Perspektif

2023 1 Mayıs’ı için ileri! Savaşa karşı sosyalizm uğruna kitlesel bir işçi ve gençlik hareketi inşa edin!

30 Nisan Pazar günü, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK), Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı (TK-Uİİ), Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Gençlik ve Öğrenciler (IYSSE) ve Dünya Sosyalist Web Sitesi (WSWS), 1 Mayıs 2023’ü kutlamak için çevrimiçi bir küresel toplantı düzenleyecek.

İşçi sınıfının uluslararası birlik gününün bu yılki kutlamalarına iki süreç damgasını vuruyor: küresel bir çatışmaya doğru tırmanan Ukrayna’daki savaş ve sınıf mücadelesinin dünya çapında yeniden canlanması. Bu iki süreç birbiriyle derinden ilişkilidir. Emperyalist egemen seçkinleri savaş yoluna sürükleyen aynı ekonomik, jeopolitik ve toplumsal çelişkiler, işçi sınıfının radikalleşmesi ve devrimci mücadelelerin patlak vermesinin nesnel itici gücünü sağlamaktadır.

Ukrayna’daki savaş ikinci yılına girmiş bulunuyor. En güvenilir zayiat raporları 150.000’den fazla Ukraynalı askerin hayatını kaybettiğini ve ölen Rusların sayısının ise 50.000 ile 100.000 arasında olduğunu tahmin ediyor. ABD ve NATO müttefikleri, bu korkunç insani bilanço karşısında dehşete düşmek ve ateşkes çağrıları yapmak şöyle dursun, Ukrayna’ya silah yağdırıyor. ABD ve NATO’nun itibarını vekâlet savaşında zafere bağlamış olan Biden yönetimi, askeri ve jeopolitik hedeflerinin başarısızlığa uğramasının siyasi sonuçlarına tahammül edemez. Savaş hedeflerinin mantığı pervasız politikalara yol açıyor.

Savaş yanlısı medya, Ukrayna’nın baharda yaklaşan karşı saldırı olasılığı karşısında heyecanını dizginleyemiyor. Bu, gerçekleşmesi halinde I. Dünya Savaşı sırasında Somme ve Verdun Muharebeleri’nin dehşetini hatırlatacak kayıplara yol açabilir. COVID-19 pandemisine karşı izledikleri politikalar milyonlarca insanın ölümüne yol açan kapitalist hükümetler ve medya denilen propaganda organları, Rusya ile çatışmadaki savaş amaçlarının ölümcül sonuçlarına kendilerini hazırlamıştır. Toplumsal ihtiyaçların kapitalist kâr elde etme ve bireysel zenginleşme gereksinimlerine tabi kılınmasının bir sonucu olarak kitlesel ölümler, kapitalizm altında düzenli bir olay haline gelmiştir. Türkiye ve Suriye’de 150.000’den fazla insanın ölümüne yol açtığı düşünülen depremler, çağdaş yaşama damgasını vuran önlenebilir felaketler dizisi arasında yer almaktadır.

Biden yönetimi savaşa destek toplamak için “kışkırtılmamış/sebepsiz savaş” gibi saçma bir anlatıya sarılıyor. Kamuoyunun, her şeyin, Vladimir Putin’in bir sabah uyanıp ortada hiçbir neden yokken “Ukrayna’da savaş çıksın” demesiyle başladığına inanması bekleniyor. Ancak tarih, savaşların ekonomik, jeopolitik ve sosyal süreçlerin karmaşık bir etkileşiminin sonucu olduğunu göstermektedir. 1914’te I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden 100 yıldan fazla bir süre sonra tarihçiler hâlâ bu çatışmayla sonuçlanan farklı nedensellik düzeylerini anlamaya çalışıyorlar.

