Türkiye’de 14 Mayıs seçimleri öncesinde kitlesel 1 Mayıs gösterileri

Dün Türkiye’nin dört bir yanında yüz binlerce işçi ve genç, işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ı kutlamak için gösterilere katıldı. İstanbul’da on binlerce kişi Maltepe miting alanında toplanırken, tarihi 1 Mayıs alanı olan Taksim’de gösteri yapmak isteyen onlarca kişi polisin sert saldırısına uğrayarak gözaltına alındı.

1 Mayıs'ta İstanbul'da gösteri yapan protestocular sloganlar atıyor, 1 Mayıs 2023 Pazartesi. [AP Photo/Khalil Hamra]

Başkent Ankara, İzmir, Bursa gibi diğer en büyük şehirlerin yanı sıra Diyarbakır, Konya, Kayseri, Artvin, Samsun, Yalova, Zonguldak, Eskişehir ve daha birçok ilde kitlesel 1 Mayıs gösterileri düzenlendi. 1,2 milyon üyesiyle en büyük sendika konfederasyonu olan hükümet yanlısı Türk-İş, Adana’da yaklaşık 6 bin işçinin katıldığı bir miting düzenledi.

6 Şubat’taki Türkiye-Suriye depreminde resmi olarak 50 binden fazla kişinin hayatını kaybettiği, milyonlarca insanın yerinden olduğu deprem bölgesinde bulunan Hatay ve Gaziantep’te de emekçiler 1 Mayıs’ı kutlayarak bu büyük toplumsal felaketin arkasındaki kapitalist sisteme ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümeti başta olmak üzere tüm siyaset kurumuna öfkelerini dile getirdiler.

Erdoğan, Twitter’dan yaptığı açıklamada, “Daima sizlerin hakkını teslim etmeye çalıştık. Yıllarca istismar malzemesi yapılan 1 Mayıs’ı sizler için tatil ilan ettik, gerçek anlamda işçi bayramı yaptık,” dedikten sonra 14 Mayıs’ta yapılacak cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde “siz işçi kardeşlerimin desteğine güveniyorum,” diyerek oy talep etti.

Gerçekte, 2002’de iktidara gelen Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), 12 Eylül 1980’deki NATO destekli askeri darbenin ardından 1 Mayıs’ın yasaklanıp resmi tatil olmaktan çıkarılması politikasını sürdürmüştü.

Ancak özellikle 2007 yılından itibaren hem tarihi Taksim Meydanı’nın gösterilere açılması hem de 1 Mayıs’ın resmi tatil olması talebiyle giderek büyüyen kitlesel gösteriler karşısında Erdoğan, 2009’da 1 Mayıs’ı yeniden resmi tatil ilan etmek zorunda kaldı.

Tarihe “Kanlı 1 Mayıs” olarak geçen 1977 yılı Taksim 1 Mayıs kutlamaları sırasında otomatik tüfekle açılan ateş sonucu gerçekleşen katliamda 30’dan fazla kişi hayatını kaybetmiş, en az 136 kişi yaralanmıştı; katliamın arkasındakiler hiçbir zaman yakalanmadı. 2010-2013 yılları arasında yüz binlerce kişinin katılımıyla 1 Mayıs’ın kutlandığı Taksim Meydanı, 2013 yılından itibaren keyfi ve antidemokratik bir şekilde 1 Mayıs gösterilerine kapatıldı.

Erdoğan’ın işçilere yönelik demagojik açıklamalarına karşın, işçi sınıfı uzun zamandır görülmemiş bir enflasyonla ve aralıksız yoksullaşma ile boğuşuyor. Gerçek yıllık enflasyon yüzde 110’un üzerindeyken, nüfusun yaklaşık yüzde 90’ının yoksulluk sınırının altında geçinmeye çalıştığı tahmin ediliyor.

Erdoğan, Türkiye’deki fazladan ölüm hesaplamalarına göre 300 binden fazla insanın önlenebilir ölümüne yol açan COVID-19 pandemisi sırasında işçi sınıfından mali sermayeye devasa bir servet aktarımına önderlik etti. Bankacılık sektörünün toplam net kârı 2022’de yüzde 366 artış kaydetti. Buna karşılık, emeğin milli gelirden aldığı pay 2016’da yüzde 32 iken 2022’de yüzde 23,7’ye kadar geriledi. Bu, 2002’deki oranın bile altındadır.

Türkiye’deki 1 Mayıs gösterilerindeki belirgin bir özellik, işçi ve gençlik kitlelerinin artan mücadele kararlılığı ile gösterilere önderlik eden sendika yöneticilerinin ve sahte sol örgütlerin bunu bir çıkmaz sokağa yönlendirme gayreti arasındaki çelişkiydi.

DİSK ve KESK önderliğinde İstanbul Maltepe’de düzenlenen ana 1 Mayıs mitinginde, geniş işçi kitlelerinin Erdoğan hükümetine duyduğu öfke, 14 Mayıs’ta yapılacak seçimlerde burjuva muhalefetin arkasına yönlendirilmeye ve dolayısıyla kapitalist sistem sınırları içinde tutulmaya çalışıldı.

