Troçkist lider, mahkemede Alman devletinin Nazi tarzı anti-sosyalist yasaları canlandırmasını suçluyor

Sosyalist Eşitlik Partisi (Sozialistische Gleichheitspartei, SGP), Perşembe günü bir Alman mahkemesinde gizli servisin (Verfassungsschutz) SGP’yi “aşırı solcu” bir örgüt olarak sınıflandırma kararına itiraz etti.

SGP Genel Başkan Yardımcısı Christoph Vandreier, duruşmada aşağıdaki açıklamayı yaptı. Vandreier, yalnızca Almanya’da değil, tüm dünyada egemen sınıfların, işçi sınıfının büyüyen kabarması ve sosyalizmin artan popülaritesi karşısında diktatörce önlemlere yöneldiği konusunda uyarıda bulundu.

Mahkemenin kararı, Vandreier’in uyarısını doğruladı. Mahkeme, İçişleri Bakanlığı’nın anti-demokratik savını tamamen destekledi. SGP’nin davasını reddetti ve partinin mahkeme masraflarını ödemesine hükmetti. SGP bu karara itiraz edecek ve muhalefeti aşırı sağcı tehlikeye ve sosyalizme yönelik saldırıya karşı harekete geçirecek.

Bu önemli açıklama dikkatlice okunmalı ve yaygın biçimde dağıtılmalıdır.

Christoph Vandreier ve Ulrich Rippert mahkeme salonunda (Fotoğraf: WSWS)

Sayın Başkan, bu şikâyeti neden yaptığımızı ve onun neden bu kadar önemli olduğunu düşündüğümüzü kısaca açıklamak istiyorum. Nazi diktatörlüğünün sona ermesinden yetmiş altı yıl sonra, Federal İçişleri Bakanlığı sosyalist fikirleri ve solcu görüşleri anayasaya aykırı ilan etmeye kalkışıyor.

Devrimci Marksizm geleneğinden gelen Sosyalist Eşitlik Partisi, halkın çoğunluğunu toplumun sosyalist dönüşümüne kazanmak için mücadele ediyor. Biz, temel demokratik hakları savunuyoruz ve üretim araçlarının özel mülkiyetini ortadan kaldırarak, ekonomiyi demokratikleştirerek bunların tam olarak hayata geçirilmesinden yanayız.

Tüm dünyada otoriter ve aşırı sağcı güçleri kuvvetlendiren, tam da kapitalizmin aşırılıkları, devasa toplumsal eşitsizlik, büyüyen militarizm ve pandemi dönemindeki acımasız “hayattan önce kâr” politikalarıdır.

Donald Trump’ın 6 Ocak’taki darbe girişimi, Jair Bolsenaro’nun Brezilya’daki darbe hazırlıkları ve İspanyol ordusu içindeki sağcı komplo, her yerde egemen sınıfların büyüyen muhalefet karşısında bu politikaları dayatmak için otoriter yöntemlere bel bağladığını gösteriyor.

Bu gelişme burada, insanlık tarihinin en büyük suçlarından sorumlu olan Almanya’da çok ileri seviyededir. Aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif (AfD), devlet aygıtına tamamen entegre edildi. Sığınmacıların toplu olarak sınır dışı edilmesi, halkın kasten enfekte edilmesi ve devlet aygıtının silahlandırılması programı, tüm partiler tarafından büyük oranda uygulamaya konmuştur.

Aşırı sağcı terörist ağlar polis, istihbarat servisleri ve ordu içinde cirit atıyor, silah stokluyor, düşman listeleri hazırlıyor ve “X Günü”nde binlerce siyasi muhalifi katletmek için çalışıyor. Halle ve Hanau’daki terör saldırıları ve Walter Lübcke’nin öldürülmesi çok ciddi uyarılardır.

Bu durumda, Anayasayı Koruma Bürosu (Verfassungsschutz, gizli servis) sağcı tehlikeye karşı mücadele eden ve temel demokratik hakları savunanlara karşı harekete geçiyor. Federal hükümet, solcu ve sosyalist görüşleri hızlı bir şekilde anayasaya aykırı ilan ederek gizli servis tarafından yapılan gözetlemeyi ve partimizin karalanmasını haklı gösteriyor.

