Asgari ücret, sendikalar ve hayat pahalılığıyla mücadele

Türkiye’de 2023 yılı için yapılan asgari ücret görüşmeleri, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeni asgari ücreti açıklamasıyla sona erdi. Perşembe günü yapılan açıklamayla yeni asgari ücret yüzde 54,7 artışla net 8.506 lira (455 ABD doları) oldu.

Erdoğan, asgari ücreti açıklarken “açıklayacağımız asgari ücret rakamı, ülkemizin genel ekonomik ve sosyal görünümü ile de uyumludur. Türkiye’de yatırım, istihdam, üretim, ihracat ve cari fazla yoluyla büyüme gayretlerimizin en somut sonuçlarını çalışma hayatında aldığımız bir gerçektir,” dedi.

Hükümet yüzde 54,7’lik artışla işçileri enflasyon karşısında ezdirmediğini iddia ediyor.  Oysa yıllık resmi enflasyon (yüzde 84), milyonlarca işçiyi etkileyen gerçek enflasyon oranının oldukça altındadır. Bağımsız Enflasyon Araştırma Grubu’nun (ENAG) hesaplamalarına göre yıllık enflasyon Kasım itibarıyla yüzde 170’e ulaşmıştır.

İlan edilen asgari ücret, Kasım ayının sonunda Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) tarafından dört kişilik bir aile için hesaplanan açlık sınırı olan 7.786 liranın çok az üstünde ve yoksulluk sınırı olan 25.364 liranın oldukça artındadır. İşçi sınıfının tüm kesimlerinin maaşlarına temel oluşturan asgari ücretin seyri, aşağıdan yukarıya devasa bir servet aktarımı sürecinin parçasını oluşturmaktadır.

Nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan on milyonlarca emekçinin yaşam koşulları görülmedik bir hızla kötüleşirken, bir avuç şirket ve finans oligarkı devasa kârlar elde ediyor. Bankacılık sektörü net karı 2022’nin Ocak-Ekim döneminde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 408 artışla 335,9 milyar TL oldu. Bloomberg’in haberine göre, bu yıl şirketlerin işgücü maliyeti yüzde 10,4’e kadar indi. Bu oran 2016’da yüzde 15’ti.

Bu yıl hükümet, iş dünyası temsilcileri ve onların hizmetindeki sendika konfederasyonları arasındaki asgari ücret görüşmeleri daha başlamadan önce Türk-İş yetkililerinin pazarlığa açlık sınırı olan 7.785 TL’den başlayacaklarını ilan etmesi, geniş işçi kesimlerinden büyük tepki almıştı.

Ardından Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay, işçilerin nefret ettiği sendikal aygıtın itibarını toparlamak amacıyla “Türk-İş’in resmi teklifi 9 bin liradır. Verirlerse imzalarız, vermezlerse imzalamayız,” diye ilan etti. Nihayetinde Türk-İş’in imza törenine katılmaması işçiler gözünde yitirdiği itibar kaybını gidermeyi amaçlayan umutsuz bir çabadan başka bir şey değildir.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin’in Cuma akşamı Haber Türk kanalında Türk-İş’in imza törenine katılmaması ile ilgili yaptığı açıklama da, hali vakti yerinde sendikal aygıtların işçi sınıfı düşmanı rolünü ifşa ediyordu. Bilgin ücreti belirlemeden önce sendikalarla görüştüklerini belirterek şunları söyledi: ”Bana gelen en önemli şey; ‘Siz 8 bin liranın ne kadar üzerinde asgari ücret verirseniz, o kadar zor durumda kalırız’ dediler. ‘Neden’ dedim, ‘Bizim toplu sözleşmelerde aldığımız ücreti aşmanızı istemiyoruz, toplu sözleşmeyi etkiler’ dediler.”

Bu, sendika liderlerinin, üyelerinin resmi asgari ücret artışından sonra ücretlerinin asgari ücrete neredeyse eşitlenecek olması nedeniyle ek bir zam talep etmek üzere harekete geçebileceklerinden duydukları korkunun bir ifadesidir. Gerçekten de son dönemde Türkiye’de sendikaların “başarı” diye sundukları toplu sözleşmelerdeki ücretler asgari ücretin sadece biraz üstündedir ve hâlihazırda asgari ücret neredeyse ortalama ücret olmuştur. Çoğunluğu sığınmacı ve göçmen olmak üzere milyonlarca insan da asgari ücretin bile altında ücretlerle acımasız bir sömürüye tabi tutulmaktadır.

Asgari ücret belirlendikten sonra Türk-İş Başkanı Ergün Atalay’ın tepkisi sadece “işçilerin beklentisi karşılanmadı, talebimiz dikkate alınmadı” demek oldu. Burjuva muhalefet yanlısı DİSK’in Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ise “siyasi iktidar ve işverenler elbirliği ile işçi sınıfını yoksulluğa mahkûm edecek bir asgari ücret belirlemiştir,”dedi ve yüksek enflasyon dönemlerinde asgari ücretin yılda dört kez belirlenmesini talep etti.

