Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Çin gezisi emperyalist güçler arasındaki çatışmaları şiddetlendiriyor

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un kısa süre önce Çin’e yaptığı ziyaret sırasında yaşanan şiddetli tartışmalar, ABD ve müttefiklerinin Çin ve Rusya’ya yönelik saldırılarının gerçek hedeflerine ışık tutuyor. Ekonomik krizler, sarsılan mali piyasalar ve yükselen sınıf mücadelesi koşullarında emperyalist güçler, insanlığın varlığını tehlikeye atacak nükleer bir üçüncü dünya savaşı riskini göze alarak dünyayı zorla yeniden paylaşmaya çalışıyor.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 6 Nisan 2023 tarihinde Pekin’deki Büyük Halk Salonu’nda basın mensuplarıyla bir araya geldikten sonra Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile el sıkışıyor. [AP Photo/Ng Han Guan]

Emperyalistlerin ilk hedefleri Rusya’ya boyun eğdirip muazzam doğal kaynaklarını yağmalamanın yanı sıra ekonomik yükselişini durdurmak istedikleri Çin’i kuşatmaktır. Ancak çatışmanın tırmanması kaçınılmaz olarak emperyalist güçlerin kendi aralarında, özellikle de ABD ile Avrupa arasında ve aynı zamanda rakip Avrupalı güçler arasında şiddetli gerilimlere yol açmaktadır.

ABD son aylarda neredeyse her gün Çin’e karşı yeni provokasyonlara imza attı. Çin ile ilişkileri 50 yıl boyunca belirleyen tek Çin politikası artık terk edilmiş durumda. ABD ordusu Çin kıyılarında birbiri ardına saldırgan askeri tatbikatlar gerçekleştiriyor. Geçtiğimiz hafta Filipinler ile tarihin en büyük ortak tatbikatı başladı.

Bu gergin ortamda Macron kalabalık bir ekonomik heyet eşliğinde Çin’e gitti. Devlet Başkanı Şi Cinping tarafından kendisi için kırmızı halı serildi.  Macron bir dizi kârlı ekonomik anlaşmaya imza attı ve Çin Devlet Başkanı Şi’nin Ukrayna’ya yönelik barış girişimini övdü.

Fransa Cumhurbaşkanı dönüş uçağında, diğer pek çok Avrupalı siyasetçinin düşündüğü ancak siyasi nedenlerle açıkça ifade etmek istemediği şeyi açıkça dile getirdi. Les Échos ve Politico’dan gazetecilere verdiği mülakatta ABD’nin Çin politikasıyla arasına keskin bir mesafe koydu.

“Avrupa gerçek stratejik özerklik unsurlarını yaratma sürecindedir ve bir tür panik refleksine kapılıp Amerikan politikasını takip etmemelidir.” Bir blok mantığı içine girmemeli ve “bizim olmayan” krizlerin içine çekilmesine izin vermemelidir. Eğer Tayvan konusunda sadece bir “takipçi” olur ve “Amerika’nın hızına ve Çin’in aşırı tepkisine uyum sağlarsa”, Avrupa bir “üçüncü kutup” olamayacak ve bir “vasal” haline gelecektir.

Macron, verilmesi gereken “savaşların” “stratejik özerkliğimizin hızlandırılması” ve “ekonomilerimizin finansmanının güvence altına alınması” olduğunu vurguladı. “Amerikalılara bağımlılığı azaltmanın anahtarı Avrupa savunma sanayisini genişletmektir. İhtiyaç duyulan şey bir Avrupa savaş ekonomisidir,” diye devam etti.

Macron, muhtemelen Washington’da özellikle dikkatle not edilen bir başka konuşmasında da ABD dolarının önde gelen küresel para birimi olarak rolüne açıkça karşı çıktı. “Bu vesileyle bir noktayı vurgulamak istiyorum: doların ülke dışı özelliğine bağımlı olmamalıyız,” dedi.