Alman akademisyen Jörn Leonhard’ın yakın zamanda yazdığı gibi:

Tukididis’ten bu yana tarihçiler savaşın yapısal ve anlık nedenleri arasındaki farkın bilincindedir; ayrıca savaşın resmi gerekçelerini ideolojik bir eleştiriye tabi tutma ihtiyacını da anlamışlardır. Devrimlerin nedenlerinin araştırılmasında olduğu gibi bu alanda da ayrımlar yapılabilir; uzun, orta ve kısa vadeli nedenlerin tespit edilmesi belirleyicileri, katalizörleri ve beklenmedik olayları birbirinden ayırmayı gerektirir. Özellikle savaşın patlak vermesiyle ilgili olarak, dış ve iç faktörler sorusu günümüzde de kilit rol oynamaya devam etmektedir. Bir savaşın temel nedeni ne ölçüde uluslararası ilişkiler sisteminde, ne ölçüde devletlerin ve toplumların iç yapısında yatmaktadır? [1]

“Kışkırtılmamış savaş” anlatısı, savaşın tarihsel, ekonomik, sosyal ve siyasal kökenleri hakkında hiçbir şey açıklamamaktadır. Dikkatleri, Ukrayna’daki ABD-NATO savaşı ile şunlar arasındaki bağlantının incelenmesinden uzaklaştırmaktadır: 1) ABD’nin Irak, Sırbistan, Afganistan, Somali, Libya ve Suriye’de neredeyse kesintisiz olarak yürüttüğü 30 yıllık savaş; 2) 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasından bu yana NATO’nun durmaksızın doğuya doğru genişlemesi; 3) Amerikan emperyalizmi tarafından kendi baskın dünya konumuna tehlikeli bir tehdit olarak görülen Çin ile tırmanan jeopolitik çatışma; 4) ABD’nin küresel ekonomik konumunun uzun süredir gerilemesi (bu gerileme en keskin ifadesini doların dünya rezerv para birimi olarak üstünlüğüne yönelik artan meydan okumada bulmaktadır); 5) ABD finans sisteminin tamamen çökmesini engellemek için umutsuz kurtarma paketleri gerektiren bir dizi ekonomik şok; 6) Başkan Donald Trump’ın 6 Ocak 2021’de Kasım 2020 ulusal seçimlerinin sonucunu iptal ettirme girişiminde örneklenen Amerikan siyasi sisteminin belirgin çöküşü; 7) Pandeminin yanı sıra Amerikan işçi sınıfını radikalleştiren yeni bir enflasyonist sarmalın etkisiyle yoğunlaşan sarsıcı eşitsizlik düzeyleriyle yaralanmış bir toplumun artan iç istikrarsızlığı.

Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin Dünya Sosyalist Web Sitesi’nde yayımlanan ve son çeyrek yüzyıl boyunca ABD şirket-finans seçkinlerinin kontrol edilemeyen krizlerden savaş yoluyla çıkmaya yönelik umutsuz çabalarına yön veren ekonomik, siyasi ve toplumsal çelişkileri analiz eden sayısız açıklamasında, “kışkırtılmamış savaş” anlatısı en güçlü biçimde çürütülmektedir.

Yirmi yıl önce, Bush yönetiminin Mart 2003’te Irak’ı işgal etmesinden sadece bir hafta sonra, DEUK’un Amerikan şubesi Sosyalist Eşitlik Partisi şu açıklamayı yapmıştı: “Amerikan emperyalizminin stratejisi, ABD’nin tartışmasız küresel hegemonyasını kurmak ve dünya ekonomisinin kaynaklarını tamamen kendisine tabi kılmak için büyük askeri gücünü kullanmaktan ibarettir.” [2]

Dünya kapitalizmindeki merkezi rolü göz önüne alındığında, Amerikan emperyalizminin krizi tüm siyasi ve ekonomik sistemi istikrarsızlaştırmıştı. SEP’in açıklamasına göre, Amerikan emperyalizminin politikaları, özünde, sadece ulusal değil küresel bir krize verilen yanıttı.

Birbirini izleyen Amerikan hükümetlerinin acımasızca saldırgan politikaları, üretici güçlerin küresel karakteri ile arkaik ulus devletler sistemi arasındaki çelişkinin dünya tarihsel sorununu emperyalizm temelinde çözme girişimidir.

