Medya ve politikacılar Almanya’da yaşayan Türkiyelilere karşı kampanya yürütüyor

Küçük bir çoğunlukla Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a geniş diktatörlük yetkileri veren geçtiğimiz Pazar günkü referandumun ardından, Alman siyasi çevrelerinde Türkiye’ye karşı histerik bir karalama kampanyası yürütülüyor.

Erdoğan Türkiye’de sadece yüzde 51’lik kıl payı bir çoğunluk elde ettiği halde, Almanya’da yaşayan Türkiyelilerin yüzde 63’ünün Erdoğan’ın otoriter planları lehine oy vermiş olması, bu cadı avını meşrulaştırmak için kullanılıyor. Öte yandan, Türkiye’deki katılım yüzde 85’in üstünde iken Almanya’daki oy verme hakkına sahip Türkiyelilerin sadece yüzde 46’sının oy kullanmış olmasından neredeyse hiç söz edilmiyor.

Hıristiyan Demokrat Birlik’ten (CDU) sağcı politikacı Thomas Strobl Almanya’nın çifte vatandaşlık politikasına son vermesini talep eder ve böylece yabancı düşmanlığını sonbahardaki federal seçimlerin başlıca konusu haline getirirken, aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif (AfD), referandumu bir “Türkler dışarı” kampanyası başlatmak için kullandı. Bununla birlikte, Türkiyelilere yönelik en aşırı cadı avlarından bazıları Sol Parti’den ve görünüşte sol-liberal siyasi çevreden çıkıyor.

Sonia Seymour Mikich’in Çarşamba akşamı yayınlanan “Tagesthemen” haber programındaki yorumu, bunun tipik bir örneğiydi. Mikich, konuşmasına, Erdoğan’a ortalamanın üstünde destek veren, Almanya’daki Türkiyelilerin daha iyi entegrasyonu ve burada yaşayan Türkiyelilerin sevgisini ve güvenini kazanmak için yeni çabalar gösterme çağrısı yapan herkese yönelik bir saldırıyla başladı.

Mikich’in dışlayıcı yorumunu küstahça gurura benzetmek zor. “Entegrasyon kötü sonuçlanmış olduğu için biraz hoş tutma,” onun kesinlikle reddettiği bir şeydir. O, Almanların Almanya’daki Türkiyelileri Erdoğan’ın kollarına itmiş olduğunun doğru olmadığını söyledi. Ona göre, asıl neden, Almanya’daki Türkiyelilerin, “herkese nefes alacak hava” sağlayan, azınlıkları koruyan ve yasaları belirleyen Alman anayasasına saygı duymamasıydı.

Bu tür yabancı düşmanı koca karı ilaçları, eski “Alman ruhu dünyayı iyileştirecek” emperyalist sloganını hatırlatan “öncü Alman kültürünün tanınması” (Deutsche Leitkultur) yönündeki sağcı taleplere odaklanan birkaç yıl önceki tartışmanın ardından, devlete ait medyada duyulmuyordu.

Mikich, konuşmasının devamında, demagojisini şöyle pekiştirdi: “Darbenin ardından, burada yaşayan Türkler idam cezası lehine çığlıklar eşliğinde cumhurbaşkanlarını kutladığında şok oldum. … Demokratik bir ülkede, bir kısmı Alman pasaportuna sahip insanlar idam cezası istiyordu.”

Mikich’in bahsettiği, geçtiğimiz yılın Temmuz ayı sonunda Köln’de düzenlenen kitlesel gösterinin, Türkiye’deki başarısız darbe girişiminden sadece iki hafta sonra gerçekleştiği unutulmamalıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan bir suikast timinden ucu ucuna kaçıp kurtulmuştu. Darbe, İncirlik’teki NATO hava üssünden düzenlenmişti ve ABD ve Alman ordusunun, eğer aktif biçimde katılmadıysalar, en azından bunu bildikleri yönünde çok sayıda belirti var.

Mikich, sanki o mitingin ana talebi idam cezasıymış gibi davranıyor ve ardından, yorumunu, şunları söyleyerek bitiriyordu: “Bunu destekleyenlerin Alman pasaportlarından vazgeçmeleri gerekebilir! Bunu yeniden tartışmak istemiyorum. Bu bir kırmızı çizgi! Ben, bu konuda, bir entegrasyon karşıtıyım.”

Aşırı sağcı “Yabancılar dışarı!” sloganının bu aşağılık, kaba ileri sürülüş biçimi AfD’ninkinden farklı değildir ve tiksinti vericidir. Bu durum, resmi siyaset kurumunun ne kadar sağa kaydığını açıkça ortaya koymaktadır.