Federal İçişleri Bakanlığı’nın dava özetinden de görebileceğiniz gibi, “eşitlikçi, demokratik ve sosyalist bir toplumu” savunmak, Marx ve Engels’e olumlu göndermeler yapmak, militarizm ve milliyetçilik eleştirisi yapmak ve Avrupa Birliği’ni reddetmek, yasaklanması gereken fikirler arasındadır. Bu temelde, eleştirel sosyal bilimciler veya grevci işçilerle birlikte kitapçılar da suçlu sayılabilir.

Ancak gerçekte bunların hiçbiri temel demokratik düzeni ihlal etmez. Tam tersine, bu ülkedeki temel demokratik haklar uğruna, neredeyse yalnızca, bu ilkeleri izleyen devrimci işçi hareketi mücadele etmiştir. Prusya’nın üç sınıflı oy hakkına karşı çıkan Marksist Sosyal Demokrasiydi ve Almanya’da nihayet özgür ve eşit seçimlerin kazanılmasını sağlayan 1918’deki işçi ve askerlerin devrimci ayaklanması oldu.

Tüm burjuva partileri örgütlü emeği ezmesini bekledikleri için Hitler’in Reich şansölyesi olarak atanmasını ve diktatörlük yetkileriyle donatılmasını desteklerken, buna yalnızca Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve Komünist Parti (KPD) karşı çıktı. Faşizmi durdurmak için iki işçi partisinin birleşik cephesini hararetle savunan da Lev Troçki’ydi.

Buna karşılık, temel demokratik haklara saldıran ve sosyalistleri her zaman ezen otoriter devlet ruhuyla savlar ileri süren ise Federal İçişleri Bakanlığı’dır.

Bakanlık, SGP’nin görüşlerini yalnızca yasal ve demokratik yollarla ileri sürdüğünü ve şiddet çağrısında bulunmadığını kabul ediyor. Partimizin gizli servis tarafından gözetlenmesini ve “aşırı solcu” olarak karalanmasını sadece öne sürdüğümüz sosyalist fikirlere dayandırıyor.

Kanaatlere dayalı bu adalet türü (Gesinnungsjustiz), sanıkların fiilen işlenen suçlar için değil, yalnızca siyasi fikirleri nedeniyle mahkûm edildiği 1852 Köln Komünistler Davası’nda uygulanmıştı. İki sosyalist işçi lideri, August Bebel ve Wilhelm Liebknecht de Alman militarizmine karşı gazetecilik faaliyetleri nedeniyle, Mart 1872’de, Alman İmparatorluğu’nun kurulmasından kısa bir süre sonra bir kalede iki yıl hapis cezasına çarptırıldılar.

Naziler, komünistlere karşı uyguladıkları devlet terörünün bir parçası olarak bu kanaatlere dayalı adalet geleneğini aşırı boyutlara taşıdılar. Her siyasi muhalifi ortadan kaldırabilmek, hapsedebilmek ve öldürebilmek için cezai sorumluluk somut eylemlerden giderek ayrıldı. Daha 1930’larda, yeni kurulan Halk Mahkemesi, vatana ihanete hazırlanmaya ilişkin 83. maddeyi, komünistlerin tamamen fikirlerine dayanarak ölümle cezalandırılabilecekleri şekilde yorumladı.

Federal İçişleri Bakanlığı’nın Marksist sınıf analizinin insan onuruna aykırı olduğu iddiası da bu otoriter rejimlerin geleneğinden ödünç alınmıştır. Bu görüşe göre, “insanlık onuru”nu ihlal eden çocuk yoksulluğu, evsizlik veya koronavirüs pandemisindeki toplu ölümler değil, toplumsal eşitsizliğe muhalefettir. Kapitalizmde sınıf karşıtlıklarının azaldığına inanmayan herkes anayasanın düşmanı ilan edilmektedir.

Bunlar tam da Bismarck’ın Anti-Sosyalist Yasalarını haklı çıkarmak için kullandığı argümanlardır. Bu yasalar, “mevcut devleti veya toplumsal düzeni yıkmayı amaçlayan sosyal demokrat, sosyalist veya komünist emelleri, kamu barışını, özellikle de halk sınıflarının uyumunu tehlikeye atacak şekilde açığa çıkan” örgütlere yönelikti.