Amerika bu sorunu, kendisini süper ulus devlet olarak kurarak, dünyanın kaderinin nihai hakemi olarak işlev görerek –kendisine aslan payını aldıktan sonra dünya ekonomisinin kaynaklarının nasıl tahsis edileceğine karar vererek– aşmayı önermektedir. Ancak dünya kapitalizminin temel çelişkilerine yönelik –1914’te son derece gerici olan– bu tür bir emperyalist çözüm, yaşla birlikte ilerlememiştir. Gerçekten de, yirminci yüzyıl boyunca dünyanın ekonomik gelişiminin ulaştığı boyut, böyle bir emperyalist projeye çılgınlık unsuru katmaktadır. Tek bir ulusal devletin üstünlüğünü tesis etmeye yönelik herhangi bir girişim, uluslararası ekonomik entegrasyonun ulaştığı olağanüstü düzeyle bağdaşmamaktadır. Böyle bir projenin son derece gerici karakteri, gerçekleştirilmesi için gerekli olan barbarca yöntemlerde ifadesini bulmaktadır. [3]

ABD’nin NATO ittifakı içindeki Avrupalı emperyalist müttefikleri, mevcut küresel güç dengesi nedeniyle Washington tarafından belirlenen senaryoya uymak zorunda kalmakla birlikte, Rusya ile yaşanan çatışmada hiçbir şekilde masum seyirciler değildirler. Eski sömürgelerinde işledikleri vahşi suçlar ve kendi ülkelerindeki faşizm ve soykırım deneyimleriyle birlikte, sadece geçtiğimiz yüzyılda meydana gelen iki dünya savaşının yıpranmış gazileri olan tüm eski Avrupalı emperyalist güçler, ABD’yi etkileyen aynı siyasi ve ekonomik hastalıklarla boğuşurken, bunlarla başa çıkmak için daha da az mali kaynağa sahipler.

Her ne kadar emperyalist emellerinin peşinden bağımsız olarak koşamasalar da, İsveç, Norveç, Danimarka, İspanya, Belçika ve İsviçre gibi “küçük güçler” bir yana, Britanya, Fransa, İtalya ve Almanya, Rusya’nın askeri yenilgisi ve çok sayıda devletçiğe bölünmesinin ardından gelmesini bekledikleri toprak ve doğal kaynakların yeniden dağıtımından ve mali avantajlara erişimden dışlanmayı kabul etmeye razı değildir.

Ancak NATO ittifakı, birlik ilanlarının ortasında bile, yakın gelecekte aniden silahlı çatışmaya dönüşebilecek derin iç bölünmelerle kuşatılmış durumdadır. Savaşın çok az tartışılan sonuçları arasında, II. Dünya Savaşı sonrası “çözüm”den kaynaklanan toprak anlaşmazlıklarının yeniden ortaya çıkması yer almaktadır. Alman egemen sınıfı, Polonya’nın Wrocław kentinin bir zamanlar Breslau olarak adlandırıldığını ve yirminci yüzyılın başında Alman İmparatorluğu’nun altıncı büyük kenti olduğunu unutmuş değildir.

Aşırı milliyetçi ve faşizan Polonya hükümeti, Ukrayna’nın batısındaki Lviv şehrinin II. Dünya Savaşı patlak vermeden önce Polonya’nın üçüncü büyük şehri olan Lwów olarak bilindiğini de unutmuş değildir.

“Kışkırtılmamış savaş” anlatısının satır aralarında, Ukrayna savaşının III. Dünya Savaşı’na doğru gitmekte olan çok daha büyük bir küresel çatışmanın parçası olduğu gerçeği giderek daha açık bir şekilde kabul edilmektedir. Asıl soru, ABD ile Çin arasında bir savaşın çıkıp çıkmayacağından ziyade, savaşın ne zaman çıkacağı, çatışmanın nerede patlak vereceği ve taktiksel ve/veya stratejik nükleer silahların kullanılıp kullanılmayacağıdır.

