İsrail’in Arap müttefikleri İran ile tırmanan savaşın sonuçlarından endişeli

İsrail’in İsfahan ve Tebriz kentleri ile Suriye’nin güneyindeki hedeflere insansız hava araçlarıyla saldırılar düzenlenmesi, İran’la örtülü yürüttüğü çatışmanın artık açık bir savaşın eşiğine geldiğini gösteriyor.

Saldırılar, Tel Aviv’in 1 Nisan’da Şam konsolosluğuna düzenlediği ve aralarında iki generalin de bulunduğu yedi üst düzey İranlı subayın ölümüne yol açan saldırıya misilleme olarak İran’ın İsrail’e yönelik ilk doğrudan saldırısının ardından geldi. İran önceki Cumartesi İsrail’e 300’den fazla insansız hava aracı ve füze göndermişti.

İranlılar, 19 Nisan 2024 Cuma günü Tahran'da Cuma namazından sonra İsrail karşıtı bir gösteride sloganlar atıyor [AP Photo/Vahid Salemi]

İranlı yetkililer daha önce İsrail’in herhangi bir saldırısına ezici bir güçle karşılık verileceği sözünü vermiş, İranlı Tümgeneral Ahmad Haghtalab İsrail’in nükleer tesislerine misilleme yapmak için “ellerin tetikte olduğu” uyarısında bulunmuştu.

İsfahan eyaleti, bir hava üssü ve nükleer tesisler de dâhil olmak üzere İran’ın askeri altyapısının bulunduğu yerdir. İran, İsrail’in “sadece başarısız ve küçük düşürücü bir quadcopter [dört pervaneli insansız helikopter] uçurma girişiminde bulunduğunu ve quadcopterlerin de düşürüldüğünü” söyledi. Tahran misilleme için herhangi bir planı olmadığını ima etti.

İsrail’in faşizan Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, İran’ın füze ve insansız hava aracı saldırısına “ezici bir yanıt” verilmesini talep etmiş ve İsrail’in Washington’daki finansörlerinin ısrar ettiği sınırlandırılmış saldırıları “zayıf” olarak nitelendirmişti.

Ancak gerginlik belirgin bir şekilde tırmanmaya devam ediyor. Arap rejimleri bu gelişmeleri ciddi bir endişeyle izliyor. Bu rejimler İsrail’in Gazze’deki Filistinlilere karşı soykırım savaşının desteklenmesinde önemli bir rol oynuyor. Suudi Arabistan petrol ambargosunun gündemden düşmesini sağladı ve İsrail ile normalleşmeye kapıyı açık tuttu. Hatta Ürdün, önceki Cumartesi günü İran’a ait çok sayıda insansız hava aracını düşürmek üzere savaş uçaklarını havalandırarak İsrail’in savunulmasında doğrudan rol oynadı.

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı bu hafta başında ilgili tüm taraflardan “azami itidal göstermelerini ve bölgeyi ve halkını savaşın tehlikelerinden korumalarını” istedi. Katar, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır, Ürdün ve Türkiye de benzer açıklamalar yayınladı. Sadece fiili Husi hükümetinin İran’a yakın olduğu Kuzey Yemen ve İran’ın desteklediği silahlı grup Hizbullah’a ev sahipliği yapan Lübnan sessiz kaldı.

Bu rejimler iktidarlarını korumak için İran’a karşı Tel Aviv ve dolayısıyla Washington ile bir “güvenlik ittifakı” kurma konusunda kararlılar. Ancak onların hepsi şunun da farkındadır: bölgenin işçileri, gençleri ve kır yoksulları, egemenlerinin İsrail’in soykırım savaşına verdiği destekten ve iktidardaki kleptokrasilerin yaygın yolsuzluklarının ortasında kendi yoksulluklarından son derece rahatsızlar. İşte bu nedenle Suudi Arabistan, BAE ve Mısır, Filistinlileri destekleyen Husilerin Kızıldeniz’deki deniz trafiğine yönelik saldırılarına karşı ABD deniz koalisyonunda yer almayı reddetti ve bu da gemilerin Afrika çevresindeki uzun rotaya sapmalarına neden oldu.

