İktidarı 2013’teki kanlı darbeyle ele geçirmiş olan General Abdül Fettah El Sisi’nin ABD destekli diktatörlüğü tarafından düzenlenen Mısır’daki üç günlük düzmece seçimlerde, sandıklar Çarşamba günü kapandı.
Resmi sonuçlar henüz açıklanmamış olsa da, sonuç hiçbir zaman belirsiz değildi. Sisi’nin oyların yüzde 90’dan fazlasını kazandığı; tek rakibi olan ve az bilinen rejim yanlısı politikacı Musa Mustafa Musa’nın ise sadece yüzde 3 oy aldığı bildiriliyor.
Musa, seçim maskaralığına bir meşruiyet cilası sürmek için seçime sokulana kadar açıkça Sisi’nin yeniden seçilmesini destekliyordu. Mısır silahlı kuvvetleri içindeki önde gelen kişiler dahil Sisi’ye gerçek bir meydan okumaya girişebilecek olası adaylar, tehdit edildiler, korkutuldular ve en azından bir durumda, seçime katılmalarını engellemek için hapsedildiler.
Diktatör oyların neredeyse tamamını alırken, seçimlere katılım 2014’te düzenlenen bu tür son oylamadan önemli ölçüde düşüktü. Hükümet katılımın yüzde 40’ı geçtiğini iddia ederken, diğer kaynaklar, gençlerin kitleler halinde uzak durması nedeniyle, katılımın büyük ihtimalle yüzde 30’a yakın olduğunu belirttiler. Eldeki tüm verilere göre, 60 milyon kayıtlı seçmenin 25 milyondan azı seçime katıldı.
Rejim seçmenlere oy kullanmaları yönünde olağanüstü bir tehdit ve rüşvet kampanyası yürütürken, sandıklar oylamanın üçüncü günü olan Çarşamba günü büyük ölçüde boş kaldı. Hükümet yetkilileri oy vermeyen kayıtlı seçmenleri para cezası uygulamakla tehdit ettiler, patronlar işçileri oy merkezlerine otobüslerle taşıdılar ve kimi durumlarda, oy vermeyenleri işten atmakla tehdit ettiler. Diğer taraftan, yoksul mahallelere, ihtiyaç duyanlara nakit ödeme ve yiyecek karnesi vaat eden propaganda araçları gönderildi. Bazı bölgelerde, yetkililer, katılımın yüzde 40’ı geçeceği semtlerde imar projeleri gerçekleştirme sözü verdiler.
Mısırlı seçmenlerin bu koşullarda kitlesel olarak seçime katılmaması, halkın geniş kesimleri arasında rejime yönelik öfkenin ve nefretin bir yansımasıdır.
Sisi, dört yıl önce iktidara gelmesinden bu yana, vahşi polis devleti önlemleri uygulamaya koymuştur. Mısırlı general, iktidarı, 2013 yılında Müslüman Kardeşler’in desteklediği seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi devirme ve Kahire sokaklarında onun 1.600’den fazla destekleyicisini katletme yoluyla ele almıştı.
O zamandan beri, 60.000 dolayında insan siyasi nedenlerle yakalandı ve hapsedildi. Binlerce kişi kaybedildi ve rejimin hapishanelerindeki işkenceler aşırı boyutlara ulaştı. Alternatif medya dahil muhalif web siteleri kapatıldı ve resmi propagandayı tekrarlaması için büyük medyanın gözü korkutuldu.
Şu andaki baskı, Mısır işçi sınıfının Şubat 2011’deki kitlesel ayaklanmalarıyla devrilen Hüsnü Mübarek’in 30 yıllık ABD destekli diktatörlüğünde olduğundan daha kötüdür.
Bu arada, Sisi’nin diktatörlüğü, 2016’da imzalanan 12 milyar dolarlık bir IMF anlaşması doğrultusunda uygulanan koşulları karşılamak için kapsamlı “reformlar” uygulamaya koymuş durumda.