Nazilerin halk topluluğu (Volksgemeinschaft) kavramının merkezinde de devletin dayattığı bu sınıf uyumu vardı. Mayıs 1933’te kitapların yakıldığı sırada, yükseltilen sloganlardan biri şöyleydi: ‘Sınıf mücadelesine ve maddeciliğe karşı, Volksgemeinschaft ve hayata yönelik idealist tutumlar için! Marx’ın ve Kautsky’nin yazılarını ateşe veriyorum.”

Federal İçişleri Bakanlığı, sosyalist bir devrimin, “halkın geniş kesimleri kendi düşüncelerini ileri sürerken diğer kesimlerinin anayasal hakları bastırıldığı için, halk iradesinin bir ifadesi olamayacağını” iddia ediyor. Bunun, “sosyalist devrim sırasında şiddete başvurulsa da, başvurulmasa da” geçerli olduğunu belirtiyor.

Burada, küçük bir seçkinler tabakasının sahip olduğu üretim araçlarının özel mülkiyeti hakkının, çoğunluğun boyun eğmesi gereken birinci dereceden temel hak olduğu ilan ediliyor. Hitler, Franco ve Pinochet gibi diktatörler bu argüman dizisinden nihai sonuçları çıkardılar: Eğer çoğunluk sosyalist fikirlere meylederse, kapitalizmi savunmak için en acımasız baskı yöntemleri bile haklıdır.

Federal İçişleri Bakanlığı’nın bu kavramlara ne kadar yakın olduğu, Dördüncü Enternasyonal’in faşizme karşı mücadelede proletaryayı silahlandırma çağrısı yapan 1938’deki kuruluş programının arkasında duran partimize yönelik yaklaşımında da ortaya çıkmaktadır.

Affedersiniz ama işçi sınıfının silahlı ayaklanması, insanlık tarihinin en büyük suçlarını, Doğu’daki imha savaşını ve Holokost’u önlemenin gerçekten de tek yolu olabilirdi.

Hiç kimse bunu Lev Troçki kadar net bir şekilde görmemiştir. Onun, Nazilerin iktidarı ele geçirmesinin sonuçları konusundaki uyarıları benzersizdi. II. Dünya Savaşı’nın yanı sıra işçi örgütlerinin ortadan kaldırılmasını ve hatta Avrupalı Yahudilerin fiziksel olarak yok edilmesini öngörmüştü. Troçki, sayısız makale ve yazıda, faşizmi durdurmak için Sosyal Demokrat ve Komünist partilerin birleşik cephesini savundu.

Troçkistler bu nedenle Gestapo’nun vahşi zulmüne uğradılar. 1937’de Danzig’deki bir mahkeme on Troçkisti uzun hapis cezalarına çarptırdı. Nazilerin Troçkist kurbanları arasında, işgal altındaki Belçika ve Fransa’da yasa dışı sosyalist çalışmalar yürüten ve Auschwitz’in gaz odalarında öldürülen Abraham Léon da vardı. Léon, Yahudi Sorunu Üzerine adlı Marksist bir eserin yazarıydı. Troçkist hareketin şimdi yeniden zulme uğraması, resmi siyasette meydana gelen tehlikeli sağa kayışın altını çiziyor.

Son olarak, özellikle dürüst olmayan şey, İçişleri Bakanlığı’nın KPD’yi yasaklama kararını yeniden canlandırma ve SGP’ye karşı kullanma girişimidir. Bu, yalnızca ilk kararın eski Nazi seçkinleri tarafından ileri sürülmesi ve anayasaya aykırı olması nedeniyle değil, aynı zamanda Stalinist KPD’yi hedef alması nedeniyle böyledir. Federal İçişleri Bakanlığı, Troçkizmi “Marksizm-Leninizm”in –ki bununla Stalinizm kastedilmektedir– biraz değiştirilmiş hali olarak tanımlarken açıkça Stalinizm ile Troçkizmi bir tutmaktadır.

Gerçekte Troçki ve Sol Muhalefet, Ekim Devrimi’nde somutlaşan Marksist ilkeleri Stalinist karşıdevrim karşısında savunmuştur. Başından itibaren bu ilkeler, Sovyetler Birliği’nde demokrasiyi ve uluslararası sosyalist devrime yönelimi içeriyordu.