Fransız emperyalizminin temsilcisi

Macron bir barış savunucusu olarak değil, Fransız emperyalizminin bir temsilcisi olarak konuşuyordu. Uzun bir süre boyunca Çin politikası konusunda sertlik yanlılarından biri olmuştu. Macron, 1,6 milyon nüfuslu denizaşırı toprakları nedeniyle Fransa’yı bir Hint-Pasifik gücü olarak göstererek Japonya, Hindistan ve diğer ülkelerle Çin karşıtı bir ittifak arayışına girmişti.

Ancak Amerika Birleşik Devletleri onu bir kenara itti. ABD’nin Eylül 2021’de Britanya ve Avustralya ile AUKUS üçlü ittifakını imzalaması ve Avustralya’nın 56 milyar dolar değerindeki Fransız denizaltıları alımını iptal etmesiyle çatışma tırmandı. Macron, protesto amacıyla Washington ve Canberra’daki Fransız büyükelçilerini geri çağırdı ve 2017’de Paris’teki Sorbonne Üniversitesi’nde yaptığı programatik bir konuşmada zaten desteklediği “Avrupa egemenliği” ya da “stratejik özerklik” kampanyasını yoğunlaştırdı.

Ekonomik, siyasi ve askeri alanlardaki bu “stratejik özerklik” çabasına muazzam bir askeri takviye eşlik ediyor. Son Fransız askeri bütçesi, savunma harcamalarında her yıl 3-4 milyar avroluk bir artış öngörüyor. 2017’de 32 milyar avro olan askeri bütçe 2030’a kadar 69 milyar avroya yükselecek. Fonların yarısından fazlası Fransa’nın nükleer cephaneliğinin modernizasyonu için ayrıldı: savaş başlıkları ve füzelerin yanı sıra bunları ateşleyebilecek Rafale jetleri ve denizaltıların yenilenmesi.

Bunun finansmanı, diğer şeylerin yanı sıra, milyonlarca kişinin haftalardır sokaklara döküldüğü emeklilik yaşının artırılmasyıla sağlanacak. Halkın iradesine meydan okuyarak ve parlamentoda oylama yapmaksızın Macron, acımasız polis operasyonlarıyla ve diktatörce önlemlerle protestolara karşılık veriyor.

Macron’un Amerika’nın Çin politikasına ilişkin sözleri, beklendiği gibi ABD’de ve en yakın müttefikleri arasında öfkeli protestolarla karşılandı. New York Times, Fransa cumhurbaşkanını ABD’nin Çin’i kontrol altına alma çabalarını baltalamakla suçladı. Wall Street Journal’ın bir başyazısı ise, Rusya’ya karşı ABD’nin önemli ölçüde destekleyip finanse ettiği savaşta Avrupa’yı kendi haline bırakmakla tehdit etti:

Macron, ABD’nin Rusya’nın saldırganlığına karşı Avrupa’nın yardımına koşmasını istiyor ama görünüşe göre Pasifik’teki Çin saldırganlığına karşı tarafsızlık yemini ediyor. Teşekkür ederim, dostum.

Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki, ABD ile ittifakın Avrupa güvenliği için “mutlak bir temel” olduğunu söyledi. Macron’un adını anmadan, onu “herkesle, Rusya ve Uzak Doğu’daki güçlerle çalışma” hayali kurmakla suçladı.

Almanya’dan eleştiriler

Avrupa Birliği ve Almanya’dan da sert protestolar geldi. Avrupa Komisyonu, Macron’un kendisiyle birlikte Pekin’e giden ve Çin’in Tayvan politikasını sert bir dille eleştiren Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen ile anlaştıklarının tam tersini yaptığını söyledi.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, 6 Nisan 2023 tarihinde Pekin’de Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile bir çalışma oturumu için geliyor. [AP Photo/Ludovic Marin]

Alman haber dergisi Der Spiegel şu manşeti attı: “Macron artık tamamen aklını mı kaçırdı?” Süddeutsche Zeitung, Fransa cumhurbaşkanını “Avrupa’nın ABD ile arasını bozmak ve aynı zamanda Avrupa’da bir gedik açmakla” suçladı. Hristiyan Demokrat Birlik’ten siyasetçi Johann Wadephul şu eleştiride bulundu: “Macron’un daha fazla Avrupa egemenliği çağrısı ne kadar doğru olsa da biz bu hedefi ABD’ye karşı değil, onunla birlikte gerçekleştiriyoruz.”