Nisan başında İran Büyükelçiliği’ne yapılan saldırı, Tahran’a karşı geniş çaplı bir savaşın bahanesi olarak kullanılabilecek bir tepkiyi kışkırtmak amacıyla İsrail’in Suriye’deki İran tesislerine ve personeline yaptığı bir dizi saldırısının doruk noktasıydı. Bu saldırı, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun faşist hükümetinin dünya çapında kitlelerin gözünde parya haline geldiği ve Gazze’deki rehinelerin serbest bırakılmasını sağlamak için ateşkesi kabul etmeyi reddettiği için ülke içinde artan bir muhalefetle karşı karşıya kaldığı bir dönemde gerçekleşti. Netanyahu, İran’a yönelik bir saldırının bu baskıları saptıracağını ve muhtemelen ABD’yi doğrudan çatışmanın içine çekeceğini hesaplıyordu.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu Face the Nation'da, 25 Şubat 2024. [Photo: CBS News/Face the Nation]

Emperyalist güçler İsrail’in eylemini etkin bir şekilde destekledi ve ABD’nin BM Büyükelçisi Robert Wood “terörist liderlerin ve unsurların bu tesiste bulunduğu iddia ediliyor” açıklamasını yaptı. ABD, Fransa ve Birleşik Krallık, BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya tarafından hazırlanan, İsrail’in saldırısını kınayan ve İran’dan İsrail’i vurmamasını isteyen bir karar tasarısını da veto etti.

İran’ın eylemi, sivil kayıplara yol açmadan İsrail’i vurma kabiliyetini göstermek üzere tasarlanmış, dikkatle hesaplanmış bir yanıttı. İsrail’in Şam saldırısını gerçekleştirdiği Nevatim’deki üssünü ve Hermon Dağı’ndaki istihbarat merkezini hedef alan 30 seyir füzesi ve 120 balistik füzenin yanı sıra 170 ucuz insansız hava aracı fırlattı. İran, saldırı için 72 saat öncesinden uyarıda bulunarak, İsrail Savunma Kuvvetleri’ne (IDF), ABD’ye, Birleşik Krallık’a ve Fransa’ya ve İsrail’in komşularına, fırlatılan mühimmatları imha etmek için bolca fırsat verdi.

Sonuç olarak, mühimmatların sadece birkaç tanesi yere düşerek bir C-130 nakliye uçağına ve boş depolama tesislerine zarar verdi ve İsrail’in Negev çölündeki resmen tanınmayan birkaç Bedevi köyünden birinde yaşayan yedi yaşındaki bir Bedevi kız çocuğunun ağır yaralanmasına neden oldu.

Ancak Tahran’ın mesajı yine de netti: İran İsrail’e büyük bir saldırı başlatma kapasitesine sahiptir ve IDF bunu ancak İsrail’e 1 milyar dolardan fazla bir maliyetle ve müttefiklerinin ek ve son derece pahalı desteğiyle savuşturabildi.

İran’ın askeri şefi Tümgeneral Muhammed Bagheri devlet televizyonuna verdiği demeçte “İran’a misilleme yapması halinde” İsrail’i “çok daha büyük” bir yanıtın beklediğini söyledi. Bagheri daha önce Washington’ı İsrail’in misillemesine verilecek herhangi bir desteğe Körfez ve Irak’taki ABD üslerine yapılacak bir saldırıyla karşılık verileceği konusunda uyarmıştı. İran Savunma Bakanı Muhammed Rıza Aştiyani de Arap komşularını uyardı: “Hangi ülke İran’a olası bir saldırı için topraklarını ve hava sahasını İsrail’e açarsa, kesin cevabımızı alacaktır.”

Tümgeneral Mohammad Bagheri medya mensuplarının katılımıyla düzenlenen Muhabirler Günü töreninde [Photo by Fars Media Corporation / CC BY 4.0]

Tahran’ın bu tehdidi, toprakları İsrail’den İran’a uçuş yolu üzerinde bulunan Ürdün ve Suudi Arabistan’ı ateş hattına sokuyor. İsrailli yetkililer Ürdün’ün İsrail’i desteklemek için aktif olarak devreye giren ilk Arap devleti olmasıyla övünüyor. Ürdün ayrıca ABD ve “diğer ülkelerin savaş uçaklarının” İran’ın füzelerini engellemek için hava sahasını kullanmasına izin verdi.

