AUKUS paktının ardından Çin ile ilişkiler konusundaki ABD-AB çatlağı genişliyor

Son haftalarda Washington ile Avrupalı emperyalist güçler arasında Çin konusundaki anlaşmazlıkların arttığına tanık olunuyor. Geçtiğimiz ay Avustralya, Çin’i hedef alan Avustralya-Birleşik Krallık-ABD (AUKUS) ittifakını imzalamak için 56 milyar avroluk Fransız denizaltı sözleşmesini birdenbire iptal etti ve bu ay Avrupa ülkeleri, ABD’nin, IMF Başkanı Kristalina Georgieva’nın resmi raporlarda Çin’in uygunsuz bir şekilde reklamını yaptığı yönündeki suçlamalarını başarıyla bastırdı.

Fransa Maliye Bakanı Bruno Le Maire, bu hafta Washington’daki G-20 maliye bakanları zirvesi için Amerika’ya geldiğinde, New York Times (NYT) ona en çok Çin’i sordu. NYT, Amerika ile Fransa arasında “Çin ve diğer konulardaki keskin farklılıkları maskelemek” imkânsız, diye yazdı. Le Maire ise ABD ile Avrupa Birliği’nin (AB) Çin’e yönelik politikalarının temelden zıt olduğunu iddia etti.

ABD Donanması güdümlü füze kruvazörü USS Bunker Hill (CG-52) ve güdümlü füze destroyeri USS Barry (DDG-52) 18 Nisan 2020’de Güney Çin Denizi’nde yol alıyor. (Wikimedia Commons)

“Amerika Birleşik Devletleri Çin ile cepheleşmek istiyor. Avrupa Birliği ise Çin’in dostluğunu kazanmak istiyor,” diyen Le Maire, Washington Çin’i bir tehdit olarak görüyor ve “Çin’in birkaç yıl veya on yıllar içinde dünyanın en büyük süper gücü olmasını istemiyor,” diye ekledi. Bununla Amerika ile Avrupa arasında bir uzaklaşma olduğunu mu kastettiği sorusunu ise Le Maire şöyle yanıtladı: “Dikkatli olmazsak olabilir.” Ona göre, ABD-AB çatışmasını önlemek için Washington’ın “21. yüzyılda Avrupa’yı dünyanın üç süper gücünden biri olarak tanımayı” kabul etmesi gerekiyordu. Diğer iki süper güç ise ABD ile Çin’di.

İşçilerin uyarılması gerekiyor: 20. yüzyılda dünyanın en güçlü emperyalist devletleri arasında iki kez dünya savaşına yol açan derin tarihsel kökleri olan çatışmalar, yeniden patlama tehdidi oluşturuyor. Stalinistlerin 1991’de Sovyetler Birliği’ni dağıtmasının NATO güçlerini ortak bir düşmandan yoksun bırakmasının üzerinden otuz yıl geçti. Bugün, devletlerin COVID-19 pandemisini canice yönetmesinin yol açtığı korkunç bir sosyal ve ekonomik krizin ortasında, ekonomik ve askeri çıkarlarla ilgili derin çatışmalar ABD emperyalizmi ile Avrupa güçlerini birbirinden uzaklaştırıyor.

Le Maire, “Avrupa Birliği için şu anda kilit önemdeki soru ABD’den bağımsız olmak, gerek ekonomik gerek stratejik çıkarlarını kendi savunabilmesi” olduğunu söyledi. Böyle bir bağımsızlık, “savunma konusunda daha fazla kapasite geliştirebilmek, iklim değişikliğine karşı mücadele konusunda kendi görüşünü savunabilmek, kendi ekonomik çıkarlarını savunabilmek, temel teknolojilere erişebilmek ve Amerikan teknolojilerine fazla bağımlı olmamak anlamına geliyor.”

NYT, Paris’in Le Maire aracılığıyla Washington’a sunduğu talepleri sıraladı. Bunlardan biri, Biden yönetiminin önceki Trump yönetimi tarafından uygulanan çelik ve alüminyum tarifelerine son vermesiydi. Gazete, Fransa’nın ayrıca “Avrupa’nın bağımsız savunma emellerine Amerika’nın daha fazla bağlılık göstermesini … ve Avrupa’nın Hint-Pasifik bölgesindeki stratejik emellerine Amerika’nın saygı duyduğunu kanıtlamasını” istediğini yazdı.

