Perspektif

Trump’ın Gazze’yi ilhak planı ve sömürgeciliğin geri dönüşü

Başkan Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu 4 Şubat 2025 Salı günü Washington'da Beyaz Saray'ın Doğu Salonu'nda bir basın toplantısı düzenlemek üzere bir araya geldi. (AP Fotoğrafı/Evan Vucci) [AP Photo/Evan Vucci]

ABD Başkanı Donald Trump Cuma günü Gazze Şeridi’nin Amerikan emperyalizmi tarafından etnik temizliğe tabi tutulması, nüfustan arındırılması ve ilhak edilmesine yönelik bir planın ana hatlarını çizdi.

Trump’ın planına göre Gazze’nin geri kalan nüfusu anavatanlarından koparılacak ve sefalet içinde yaşayıp ölmek üzere çöldeki kamplara ya da uzak ülke ve adalara dağıtılacak. Enkaz altında kalan ve çoğu kadın, çocuk ve yaşlı olan on binlerce naaş, yerle bir edilmiş evlerinin altına gömülecek.

Çürüyen cesetlerin üzerine Trump ve vasalı Binyamin Netanyahu, yandaşlarının servetlerine servet katacakları oteller ve kumarhaneler inşa edecekler. Trump “orayı devralacağız ve geliştireceğiz,” diye ilan etti.

Trump’ın planları, uluslararası hukukun saldırı amaçlı savaş, toprak ilhakı, soykırım ve kitlesel katliamlara karşı getirdiği yasakları açık ve doğrudan ihlal etmektedir. Bunlar, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Nazilerin yargılandığı türden suçlardır.

Trump’ın dış politikası, en son Nazi Almanya’sının Reich şansölyeliğinde uygulanan çıplak emperyalist saldırganlık türüne bir geri dönüştür. Kanada, Grönland, Panama ve Gazze, Amerikan imparatorluğunun yeni taç mücevherleri olarak ele geçirilecektir. Bu yeni dünya düzeninin modelleri sadece Adolf Hitler ve onun Gauleiter’ları* değil, aynı zamanda kauçuk elde etmek için milyonlarca Kongoluya işkence eden, sakat bırakan ve katleden Belçika Kralı II. Leopold’dur.

1991 yılında Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, Irak’ın istilası, diye açıklıyordu, “dünyanın emperyalistler tarafından yeni bir paylaşımının başlangıcına işaret etmektedir. Dünün sömürgeleri yeniden boyunduruk altına alınacaktır. Emperyalizmin oportünist savunucularının geçmiş bir döneme ait olduğunu iddia ettikleri fetihler ve ilhaklar bir kez daha gündemdedir.”

1991’in sonunda Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasının ardından otuz yılı aşkın bir süredir bitmek bilmeyen ve genişleyen bir savaş yaşanmaktadır. ABD’nin başını çektiği emperyalist güçler, yirminci yüzyılda 1917 Ekim Devrimi ve sömürgecilik karşıtı kitlesel ayaklanmalar olmasaydı nasıl bir dünya olacağını düşündülerse öyle bir dünya yaratmaya çalıştılar. Birinci ve İkinci Körfez Savaşları, Yugoslavya’nın dağılması, Afganistan’ın istila edilmesi, Suriye ve Libya’daki rejim değişikliği operasyonları ve Ukrayna’da Rusya’ya karşı yürütülen savaş bu sürecin bir parçasıdır.

Trump’ın iktidara gelmesiyle birlikte Amerikan emperyalizmi, dış politikasının uluslararası hukuk tarafından belirlendiği iddiasını bir kenara bırakmaktadır. Onun yerini, güçlünün istediğini yaptığı ve zayıfın da katlanmak zorunda olduğu orman kanunu alacak.

SSCB’nin dağıtılmasının ardından emperyalist “rejim değişikliği” ve toprak ilhakının benimsenmesine, caniliğin benimsenmesi eşlik etti. Başkan Yardımcısı Dick Cheney, 11 Eylül 2001 terör saldırılarından sonra “Karanlık tarafta iş yapmalıyız... Gölgelerde zaman geçireceğiz,” demişti.

Cheney’nin kastettiği, Amerikan dış politikasının, suçu ve uluslararası hukukun ihlalini benimseyeceğiydi. İşkence, cinayet, insan kaçırma ve yasa dışı gözetleme önce yabancılara, sonra da Amerikalılara karşı meşrulaştırılacaktı.

Çeyrek yüzyıl sonra, “karanlık taraf” Amerika’da “iş yapıyor.” Olağanüstü koşullar karşısında istisnai durum olarak meşrulaştırılan suç eylemleri standart hale geldi. Devletin suç operasyonları o kadar genişledi ki, “meşru” demokratik ve yasal işlevleri gölgede bıraktı. Trump, Gazze’de etnik temizliği benimserken, ABD içinde bir diktatörlük yapısı oluşturmaya çalışmaktadır.

Amerikan emperyalizminin “liberal” savunucuları, Trump’ın planının önceki ABD dış politikasından bir tür sapmayı temsil ettiğini ya da Elizabeth Warren’ın sözleriyle “Amerikan değerleriyle tutarsız” olduğunu iddia ediyorlar.