Pazartesi günü Wall Street Journal’ın Suudi, ABD’li ve Mısırlı yetkililere dayandırdığı haberine göre, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) de dahil olmak üzere birçok Körfez ülkesi İran’ın İsrail’e saldırma planlarına ilişkin istihbarat aktarmış, hava sahalarını İsrail’in müttefiklerine açmış ve radar takibi sağlamıştı.

Bu süreç, yıllardır bölgede İran’a karşı askeri bir ittifak kurmaya çalışan Washington tarafından organize edilmişti. 2020 İbrahim Anlaşması (Abraham Accords) ve İsrail’in 2021’de ABD Merkez Komutanlığı’na dahil edilmesiyle sonuçlanan bu süreç, istihbarat paylaşımını ve ülkeler arasında erken uyarı sağlamayı kolaylaştırırken, ABD’nin Katar’daki operasyon merkezi de müdahaleyi koordine ediyor.

Wall Street Journal ayrıca Ürdün’ün yanı sıra diğer ülkelerin de “yardım için kendi güçlerini tedarik ettiğini” ima etti. Ancak Suudi Arabistan ve “diğer kilit Arap hükümetlerinin” oynadığı tam rol, İsrail’e verilen desteğin onları İran’la doğrudan ve bu noktada erken bir çatışmaya sokabileceği, ülke içinde kamuoyunu kızıştırabileceği ve muhtemelen Washington’ın İran karşıtı koalisyonunda açık bir kopuşa neden olabileceği endişeleri nedeniyle gizli tutuluyor. Petrol ihraç eden Arap rejimleri de petrol tesislerinin daha geniş çaplı bir savaşta hedef haline gelebileceğinden ve bunun da ekonomilerine zarar verebileceğinden korkuyor. Bu nedenle Körfez ülkelerinin hepsi, yaklaşık 40.000 ABD askerine ev sahipliği yapan topraklarındaki ABD hava ve deniz üslerinin İran’a saldırı düzenlemek için kullanılmasına izin vermeyeceklerini açıkça ifade etmeye özen gösterdiler.

ABD’nin, Ortadoğu’da İran’a karşı NATO benzeri bir ittifak oluşturma yönündeki uzun vadeli hedefini baltalamamak için dikkatli davranması gerekiyor. Körfez ülkeleri İran’a karşı temkinli olsalar da ABD’ye karşı da güvensizler ve onun bölgedeki etkisinin azaldığının farkındalar.

Nüfusunun yarısından fazlası Filistin kökenli olan Ürdün, Amman’daki İsrail Büyükelçiliği önünde haftalarca süren protestolara tanık oldu ve Ürdünlü yetkililer Gazze ile dayanışmayı kısıtladı, hatta gösterilerde Filistin bayrağı ve kefiye gibi sembollerin taşınmasını yasakladı. İran’ın füzelerini durdurmasını “Ürdün hava sahasını korumak” adına meşrulaştırmaya çalıştı.

Loading Tweet ...
Tweet not loading? See it directly on Twitter

Ayrıca bu ayın başlarında İran’ın müttefiki Iraklı direniş grubu Kataib Hizbullah’ın “Filistinli kardeşlerini savunmak için birleşik bir güç oluşturmak üzere” Ürdün’de 12.000 savaşçıyı silahlandırmaya hazır olduğunu ifade ettiğine dair haberler de Ürdün içindeki gerilimi arttırdı.

Çin’in arabuluculuğuyla Mart 2023’te İran’la diplomatik ilişkilerini yeniden başlatan Suudi Arabistan, Yemen’deki savaşı sona erdirmek için müzakere yürüttüğü Husilere saldırılarını durdurarak bölgesel bir savaşı önleme konusunda dikkatli olunması çağrısında bulundu.

Washington’a olan güvensizlikleri arttıkça, özellikle ABD Başkanı Barack Obama’nın Mısır’ın eski diktatörü Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in devrilmesini engelleyemediği 2011 Arap Baharı’ndan sonra, Körfez ülkeleri ABD’nin taleplerine alternatif ve karşı ağırlık sağlamak için giderek daha fazla Çin’e yöneldiler.

