Livio Maitan (1923-2004): Eleştirel bir değerlendirme

Birinci Bölüm: Komünist Parti’de bir “Troçkist”

| Birinci Bölüm | İkinci Bölüm | Üçüncü Bölüm |

Livio Maitan 16 Eylül 2004’te Roma’da 81 yaşında öldü. Maitan –Michel Pablo (1911-1996), Ernest Mandel (1923-1995) ve Pierre Frank (1906-1984) ile birlikte– Birleşik Sekreterlik’in en tanınmış temsilcilerinden biriydi. Maitan, 53 yıl boyunca Birleşik Sekreterlik’in önderliği içinde yer aldı ve bu örgütün siyasi çizgisinin oluşturulmasında kayda değer bir rol oynadı.

Bu satırların yazarı, Pablo tarafından Dördüncü Enternasyonal’in saflarına sokulan revizyonist politikalara karşı öğretiye bağlı Troçkizmi savunmak için 1953 yılında kurulmuş olan Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin bir üyesidir. Uluslararası Komite o tarihten itibaren, her önemli siyasi sorun konusunda, daha sonra Birleşik Sekreterlik’in oluşmasında büyük pay sahibi olacak olan Pablo, Mandel ve Maitan eğiliminin kararlı bir muhalifi oldu.

Birleşik Sekreterlik’in, 1953 bölünmesini bizzat yaşamış olan son önde gelen önderinin ölümü bize siyasi bir bilanço çıkarma fırsatını sunuyor. Bunu yaparken amacımız Maitan’ın kişisel dürüstlüğünü ya da onun sosyalist inançları sorgulamak değil. Aksine amacımız bugün içinde bulunduğumuz koşullara cevap veren bir siyasi yönelişi geliştirebilmek için gerekli olan önemli tarihsel dersleri çıkarmak.

Maitan’ın yaşamı Birleşik Sekreterlik’in yarım yüzyıldan fazla bir süreyle savunduğu siyasi anlayışın mantıki gelişiminin bir örneğini oluşturuyor. Bu anlayışın özünü; toplumun sosyalist temellerde yeniden örgütlenmesinin, uluslararası işçi sınıfının tarihsel görevlerinin bilincinde olan bağımsız siyasi hareketini gerektirmediği, fakat bunun yerine daha çok, nesnel gelişmelerin basıncı altında sola doğru kayabilecek diğer toplumsal ve siyasi güçler tarafından gerçekleştirilebileceği düşüncesi oluşturuyordu.

Pablocular işçi sınıfına dayanmayan bu “kör araçlar”ın –Stalinist partiler, Maocu köylü orduları, küçük burjuva gerillalar– nesnel gelişmelerin basıncı altında devrimci bir yöneliş gösterebilecekleri ve sosyalizme giden yolu hazırlayabilecekleri düşüncesini savundular. Böyle bir bakış açısından çıkan mantıki sonuç, Dördüncü Enternasyonal’in tasfiyesi ya da –Birleşik Sekreterlik biçimsel olarak bu ismi taşımaya devam eden bir örgüt olduğundan– siyasi görevlerinin bütünüyle yeniden tanımlanmasıydı.

Dördüncü Enternasyonal, 1938 yılında Lev Troçki’nin girişimiyle kuruldu çünkü ancak bu parti Marksizmin sürekliliğini güvence altına alabilir ve işçi sınıfını gelecek sınıf mücadelelerine hazırlayabilirdi. Sovyetler Birliği’ndeki Stalinist bürokrasi ve Stalinizmin egemenliğindeki Üçüncü Enternasyonal, 1930’lu yıllarda, kesin olarak karşıdevrimin saflarına katıldı. Bizzat Sovyetler Birliği’nde bürokrasinin ayrıcalıklarının savunulması ve işçi demokrasisinin yok edilmesi, ekonomik ve kültürel gelişmenin önünde duran en önemli engeller haline gelmişti. Kremlin, uluslararası düzeyde dünyanın dört bir yanındaki Komünist Partileri emperyalist güçlerle yaptığı diplomatik manevralarda piyon olarak kullandı –bu politika 1933’te Almanya’da ve 1938’de İspanya’da felaket getiren yenilgilerin yaşanmasına neden oldu.

