Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin yeniden açılma politikasının doğrudan sonucu olarak, dünyanın birçok ülkesinden olduğu gibi Türkiye’de de hem yeni COVID-19 vakaları hem de ölümler yükselişe geçmiş durumda. 2 Haziran’da Mart ayından beri en düşük seviye olan 786’ya kadar düşen günlük vaka sayısı, yeniden 1500 seviyelerinde.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Perşembe günü 1.458 yeni vaka ve 21 ölüm; Cuma günü ise 1.396 yeni vaka ve 19 ölüm bildirdi. Toplam vaka sayısı 195 bine yaklaşırken, ölü sayısı 5 binin üzerinde ki gerçek sayılar kuşkusuz daha yüksek. Yoğun bakım hasta sayısı 963, entübe hasta sayısı 382 ve 22 binden fazla aktif vaka var. Yoğun bakım hasta sayısının aktif vakalara oranı yeniden Nisan seviyesine dönerek yüzde 4’e yükseldi. Tam “normalleşme”nin başladığı Haziran başında bu oran yüzde 2’ydi.
Türk Tabipleri Birliği (TTB) yetkilileri, 18 Haziran’da “Erken yeniden açılmanın sonuçları alarm veriyor!” başlıklı bir uyarı açıklaması yaptılar ve Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın açıkladığı veriler ile ilgili ciddi soru işaretleri olduğunu belirttiler. Sağlık Bakanlığı Türkiye’de ilk koronavirüs vakası görüldüğünden beri salgın ile ilgili verileri açıklamıyor ya da kısmen açıklayarak ayrıntı vermiyor. Buna, salgınla mücadelede ön cephede yer alan sağlık emekçilerinin durumu da dahildir. Türkiye’de halen devlet makamları hariç hiç kimse vakaların bölgelere, illere, mesleklere, yaş gruplarına ve cinsiyetlere göre dağılımı konusunda net bilgilere sahip değil.
Hükümetin verileri gizlemesi, şiddetle devam eden bir salgının ortasında işçilerin işe gitmeye zorlanmasına artan halk muhalefetini etkisiz hale getirmeyi amaçlıyor. 23 Haziran tarihinde, Sağlık Bakanlığı’nın verileri neden gizlediğini açığa çıkartan bir gelişme yaşandı.
Mezopotamya Ajansı’nın bildirdiğine göre, Şırnak ilinin Cizre ilçesinde, resmi olarak koronavirüs nedeniyle ölen sayısı 8 kişiyken, toplam 10 mahallede 200 civarında ev karantina altına alındı. Yaklaşık 150 bin nüfuslu Cizre’nin Halkların Demokratik Partisi’nden seçilmiş belediye başkanı geçtiğimiz yıl görevden alınarak yerine kayyum atanmıştı.
Çevrimiçi resmi pandemi haritasında Cizre’nin neredeyse tamamı kırmızı olarak görülürken, on binlerce insan sosyal medyada #CizreyeBak etiketini kullanarak ilçedeki salgını kontrol altına alınması için acil önlemler alınması çağrısı yaptı. Şırnak Barosu Başkanı Avukat Nuşirevan Elçi, Twitter’da, “Cizre Devlet Hastanesi kapasitesini doldurduğu için hastalar çevre şehirlere gönderiliyor,” diye yazdı.
TTB yetkilileri, Salı günü yaptıkları “Türk Tabipleri Birliği uyarıyor!” başlıklı açıklamada şunları belirttiler: “Salgına dair sürekli olumlu sayıları ve oranları paylaşmanın yaratacağı yalancı pozitif algıyı önemsemeyen, üretime ara verdirilmeyen fabrika ve atölyelerin yanına AVM’leri ve eğlence yerlerini katan; maçların başlatılmasından asker uğurlamalarına, düğünlerden milyonlarca öğrencinin katılacağı sınavlara kadar her yerde ‘açılmayı’ göze alan hükümetin COVID-19 salgın süreci karşısındaki tutumundan endişe duyuyoruz.”
Hükümetin salgının ortasında milyonlarca öğrenciyi lise ve üniversite sınavlarına girmeye zorlaması büyük bir muhalefete yol açmış durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Cuma günü çevrimiçi yaptığı “Gençlerle Video Konferans Buluşması”na gençlerin “oy yok” protestosu damgasını vurdu ve video kısa sürede 95 bin “beğenmeme” tepkisi aldı.
Erdoğan 20 Haziran’da “Ekonomide toparlanma sinyalleri oldukça güçlü geliyor” açıklamasını yaparken, hükümet, ulusötesi ve çok uluslu şirketleri Türkiye’ye çekmeyi amaçlayan büyük bir toplumsal saldırı olarak kıdem tazminatını gasp etme hazırlıklarına devam ediyor. Bunlarla eş zamanlı olarak, Türkiye’nin çeşitli fabrikalarında çalışmaya zorlanan işçiler arasından vaka ve ölüm haberleri geliyor.