Ne var ki, Washington’ın AB’nin haberi olmadan AUKUS’u imzalaması, AB’nin emellerine saygı duyma veya herhangi bir aktörle eşit bir rolü kabul etme niyetinde olmadığının altını çiziyor. Doğrusu, ABD’nin küresel üstünlüğünün korunması, Sovyet sonrası dönem boyunca ABD’nin politikası olmuştur.

Pentagon’un 1992’deki bir strateji belgesi, Washington’ın, “potansiyel rakiplerini, daha büyük bir role talip olmamaları ya da daha saldırgan bir duruş sergilememeleri gerektiği” konusunda ikna etmesi ve “onların, önderliğimize meydan okuma ya da kurulu siyasi ve ekonomik düzeni bozma heveslerini kırması” gerektiğini ileri sürüyordu.

Ne var ki, Trump’ın seçilmesinden hemen sonra, AB devletleri daha düşmanca bir askeri duruşun sinyallerini vermişti. 2017’de Almanya Başbakanı Angela Merkel, Trump’ın başkan olarak ilk Avrupa turu sırasında “kendi geleceğimiz için kendimiz savaşmalıyız” yorumunu yaptı. AB, bağımsız AB silahları ve silahlı kuvvetleri için milyarlarca avroluk planlarını açıkladı.

Washington, o zamandan beri, dünya çapında milyonlarca kişinin ölümüne neden olan COVID-19 pandemisine felaket getiren bir “sürü bağışıklığı” yanıtı vermeyi savunması ve bu yaz Kabil’deki Afgan kukla rejiminin küçük düşürücü çöküşüyle zayıflamıştır. Fransız maliye bakanının ABD politikasını eleştirmedeki rolü, Fransa’nın ABD’nin dolar politikalarına uzun süredir getirdiği eleştiriler göz önüne alındığında tesadüf değildir. Bu eleştiriler, COVID-19 pandemisi nedeniyle daha da şiddetlendi.

Geçtiğimiz yıl IMF, Washington ile AB arasındaki bir kavganın odak noktası haline geldi. AB, Afrika’nın pandemiyle başa çıkması için IMF’den sübvansiyon talep etmiş ancak ABD’li yetkililer bunu kendi dolar basma tekellerine yönelik bir tehdit olarak görüp karşı çıkmıştılar. Nihayetinde, IMF Başkanı Georgieva’nın desteğiyle AB ve Afrika ülkeleri ABD’nin muhalefetinin üstesinden geldiler. Bu ay aralarında Nijerya, Mısır, Fildişi Sahili, Senegal ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin de bulunduğu 15 Afrika ülkesi, Paris merkezli aylık Jeune Afrique dergisinde Georgieva’yı Washington’a karşı destekleyen bir mektubun imzacısı oldu.

Georgieva’dan “çok değerli bir ortak” olarak söz eden imzacılar, mektupta şöyle yazıyordu: “Georgieva, ihtiyacı olan birçok ülkeye likidite ve nakit tamponları sağlayarak 650 milyar ABD Dolarına eşdeğer, benzeri görülmemiş Özel Çekme Hakları (SDR) çıkarılmasında belirleyici bir rol oynadı. Kendisi çok taraflılığı teşvik etmek için mücadele etti…”

Çin’den, Afrika’dan ve başka yerlerden elde edilecek kârlar üzerine emperyalistler arası rekabet, her zamankinden daha açık bir şekilde askeri bir boyut kazanıyor ve savaş riski hızla artıyor. Fransa’nın Stratejik Araştırma Vakfı (FRS) adlı düşünce kuruluşu geçtiğimiz günlerde AUKUS ittifakı ve Hint-Pasifik hakkında bir rapor yayımladı. Rapor, AUKUS, ABD’nin “(yalnızca Fransa’ya değil) Avrupa’ya karşı güvensizliğini” gösteriyor, diyor ve şöyle devam ediyordu: “Washington, Avrupa’yı özellikle Pekin’e karşı yeterince katı olmadığı ve ayrıca Çin pazarında ticari olarak rekabet etme eğiliminde olduğu için bir kenara itti.”