Troçki, işçi sınıfının yaşadığı en kötü yenilgiler sırasında bile, kapitalist düzeninin nesnel çelişkilerinin yeniden patlayıcı sınıf mücadelelerine yol açacağına olan inancını asla yitirmedi. Dördüncü Enternasyonal’in kurulması bu mücadelelere hazırlanabilmek için gerekliydi. Sayısal olarak az sayıda üyesi olsa da Dördüncü Enternasyonal on yılların sınıf mücadelelerinin derslerini ve deneyimlerini cisimleştiriyordu. Troçki, sosyal demokrat ve Stalinist partilerin devrimci bir rotaya geri dönebilecekleri düşüncesini kategorik olarak reddetti. Bu partiler, saflarında çok sayıda işçi bulunmasına karşın, diğer toplumsal çıkarların ve güçlerin araçları haline dönüşmüşlerdi.

Bugün, Birleşik Sekreterlik’in 1953’ten bu yana yapmış olduğu öngörülerin ve aldığı tutumların çoğu, tarihsel deneyimlerin ışığında kesin bir değerlendirmeye tabi tutulabilir. Birleşik Sekreterlik’in, yeni bir devrimci öncü olduğunu ve işçi sınıfının bağımsız hareketinin yerini alacağını söylediği siyasi ve toplumsal güçlerin hiçbiri, onların bu beklentilerinin herhangi birini karşılamamıştır.

Pablo, Stalinizmin, kitlelerin basıncı altında devrimci bir rol oynayacağı ve sosyalizme giden yolun on yıllar boyunca, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Doğu Avrupa’da olduğu gibi yeni deforme işçi devletlerinin kurulmasıyla alınacağı öngörüsünde bulunmuştu. Bu öngörü bu devletlerin ve bizzat Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle çürütüldü. Stalinist bürokrasi –Troçki’nin öngördüğü şekilde– Ekim Devrimi’nin mezar kazıcısı olduğunu kanıtladı.

Pablocuların Üçüncü Dünya için bir model ve Troçki’nin Sürekli Devrim teorisinin bilinçsiz uygulayıcıları olarak övdükleri Mao’nun köylü orduları, sosyalist bir geleceğe değil aksine kapitalizmin vahşi bir biçimine zemin hazırladılar. Bugün Mao’nun mirasçıları, Çin işçi sınıfının ulusötesi şirketler tarafından sömürülmesine, ulusötesi şirketlerin Çin işçi sınıfına dünyanın başka hiçbir yerinde olmadığı ölçüde kötü ücretleri ve çalışma koşullarını dayatmasına nezaret ediyorlar.

Birleşik Sekreterlik, ulusal kurtuluş hareketlerini ve bunların “silahlı mücadele” reçetelerini idealize ederken, bu hareketlerin hiçbiri emperyalizmden gerçek anlamda az da olsa bağımsızlaşamadılar. Bu hareketlerin hepsi, Troçki’nin, geç kapitalist gelişmeye sahip ülkelerde “demokrasiye ve ulusal kurtuluşa ulaşma görevlerinin tam ve gerçek çözümü, ancak boyun eğdirilmiş ulusun, özellikle de köylü kitlelerinin önderi olarak proletaryanın diktatörlüğü yoluyla mümkün olabilir” [1] biçimindeki öngörüsünü tersinden doğruladılar.

Birleşik Sekreterlik’in siyasi düşünceleri sadece yanlışlanmakla kalmadı, bu düşünceler bütün dünyada 1960’ların ve 1970’lerin kitlesel toplumsal hareketleri içinde kapitalizme bir alternatif arayan gençlerin ve işçilerin kafalarını karıştırmakta çok büyük bir rol oynadı.