Almanya dışişleri bakanı, Çin ile sert rekabete karşı olmakla birlikte, Çin’in Tayvan’a saldırması durumunda Avrupa’nın bir kenara çekilebileceği inancının saçma olduğunu söyledi. Ayrıca, özellikle Orta ve Doğu Avrupa’da ABD ile yakın ilişkilerin bir tehdit olarak değil Avrupa’nın güvenliği için bir ön koşul olarak görüldüğünü belirtti.

Resmi açıklamalara göre Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Macron tarafından zedelenen Avrupa ve transatlantik birlik izlenimini onarmak için Perşembe günü Çin’e gitti. Çinli mevkidaşı Qin Gang ile yaptığı görüşmede, Çin’in Tayvan ile zorla yeniden birleşmesinin Avrupa için kabul edilemez olduğunu vurguladı. Aynı zamanda Macron’un sözlerini önemsiz gibi göstererek Fransa’nın Çin politikasının Avrupa’nın Çin politikasını “yansıttığını” iddia etti.

Gerçek şu ki Berlin de her ne kadar başka terimler kullansa da uzun zamandır bir “stratejik özerklik” politikası izliyor. Önde gelen politikacılar ve medya kuruluşları NATO’nun geçici bir ittifak olduğunu, ABD ve Avrupa’nın küresel ekonomik çıkarlarının uzun vadede uyumlu olmadığını ve Almanya’nın emperyalist çıkarlarını kendi askeri gücü temelinde sürdürmesi gerektiğini varsayıyor.

Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ) Macron’un sözlerine ilişkin yorumunda Avrupalıların Donald Trump’ın başkanlığından bu yana “Washington’a artık hayatın her alanında güvenilemeyeceğini” bildiklerini belirtti. Gazete, 2024 yılında da benzer bir görüntü yaşanabileceğini belirtiyordu. Macron’un, Avrupa’nın bir tür stratejik özerklik için çabalaması gerektiği yönündeki analizi bu nedenle baştan sona yanlış değildi.

Daha 2003 yılında Irak savaşı, Gerhard Schröder yönetimindeki Almanya ile George W. Bush yönetimindeki ABD hükümetleri arasında keskin çatışmalara yol açmıştı. 2014’ten bu yana Almanya, küresel bir askeri güç olarak yeniden önemli bir rol oynama hedefini resmen sürdürüyor. 2017 yılında Almanya Başbakanı Angela Merkel, ABD Başkanı Donald Trump ile karşı karşıya geldikten sonra, Almanya’nın tamamen başkalarına güvenebileceği zamanların sona erdiğini açıklamıştı. Merkel, “Biz Avrupalılar kaderimizi gerçekten kendi ellerimize almak zorundayız,” demişti.

Almanya ile Fransa arasındaki rekabet

Ancak bir Avrupa büyük güç politikası arayışı kaçınılmaz olarak, 1871 ile 1945 yılları arasında üç büyük savaşta kıyasıya mücadele etmiş olan Almanya ile Fransa arasındaki eski rekabetleri gündeme getirmektedir. Çok övülen Fransız-Alman ortaklığı ve savaş sonrası dönemin Avrupa birliği, jeopolitik ve ekonomik nedenlerle Batı Avrupa’yı pasifize etmekte çıkarı olan ABD’nin sponsorluğunda gelişmişti.

Paris ve Berlin, Avrupa’yı bağımsız bir dünya gücü -Macron’un deyimiyle “üçüncü kutup”- haline getirme hedefi üzerinde anlaşabilseler bile, Avrupa’ya kimin liderlik edeceği ve hükmedeceği sorusu uzlaşmaz çatışmalara yol açıyor. Özellikle Ukrayna savaşının başlangıcından bu yana Alman ve Fransız çıkarları açıkça ayrışmıştır.

Başta ana enerji tedarikçisi Rusya ile ekonomik ilişkilerini kesmek konusunda isteksiz olan Almanya, Ukrayna savaşının başlamasıyla ABD’nin yanında yer aldı ve şimdi savaşı Hitler’den bu yana en kapsamlı yeniden silahlanma programı için kullanıyor.