Sonia Mikich sıradan biri değildir. O, 30 yılı aşkın süredir WDR kanalının genel yayın yönetmeni olarak çalışıyor ve Moskova’da, Paris’te ve New York’ta muhabirlik yaptı. Mikich, “Monitor” gibi siyasi magazin programlarını yönetiyor ve ARD kanalındaki “Pazar Basın Kulübü”nü sunuyor. Mikich, 1970’lerdeki öğrencilik günlerinde, Pablocu Birleşik Sekreterlik’in Almanya şubesi Uluslararası Marksist Grup’un (GIM) üyesiydi.

Onun sağcı, yabancı düşmanı yorumu, bu eski “solcular”ın çoğunun, şu anda her ülkede gözlemlenebilen sağa dönüşünün bir ifadesidir. Türkiye’deki durum ve Erdoğan’ın otoriter yönetiminin gelişmesi, demokrasiyi ve insan haklarını savunma adına, Almanya’nın çıkarlarını ilerletmek; daha doğrusu, Alman emperyalizminin yeni büyük güç çıkarlarını daha iyi temsil etmek için kullanılıyor.

Herhangi bir yanlış anlamayı önlemek adına, Erdoğan yönetiminin gerici bir burjuva hükümeti ve anayasal reformun diktatörlüğe doğru bir adım olduğunu belirtelim. WSWS, birkaç gün önce, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK) ile siyasi dayanışma içinde olan Türkiye’deki Toplumsal Eşitlik’in, referandumda “hayır” oyu verilmesini savunan açıklamasını yayınlamıştı.

Erdoğan hükümetine karşı mücadele, Alman hükümetinin ve onun medyadaki uşaklarının değil, Türkiye ve uluslararası işçi sınıfının görevidir.

Almanya’nın, daha doğrusu Alman hükümetinin, Türkiye’de (veya başka bir ülkede) demokrasi ve insan hakları adına hareket ettiği iddiası katıksız propagandadır ve baştan aşağı yalandır.

Almanya’nın Avrupa Birliği kurumları üzerinden oynadığı gerici rolü görmek için Yunanistan’a bakmak yeter. Türkiye’nin komşusu olan bu ülkedeki ekonomik ve toplumsal sistem, Almanya Maliye Bakanı Wolfgang Schäuble’nin talimatlarıyla mahvedilmiştir. Binlerce emekçi aile, aşırı yoksulluğa ve çaresizliğe itilmiş durumda.

Yunanistan’da idam cezası uygulanmamasına rağmen, artık aileleri tarafından destek verilemeyen yaşlıların ve yatalakların giriştiği intiharların sayısı, herhangi bir ülkedeki idamların sayısını kat kat aşmaktadır.

Fakat bu, Sonia Mikich’i ve diğer pek çok eski solcuyu hiç ilgilendirmiyor. Mikich’in sosyalist hareket ile 1970’lerdeki macerası hiçbir zaman ciddi değildi ve aslında, kendi kişisel kariyerini ilerletme işlevi görüyordu. Sahte sol sosyal çevreden gelen birçok kişi zengin ve güç sahibi oldu. Onlar, şimdi, yeniden dirilen Alman güç diplomasisinin önemli propagandacılarıdır.

Sahra Wagenknecht ve Sol Parti de durmadan sağa kayıyor. Hollanda Başbakanı Mark Rutte, son seçim kampanyasında aşırı sağcı Geert Wilders’i geride bırakmak için Türk ve Müslüman karşıtı duyguları kışkırttığında, Sol Parti’nin parlamento lideri ona alkış tutuyordu. O, Rutte’nin AKP hükümeti üyelerinin ülkeye girmesine izin vermemesini övmüş ve Almanya Başbakanı Angela Merkel ile Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel’i, “onlar kadar dik duruş” gösterememekle suçlamıştı.

Bu eski solcuların sağa kayışı, kapitalizmin küresel krizine ve sınıf mücadelesinin şiddetlenmesine yönelik bir tepkidir. Onlar, artan toplumsal çatışmalar ile sömürüye, militarizme ve savaş hazırlıklarına karşı artan direniş karşısında, toplumdaki ayrıcalıklı konumlarını tehdit altında görüyor; buna, güçlü devlet çağrısı yaparak ve sağcı sloganlara sempati duyarak tepki veriyorlar.

Mikich’in provokatif yorumu, özellikle işçi sınıfını hedef almaktadır. Almanya’daki Türkiyelilerin çoğu, 1960’larda ve ‘70’lerde “misafir işçi” olarak Almanya’ya gelmiş işçi sınıfı ailelerindendir. Onlar, birçok işçi mücadelesinde yer almıştır ve işçi sınıfının önemli bir parçasıdır.

Loading