Hükümetin izlediği politikanın sınıf karakteri, işçiler arasındaki COVID-19 vaka sayısının Türkiye ortalamasının üç katından fazla olmasında açık bir şekilde görülmektedir.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) 6 Haziran tarihinde yayımladığı “COVID-19 bir işçi sınıfı hastalığı haline gelmiştir” başlıklı raporda, COVID-19’dan hayatını kaybeden işçilerin sayısının 146’ya ulaştığı belirtildi. Hükümetin 1 Haziran’daki tam “açılma” politikasının sonucunda, bu sayının daha da artacağı neredeyse kesindir.
BirGün gazetesinin 6 Haziran tarihinde yaptığı habere göre, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Sekreteri ve Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu, Tuzla Serbest Bölgesi’nde örgütlü oldukları bir fabrikada 20 işçide virüs saptandığını belirtiyordu. Aynı haberde, DİSK Yönetim Kurulu Üyesi ve Gıda-İş Genel Başkanı Seyit Aslan da Balıkesir’deki Banvit fabrikasında 14-15 pozitif vaka çıktığını söylüyor, başka fabrikalarda da vakalar olduğunu belirterek “Fabrikalarda önlem diye bir şey kalmadı,” diye yakınıyordu.
DİSK Tekstil-İş temsilcisi Mehmet Türkmen ise, sadece Gaziantep’te “35 fabrikada pozitif vaka” olduğunu söylüyor ve “Gerçek sayının 100’ün üzerinde [fabrikada] olduğunu sanıyoruz,” diyordu.
Bütün bunlara rağmen, sendika yöneticilerinin tehlikeli koşullardaki işçilerin hayatlarını ve sağlıklarını korumak için hiçbir şey yapmaması, onların pandeminin ortasında işçilerin hayatları pahasına hükümetle ve egemen sınıfla olan gerici işbirliğini gözler önüne sermektedir.
Kocaeli’nin Çayırova ilçesinde bulunan Namet’te çalışan bir işçi, 20 Haziran’da Evrensel gazetesine, “300’e yakın işçi ya karantinada ya şüpheli ya da pozitif” olduğunu söyledi. Bu tehlikeli salgına rağmen şirket fabrikada üretimi durdurmadı. Koç Holding’in Sakarya’da bulunan Otokar fabrikasında ise işçiler en az 37 pozitif vaka olduğunu bildirdiler.
Bu durum, Erdoğan hükümetinin “sürü bağışıklığı” politikasının doğrudan sonucudur. Bu politika, düzen muhalefetinin, medyanın ve sendikaların açık ya da örtülü desteğine sahiptir. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve HDP gibi burjuva muhalefet partileri ve onların sahte sol destekleyicileri, pandemi hakkında konuşmayı neredeyse tamamen bırakmış durumdalar ve hükümetin izlediği politikaya ciddi bir itirazları söz konusu değil. Dahası, muhalefet yanlısı DİSK de dahil olmak üzere bütün sendika konfederasyonları, uzun süredir şirket yönetimleriyle ve devletle kurdukları bağları sürdürerek bu canice politika konusunda işbirliği yapmaktadır.
DİSK Mart ayının sonunda örgütlü oldukları fabrikalarda vaka çıkması halinde yasalardan kaynaklanan “kaçınma hakkını” kullanacağını ilan etmiş olmasına ve çok sayıda DİSK üyesi hastalığa yakalanmasına rağmen hiçbir zaman iş bırakma çağrısı yapmadı. Bunun yerine, işçiler arasında büyüyen öfkenin kontrol altına alınmasında önemli bir rol oynadı.
Öte yandan Trump yönetiminin “eğer daha az test yaparsak, daha az vaka çıkar” yaklaşımını benimseyen Sağlık Bakanlığı, mevcut durumu daha az tehlikeli göstermek için test sayısını düşürme yönünde bir adım attı. Bu değişikliğe ilişkin olarak 20 Haziran’da Twitter üzerinden bir açıklama yapan Prof. Dr. Güner Sönmez, “PCR testi yapma kriterleri değiştirildi. Artık enfekte kişilerle temaslı olanlarda semptom (bulgu) yoksa test yapılmayacak. Ancak biz biliyoruz ki; pozitif vakaların önemli bir kısmı semptomsuz geçiriyor ve bulaştırıyor” diyor ve şu soruyu soruyordu: “Gözlerimizi kapamak gerçeği değiştirir mi?”
Türkiye’de ve uluslararası ölçekte işçi sınıfı için ileriye giden yol, egemen sınıfın pandemi karşısında izlediği öldürücü politikaya karşı bağımsız olarak müdahale etmekten geçiyor. Tüm dünyada milyonlarca insanın hayatını kurtarmak için, fabrikalarda, işyerlerinde ve mahallelerde sendikalardan ve burjuva partilerinden bağımsız taban komiteleri kurulması gerekiyor. Pandemi sırasında gerekli olmayan sektörlerde tam ücretli izinle üretimin durdurulması ve işin devam ettiği yerlerde güvenli çalışma koşullarının sağlanması, işçiler için kritik önem taşıyor.