Finlandiya ve İsveç NATO’ya katılmaya hazırlanırken Türkiye veto tehdidinde bulunuyor

Finlandiya ile İsveç Ukrayna’da Rusya’ya karşı ABD önderliğindeki savaşın ortasında NATO’ya katılmaya hazırlanırken, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu ülkelerin ittifaka katılımına ilişkin kaygılarını ve muhalefetini açıkladı. Bir ülkenin NATO’ya girebilmesi için 30 üye ülkenin de oy birliği içinde olması gerekiyor.

Erdoğan, Cuma günkü açıklamasında şunları söyledi: “İsveç ve Finlandiya ile ilgili gelişmeleri takip ediyoruz ama olumlu bakmıyoruz… İskandinav ülkeleri maalesef terör örgütlerinin adeta misafirhanesi gibi. PKK’sı, DHKP-C’si İsveç’te, Hollanda’da yuvalanıyor; oraların daha ileri gidiyorum parlamentolarında da yer alıyorlar. Bundan dolayı buna olumlu bakmamız mümkün değil.”

Erdoğan ayrıca Fransa destekli Yunanistan ile Ege ve Akdeniz’de artan gerilimlere atıfta bulunarak şunları ifade etti: “Çünkü daha önce Yunanistan ile ilgili NATO konusunda bir yanlış yaptılar bizden önceki yönetimler. Yunanistan’ın NATO’yu da arkasına alarak Türkiye’ye takındığı tavrı biliyorsunuz, bu konuda ikinci bir yanlışı Türkiye olarak işlemek istemiyoruz.” Erdoğan, bununla, 12 Eylül’de 1980’de düzenlenen NATO destekli darbeden sonra askeri cuntanın Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönmesini onaylamasını kastediyordu.

Erdoğan dün yaptığı açıklamada da bu tavrını sürdürdü. Finlandiya ve İsveç heyetlerinin konuyla ilgili bugün Türkiye’ye yapacakları ziyaret hakkında “Pazartesi günü Türkiye'ye geleceklermiş. Bizi ikna etmeye mi gelecekler, kusura bakmasınlar, yorulmasınlar,” diyen Erdoğan, “Her şeyden önce Türkiye'ye yaptırım uygulayanların bu süreç içerisinde bir güvenlik örgütü olan NATO’ya girmelerine biz ‘evet’ demeyiz,” diye ekliyordu.

ABD’li yetkililer ise, Erdoğan’ın sonunda İsveç ve Finlandiya’yı NATO’ya kabul etme konusunda NATO üyesi emperyalist güçlerin baskısına boyun eğeceğinden emin olduklarını belirttiler.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Pazar günü Berlin’deki bir NATO dışişleri bakanları toplantısı sonrası yaptığı açıklamada, “Eğer [Finlandiya ve İsveç] bunu yapmayı [NATO’ya katılmayı] seçerlerse, bu konuda fikir birliğine varacağımızdan çok eminim,” diyor ve ekliyordu: “Dışişleri bakanıyla [Mevlüt Çavuşoğlu’yla] ya da NATO oturumlarında kendileriyle yaptığımız özel konuşmayı açığa vurmak istemiyorum ancak şu kadarını söyleyebilirim: [İsveç ve Finlandiya’nın] ittifaka katılımı için hemen hemen tüm üyelerden çok güçlü bir destek olduğunu duydum.”

Finlandiya ve İsveç hükümetleri, NATO’ya üyeliği Rusya’nın Ukrayna’daki istilası ile gerekçelendiriyor ve uzun yılladır devam eden resmi tarafsızlık politikasını terk ediyorlar. Bununla birlikte, aslında Washington, Berlin ve Londra’da planlanan bu provokatif adım, Ukrayna’da Rusya’yı bu gerici istilaya kışkırtan ve on yıllardır devam eden NATO genişlemesinin bir parçasını oluşturuyor. Tüm İskandinav bölgesi Rusya ile askeri çatışmada potansiyel bir savaş alanına dönüştürülüyor.

Tüm bu gelişmeler Ukrayna’daki vekil savaşının ötesinde Rusya ile NATO arasında doğrudan bir askeri çatışma ve nükleer bir dünya savaşı tehlikesini tırmandırıyor. Bununla birlikte, NATO’nun ikinci büyük ordusuna ev sahipliği yapan ve ittifakın Rusya’ya karşı genişlemesini on yıllardır destekleyen bir ülkenin başında bulunan Erdoğan’ın bu tepkisinin NATO’ya ya da savaşa ilkesel bir muhalefetle hiçbir ilgisi bulunmuyor.

Ankara, NATO’nun, 2014’te Kiev’de organize ettiği aşırı sağcı darbe de dahil olmak üzere Ukrayna politikasını destekliyor ve Kiev’e kritik önemdeki Bayraktar TB2 silahlı insansız hava araçlarını (SİHA) tedarik ediyor.

Bununla beraber, Ankara, Rusya’ya yönelik ekonomik ambargolara ve yaptırımlara katılmıyor. Dahası, başta ABD ve Britanya olmak üzere NATO ülkelerinin Rusya’nın zayıflatılması için savaşın devam ettirilmesi, hatta genişletilmesi yönündeki politikalarını eleştiriyor.