Almanya’nın eski Dışişleri Bakanı Joschka Fischer, kısa bir süre önce savaşın “gelecekteki dünya düzeniyle, 21. yüzyıldaki büyük revizyonuyla ilgili” olduğunu yazdı. Çin ve Rusya’yı “ABD ve Batı’nın hâkimiyetini kırmak için resmileşmemiş bir ittifaka girmekle” suçlayarak şöyle devam etti: “ABD liderliğindeki Batı’nın transatlantik ve de Pasifik ittifakına karşı iki büyük Avrasya gücü.” [4]

Financial Times’ın önde gelen dış ilişkiler muhabiri Gideon Rachman 27 Mart’ta şunları yazıyordu:

Çin devlet başkanı ve Japonya başbakanının Rusya ve Ukrayna başkentlerine eş zamanlı ve rakip nitelikte ziyaretler gerçekleştirmesi, Ukrayna savaşının küresel öneminin altını çizmektedir. Japonya ve Çin, Doğu Asya’da birbirlerinin ezeli rakipleridir. Her iki ülke de Avrupa’daki çatışmanın sonucunun kendi mücadelelerini derinden etkileyeceğinin farkındadır.

Çin ile Japonya arasında Ukrayna konusunda yaşanan bu gölge boksu daha geniş bir eğilimin parçasıdır. Avrupa-Atlantik ve Hint-Pasifik bölgelerindeki stratejik rekabetler giderek birbirleriyle çakışıyor. Ortaya çıkan şey, giderek tek bir jeopolitik mücadeleye benzemektedir. [5]

Rachman “kışkırtılmamış savaş” söyleminin ateşli bir savunucusu olmaya devam etse de, kendisiyle çelişen analizini keskin bir uyarıyla sonlandırıyor:

Ancak küresel bir çatışmaya sürüklenme tehlikesi henüz sona ermiş değildir. Avrupa’da patlak veren savaş, Doğu Asya’da yükselen tansiyon –ve bu iki bölge arasında artan bağlantı– ile birleştiğinde halen 1930’larla belirgin benzerlikler taşımaktadır. Bu kez Avrupa ve Asya’daki birbiriyle bağlantılı rekabetin küresel bir trajediyle sonuçlanmamasını sağlamak tüm tarafların sorumluluğudur. [6]

Rusya’nın 24 Şubat 2022’de Ukrayna’yı istila etmesine yol açan olaylar gerekli tarihsel ve siyasi bağlama yerleştirildiğinde, savaşın ABD ve NATO müttefikleri tarafından kışkırtıldığından şüphe duyulamaz. “İlk kurşunu kim sıktı?” sorusuna odaklanarak savaşın “sorumlusunu” değerlendirmeye yönelik tüm girişimler, çok daha uzun bir olaylar silsilesinden tek bir bölümü izole eden son derece sınırlı bir zaman dilimine odaklanmaktadır. Troçki’nin 1934’te açıkladığı gibi, “Savaşın niteliği, bizzat (‘tarafsızlığın ihlâli’, ‘düşman istilası’ vb.) ele alınan başlangıçtaki olay tarafından değil, savaşın temel itici güçleri, bütün gelişimi ve sonunda yol açtığı sonuçlar tarafından belirlenir.” [7]

“Kışkırtılmamış savaş” korku hikâyesinin aksine, Şubat 2022’deki istila bir dizi karmaşık olayın sonucuydu. Bu olaylar sadece Viktor Yanukoviç’in seçilmiş Rusya yanlısı hükümetini deviren 2014’teki CIA destekli Maydan darbesine değil, aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasının bir sonucu olarak hem Ukrayna hem de Rusya içinde gerici milliyetçi eğilimlerin serbest bırakılmasına kadar uzanmaktadır.

Bununla birlikte, savaşın ABD ve NATO tarafından kışkırtılmış olması, Rusya’nın Ukrayna’yı istilasının gerici karakterini ne azaltmakta ne de onu meşrulaştırmaktadır. İstilayı, bunun Rusya’nın sınırlarına yönelik NATO tehdidine meşru bir yanıt olduğu gerekçesiyle savunanlar, Putin’in, “ulusal güvenlik” tanımı oligarşik sınıfın ekonomik çıkarları tarafından belirlenen kapitalist bir devletin lideri olduğu gerçeğini görmezden geliyorlar. Bu sınıfın serveti, Sovyetler Birliği’nin daha önceden kamulaştırılmış mülklerinin dağıtılıp çalınmasına dayanmaktadır.