Birleşik Sekreterlik’in Stalinizme ve küçük burjuva milliyetçilerine dayanan hayalleri sonunda boşa çıkınca, bu örgüt daha da sağa kaydı ve kapitalist devletin alanına geri çekildi. Maitan’ın siyasi yaşamının son 13 yılını Romano Prodi’nin ve Massimo D’Alema’nın merkez sol hükümetlerine destek olan bir partinin saflarında geçirmiş olması anlamlıdır. Maitan, 1991 ile 2001 yılları arasında İtalyan Komünist Partisi’nin ardılı örgütlerden biri olan Rifondazione Comunista’nın (Komünist Yeniden Kuruluş Partisi) yönetiminde yer aldı.

Maitan, Birleşik Sekreterlik’in 2003 yılının Şubat ayında yapılan 15. Dünya Kongresi’nde uluslararası düzeyde son kez göründüğünde, Devlet Başkanı Inácio “Lula” da Silva’nın burjuva hükümetinde bir bakan olarak görev yapan Brezilyalı bir Birleşik Sekreterlik bir üyesini tebrik etti.

Maitan Dördüncü Enternasyonale katılıyor

Livio Maitan 1923 yılında, Mussolini’nin iktidara gelmesinden yarım yıl sonra, Venedik’te doğdu. Faşist İtalya’da büyüdü ve Padova Üniversitesi’nde klasik edebiyat eğitimi gördü. Savaşın son yıllarında Nazi işgaline karşı sosyalist direnişe katıldı ve en sonunda savaşın sonunu gözaltı kampında göreceği İsviçre’ye kaçmak zorunda kaldı. Maitan daha sonra sosyalist gençlik hareketinin bir örgütleyicisi oldu. 1947’de, Paris’teki bir sosyalist kongre esnasında Ernest Mandel’le tanıştı ve Dördüncü Enternasyonal’e katıldı.

Bu, Troçki’nin düşüncelerinin Dördüncü Enternasyonal’in önderliğinin bir kısmı tarafından sorgulanmaya başlandığı dönemdi. Maitan, 1951 yılında Dördüncü Enternasyonal’in yönetimine girdiğinde, o sırada örgütün sekreteri olan Pablo, iki yıl sonra Troçkist hareketin bölünmesine yol açacak olan revizyonist görüşlerini bütünüyle formüle etmişti. Aynı yıl Pablo’nun “Nereye Gidiyoruz?” başlığını taşıyan çalışması yayımlandı. Bu belgede Pablo, toplumsal gerçeklik “asıl olarak kapitalist sistem ile Stalinist dünyadan oluşmaktadır” ve “kapitalizme karşı güçlerin ezici çoğunluğu şimdi Sovyet bürokrasisinin önderliği ya da etkisi altında” diye belirtti. [2]

Soğuk Savaş’ın tam başladığı sıralarda formüle edilen bu görüş işçi sınıfını göz ardı ediyor ve her iki kamptaki yükselen sınıf mücadelelerinin yerine Sovyetler Birliği ile ABD emperyalizmi arasındaki çatışmayı koyuyordu. Pablo, sosyalist devrimin, Sovyetler Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri arasında yaşanacak –Sovyet bürokrasisinin “kapitalizme karşı çıkan güçlerin” başında öncü rolü oynayacağı– bir savaş şeklinde başlayacağına inanıyordu. Bu koşullar altında Dördüncü Enternasyonal’e Stalinist partilere girmekten –Pablo’nun ifade ettiği şekilde “gerçek kitle hareketleriyle bütünleşmekten”– başka yapacak bir şey kalmıyordu.

1953 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Sosyalist İşçi Partisi (SWP), Pablo’nun tutumunu reddeden ve diğer kimi şubelerin yanı sıra Britanya şubesinin ve Fransa şubesinin çoğunluğunun katıldığı Uluslararası Komite’nin kurulması çağrısı yapan “Açık Mektup”unu yayımladı.