İşçi sınıfı devalüasyon, enflasyon, sübvansiyonlardaki kesintiler ve artan vergiler sonucunda yaşam standartlarında şiddetli bir gerilemeye uğrarken, Mısır ekonomisinin yüzde 40 kadarını kontrol eden ordu dahil büyük sermayenin karlarında artış yaşandı. İşsizlik, özellikle gençler arasında aşırı boyutlarda olmayı sürdürürken, Mısır’daki 100 milyon insanın yaklaşık yüzde 40’ı, günde 2 dolardan az bir gelirle yaşamaya zorlanıyor. Resmi istatistiklere göre, halkın 18-29 yaş arasındaki yüzde 26,7’si işsiz. Gerçek rakam kuşkusuz çok daha yüksek.
Kısa süre önceki Rusya seçimlerini gayrimeşru olmakla suçlayan ve Venezuela’da planlanan seçimleri daha düzenlenmeden önce düzmece olarak kınayan aynı ABD’li yetkililer, Mısır’daki hileli seçimden memnundu.
Pazartesi günü, Kahire’deki ABD Büyükelçiliği, Twitter’dan, şu mesajla birlikte, Maslahatgüzar Thomas Goldberger’in bir oy kullanma merkezinden fotoğrafını yayınladı: “Amerikalılar olarak, Mısırlı seçmenlerin coşkusundan ve yurtseverliğinden çok etkilendik.”
Salı günü, Washington’da, Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, ülkede fiilen gözler önüne serilen yozlaşmış ve rezil seçim sürecinin karakteri hakkında, henüz tamamlanmadığı gerekçesiyle yorum yapmayı geri çevirirken, ABD’nin Mısır’daki “şeffaf ve güvenilir seçim süreci”ne desteğini doğruladı.
Yılda 1,3 milyar dolarlık bir askeri yardım sağlamaya devam eden ABD emperyalizmi, Sisi rejimini tamamen destekliyor. Mısır, bu rakamla, İsrail’in arkasından ikinci sırada yer alıyor. Bu yardım için Kongre tarafından konulan sembolik insan hakları ve demokratikleşme koşulları, Demokratlardan ya da Cumhuriyetçilerden gelen hiçbir protesto olmaksızın, ulusal güvenlik adına düzenli olarak bir kenara itiliyor. Bu, “terörle mücadele” adına meşrulaştırılırken, ABD silahları Mısır halkına karşı bir terör döneminde kullanılıyor.
Washington’ın Libya’da ve Suriye’de “insan hakları” ve “demokrasi” adına kanlı rejim değişikliği savaşları yürütürken aynı zamanda Sisi’yi desteklemesi, ABD emperyalizminin yalnızca ikiyüzlülüğünü değil ama Ortadoğu genelindeki karşıdevrimci stratejisini de teşhir etmektedir.
ABD’nin hem Sisi’nin darbesini desteklemesi hem de Libya ile Suriye’deki askeri müdahaleleri, Amerikan emperyalizminin bu petrol zengini ve stratejik açıdan yaşamsal bölge üzerinde tartışmasız egemenliğini dayatma yönelimini ilerletirken, “Arap Baharı” adı verilen ve 2011’de bölgeyi sarsan devrimci ayaklanmaları ezmeyi amaçlıyordu.
Ancak Washington’ın stratejistlerinin karşıdevrimci planları, kaçınılmaz olarak, sınıf mücadelesinin bölge genelinde canlanmasıyla karşılaşıyor. Geçtiğimiz aylar, Tunus’ta ve İran’da kitlesel protestolara ve Cezayir’deki doktorların ve öğretmenlerin grevlerine sahne oldu. Mısır işçi sınıfının kaynayan hoşnutsuzluğu, kaçınılmaz olarak, bir kez daha devrimci mücadele biçiminde patlak verecektir.
Hükümetin Sisi’yi desteklediği Almanya’da yayınlanan Der Spiegel, bu tehdide işaret etti. Dergi, şu uyarıda bulunuyor: “Polis keyfiyeti, artan gıda fiyatları, genç işsizliği ve halk ile bağlantıyı giderek kaybeden bir cumhurbaşkanı; yedi yıl önce Mübarek’e karşı ayaklanmayı tetiklemiş olan tüm bu etmenler, Mısır’da yeniden mevcut. Dolayısıyla, [Almanya’daki] federal hükümet, Sisi’nin istikrar sözüyle körleşmeyip, Kahire’de neler olup bittiğine yakından bakmalı.”