Almanya’nın hedefi Avrupa’nın “askeri lideri” olmaktır. Eski Savunma Bakanı Christine Lambrecht altı ay önce şu ifadeleri kullanmıştı: “Almanya’nın büyüklüğü, coğrafi konumu, ekonomik gücü, kısacası ağırlığı, istesek de istemesek de bizi lider bir güç haline getiriyor. Askeri açıdan da.”

Almanya silahlanma bütçesini üç katına çıkarmış ve ABD’den sonra en büyük savaş kışkırtıcısı haline gelmiştir. Kiel Dünya Ekonomisi Enstitüsü’nün hesaplamalarına göre, ABD savaşın ilk yılında 71.3 milyar avro harcarken, Almanya 7,4 milyar avro, Fransa ise sadece 1,8 milyar avro harcadı.

FAZ tarafından yapılan bir yoruma göre Macron’un röportajı bu nedenle “Şubat 2022’den bu yana ABD’ye yakınlığını gösteren ve Fransız-Alman eksenine çok az bağlılık gösteren Federal Hükümeti” hedef alıyordu.

Ukrayna savaşının başlamasıyla Almanya, Fransız çıkarlarını dışlayan kendi jeostratejik çıkarlarının peşinden gitmektedir. Alman emperyalizmi, Rusya’ya boyun eğdirmenin yanı sıra, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sırasında zaten en önemli savaş hedeflerinden biri olan Doğu Avrupa’ya -ya da eski adıyla “Orta Avrupa”ya- hükmetmekle de ilgilenmektedir. İkinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgiden sonra, eskiden Almanya’nın olan bölgedeki geniş topraklardan vazgeçmek zorunda kalmıştı.

Bugün Polonya, Baltık devletleri ve diğer Doğu Avrupa ülkeleri Alman ekonomisi için önemli bir ucuz işgücü rezervi oluşturmaktadır. ABD ile ne zaman bir çatışma yaşansa, bu ülkeler Washington’a yönelmiştir.

Alman hükümeti, Ukrayna savaşında ABD ile ittifakını tehlikeye atmamak için Çin’den daha da uzaklaşıyor. Oysa Almanya bugüne kadar tüm Avrupa devletleri içinde Çin ile en yakın ilişkilere sahip ülkeydi. Ekonomik olarak Çin hâlâ Almanya’nın en önemli ticaret ortağıdır. Alman şirketleri 2022 yılında Çin’e her zamankinden daha fazla, 11,5 milyar avro yatırım yaptı.

Alman hükümeti şimdi daha da ileri gidiyor ve Japonya, Hindistan, Brezilya ve diğer ülkelerle yeni ittifaklar arıyor. Pekin’deyken Baerbock, Çin’i “ortak, rakip ve sistemsel rakip” olarak tanımladı ve “sağlıksız bağımlılıklara” karşı çıktı ancak bunun “ayrışmak” anlamına gelmediğini de vurguladı.

NATO’nun Ukrayna’daki savaşı sürekli tırmandırması, ABD’nin Çin’e karşı sistematik savaş hazırlıkları ve Almanya ile Fransa’nın rakip büyük güç olma hevesleri, kapitalist temelde savaş tehlikesinden kaçış olmadığını göstermektedir. Emperyalist büyük güçleri nükleer bir Üçüncü Dünya Savaşı çılgınlığına sürükleyen şey, 1914 ve 1939’da olduğu gibi, kapitalist sistemin çözümsüz krizidir ve bu kriz yalnızca toplumsal eşitsizliğe, toplumsal çöküşe ve çevresel yıkıma yol açabilir.

İhtiyaç duyulan şey, uluslararası işçi sınıfının seferberliğine dayanan, militarizme ve savaşa karşı mücadeleyi bunların nedeni olan kapitalizme karşı mücadeleyle birleştiren uluslararası bir savaş karşıtı hareketin inşasıdır. Bu mesele, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi tarafından 30 Nisan’da 1 Mayıs’ı kutlamak üzere dünya çapında düzenlenecek çevrimiçi toplantının merkezinde yer alacaktır.

17 Nisan 2023

Loading