Seçimlerin ardından: Sahte sol CHP’nin arkasında nasıl toplandı? – I. Bölüm

I. Bölüm: Kapitalist düzen içinde siyasi tasfiye

31 Mart yerel seçimleri ve 23 Haziran’da İstanbul’da tekrarlanan seçim, orta sınıf sahte sol partilerin geniş bir kesiminin kapitalist düzenle bütünleşmesinde önemli bir kilometre taşı oldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti altında artan eşitsizliğe, yoksulluğa, işsizliğe ve sosyal saldırılara işçiler arasında büyüyen öfkenin ortasında, bu gruplar, yazgılarını Kemalist Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile birleştirip, Türkiye’deki kapitalist egemenliğin bu tarihi partisinin önderlik ettiği ve Kürt milliyetçisi Halkların Demokratik Partisi (HDP) tarafından desteklenen “Millet İttifakı”nın arkasında toplandılar.

Bu yönelişe, aralarında eski Castrocu Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin (ÖDP) ve Arnavutluk yanlısı Stalinist Emek Partisi’nin (EMEP) bulunduğu, küçük burjuva kamptaki kimi en büyük partiler önderlik etti. ÖDP önderi Alper Taş CHP’nin İstanbul Beyoğlu belediye başkanı adayı olurken, EMEP üç büyük kentte (İstanbul, Ankara ve İzmir) CHP’nin adaylarını destekledi. AKP’nin İstanbul seçiminin tekrarlanmasını dayatan antidemokratik kararının ardından, söz konusu partiler, TÜSİAD başta olmak üzere Türk burjuvazinin emperyalizmle bağlantılı en etkili kesimlerinin tercih ettiği CHP’nin ve onun büyükşehir belediye başkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun arkasına dizildi.

İstanbul’da tekrarlanan seçimden birkaç ay sonra, bu partilerin, CHP’nin ve İmamoğlu’nun AKP’ye ve Erdoğan’a bir alternatifi temsil ettiği biçimindeki müflis iddiaları bütünüyle teşhir olmuş durumda. Tahmin edildiği gibi, CHP, en önemli dış ve iç politika konularında AKP’ye destek verdi. CHP önderi Kemal Kılıçdaroğu, Suriye’de bir “barış koridoru”na ya da “özel bölge”ye açık olduğunu belirterek, AKP’nin Suriye’ye yönelik yeni harekat hazırlıklarına arka çıktı. Sonunda İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı koltuğuna oturan İmamoğlu ise, “kaydı olmayan Suriyelilerin İstanbul dışına gönderilmesi gerekli bir işlem” diyerek, AKP’nin Suriyeli sığınmacıları İstanbul’dan topluca sınır dışı etme yönündeki gerici planlarını alkışladı.

Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK) ve onun Türkiye’deki sempatizan grubu Sosyalist Eşitlik ile bu gruplar arasında sınıfsal bir uçurum bulunmaktadır. Toplumsal eşitsizliğe, emperyalist savaşa ve polis devleti baskısına karşı artan öfkenin ortasında, sınıf mücadelesinde uluslararası bir canlanma yaşanıyor. Bu canlanma, Cezayir ile Sudan’daki diktatörlükleri devirme yönündeki kitlesel protestoları ve Kuzey Amerika ile Avrupa genelindeki grev dalgasını kapsıyor. Afganistan’da, Irak’ta ya da Suriye’de onlarca yıl geçmişe dayanan emperyalist işgallere veya müdahalelere duyulan büyük güvensizlik, nesnel olarak, işçi sınıfı içinde savaş ve emperyalizm karşıtı kitlesel bir hareketin inşası sorununu gündeme getiriyor.

ÖDP’nin, EMEP’in ve bu partilerin temsil ettiği bütün bir küçük burjuva tabakanın bu duruma yönelik tepkisi ise taban tabana zıt bir yönde ilerliyor. Ortadoğu genelinde ve başka yerlerde işçi sınıfını emperyalist savaşa ve kapitalizme karşı birleştiren devrimci bir seferberliğin koşulları ortaya çıkarken, onlar, savaşa, toplumsal kemer sıkmaya ve polis devleti baskısına yönelik muhalefeti engellemeye uğraşıyorlar. CHP’ye verdikleri destek, onların Türk burjuvazisiyle ve onun üzerinden de emperyalizmle uyumlarını yansıtıyor.

CHP kampı içinde siyasi tasfiye

ÖDP, 23 Haziran seçimlerinin ardından, TÜSİAD’la ve Koç Holding’le yakından bağlantılı bir milyoner olan İmamoğlu’nun İstanbul’daki zaferini alkışladı. “Halk Kazandı” başlıklı bir açıklama yapan ÖDP, “31 Mart ve 23 Haziran siyasal İslamcı rejim için artık sonunun gelmeye başladığını da göstermektedir,” diye yazdı. “… Emekçi halkın başına musallat olan bu faşist iktidar” ile mücadele sözü veren ÖDP, açıklamasını şöyle noktalıyordu: “Birlikte Başardık! Birlikte Kazandık! Türkiye’yi birlikte yeniden kuracağız!”