Maitan, bu çatışma sırasında Pablo, Mandel ve Fransa’daki azınlığın önderi olan Frank’ın yanında yer aldı ve yaşamının geri kalanında Birleşik Sekreterlik’in aktif bir üyesi oldu. Maitan’ın, Antonio Gramsci, Lev Troçki, İtalyan Komünist Partisi, Çin Devrimi, Çin Kültür Devrimi ve Sovyetler Birliği’nin çöküşü üzerine, çok azı başka dillere çevrilmiş olan, çok sayıda kitabı yayımlandı. Maitan aynı zamanda Birleşik Sekreterlik’in yayınlarına düzenli olarak yazılar yazdı ve Troçki’in çalışmalarını İtalyancaya çeviren kişi olarak tanındı.

Maitan, İtalya’da yarım yüzyıl süreyle Birleşik Sekreterlik’in İtalya şubesinin görünen yüzü oldu.

Maitan ve İtalyan Komünist Partisi

Pablocuların Stalinizme uyarlanmalarının özellikle İtalya’da çok boyutlu sonuçları oldu. Stalinist Komünist Parti –Fransa dışında– hiçbir sanayileşmiş ülkede, İtalya’daki kadar yaygın bir etkiye sahip olmamıştı.

Bu, partinin özel tarihiyle ilişkili bir durumdu. İtalyan Komünist Partisi (PCI) uzun yıllar boyunca yasadışı faaliyet gösterdi ve Mussolini rejimine karşı mücadele etti. Partinin Antonio Gramsci gibi tanınmış önderleri faşizmin kurbanı oldular. PCI, Müttefiklerin istilasından sonra Alman işgaline ve Mussolini’nin devletinin artıklarına karşı oluşturulan Resistenza’nın (direniş hareketi) öncü gücüydü. Bu, PCI’nin halkın içinde kök salmasına yardımcı oldu. PCI, Resistenza tarafından verilen mücadele sırasında insanların pek çok aile ferdini yitirdikleri İtalya’nın kuzeyindeki pek çok bölgede ve Toscana’da egemen güç konumundaydı. Bununla birlikte, Palmiro Togliatti’nin başında yer aldığı parti önderliği, Moskova’nın sadık hizmetkârıydı. Partinin faşizmin elinden kurtulan birçok önderi, Sovyetler Birliği’nde sürgünde yaşadı ve Stalinizmin en berbat suçlarına boylu boyunca ortak oldu.

PCI, Stalin’in çizgisine uygun olarak, Mussolini’nin devrilmesinden sonra burjuva düzenini koşulsuz olarak savundu. 1944 baharında, diktatörün devrilmesinden ve İtalya’nın resmi olarak teslim olmasından sadece birkaç ay sonra PCI, Mareşal Pietro Badoglio’nun hükümetine katıldı ve bu yolla faşist geçmişle radikal bir kopuşu ve siyasi yaşamın devrimci bir biçimde yeniden örgütlenmesini engelledi. Egemenliğini 20 yıl boyunca Mussolini’nin diktatörlüğü üzerine dayandırmış olan siyasi ve toplumsal seçkinler, PCI sayesinde, Mussolini’nin devrilmesinden yara almadan çıkmayı başardı.

PCI, 1947 yılının Mayıs ayına kadar sıklıkla değişen ulusal koalisyon hükümetlerinin hepsinde yer aldı. Ne var ki, Soğuk Savaş’ın başlaması PCI’nin hükümetlerde daha fazla yer almasını engelledi. Washington, NATO’nun temel direklerinden birini oluşturan bir ülkede Moskova ile doğrudan bağlantısı bulunan bir komünist bakanı kabul etmeye razı değildi. PCI’nın –Sol Demokratlar (SD) haline dönüşmüş şekliyle– Roma’da yeni bir bakanlık görevi üstlenebilmesi için bir 50 yılın daha geçmesi gerekecekti.