Putin’in hem savaşı başlatırken hem de sürdürürken yaptığı tüm hesap hataları ve gaflar, hizmet ettiği sınıfın çıkarlarını yansıtmaktadır. Savaşın amacı, Batılı emperyalist güçlerin askeri baskısına karşı koymak ve ulusal kapitalist sınıf için Rusya sınırları içinde ve mümkün olduğu ölçüde Karadeniz bölgesinde ve Orta Asya ve Transkafkasya’nın komşu ülkelerinde doğal kaynakların ve emeğin sömürülmesinde egemen bir konumu korumaktır.

Bu hedeflerin bırakın anti-emperyalist olmayı, hiçbir ilerici yanı yoktur. Putin çarlık mirasını hatırlattığında, Lenin’i, Bolşevizmi ve Ekim Devrimi’ni kınadığında, rejiminin tarihsel olarak gerici ve siyasi olarak iflas etmiş karakterine tanıklık ediyor.

Bugünkü çatışmaları ne olursa olsun, Rusya ve Ukrayna’daki Sovyet sonrası yeni egemen sınıflar aynı sabıka kaydını paylaşmaktadır. SSCB’nin resmi olarak dağıtılmasından üç aydan daha kısa bir süre önce, 3 Ekim 1991’de Kiev’deki bir işçi kulübünde düzenlenen halka açık bir toplantıda Uluslararası Komite’nin temsilcisi olarak konuşan bu satırların yazarı, milliyetçilerin gündeminden kaynaklanacak feci sonuçlar konusunda şu uyarıda bulunmuştu:

Cumhuriyetlerde, milliyetçiler, tüm sorunların çözümünün yeni “bağımsız” devletlerin kurulmasında yattığını ilan ediyorlar. Sormamıza izin verin, kimden bağımsız? Moskova’dan “bağımsızlık” ilan eden milliyetçiler, yeni devletlerinin geleceğine ilişkin tüm hayati kararları Almanya, Britanya, Fransa, Japonya ve ABD’nin ellerine bırakmaktan başka bir şey yapamazlar. Kravçuk [Ukrayna Komünist Partisi lideri ve Sovyet sonrası Ukrayna’nın müstakbel cumhurbaşkanı] Washington’a gidiyor ve Başkan Bush’tan öğüt dinlerken koltuğunda bir okul çocuğu gibi kıvranıyor…

O halde SSCB’nin emekçi halkı hangi yolu izlemelidir? Alternatif nedir? Tek çözüm, devrimci enternasyonalizm programına dayanan çözümdür. Kapitalizme dönüş (milliyetçilerin şovenist ajitasyonu bunun için sadece bir kılıftır), yalnızca yeni bir baskı biçimine yol açabilir. Sovyet milliyetlerinin her birinin emperyalistlere başları eğik ve dizleri bükük şekilde ayrı ayrı yaklaşması, sadaka ve lütuf dilenmesi yerine, her milliyetten Sovyet işçileri gerçek toplumsal eşitlik ve demokrasi ilkelerine dayanan yeni bir ilişki kurmalı ve 1917’nin mirasından korumaya değer her şeyin devrimci savunmasını bu temelde üstlenmelidirler. …

Bu programın tam kalbinde devrimci enternasyonalizm perspektifi yer almaktadır. Bugün Sovyet halkının yakasını bırakmayan tüm sorunların kökeninde devrimci enternasyonalizm programının terk edilmesi yatmaktadır. [8]

Uluslararası Komite tarafından yaklaşık 32 yıl önce yapılan uyarılar trajik bir şekilde haklı çıkmıştır. Rusya ve Ukrayna’nın emekçi halkları kardeş kavgasına sürüklenmiştir. Onlar, seksen yıl önce, Ekim Devrimi’ni savunmak için, Nazi ordusunu Sovyetler Birliği’nden kovmak üzere birlikte savaşmışlardı. Şimdi ise kapitalist rejimlerin emirleriyle hareket ederek birbirlerini vuruyor ve öldürüyorlar.