Rapor, ABD’nin Fransa ile arasını düzeltme girişimlerini reddediyordu: “ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in, etrafı Avustralyalı yetkililerle doluyken Fransızların öfkesini yatıştırmaya çalışması (‘Fransa hayati bir ortak… Hint-Pasifik’te Atlantik ötesi işbirliğini güçlendirmek için her fırsatı değerlendirmek istiyoruz’ demesi) kimseyi kandıramıyor. Bu, Avrupa Birliği’ni marjinalleştirilmeyi temel alan ve bunu pekiştirmeyi amaçlayan stratejik bir gündem arayışıdır.”

“Avrupa’nın araçları ile emelleri arasındaki dengesizliğe” dikkat çeken FRS, askeri takviye çağrısında bulundu: “Atlantik ötesi gerekli dayanışmayı korurken etkili stratejik özerkliği, çeşitli boyutlarıyla Avrupa’nın egemenliğini ve kuvvetin hüküm sürdüğü bir evrende bir güç iradesini teşvik etmek artık kesinlikle acildir. Kendimizi sözlerle aldatmanın bir faydası yok, bunu daha yeni yaşadık. … Fransa’nın Hint-Pasifik ile sınırlı olmayan küresel bir Çin stratejisine ihtiyacı var (bakanlıklar arası koordinasyon eksikliği nedeniyle Paris’in ‘Yeni İpek Yolu’ programı hakkında net bir görüşü yok).”

FRS, bunun Avrupa içinde, özellikle Britanya ile giderek artan stratejik gerilimleri zorunlu kıldığını açıkça belirterek şöyle yazıyordu: “Avrupa’nın Brexit’ten sonra hâlâ İngiltere’nin başlıca ticaret ortağı olduğu gerçeğinin, İngiltere’nin AB’ye bağlı olduğu anlamına geldiğini hayal etmek (en azından kısmen) giderilmiş bir yanılsamadır. … Londra’nın AUKUS’taki rolü ve gelecekteki Avustralya nükleer denizaltı programına endüstriyel katılımı, Fransa-Britanya stratejik ilişkilerinin geleceği hakkında daha derinlemesine düşünmeye yol açmalıdır.” Rapor, bunun, Britanya-Fransa askeri işbirliğine ilişkin “2010 Lancaster House anlaşmalarını etkileyebileceğini” ekliyordu.

Dünya kapitalizminin uluslararası kurumlarının parçalanmasına alternatif olarak ortaya çıkan güç, uluslararası işçi sınıfıdır. Dizginsiz sömürüye, toplumsal eşitsizliğe ve COVID-19 pandemisine verilen yanıtın neden olduğu gereksiz kitlesel ölümlere karşı dünya çapında grevler ve protestolar artıyor. Le Maire’nin NYT’ye, “eşitsizlikten kaynaklı bölünmeler”den korktuğunu ve “Avrupa’nın her yerinde yeni bir ‘Sarı Yelek’ [protesto] hareketinin mümkün olduğunu” söylemesi anlamlıdır.

İşçiler, tek tek politikacıların veya hükümetlerin değil, bütün bir toplumsal sistemin iflasıyla karşı karşıyadır. ABD’nin Çin’e yönelik savaş tehditleri, emperyalist dış politikanın en saldırgan ve pervasız unsurları olmakla beraber, AB devletleri de özünde farklı değildir. Onlar da yüz milyarlarca avroyu silah programlarına yönlendirmeyi, işçilere sosyal saldırılar düzenlemeyi ve FRS’nin sözleriyle militarist bir “güç iradesi” geliştirmeyi planlıyorlar.

Ücretlere ve koşullara yönelik saldırılara, devletlerin pandemiye verdiği gerici yanıta ve polis devleti politikalarına karşı mücadele etmek için harekete geçen işçilerin ve gençlerin temel görevi, mücadelelerinin uluslararası ve sosyalist bir savaş karşıtı hareket içinde birleştirilmesidir.

Loading