Yine de bu 50 yıl süresince PCI, İtalya’da burjuva düzeninin kararlı bir payandası olarak kaldı. Aslında PCI’nin burjuva düzeninin omurgasını oluşturduğunu söylemek abartı olmaz. PCI, ülkede kitlesel bir tabana sahip olan ve yaygın biçimde kökleşmiş, merkezi örgütsel yapıya sahip tek siyasi partiydi. Hükümetlerin değişmez partisi olan Hristiyan Demokratlar birbiriyle çatışıp duran birkaç klikten oluşuyordu ve bu partinin elde ettiği seçim sonuçları büyük ölçüde Katolik Kilisesi’nin etkisine bağlıydı. Küçük partiler –Sosyalistler, Sosyal Demokratlar, radikaller ve liberaller– lobi yapan çeşitli grupların temsilcileri olmaktan öte bir şey değildiler.

PCI, İtalya’da, SPD’nin (Sosyal Demokrat Parti) Almanya’da ve İşçi Partisi’nin Birleşik Krallık’ta oynadığına benzer bir siyasi rol oynadı. Savaş sonrası hızlı büyüme döneminde PCI, sınıflar arası çatışmalarda arabuluculuk yaptı. Kuzeydeki sanayi kuşağı dışında ekonomisi genel olarak tarıma dayalı ve yoksul olan İtalya, yaşam standartlarında belirgin bir yükselişin yaşanmasını sağlayan hızlı bir sanayileşme sürecinden geçti. Aileler ilk kez bir televizyon, bir araba, bir tatil ve çok daha fazlasını alabilecek konuma gelmişlerdi –daha önceleri bunu yapmaları mümkün değildi. Bu dönem süresince PCI’nin oy oranı sürekli olarak yükseldi: parti, savaş sonrasında yapılan ilk seçimde yüzde 20 civarında oy almışken, ekonomik hızlı büyümenin zirve noktası olan 1970’lerin ortasında yapılan seçimde yüzde 34 oranında oy aldı. Ondan sonra, artan toplumsal sorunlarla birlikte, PCI her seçimde oy kaybetmeye başladı.

Savaş sonrası dönemde devrimci, sosyalist bir stratejinin, işçi sınıfını PCI’den kaçınılmaz kopuşa hazırlamaya odaklanması gerekirdi. Propaganda ve taktik girişimler, PCI’yi teşhir etmek üzere kullanılmalıydı –yani işçi sınıfını kendi uzun dönemli çıkarları ile PCI’nin politikaları arasındaki uzlaşmaz çelişki konusunda bilinçlendirmek ve bu temel üzerinde siyasi bilince sahip kadrolar yetiştirmek hedeflenmeliydi. Böyle bir strateji için başlangıç noktası, Stalinizmin karşıdevrimci rolünün anlaşılması olmalıydı.

Maitan ise bütünüyle başka bir perspektife sahipti. O, PCI’yi kapitalist düzenin bir payandası olarak değil; aksine devrimci bir işçi hareketinin gelişebileceği bir araç olarak görüyordu. PCI’nin teorisi ve politikaları üzerine yazdığı, 1959’da basılan ve 1969’da yeni basımı yapılan, 200 sayfalık kitabında şöyle yazıyordu:

“PCI, savaş sonrası kitlesel işçi ve köylü hareketinin kendisini gösterdiği siyasi-örgütsel biçimdir. Diğer bir deyişle, mevcut toplumun yapısını radikal bir biçimde yeniden örgütlemek için mücadele veren önemli toplumsal güçler kendilerini bu örgütün içinde ve onun aracılığıyla ifade ediyorlar. PCI, sahip olduğu kitlesel etkiyi sürdürmek ve bu etkiyi yitirmemek istediği sürece, parti önderliği –deforme olmuş bir biçimde de olsa– içine daldığı sınıf mücadelesinin gerçekliğini ifade etmek zorundadır.”

