Türkiye-Suriye deprem felaketinin uluslararası önemi

Bu konuşma, Türkiye’deki Sosyalist Eşitlik Grubu’nun (SEG) önde gelen üyelerinden Ulaş Ateşçi tarafından 11 Mart 2023’te New York Üniversitesi’nde düzenlenen Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Gençlik ve Öğrenciler (IYSSE) etkinliğinde yapıldı.

Geçtiğimiz ay Türkiye ve Suriye’de meydana gelen büyük deprem felaketi hakkında Amerika Birleşik Devletleri’nde düzenlenen bu toplantıda konuşma yapmaktan memnuniyet duyuyorum. IYSSE’deki yoldaşlara bana bu fırsatı verdikleri için teşekkür ediyorum.

Meydana gelen felaketin dünyanın her yerinde tartışılması ve kavranması son derece önemlidir, çünkü bu her anlamda küresel ve tarihi bir felakettir. Bu yıkımın Türkiye ve Suriye’ye özgü olmadığı vurgulanmalıdır. 2015 yılında bilim insanları yaklaşık 1,5 milyar insanın deprem riski taşıyan bölgelerde yaşadığını tahmin ediyordu ve bu sayı artmaktadır. En çarpıcısı ise, sadece bu yüzyılda büyük depremlerde hayatını kaybedenlerin sayısı resmi olarak 750 bin civarındadır.

6 Şubat’ta dokuz saat içinde meydana gelen iki büyük deprem Türkiye ve Suriye’de eşine az rastlanır bir yıkıma ve can kaybına yol açtı. İki ülkedeki toplam resmi ölü sayısı halen artıyor ve 60 bine yaklaşıyor. Gerçek ölü sayısının 150 binin üzerinde olabileceği düşünülüyor.

Türkiye bir deprem ülkesi ve depremin vurduğu alan sayısız büyük depreme tanık olmuş bir yer. Ancak en son bu boyutta bir can kaybının yaklaşık 1500 yıl önce meydana geldiği düşünülüyor.

Oysa son 15 yüzyılda insan kültürü ve teknolojisinde muazzam değişiklikler meydana gelmiştir. Sanayi devrimi ve özellikle son on yıllardaki bilimsel-teknolojik devrim, insanlık tarihindeki benzersiz bir ilerlemeyi temsil etmektedir. Tektonik plakaları kontrol etmek mümkün olmasa da şehirleri, altyapıyı ve binaları büyük depremlere dayanıklı hale getirmek mümkündür. Erken uyarı sistemiyle kısa bir süre önce de olsa kitleleri yaklaşan deprem konusunda uyarmak da öyle.

Ne var ki, bilim insanlarının yıllardır bölgede beklenen deprem tehlikesine karşı yaptıkları uyarılara rağmen Türkiye ve Suriye’deki egemen seçkinler hiçbir önlem almadı. Depreme dayanıksız evlerde yaşayan milyonlarca insan kaderlerine terk edildi. Erken uyarı sistemlerine bile yatırım yapılmadı. Bu yüzden depremin en sert vurduğu Hatay’da yaşayanlar, Maraş’ta yaklaşık bir dakika önce başlayan depremden habersiz bir şekilde uyumaya devam ettiler. Suriye’deki kitlelerin binalarını terk etmeleri için muhtemelen daha uzun bir zamanları olurdu. Özetle, bu depremlerde meydana gelen tüm yıkımı önlemek mümkündü. On binlerce insanın ölümü önlenebilirdi.

Depremin Suriye’de yarattığı felaket Ortadoğu’da onlarca yıldır devam eden emperyalist savaşların tarihsel bağlamı dışında anlaşılamaz. Afganistan, Irak ve Libya’daki yıkıcı savaşların ardından, Türkiye’nin de aralarında olduğu NATO güçleri, 2011’de Suriye’de bir rejim değişikliği savaşı başlattılar. Bu güçler ve vekilleri ülkeyi harap hale getirip parçaladılar. Dahası, ABD önderliğindeki emperyalist güçlerin uyguladıkları felç edici yaptırımlar ve abluka, enkaz altındaki binlerce insanın kurtarılmasını engelledi. Sağ kurtulan insanlara neredeyse hiçbir yardım ulaştırılamadı.