Uluslararası Komite’nin uluslararası işçi sınıfının birleşmesine yönelik çağrısı yalnızca daha büyük bir aciliyet kazanmakla kalmamıştır. Nesnel koşullar, işçi sınıfının devrimci sosyalist enternasyonalizm programı temelinde harekete geçirilmesi için artık çok daha elverişlidir. ABD emperyalizminin derinleşen krizi ve küresel kapitalist çelişkilerin yoğunlaşmasının yanı sıra, uluslararası işçi sınıfında muazzam bir büyüme yaşanmaktadır. Ekonomik ağırlığı ve potansiyel gücü, on milyonlarca işçinin yaşadığı devasa kent merkezlerinin ortaya çıkmasıyla büyük ölçüde artmıştır. Oysa söz konusu ülkelerde yirminci yüzyılın son on yılına kadar proletarya nüfusun yalnızca küçük bir kısmını oluşturuyordu.

Geçtiğimiz on yıl boyunca sınıf mücadelesinde istikrarlı bir tırmanış yaşandı. Sınıf mücadelesinin çarpıcı bir özelliği, uluslararası karakteri olmuştur. İletişim teknolojisindeki devrim niteliğindeki gelişmeler, farklı ülkelerin işçileri arasındaki engelleri ortadan kaldırmaktadır. Nerede başladığına bakılmaksızın, herhangi bir ülkedeki toplumsal çatışma neredeyse anında uluslararası bir izleyici kitlesi edinmekte ve bir dünya olayı haline gelmektedir. Çok eski dil engeli bile, hangi dilde yazılmış ve konuşulmuş olursa olsun, belgeleri ve konuşmaları küresel bir izleyici kitlesi için kolayca anlaşılır hale getiren çeviri ve transkripsiyon programlarına başvurularak aşılmaktadır.

Teknolojideki bu ilerlemeler, tüm ülkelerin işçi sınıfının karşı karşıya olduğu ekonomik, toplumsal ve siyasi sorunlara küresel devrimci bir yanıt verilmesini kolaylaştırmaktadır. Çin’in 2022’nin sonlarında Sıfır COVID politikasını aniden terk etmesi ve bunun iki aydan kısa bir süre içinde bir milyondan fazla insanın ölümüyle sonuçlanması, küresel bir krize ulusal bir çözüm üretmenin imkânsızlığını göstermiştir. Bu temel gerçek, derinleşen toplumsal kriz gerçekliğiyle daha da belirginleşmektedir.

Ukrayna savaşı ve askeri bütçelerdeki muazzam artış, her ülkede işçilerin sosyal koşullarına karşı bir savaş biçimini almıştır. Enflasyon, işsizlik ve sosyal hizmetlere ayrılan bütçelerin kesilmesi, dünya genelinde grevlerde bir artışa neden oluyor. Her kıtada büyük toplumsal mücadeleler patlak veriyor.

Ülkeler arasında var olan farklılıklara rağmen, tüm ülkelerde işçi sınıfının karşı karşıya kaldığı siyasi koşullarda bazı ortak özellikler kendini göstermektedir. İşçiler, talepleri ne kadar sınırlı olursa olsun, işverenlerin ve devletin sert direnişiyle karşılaşmaktadır.

Kapitalist devlet, giderek daha sık ve yoğun bir şekilde, egemen sınıf adına işçi sınıfına karşı savaşın doğrudan liderliğini üstleniyor. Sri Lanka ve Fransa gibi ekonomik gelişmişlik açısından birbirinden farklı ülkelerde, işçi sınıfı baş düşman olarak devletin lideriyle karşı karşıya geliyor: Sri Lanka’da Devlet Başkanı Ranil Wickremesinghe, Fransa’da Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron. Siyaseten elverişli olduğunda demokratik ifadeler kullanmalarına rağmen, kararlarının uygulanması için polise ve orduya dayanarak açıkça diktatörce bir karaktere bürünüyorlar. Burjuva demokrasisinin mevcut evrensel çöküşü Lenin’in analizini doğrulamaktadır: “Her evresinde siyasi gericilik, emperyalizmin ayırt edici özelliğidir.” [9]