Sendikaların açıklamaları ikiyüzlüdür. Hükümet yanlısı Türk-İş’i ücretin düşük tutulması talebi ifşa olmuşken, sözde “muhalif” DİSK bürokrasisi bir yandan hükümet ve burjuva muhalefet yetkilileriyle ve TÜSİAD gibi iş dünyası temsilcileriyle bağlarını güçlendirirken işçiler arasında büyüyen öfkeyi yatıştırmak için elinden geleni yapmaktadır. Tüm atıp tutmalarına rağmen sendika önderliklerinin en son istediği şey, işçilerin kitlesel olarak harekete geçirilmesidir. Doğrusu, onlar bunun engellenmesi için varlar.

Ana burjuva muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) önderi Kemal Kılıçdaroğlu, yeni asgari ücretle ilgili yaptığı açıklamada “Saray, TÜİK’in sahte gıda enflasyonunun bile 5 puan altında zam açıklayarak, bu ülkenin 33 milyon vatandaşını soydu. Ne asgari ücretlinin hak ettiği oldu ne de küçük esnafın vergi yükü düşürüldü. Yine ’biri istedi’ diye, öyle oldu”dedi.

Bu açıklama da bir o kadar ikiyüzlüdür. CHP kendi yönetiminde olan belediyelerde işçilere sefalet ücretleri dayatmaktadır. Kadıköy, Maltepe, Seyhan gibi yerlerde belediye işçilerinin mücadeleleri, DİSK’e bağlı Genel-İş sendikasının işbirliği ile kırılmıştır.

Dahası, burjuva muhalefete yakın birçok uzmanın, “enflasyonu körükleyeceği” gerekçesiyle asgari ücrette kayda değer bir artış yapılmasına karşı çıkması, burjuva muhalefetin de Erdoğan hükümeti kadar sermaye yanlısı ve işçi sınıfı karşıtı olduğunun altını çizmektedir.

Yeni asgari ücretin açıklanmasının ardından özellikle temel ihtiyaç malzemelerine hızla zam yapılması, büyük şirketlerin fırsatçılığının ve toplum karşıtı karakterinin bir tezahürüdür. Bu, yalnızca, büyük işletmelerin işçi sınıfının demokratik denetimi altında kamulaştırılması gerektiğini doğrulamaktadır.

Bugün dünya çapında bir sorun olan fiyat artışlarının kaynağı, kapitalizmin küresel krizinde yatmaktadır. COVID-19 pandemisinin ardından merkez bankalarının mali sermayeye aktarılmak üzere trilyonlarca dolar değerinde para basmasını, ABD-NATO’nun Ukrayna’da Rusya’ya karşı savaşının patlak vermesini takip eden Rusya karşıtı yaptırımlar izledi. Devasa fiyat artışlarına her yerde şirket ve finans oligarşisinin kârlarını katlaması ve emekçilerin reel ücretlerinin ve yaşam standartlarının gerilemesi eşlik etti.

Burjuva muhalefet ve onun sahte sol ve sendikal destekçileri, hayat pahalılığına karşı işçi sınıfını koruyacak bir çözüm sunmaktan acizdir. Oysa sosyalist hareket, kapitalizme karşı mücadeleden ayrılamayacak olan işçi sınıfının yaşam standartlarını koruma mücadelesi konusunda çok uzun bir geçmişe sahiptir.

Lev Troçki, 1938’de Dördüncü Enternasyonal’in kuruluş belgesi olan Geçiş Programı’nda şöyle yazmıştı:

… kapitalist sistemin artan saçmalığını özetleyen iki temel ekonomik sıkıntı, yani işsizlik ve yüksek fiyatlar, genelleştirilmiş sloganlar ve mücadele yöntemleri talep etmektedir.

Dördüncü Enternasyonal, kapitalistlerin militarizmin, krizin, para sisteminin düzensizliğinin ve kapitalizmin can çekişmesinden kaynaklanan diğer tüm belaların bütün yükünü emekçilerin sırtına yüklemeyi amaçlayan politikalarına karşı uzlaşmaz bir savaş ilan eder. Dördüncü Enternasyonal herkes için istihdam ve insanca yaşam koşulları talep eder.

Troçki, “Savaşın yaklaşmasıyla daha da dizginlenemez hale gelecek fiyatlardaki sınırsız artışla ancak eşel mobil sloganıyla mücadele edilebilir,” diye ekliyor ve “tüketim mallarının fiyatlarındaki artışa bağlı olarak ücretlerde otomatik bir artışın garanti edilmesi” talebini yükseltiyordu.

İşçiler bugün dünya çapında hayat pahalılığına karşı ancak ücretlerin tüketim mallarındaki fiyat artışı oranında otomatik olarak arttırılması (eşel mobil sistemi) talebiyle mücadele edebilirler. Fiyat artış oranlarının tespiti için işçiler tarafından bağımsız taban komiteleri kurulmalı; işçiler bu geçiş talepleri uğruna mücadeleyi dünya çapında kapitalizme karşı işçi iktidarı uğruna mücadeleyle birleştirmelidir.

Loading