Çin o dönemde Asya ve Afrika’daki ekonomik ağırlığını kullanarak, oldukça iddialı olan Kuşak ve Yol Girişimi’ni başlatmıştı. Çin’in hızlı ekonomik büyümesi, enerji konusunda Ortadoğu’ya olan bağımlılığını arttırırken, bölgeye yapılan tüketim malları ihracatı da yükselişe geçti. Çin ile Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın tamamı arasındaki toplam ticaret 2022 yılında 505 milyar dolara ulaşarak 10 yılda neredeyse iki katına çıkarken, sadece Çin ile Körfez ülkeleri arasındaki ticaret üç kat arttı. ÇinDevlet Başkanı Şi Cinping’in Aralık 2022’de Suudi Arabistan’a yaptığı ziyaretin ardından krallık, Çinli firmalarla aralarında teknoloji devi Huawei ile bulut bilişim ve yüksek teknoloji kompleksleri inşa etmenin de yer aldığı 35 mutabakat anlaşması imzaladı.

Çin ayrıca İsrail’e ve onun Ortadoğu’daki ABD destekli saldırganlığına artan muhalefeti bölgedeki siyasi nüfuzunu güçlendirmek için kullanabilmiştir. Pekin de tırmanan İsrail-İran çatışmasının açık bir savaşa dönüşmesini engellemeye çalışıyor, sükunet çağrısında bulunuyor ve Körfez ülkelerine de aynı şekilde davranmaları için baskı yapıyor. Pekin, 2021’de 25 yıllık 400 milyar dolarlık yatırım ve işbirliği anlaşması imzaladığı İran’a karşı herhangi bir savaşta, nihai hedefin kendisi olduğunu biliyor.

İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri Ali Şamhani, Çin'in en kıdemli diplomatı Wang Yi ile tokalaşırken Suudi Arabistan Ulusal Güvenlik Danışmanı Musaad bin Muhammed el-Aiban, İran ve Suudi Arabistan arasında Pekin'de düzenlenen imza törenini sırasında izliyor. [AP Photo/Nournews]

Biden yönetimi Tel Aviv’in “yedi sahada çok cepheli savaş” yürüttüğünü görüyor: Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın ifadesiyle “Gazze, Lübnan, Suriye, Yahudiye ve Samarya [işgal altındaki Batı Şeria], Irak, Yemen ve İran”ı kapsayan “çok cepheli savaş”, ABD tarafından Çin ve müttefiki Rusya’nın bölgedeki etkisini ortadan kaldırarak kaynak zengini Ortadoğu’daki hakimiyetini pekiştirmenin bir yolu olarak görülüyor.

Bölgede tırmanan savaş tehdidinin temelinde bu çatışan ekonomik çıkarlar yatmaktadır. Bu çıkar çatışması, “çok kutuplu dünya” savunucularının Çin’e ABD’ye karşı bir denge unsuru olması, hatta Ortadoğu’da ve uluslararası alanda yeni bir hegemon olması için yaptıkları çağrıların, bölgesel bir çatışmayı önleyemeyeceğini göstermektedir.

Yarı feodal Arap rejimlerinin “ihtiyat” ve “itidal” çağrıları, her şeyden önce aşağıdan gelecek bir patlamadan duydukları korkuyu göstermektedir. Bu, burjuvazinin tüm hizipleri ile işçi sınıfı arasındaki asli “kutuplaşma”ya işaret etmektedir. Savaşa karşı mücadele bu kutuplaşmaya dayandırılmalıdır.

Gazze’deki kitlesel katliamın sona erdirilmesi ve İsrail ile İran arasında, Ukrayna’da Rusya’ya karşı ABD/NATO önderliğindeki savaşın ikinci bir arenası olarak tüm bölgeyi içine çekecek ve nihayetinde Çin’i hedef alacak açık bir savaşın önlenmesi, işçi sınıfı ve gençliğin kapitalizme karşı ve sosyalizm için küresel bir hareketini gerektirmektedir.

Filistinlileri desteklemek ve savaşa karşı çıkmak için her hafta kitlesel gösteriler düzenleyen milyonlarca insan, fabrikalara ve işyerlerine bilinçli bir siyasi yöneliş yaparak silah şirketlerine, limanlara ve havaalanlarına grev ve boykot çağrısı yapmalı, askeri kullanımı olan her türlü ürünün İsrail’e taşınmasını durdurmalıdır.

Savaşa karşı mücadeleyi, dünya çapında hükümetler tarafından yok edilen işlerin, temel hizmetlerin ve demokratik hakların savunulmasıyla birleştiren siyasi bir genel grev talebi yükseltilmelidir. Dünya Sosyalist Web Sitesi ve Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi tarafından uğruna mücadele edilen perspektif budur.

Loading