1950’lerden bu yana ilk kez üç partili bir ittifakla yönetileceğine dair pek çok işaret var.

Yeni bir hükümet kurma konusuna yönelen Scholz, “Berlin Yuvarlak Masası”nda “Noel’den önce hazır olmamız için” her şeyin şimdi yapılması gerektiği konusunda uyardı. Scholz sözlerine şunları ekledi: “[Noel’den] biraz daha önce olsa iyi olur.”

Laschet, Almanya’nın 2022’de G7 başkanlığını üstleneceğine dikkat çekti. Bu, “yeni hükümetin çok yakında göreve başlaması” ve koalisyon müzakerelerinin “kesinlikle Noel’den önce [bitirilmesi]” gerektiğinin nedenlerinden biri.

Egemen sınıfı iki önemli gelişme yönlendirmekte. Bir yandan, uzun süreli bir siyasi istikrarsızlık döneminin, işçi sınıfında yükselen direnişi kışkırtabileceğinden korkuyor. Seçim kampanyasına, çoktan daha yüksek ücretler ve güvenli ve insana yakışır çalışma koşulları için grevler ve protestolar damgasını vurdu. Tren makinistlerinin, teslimat işçilerinin ve hizmet görevlilerinin grevleri, sınıf mücadelesinde uluslararası bir yükselişin parçasıdır.

Öte yandan, burjuvazinin jeostratejik ve ekonomik çıkarlar için mücadelesi kesintiye uğrayamaz. Federal Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier (SPD) Cuma günü New York’taki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, bir sonraki federal hükümetin temel bir görevini açıkça ortaya koydu. Yeni hükümet, rengi ne olursa olsun, Almanya’nın saldırgan, büyük güç dış politikasına dönüşünü hızlandıracak.

Steinmeier, Afganistan’daki emperyalist bozgun üzerine birkaç timsah gözyaşı döktü ve ardından da ülkeleri tümüyle yok eden, milyonlarca insanı öldüren ve on milyonları mülteciye dönüştüren askeri müdahale politikasının devam etmesi gerektiğini ilan etti. Steinmeier “ikna olmuştu: istifa, yanlış bir doktrin olurdu. Benim gözümde bu jeopolitik hayal kırıklığı anı, dış politikamız için üç şey ifade ediyor: Daha dürüst, daha akıllı ama aynı zamanda daha güçlü olmalıyız!”

Bununla Steinmeier, her şeyden önce Avrupa’nın dış politikasını ve askeri güçlenmesini kastediyor. Steinmeier, “Alman ve Avrupa dış politikası… haklı olmakla ve başkalarını kınamakla sınırlı kalmamalıdır. Ancak alet edevat kutumuzu genişletmeliyiz; diplomatik, askeri, hukuki ve insani olarak.” diye açıkladı. “Olanaklarımızda daha güçlü hale gelmeliyiz.” Bu nedenle Almanya, “bu istikrarsız zamanlarda savunma yeteneklerine daha fazla yatırım yapıyor.”

Alman emperyalizminin ve mali sermayenin bir sonraki hükümetini kurmak için perde arkasındaki entrikaları ve manevraları hız kazanırken işçi sınıfı boş duramaz. İşçi sınıfı siyasi olaylara bağımsız olarak müdahale etmeli ve egemen sınıfın gerici planlarına kendi programıyla karşı koymalıdır.

Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (Sozialistische Gleichheitspartei, SGP) seçim kampanyasının önemi işte budur. Biz, sağa kaymaya, kitlesel enfeksiyona ve eşitsizlik politikasına karşı muhalefete ses ve sosyalist bir bakış açısı kazandırmak için seçimlere katıldık. Kuzey Ren-Vestfalya ve Berlin’deki eyalet adaylarımız için 1.535 oy aldık, bu son federal seçime göre yaklaşık 250 oy fazla.

Bu taarruza artık devam edilmelidir. Seçim arifesinde yaptığımız açıklamada şunları yazdık: “Bu sosyalist perspektif için mücadele 26 Eylül’de bitmiyor. Her oy için savaşıyoruz çünkü SGP için güçlü bir sonuç kitlesel enfeksiyon, eşitsizlik ve savaşa karşı artan muhalefetin önemli bir işaretidir. Ancak can alıcı görev, işçileri önümüzdeki sınıf mücadelelerine hazırlamak ve işçi sınıfının yeni sosyalist önderliği olarak SGP’yi ve Dördüncü Enternasyonal’i inşa etmektir.”

Loading