Stalinist tiranlık ile gerçek sosyalist ilkeler arasındaki aşılmaz uçurum, yüz binlerce komünistin Troçkizm suçlamalarıyla öldürüldüğü 1930’ların Büyük Temizliklerinde gözler önüne serilmiştir. Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde (Doğu Almanya), Stalinistlere karşı demokrasi ve sosyalizm uğruna mücadele eden Oskar Hippe gibi Troçkistler uzun hapis cezalarına çarptırılmıştır.

Şimdi federal hükümet, Stalinist baskının ilk kurbanları olan Troçkistlerin Stalinizmden ve onun sahte Marksist gerekçelerinden sorumlu olduğunu ilan ediyor! İçişleri Bakanlığı, savlarının çoğunu Marksizmin Stalinist karikatürüne dayandırıyor ve ciddi ciddi, onu Marksizmin gerçek sesi aleyhine konuşmak için kullanabileceğini düşünüyor!

Federal İçişleri Bakanlığı’nın dava özeti, Federal Anayasayı Koruma Bürosu’nun eski başkanı Hans Georg Maassen’in her gün savunduğu radikal sağcı düşüncelerin bir ifadesidir. Maassen, SGP’nin davaya konu olan 2017 Verfassungsschutz raporuna dahil edilmesinden sorumludur. Kasım 2018’de Maassen, Chemnitz’de radikal sağcı eylemler olduğunu inkar ettikten ve “SPD içindeki radikal solcu güçler” hakkında atıp tuttuktan sonra emekli olmak zorunda kaldı. O zamandan beri, istihbarat teşkilatının eski başkanından radikal sağcı yeni nutukların gelmediği neredeyse bir gün yok.

Bizzat Verfassungsschutz, muhbirleri aracılığıyla kısmen kaynak sağlayıp kontrol ettiği aşırı sağcı terör ağlarıyla yakından iç içe geçmiş durumdadır. Bu ağların liderleri hâlâ serbest ve örgütsel yapıları sağlam iken, gizli servis sol ve sosyalist gruplara karşı harekete geçiyor.

Sayın Başkan, yüksek mahkeme; eğer bu teşkilat lehine ve bu anti-demokratik sav lehine karar verirseniz, bunun geniş kapsamlı sonuçları olacaktır. Nazi rejiminin sona ermesinden yetmiş altı yıl sonra, sosyalist fikirler yeniden anayasaya aykırı ilan edilebilir. Bu, Marksist literatürü satan kitapçıların, muhalif akademisyenlerin ve grevci işçilerin istihbarat gözetimi altına alınmasına ve yasa dışı ilan edilmesine zemin hazırlayacaktır. Bu, polis devletine doğru atılmış bir adım olacaktır.

Tanınmış platform Change.org’da SGP’yi savunmak için yayınladığımız bir dilekçenin kısa sürede Almanca konuşulan ülkelerden 5.500’den fazla imza ve ek olarak diğer ülkelerden yüzlerce imza almasının nedeni de budur.

WISAG tarafından işten çıkarılan ve iş arkadaşlarıyla birlikte aylarca protestolar düzenleyen havaalanı yer hizmetleri işçisi Cemaleddin Belin bu konuda şöyle diyordu: “SGP, WISAG grubuna karşı mücadelemizde biz havaalanı işçilerini destekleyen tek partidir. SGP’ye yönelik saldırı, sömürüye, işten çıkarmalara, ücret hırsızlığına ve koronavirüs pandemisine karşı mücadele eden tüm işçilere yönelik bir saldırıdır.”

Güvenli Eğitim İçin Eylem Komitesi’nin üyesi olan Claudia ise şunları yazdı: “Bir partinin, çocuklarımızın güvenliğini ve enfeksiyondan korunmasını taahhüt eden Anayasayı Koruma Bürosu tarafından gözetlenmesi kesinlikle düşünülemez. SGP, ebeveynler, çocuklar ve öğretmenlerle yan yana duran ve pandemide yok olmamaları için #gölgeaileler ile birlikte mücadele eden tek partidir!”

Bu davaya büyük önem veren ve Federal İçişleri Bakanlığı’nın anti-demokratik savlarını en güçlü şekilde protesto eden işçi, genç ve aydınların 5.500’den fazla imzasını ve sayısız yorumunu sizlere sunuyoruz.

Loading