Ukrayna’da tırmanmaya devam eden ve uluslararası işçi sınıfı için nükleer savaş tehlikesi biçiminde yakın bir tehdit oluşturan NATO’nun Rusya’ya karşı savaşı, ne sendika bürokrasilerinin ne de sahte sol partilerin gündemindeydi. Oysa NATO’nun Rusya’ya karşı savaşında önemli bir tırmanışa işaret eden Finlandiya’nın NATO üyeliği üzerine TBMM’de yapılan oylamanın üzerinden sadece bir ay geçmişti.

Ne var ki, cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ın rakibi olan Millet İttifakı’nın adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklemeye odaklanan bu önderlikler, burjuva müttefiklerini rahatsız edecek söylemlerden kaçınmaya çalıştılar. Zira hem Erdoğan’ın Cumhur İttifakı’nın hem de Kılıçdaroğlu’nun Millet İttifakı’nın tüm partileri, Finlandiya’nın NATO üyeliğini oybirliğiyle kabul ederek emperyalizme bağlılıklarını teyit etmişti.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) oylamaya katılmamış ancak NATO’nun söylemini tekrarlayarak Finlandiya’nın “güvenlik kaygılarını meşru gördüğünü” ilan etmişti. Müttefiki HDP ile birlikte Millet İttifakı’nın arkasına dizilen sahte solcu Türkiye İşçi Partisi (TİP) de oylamaya katılmayarak anti-emperyalist ya da sosyalist bir parti olmadığını açıkça ortaya koydu.

TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Maltepe mitinginde yaptığı konuşmada “Bu 1 Mayıs işçi düşmanlarının iktidarında kutladığımız son 1 Mayıs olacak,” diye ilan etti. Baş şöyle devam ediyordu: “Sadece 13 gün sonra buralarda toplanan on binlerce insan hep beraber tarihe bir not düşeceğiz: bu ülkede zalim bir iktidar vardı, halkına zulmediyordu, aç ve yoksul bırakıyordu, o iktidar var ya o iktidar ‘artık yok’ diyeceğiz.”

Baş’ın bu açıklaması siyasi bir yalandır. Doğrusu, Erdoğan’ın yerine burjuvazinin bir diğer sağcı ve NATO yanlısı temsilcisi olan Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı olması ya da Erdoğan’ın meclisteki çoğunluğu kaybetmesi ile Türkiye’de kapitalizm ve burjuva egemenliği son bulmayacak. Türkiye’de ve dünya çapında, işçi sınıfı sosyalist bir devrimle iktidarı alana kadar 1 Mayıslar “işçi düşmanlarının iktidarında” kutlanacak.

DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu da benzer bir şekilde işçi sınıfı ve gençlik içindeki muhalefeti burjuva Millet İttifakı’nın arkasına yönlendirmeye odaklandı. Çerkezoğlu, “Kötülük ve iyilik, yalanla doğru, arsızlıkla tevazu, hırsızlıkla alın teri arasında seçim yapacağımız 14 Mayıs’ta da yan yana, omuz omuza olacağız. Ve bu kötülük düzeninden hep birlikte kurtulacağız,” diye konuştu.

TİP’in ve DİSK’in Erdoğan’a bir “alternatif” olarak arkasına dizildikleri Kılıçdaroğlu, dün Zonguldak’ta bir konuşma yaparak nasıl sağcı bir hükümet kurmaya hazırlandığını bir kez daha ortaya koydu.

Uzun zamandır artan toplumsal muhalefeti Suriyelilere karşı gerici bir yöne saptırmaya çalışan Kılıçdaroğlu, bir kez daha işçi sınıfının en savunmasız kesimini oluşturan sığınmacıları hedef aldı: “3 milyon 600 bin Suriyelimiz var. Sizlerin oylarıyla Allah nasip ederse; en geç 2 yıl içinde bütün Suriyeli kardeşlerimizi kendi ülkelerine göndereceğim. Bize diyorlar; Bay Kemal, milliyetçi değil. Ya vatanını seven kim? Bay Kemal. Yabancıları göndermek isteyen kim? Bay Kemal.”

Gerçekte ise Türkiye’deki Türk veya Kürt işçilerin Suriyeliler, Afganlar ya da diğer sığınmacı ve göçmen işçilerle herhangi bir sorunu yoktur. Türkiye’nin de parçası olduğu NATO güçlerinin kanlı askeri müdahalelerinin kurbanı olan Suriyeli ve Afgan emekçiler, kayıt dışı olarak Türkiye’deki kapitalistlerin dizginsiz sömürüsüne tabi tutuluyorlar. Aynı anda kapitalist sistemden kaynaklanan toplumsal sorunların günah keçisi ilan ediliyorlar.

14 Mayıs’taki seçimi egemen sınıfın hangi sağcı hizbi kazanırsa kazansın, kökleri küresel kapitalizmde yatan temel sorunların çözülmek bir yana şiddetlenecek olması, işçi sınıfının burjuvazinin tüm siyasi hiziplerinden ve sendikalardan bağımsızlığını sağlamasını acil bir gereklilik olarak gündeme getirecek.

14 Mayıs seçimlerini egemen sınıfın hangi sağcı hizbi kazanırsa kazansın, kökleri küresel kapitalizmde yatan temel sorunlar çözülmek bir yana daha da şiddetlenecektir. İşçi sınıfının önündeki acil görev, burjuvazinin tüm hiziplerinden ve sendika bürokrasilerinden siyasi bağımsızlığını sağlamaktır.

Loading