Bu nedenle, sınıf mücadelesinin mantığı devlete karşı siyasi bir mücadele niteliği kazanmakta ve bağımsız işçi iktidarı organlarının geliştirilmesi gerekliliğini gündeme getirmektedir. DEUK’un Sri Lanka şubesinin İşçilerin ve Kır Yoksullarının Sosyalist ve Demokratik Kongresi’nin toplanması çağrısı ve DEUK’un Fransa şubesinin Macron hükümetinin düşürülmesi için yükselttiği talep, işçi sınıfı ile kapitalist devlet arasında tırmanan çatışmaya verilen gerekli yanıtlardır.

Yirminci yüzyılın temel derslerinden biri, emperyalist savaşa karşı mücadelenin ancak işçi sınıfının tavizsiz bir şekilde anti-kapitalist, sosyalist bir program temelinde siyasi seferberliği yoluyla başarıyla yürütülebileceğidir. Kökleri ulus devlet sistemi ve kapitalist kâr sistemine dayanan savaşın nedenlerini görmezden gelen ve örtbas eden tüm savaş karşıtı öneriler başarısızlığa mahkûmdur.

İşçi sınıfının harekete geçirilmesinin önündeki en büyük engel, sendikalardaki kapitalizm yanlısı bürokrasilerin, gerici işçi partilerinin ve sahte sosyalist partilerin, hali vakti yerinde orta sınıfın geniş bir yelpazedeki sahte sol örgütlerinin sahip olduğu siyasi etkidir. Bunların sinsi etkisinin üstesinden gelinmelidir.

Uluslararası Komite, işçi sınıfı içinde alternatif bir devrimci önderliğin geliştirilmesinde önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı (TK-Uİİ), Troçki’nin Geçiş Programı’nda fabrika komitelerinin oluşturulması için geliştirdiği perspektifin somutlaştırılmış halidir. Troçki, Dördüncü Enternasyonal’in şubelerini “mümkün olan her durumda, hatta gerektiğinde tutucu sendika aygıtları ile doğrudan bir kopuş karşısında bile geri çekilmeden, burjuva topluma karşı kitlesel mücadelenin görevlerine daha sıkı biçimde uyumlu bağımsız militan örgütler kurmaya” çağırmıştı. [10]

Dahası, Uluslararası Komite tarafından TK-Uİİ’nin gelişimine verilen itici güç, Troçki’nin emperyalizm çağında sendikaların kaderine ilişkin analizine dayanmaktadır. Suikasttan sonra Troçki’nin masasında bulunan tamamlanmamış bir el yazmasında Troçki şunları yazmıştı “Dünyanın dört bir yanında çağdaş sendikal örgütlenmelerin gelişiminde ya da daha doğru bir ifadeyle yaşadıkları yozlaşmada ortak bir özellik bulunuyor: devlet iktidarına yakınlaşıyorlar…”

Dolayısıyla, “Kitleleri sadece burjuvaziye değil, fakat aynı zamanda sendikaların kendi içindeki totaliter rejimlere ve bu rejimi yürüten yöneticilere karşı da seferber edebilmek” şarttı. [11]

Egemen sınıfın küçük burjuva sahte sol ajanları DEUK’u sendikalara karşı çıkmakla suçladıklarında, gerçekte saldırdıkları şey, Uluslararası Komite’nin, işçi sınıfının emperyalizm yanlısı ve korporatist işçi bürokrasilerinin diktatörlüğüne tabi kılınmasını kabul etmeyi reddetmesidir. ABD’de AFL-CIO’nun, Almanya’da IG Metall’in, Fransa’da CGT’nin ve bunların dünyanın dört bir yanındaki muadillerinin polis gardiyanları tarafından yönetilen hapishane duvarları arasında kalmayı sürdüren işçilerin mücadelelerinden uzak durmak bir yana, TK-Uİİ sendikalar içinde sayısız mücadeleye katılmakta, bürokratik aygıta karşı başkaldırıyı teşvik etmek ve güçlendirmek için elinden geleni yapmaktadır. Ekim 2022’de 5.000 otomotiv işçisinin, otomotiv sanayisinde işçi denetiminin kurulması ve sendikal aygıtın ortadan kaldırılması çağrısında bulunan bir programla Birleşik Otomotiv İşçileri (UAW) sendikası başkanlığına aday olan sosyalist Will Lehman’a oy vermesi, TK-Uİİ’nin artan etkisine ve örgütsel ve siyasi potansiyeline tanıklık etmektedir.

Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı, şirket iktidarına ve kapitalist egemenliğe karşı küresel bir stratejinin geliştirilmesine ve sınıf mücadelesinin taktiksel koordinasyonuna yardımcı olmak üzere dünya çapında bir ağ oluşturmaktadır. Amacı gerici bürokrasilere baskı uygulamak ve onları reforme etmek değil, tüm karar alma mekanizmalarını ve iktidarı tabana aktarmaktır.

Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Gençlik ve Öğrenciler (IYSSE), gençleri Marksist olarak eğitmek, Troçki ve Dördüncü Enternasyonal’in Stalinizme ve her türden ulusal oportünizme karşı yürüttüğü mücadeleye ilişkin anlayışlarını geliştirmek, onları işçi sınıfına yöneltmek ve sınırsız enerjilerini Sosyalist Devrimin Dünya Partisi’ni inşa etme mücadelesine yönlendirmek için çalışmalarını genişletiyor.

Günlük yayın hayatının 25. yılını kutlayan Dünya Sosyalist Web Sitesi, sınıf mücadelesine ilişkin siyasi yayın ve analizinin derinliğini ve kapsamını sürekli olarak geliştirmekte ve bu temel teorik çalışma temelinde Troçkizmin uluslararası işçi sınıfı mücadelelerindeki etkisini genişletmektedir.

Bu kazanımların üzerine inşa edilecek olan 1 Mayıs toplantısı, işçi sınıfının birliğinin bu tarihi günü için kutlamayı, savaşa karşı mücadelenin ilerletilmesine, iktidarın işçi sınıfına aktarılmasına ve tüm dünyada sosyalizmin inşasına adayacaktır.

Dipnotlar

[1] Jörn Leonhard, Pandora’s Box: A History of the First World War, (Cambridge, MA: The BelknapPress of Harvard University Press, 2018), s. 62-63.

[2] “Into the Maelstrom,” David North, A Quarter Century of War: The U.S. Drive for Global Hegemony 1990-2016 içinde, (Oak Park: Mehring Books, 2016), s. 277.

[3] Age.

[4] “Former German foreign minister Joschka Fischer declares Ukraine war is ‘Global power struggle for future world order’”, Peter Schwarz, World Socialist Web Site, 4 Nisan 2023, https://www.wsws.org/en/articles/2023/04/05/ijhm-a05.html

[5] “China, Japan and the Ukraine war,” Gideon Rachman, Financial Times, 27 Mart 2023, https://www.ft.com/content/9aa4df57-b457-4f2d-a660-1e646f96c8cb

[6] Agm.

[7] “Savaş ve Dördüncü Enternasyonal”, Lev Troçki, Türkçe çeviri: https://www.marxists.org/turkce/trocki/1934/haziran/10.htm

[8] “After the August Putsch: Soviet Union at the Crossroads,” David North, Fourth International, Sonbahar-Kış 1992, Cilt 19, Sayı 1, s. 110.

[9] “Imperialism and the Split in Socialism,” V.İ. Lenin, Collected Works, Cilt 23.

[10] The Death Agony of Capitalism and the Tasks of the Fourth International, Lev Troçki (New York, 1981), s. 8.

[11] “Trade unions in the epoch of imperialist decay,” Lev Troçki, Marxism and the Trade Unions içinde (New York: 1973), s. 9-10. Ayrıca bkz. https://www.wsws.org/tr/articles/2007/04/18/trot-a18.html

Loading