Bu nokta özellikle önemlidir. ABD ve diğer NATO güçleri Ukrayna’daki savaşa 100 milyar dolardan fazla harcadılar. Devasa katliam ve yıkım için 100 milyar dolar! Rusya’nın 100.000 kayıp verdiğini öne süren ABD tahminlerine göre bu, savaşta kaybedilen her bir Rus askerini öldürmek ya da yaralamak için 1 milyon dolar harcandığı anlamına gelmektedir. Buna karşılık ABD yönetiminin geçtiğimiz ay depremzedeler için taahhüt ettiği 185 milyon dolar,  depremden etkilenen yaklaşık 25 milyon kişinin her biri için yaklaşık 7,5 dolara denk düşmektedir. Ve şimdi Biden yönetimi, Rusya ve Çin’e karşı dünya savaşına hazırlanmak üzere 2024 askeri bütçesi için 1 trilyon dolar talep ediyor. Savaş için trilyonlarca dolar var! Ama bırakın insanların güvenli evlerde yaşayabilmelerini sağlamayı, deprem sonrası acil ihtiyaçlar için bile para yok!

Türkiye açısından, 20 yılı aşkın süredir iktidarda olan Cumhurbaşkanı Erdoğan hükümetinin bu toplumsal suçtaki sorumluluğu apaçık ortadadır. 

İlk kez ABD Bağımsızlık Bildirgesi’nde net bir şekilde formüle edilen “yaşama hakkı”, dünyanın dört bir yanındaki sayısız anayasada kutsal ilan edilmiştir. Buna Türkiye’deki anayasa da dahildir. Anayasaya göre “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” Ve hükümet bunu sağlamakla yükümlüdür.

Ne var ki, sınıfsal temelde bölünmüş olan günümüzün kapitalist toplumunda hükümetler, her şeyden önce, temsil ettikleri egemen sınıfın çıkarlarını yerine getirmekle yükümlüdür. Ve bu çıkarlar halk sağlığını ve güvenliğini gözeten uzun vadeli yatırımlara değil kapitalist kâra ve servet birikimine öncelik vermektedir. Bu bağlamda, egemen sınıfın tüm siyasi hiziplerinin bu önlenebilir felakette sorumluluk taşıdığını vurgulamak gerekir. Bu, son tahlilde, tüm düzen partilerinin savunduğu kapitalist sistemden kaynaklanan bir felakettir.

Bu, kitlelerin karşı karşıya olduğu bu acil ve yaşamsal sorunun basit bir hükümet değişikliğiyle çözülemeyeceği anlamına gelmektedir. İstanbul’u da kapsayan Marmara bölgesinde 20 milyondan fazla insan yaklaşan bir deprem tehdidi altında yaşıyor. Şubat ayındaki felaketten bir ay sonra, tehdit altındaki bu devasa halk kitlesinin güvenliğini sağlamak için somut olarak hiçbir şey yapılmış değildir. Bunun önündeki engeller doğal değil toplumsaldır.

Deprem felaketi aynı zamanda bu tür küresel olaylara uluslararası bir yanıtın gerekliliğini de açık bir şekilde göstermiştir. Ancak bu yanıtın önünde bir engel daha bulunuyor: Dünyanın rakip kapitalist ulus devletlere bölünmüşlüğü.

COVID-19 pandemisine ya da küresel iklim değişikliğine dünya çapında bilimsel bir yanıt verilememesinin önündeki engeller de aynıdır. Pandemide izlenen “hayatlardan önce kâr” politikası 20 milyondan fazla insanın ölümüne yol açtı. Ve hala her gün binlerce insan bu önlenebilir pandemi nedeniyle hayatını kaybediyor.

İnsanlığın nükleer bir üçüncü dünya savaşı felaketinin eşiğinde olması da kapitalist sistemin aynı temel çelişkilerden kaynaklanmaktadır.

Bununla birlikte, bu sosyal felaketlere yol açan kapitalizmin aynı çelişkileri, aynı zamanda tüm dünyada işçi sınıfını mücadeleye itiyor. Yeni felaketleri önleyebilecek tek toplumsal güç işte budur.

Küresel kapitalist sistemden kaynaklanan tüm bu temel sorunlar ancak uluslararası ve sosyalist bir temelde çözülebilir. Dünya ekonomisinin özel kâr yerine toplumsal ihtiyaçlara dayalı olarak yeniden örgütlenmesi, yalnızca uluslararası işçi sınıfının yerine getirebileceği bir görevdir.

Loading