Senatör Warren son 75 yıldır hangi Amerika’da yaşamaktadır? Desteklediği Barack Obama, cinayetleri “Terör Salısı” olarak bilinen bir tür bürokratik ritüele dönüştürmüştü. Yine desteklediği Biden, Gazze’de en az 70.000 erkek, kadın ve çocuğun katledilmesi sürecini finanse etti, silahlandırdı ve savundu.

Trump’ın planı Amerikan dış politikasından bir sapma değildir. Aksine Trump, Netanyahu’nun ifadesiyle “lafı dolandırmıyor.” Amerikan başkanı, emperyalizmin eylemlerini meşrulaştırmak için kullandığı, herkesin tekrarladığı ama kimsenin inanmadığı sonu gelmez kutsal yalanlardan vazgeçmiştir.

Trump, ABD ve İsrail’in savaşının gerçek amacının ne olduğunu açıklamıştır: Filistinlileri öldürmek ve Ortadoğu’da ve ötesinde daha geniş bir küresel emperyalist savaşın parçası olarak topraklarını çalmak.

Netanyahu, Biden’a, amacının 7 Ekim’i Gazze’deki her yapıyı yerle bir etmek ve mümkün olduğunca çok sayıda sivili öldürmek için bir bahane olarak kullanmak olduğunu belli etmişti. Netanyahu ile yaptığı görüşmelerden çıkan Biden, “iki devletli çözüm” ve “ateşkes” hakkında önceden hazırlanmış konuşmalar mırıldanırken, aynı anda Amerika’nın cephaneliklerindeki en büyük ve tek kullanım amacı apartman bloklarını yıkmak ve onlarca çocuğu öldürmek olan 900 kiloluk bombaları İsrail’e gönderiyordu.

CIA ajanları ve eski IDF askerleri ile dolu köle ruhlu Amerikan basını, Biden’ın Netanyahu’ya ne kadar “öfkeli” ve “sinirli” olduğuna dair manşetler atarken, bir yandan da başkanın Amerikan silahlarıyla yapılan soykırımı tamamen onayladığını ve bunun suç ortağı olduğunu örtbas ediyordu.

Şimdi ise Trump, Amerika’nın ultra-milyarderleri tarafından Beyaz Saray’a getirildikten iki hafta sonra, Biden’ın insani bahanelerini bir kenara bıraktı ve olayları gerçek adlarıyla ifade etti. O aslında şunu söylüyor: “Filistinlilerin toprakları var ama orduları yok, bu yüzden onları kovacağız ve istediğimizi alacağız.”

Geçtiğimiz 15 ay boyunca milyonlarca insan Gazze soykırımına karşı kitlesel protestolara katıldı. Bu protestolar çabaların yetersizliğinden değil, perspektif eksikliğinden dolayı başarısız oldu. Protestoları örgütleyenler emperyalist güçlere yanlışlarını görmeleri ve “Netanyahu’yu tutuklamaları” çağrısında bulundular. Peki ama emperyalistler neden vasallarını “tutuklasınlar”?

Protestoyu düzenleyenlerin temel varsayımı, Gazze soykırımının bir tür sapma olduğu, bunun bir politika hatası olduğuydu. Hayır, bu bir hata değildir. Aşırı kriz koşullarındaki kapitalist toplumsal düzenin en temel özelliğini dışa vurmaktadır.

Lenin’in açıkladığı gibi, “Tekeller, oligarşi, özgürlük eğilimi yerine egemenlik eğilimi, sayıları gitgide artan küçük ya da zayıf ulusların zengin ve güçlü birkaç ulus tarafından sömürülmesi, kapitalizmin en yüksek aşaması, emperyalizm”in temel özellikleridir. [Vladimir Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Sol Yayınları, Yedinci Baskı, s. 150, Çeviren: Cemal Süreya]

İşçi sınıfı Trump’ın Gazze planlarından ders çıkarmalıdır. Dışarıdaki emperyalist şiddetin içerideki karşılığı kapitalist barbarlıktır. Oligarşi, servetini korumak ve tüm muhalefeti bastırmak için faşizme ve diktatörlüğe başvuruyor.

Bu nedenle, Filistin halkının kaderi, kaçınılmaz olarak, Amerika ve dünya işçilerine bağlıdır. Filistinlilerin küresel işçi sınıfından başka kurtuluş yolu yoktur. Amerikalı işçiler anti-emperyalizm bayrağını yükseltmeli ve Gazze soykırımına karşı çıkmanın yanı sıra demokratik haklarını, işlerini, yaşanabilir bir ücret ve güvenceli bir emeklilik hakkını savunma mücadelesi vermelidir.

WSWS’nin Irak savaşının başlamasından önce açıkladığı gibi, Amerikan emperyalizminin “felaketle randevusu” bulunmaktadır. Trump ve temsil ettiği egemen sınıf, Amerikan ve dünya işçilerinin kitlesel muhalefetiyle karşılaşacaktır. Ancak savaşı, diktatörlüğü ve eşitsizliği sona erdirmenin tek yolu, bu belaları yaratan kapitalist sistemi ortadan kaldırmak ve yerine sosyalizmi getirmektir.

Dipnot

* Nazi Partisi’nin doğrudan Adolf Hitler tarafından atanan ve ona bağlı olan bölge yöneticileri.

Loading