Maitan’a göre bu, “Komünist Parti’nin gerçekliğini açıklayan en önemli toplumsal faktör”dü; “bu, binlerce proleter kadronun, önderliğin bilgeliği ve yanılmazlığı konusundaki yanılsamalardan çok uzun zaman önce kurtulmuş olmalarına rağmen, neden partiye sadık kaldıklarını açıklıyor.” [3]

Burada gerçeklik baş aşağı çevriliyor. PCI, savaş sonrasında işçi sınıfının bir taarruz başlatmasının önündeki en önemli engel olduğu ve işçi hareketi içindeki etkisini savaş sonrası döneminin sosyal ödünleri sayesinde koruyabildiği halde, Maitan, işçilerin PCI’ye onların devrimci özlemlerini cisimleştirdiği, “sınıf mücadelesinin gerçekliğini” ifade ettiği için sadık kaldıklarını öne sürüyor.

Kuşkusuz Maitan, PCI ve onun bürokratik karakterdeki önderliği tarafından burjuva devlete verilen desteği bütünüyle göz ardı edemiyordu. Bu yüzden, partinin ikili bir karaktere sahip olduğunu iddia etti: “PCI’nin çelişkisinin temelinde, artık devrimci bir parti olmamasına ve iktidarın devrimci yoldan fethedilmesi perspektifini açıkça reddetmesine karşın, kökeni ve doğası itibarıyla gerçek anlamda bir reformist parti olamayacak olması yatıyor.” [4]

Maitan, PCI’nin “gerçek anlamda bir reformist parti”ye dönüşmesinin olanaksız olduğu varsayımını, şu iddiayı öne sürerek gerekçelendiriyordu: “yeni bürokratik revizyonizm, burjuvazinin ya da emperyalizmin işçi hareketi içindeki toplumsal etkisini değil, daha çok SSCB’deki bürokratik kastın, bu muhafazakâr ancak hâlâ anti-kapitalist olan gücün etkisini ifade ediyor.” [5] Bu görüş, Troçki’ninkiyle taban tabana zıttır. Troçki, Stalinist bürokrasinin “dünya burjuvazisinin işçi hareketi içindeki aracı” [6] olduğunu ve aslında Sovyetler Birliği içinde ve uluslararası arenada anti-kapitalist değil fakat karşıdevrimci bir rol oynadığını ısrarla belirtti.

Maitan’ın PCI’ye yönelik kavrayışının ortaya çıkardığı siyasi sonuçlar, İtalyan Pablocularının bütün çalışmalarına ilmikle işlenmiş gibidir.

Maitan’ın örgütü Gruppi Comunisti Rivoluzionari’nin (Devrimci Komünist Grup, GCR) üyeleri daha 1951 yılında Pablo’nun tavsiyelerine uydular ve PCI’ye katıldılar. Küçük bir örgütsel çekirdeğin ve Banderia Rossa gazetesinin yayınının varlığını sürdürmesine karşın, üyelerin büyük bir çoğunluğu 1969’a kadar Stalinistlerin saflarında çalıştı. Üstelik PCI içinde açık olarak çalışamıyorlardı. Zamanında üyelerden biri, bir tarihçiye şunları söylemişti: “PCI içinde münzeviler gibi yaşadık, çünkü düşünce farklılıklarımızı ifade etmedik. Durum olgunlaşana kadar bekledik.” [7]

İtalyan işçi sınıfının büyük bir kısmının PCI’den etkilenmiş olması, PCI içinde çalışmanın peşinen reddedilemeyeceği anlamına geliyordu. Benzer koşullar altında Gerry Healy’nin önderliğindeki Britanyalı Troçkistler, 1947 ile 1959 yılları arasında İşçi Partisi içinde başarılı bir çalışma yürüttüler. Ne var ki, Britanyalı Troçkistlerin uyguladıkları entrizme, Livio Maitan’ın önderliğindeki GCR’nin uyguladığından bütünüyle farklı bir perspektif yol gösteriyordu. Britanyalı Troçkistler, İşçi Partisi’nin karşıdevrimci karakteri konusunda kesinlikle hiçbir şüphe duymuyorlardı. Bundan dolayı, İşçi Partisi içinde yürüttükleri çalışma, işçi sınıfını bu partiden kaçınılmaz kopuşa hazırlamaya yönelikti. Parti bürokrasisine karşı bu temelde bir Marksist kadro oluşturmak için sert bir mücadele verdiler ve başarılı oldular. 1963 yılında, İşçi Partisi’nin gençlik hareketi Genç Sosyalistler, Britanya Troçkist hareketine, Sosyalist İşçi Birliği’ne katıldı.