Bu koşullarda, 2011 Mısır Devrimi’ne ve bölge genelindeki kapsamlı ayaklanmalara yönelik ihanetin derslerinin mücadeleye giren sınıf bilinçli işçiler ve gençler tarafından incelenip özümsenmesi yaşamsal önem taşıyor.
Kitlesel gösteriler ve en önemlisi, Mısır işçi sınıfının kitlesel grevleri, ABD destekli diktatörü devirebilmiş ve ülkenin siyaset kurumunu temellerine kadar sarsabilmişti. Ne var ki, Mısır işçi sınıfı, siyasi bağımsızlığını sağlamadan ve kendisine önderlik edecek bir devrimci partinin yokluğunda, kapitalist sistemi yıkamamış ve kapitalist sömürüye ve emperyalist baskıya son vererek toplumsal ve demokratik hedeflerine ulaşmanın temellerini atamamıştı.
Mısır ulusal burjuvazisi, emperyalist efendilerinin desteğiyle, tekrar tekrar, işçi sınıfını kapitalist düzene ve emperyalist egemenliğe tabi kılmak amacıyla Mübarek’in yedeklerini üretmeye çalıştı. Burjuvazi, bu operasyonda, Mısır orta sınıfının ayrıcalıklı tabakalarının Devrimci Sosyalistler (RS) grubunda örgütlü sahte sol temsilcilerinin siyasi açıdan son derece önemli işbirliğine sahipti.
ABD’deki Uluslararası Sosyalist Örgüt’le (ISO), Britanya’daki Sosyalist İşçi Partisi’yle (SWP) ve Almanya’daki Sol Parti içindeki unsurlarla bağlantılı olan RS, devrimin her aşamasında, Mısırlı işçilerin devrimci mücadelesini burjuvazinin şu ya da bu hizibine yedeklemeye çalıştı. RS, önce orduya yönelik yanılsamaları teşvik etti; ardından Müslüman Kardeşler’i “devrimin sağ kanadı” olarak destekledi ve Mursi hükümetine yönelik halk muhalefeti artarken bir kez daha generallerin safına geçti. O, Sisi’nin darbesini bir “ikinci devrim” olarak alkışladı.
Mısır işçi sınıfı ve dünya işçileri için çıkarılacak acı ders, devrimin zaferinin, işçi sınıfının burjuvazinin tüm hiziplerine ve onların toplumsal devrime düşman orta sınıf sahte sol güçler arasındaki suç ortaklarına karşı siyasi bağımsızlığını elde edememesi durumunda mümkün olmadığıdır.
Mısır Devrimi’nin sonucu, Lev Troçki tarafından geliştirilmiş Sürekli Devrim Teorisi’nin temel bir ilkesini doğrulamaktadır: ezilen ülkelerde, demokrasi uğruna ve emperyalizme karşı mücadeleye yalnızca işçi sınıfı önderlik edebilir ve bu mücadele, ancak, uluslararası sosyalist devrimin parçası olarak kapitalist sistemin yıkılmasıyla tamamlanabilir.
Ortadoğu genelinde patlayan ve kaçınılmaz olarak General Sisi’nin kriz içindeki rejiminin üzerine çökecek olan yeni mücadeleler dalgası, öğretmenlerin ve işçi sınıfının diğer kesimlerinin ABD’de, Avrupa’da, Latin Amerika’da ve bizzat Ortadoğu’da patlak veren kitlesel mücadeleleri ile birlikte, uluslararası sınıf mücadelesinin 2011’de var olandan çok daha ileri bir gelişimi ile kesişiyor.
Belirleyici sorun, Mısır işçi sınıfının devrimci partisinin; Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin dünya sosyalist devriminin parçası olarak işçilerin Mısır’da ve Ortadoğu genelinde iktidarı alması için mücadele eden bir şubesinin inşa edilmesidir.