Türk egemen çevreleri içinde NATO’nun Rusya’ya karşı savaşının kapsamı konusunda büyüyen bir endişe var. NATO yetkilileri, Rusya’yı zorla parçalama –özellikle Rusya’nın kendi toprağı kabul ettiği Kırım’ı ele geçirme– ve Devlet Başkanı Vladimir Putin’i devirme niyetinde olduklarını açıkça ortaya koymuş durumdalar. Türk egemen seçkinleri, kuşkusuz, NATO-Rusya savaşı ve Türkiye’nin hemen kuzeyinde bulunan Rusya’nın kanlı bir şekilde parçalanması olasılığından derin kaygı duyuyorlar.

Geçtiğimiz ay Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu bu konuda şunları ifade etmişti: “NATO toplantısına kadar biz de savaşın uzun sürmeyeceğini düşünüyorduk. Ancak NATO toplantısından sonra bir kanaat oluştu. Bu savaşın devam etmesini isteyen ülkeler var. Amaçları da Rusya’yı geriletmek.”

Türkiye, Rusya ile geniş çaplı askeri ve ekonomik bağlara sahip. ABD’nin itirazlarına rağmen Rusya’dan S-400 hava savunma sistemleri satın alan Türkiye, tükettiği doğalgazın yaklaşık üçte birini Rusya’dan doğrudan boru hatlarıyla tedarik ediyor. Rusya şu anda Mersin’de Akkuyu Nükleer Güç Santrali’ni inşa etmeye devam ediyor. Türkiye ayrıca buğday ithalatının büyük bir kısmını Rusya’dan yapıyor. Dahası, Rus turistler Türkiye’nin çok ihtiyaç duyduğu döviz rezervlerinin karşılanması ve turizm sektörü için kritik önem taşıyor.

Savaşın Türkiye açısından olası sonuçlarından korkan Türk burjuvazisi, ABD’nin savaş yönelimini tırmandırma adımlarını aynı zamanda kendi bölgesel çıkarlarını ilerletme ve büyük emperyalist güçlerle pazarlık yapma adına bir fırsat olarak görüyor. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın “İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılması konusunda kapıyı kapatmadık” açıklaması Ankara’nın bu pragmatist pazarlık yaklaşımını ortaya koyuyor.

Bununla birlikte, Ankara’nın İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılmasını veto etmesi, Rusya’ya karşı ABD önderliğindeki emperyalist savaş yöneliminde ciddi bir sorun doğuracağı için, Erdoğan’ı 2016’daki NATO destekli başarısız darbe girişiminden sonra bir kez daha Washington’ın ve Berlin’in hedef tahtasına yerleştirebilir.

Ankara, NATO müttefiklerinin Suriye’deki Kürt milliyetçisi Halk Savunma Birlikleri’ne (YPG) desteğini kesmesini istiyor. Çavuşoğlu bu konuda şunları belirtti: “Burada özellikle Türkiye’nin tutumunun sebebi gayet açık. NATO bir birlik değil, bir örgüt değil. NATO adı üstünde bir müttefikliktir. Bu ne gerektirir? Sadece güvenlik meselesi değil, omuz omuza dayanışma gerektirir. Her alanda özellikle güvenlik konusunda bir tehdit olduğu zaman. Maalesef bahsettiğimiz ülkeler, PKK-YPG terör örgütlerine çok açık destek veriyor.”

Türkiye bu konuda ABD ile çatışma içinde bulunuyor. Washington, Devlet Başkanı Beşar Esad hükümetine karşı ülkenin kuzeyinde devam eden işgalinde YPG’yi vekil güç olarak desteklerken, Türkiye YPG’yi PKK’nin uzantısı bir terör örgütü olarak kabul ediyor. Türk egemen sınıfı, bölgede YPG önderliğinde bir Kürt devletinin ortaya çıkmasını engellemeyi stratejik önemde görüyor. Bunun için Ankara 2016’dan beri Suriye’ye çok sayıda askeri harekât düzenleyerek ülkenin bazı bölümlerini işgal etti.

Bununla birlikte, NATO’nun Suriye’de 2011’den beri devam eden rejim değişikliği savaşı, ABD’nin hedefindeki bir diğer ülke olan İran ile Türkiye’yi giderek karşı karşıya getirme tehdidi yaratıyor. Son dönemde Türkiye, ABD’nin İran karşıtı ekseninin başlıca parçaları olan İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile görüşmeler yaparken, Suriye Devlet Başkanı Esad da BAE ve İran ile görüşmelerde bulundu. 

Doğrulanmamış çeşitli haberlerde, Rusya’nın Ukrayna savaşı ile birlikte Suriye’deki varlığını azalttığı ve bu bölgelere İran destekli unsurların yerleştiği iddia ediliyor. Bu durum, İsrail’in Suriye’de düzenli olarak hedef aldığı İran destekli milisler ile Türkiye’nin Suriye’deki silahlı kuvvetlerinin karşı karşıya gelme riskinin arttığına işaret ediyor.

Tüm bu gelişmelerin arka planında, Ukrayna’daki savaş ve Rusya’ya yönelik NATO yaptırımlarıyla gıda fiyatlarında meydana gelen tırmanışla beraber uluslararası sınıf mücadelesinin yükselişine tanık olunuyor.

Geçtiğimiz hafta İran’da hükümetin temel gıda maddelerinden sübvansiyonları kaldıracağını açıklamasının ardından kitlesel protestolar patlak verdi. Hayat pahalılığının milyonlarca işçi ailesi için katlanılmaz hale geldiği Türkiye’de de yeni yıl bir fiili grev dalgasıyla başlamıştı. Gelişmekte olan bu sınıf mücadelesi, enternasyonalist ve sosyalist bir program temelinde dünya savaşı tehlikesine son verebilecek tek toplumsal güce işaret ediyor: uluslararası işçi sınıfı.

Loading