Maitan’ın Pablocu perspektifi ise bütünüyle farklı sonuçlara yol açtı. Eğer PCI “kitlesel işçi ve köylü hareketinin kendisini gösterdiği siyasi-örgütsel biçim” ise ve bu parti “sınıf mücadelesinin gerçekliğini ifade etmeye” zorlanıyor ve bu nedenle etkisini yitirmiyordu ise, o zaman Troçkistlerin görevi işçileri PCI’den koparmak değil ama onun saflarında sadakatle çalışmak olmalıydı. Böyle bir perspektif, GCR’yi Stalinizm için sol bir paravan olmaktan başka bir yere götürmedi. Parti önderliğini farklı konularda eleştirmelerine karşın, özünde onu desteklediler ve partinin devrimci bir yönde gelişeceği yanılsamasını desteklediler.

Bu yöneliş, aynı zamanda İtalyan işçi sınıfını Dördüncü Enternasyonal’in perspektifinden mahrum bıraktı. Gerçek şu ki, Uluslararası Komite’nin hiçbir zaman bir şubesinin bulunmadığı İtalya’da, en tanınmış Troçkist olan Livio Maitan, 1960’larda ve 1970’lerde PCI ile keskin bir çatışma içinde olan işçilere ve gençlere sırtını dönerek PCI’yi destekledi. Bu yıllarda yaşanan radikalleşme Dördüncü Enternasyonal’e yarar sağlamadı fakat Maoculuğun ve anarşizmin kanallarına aktı ya da “silahlı mücadelenin” ve terörizmin çıkmaz sokağında son buldu. “Silahlı mücadele” ve terörizm 1970’lerin sonlarında hatırı sayılır boyutlara ulaştı ve İtalyan solu içinde derin bir krizi başlattı.

Maitan bu gelişmeye iki yoldan katkıda bulundu. İlk olarak, Maitan’ın kendi örgütünün çoğunluğu farklı bir tutum alırken –1968’de bile– PCI’ye sadık kalma düşüncesini sürdürmesi, GCR’de bir bölünme yaşanmasıyla sonuçlandı. Diğer yandan Maitan, Birleşik Sekreterlik’in önde gelen bir temsilcisi olarak, o yıllardaki militan hareketin yolunun şaşırtılmasında etkili olan Maoculuk ve “silahlı mücadele” ile ilgili yanılsamaların gelişimine yardımcı oldu.

4 Kasım 2004

Sürecek

Dipnotlar

[1] Lev Troçki, The Permanent Revolution, New Park, s. 152.

[2] Aktaran David North, Savunduğumuz Miras, Mehring Yayıncılık, İstanbul, 2017, s. 200. Bu kitapta 1953 bölünmesi ve Birleşik Sekreterlik ile Uluslararası Komite arasındaki anlaşmazlıklar konusunda geniş kapsamlı bir açıklama yer alıyor.

[3] Livio Maitan, PCI 1945-1969: stalinismo e opportunismo, Roma 1969, s. 195.

[4] Age., s. 201.

[5] Age., s. 199 (Vurgu sonradan eklendi).

[6] Lev Troçki, The Transitional Program, Labor Publications, New York, 1981.

[7] F. Villani ile söyleşi: Yurii Colombo, Il movimento troskista in Italia durante la stagione dei movimenti sociali içinde, http://www.giovanetalpa.net/movtrot.htm

Loading