EMEP’in gazetesi Evrensel ise, manşetinde sonucu Erdoğan’a bir “Halk Tokadı” olarak alkışlıyor ve ilk sayfasında şu başlığa yer veriyordu: “Seçimde sağlanan oy birliği kalıcı beraberliğe dönüşmeli.” EMEP Genel Başkanı Selma Gürkan Twitter hesabından İmamoğlu’nu bizzat kutlarken, partinin İstanbul İl Başkanı Sema Barbaros şu açıklamayı yaptı: “İstanbul seçimi bir yerel seçimden daha fazla anlama sahiptir. Halk sadece İstanbul’un belediye başkanını seçmemiştir. Aynı zamanda tek adam yönetimine önemli bir ders vermiştir. … İhtiyaç olan, bu ortaklığın kalıcı bir beraberliğe dönüşmesidir.”

Bu küçük burjuva çevreler, seçim kampanyası boyunca, sola sempati duyan herkesin, “demokrasi için” ve “faşizme karşı” mücadelenin gereği olarak AKP’ye karşı “Millet İttifakı”nı desteklemekle yükümlü olduğunu iddia ettiler. Ancak bu iddialar, “Millet İttifakı” Milliyetçi Hareket Partisi’nden (MHP) kopan aşırı sağcı İYİ Parti’yi de içerdiği için başından beri bir saçmalıktı. Sonuçta, seçmenlerin küçük bir çoğunluğu 31 Mart seçimlerinde AKP-MHP’ye oy vererek bu çağrıları reddetti.

Fakat bu, CHP’yi destekleyen küçük burjuva partilerin umudunu köreltmedi. Alper Taş, 31 Mart seçiminde Beyoğlu’nda kaybetmesinden sonra şu açıklamayı yapıyordu: “Başımız dik, alnımız açık bir biçimde kazanmış gibi Beyoğlu sokaklarında çalışmaya devam edeceğiz, bunu unutmayın. … Biz, politik olarak bu seçimi kazandık. Türkiye'nin baktığı, imrendiği, olumladığı, alkışladığı, gururlandığı bir seçim çalışmasını kısa süreye sığdırdık. Bu hep beraber oldu. Hepimizin bunda emeği var. Bu emeği takip edeceğiz, bu emeği kaybetmeyeceğiz bundan emin olabilirsiniz.”

Uluslararası Sosyalist Akım’ın Türkiye şubesi ve Britanya’daki Sosyalist İşçi Partisi’nin (SWP) kardeş partisi olan Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP) de İmamoğlu’na destek verdi. DSİP, İstanbul’da seçimin tekrarlanması üzerine yaptığı bir açıklamada, “Bu yarışta unutulmaması gereken temel nokta şudur: 31 Mart’ta AKP’ye oy vermeyen seçmenlerin, AKP’ye yine oy vermemesini garanti altına almak! Hatta, başarılabilirse, bu seçmenin İmamoğlu’na oy vermesini sağlamak,” diye belirtiyor ve şunları ekliyordu: “… İmamoğlu cephesi içinde yer almadan, ‘Hakkını yediler, hakkını verelim, oy verelim’ diyerek bağımsız bir kampanya yapacağız.”

Arjantin’deki İşçi Partisi’nin (Partido Obrero, PO) ve Savas Michael-Matsas’ın önderliğini yaptığı Yunanistan’daki İşçilerin Devrimci Partisi’nin (Ergatiko Epanastatiko Komma, EEK) de üyesi olduğu Dördüncü Enternasyonal’in Yeniden Kuruluşu İçin Koordinasyon Komitesi’nin (CRFI) Türkiye şubesi olan Pablocu Devrimci İşçi Partisi’nin (DİP) verdiği tepki ise yalnızca yüzeysel olarak farklıydı. CHP’ye doğrudan destek vermeyen DİP, TBMM’deki milletvekillerini kapitalist devletin hukuki temellerini yeniden düzenlemek üzere bir Kurucu Meclis’te birleşmeye çağırarak, CHP başta olmak üzere burjuva partilerine desteğini açıkça ortaya koydu.

DİP, İstanbul seçiminin tekrarlanma kararı üzerine 6 Mayıs’ta yaptığı “Boykot! Sine-i millet! Zincirsiz Kurucu Meclis!” başlıklı açıklamada şunları yazıyordu: “Zincire vurulmuş mecliste halkın istibdada karşı hürriyet çığlığına biraz olsun kulak verecek her bir milletvekilinin yapması gereken derhal sine-i millete dönmektir… Halkı istibdada ezdirmeyelim, İstanbul seçimini boykot edelim. Meclis boşalsın.”

DİP, bir yandan AKP-MHP ittifakına karşıtlığını gösterip diğer yandan burjuva muhalefeti harekete geçmeye çağırarak tavrını açıkça ortaya koydu ve geniş küçük burjuva çevre ile aynı doğrultuda, geleneksel Kemalist seçkinlerin –askeri darbeler ve Kürt halkının ve işçi sınıfının şiddetle bastırılması dahil– bütün suçlarının ortağı olan CHP’nin önderlik ettiği ittifakın arkasına dizildi.

Devam edecek

*

Loading