Ege Denizi’ndeki depremin ardından ölü sayısı artıyor

Cuma günü Ege Denizi’nde Yunanistan’ın Sisam (Samos) Adası yakınlarında meydana gelen ve hem İzmir’i hem de Sisam’ı vuran 6,9 büyüklüğündeki depremin ardından ölü sayısı 90’ı geçmiş durumda. Depremin merkez üssüne 70 kilometre uzakta bulunan İzmir’de hayatını kaybedenlerin sayısı Pazartesi günü itibarıyla 91’e yükselirken, yaklaşık bin yaralı var. Sisam adasında iki kişi ölürken yaklaşık 20 kişi yaralandı. Deprem ayrıca İzmir yakınlarında küçük çaplı bir tsunamiye yol açtı. Daha öncekilerde olduğu gibi önlenebilir olan bu can kayıpları, toplumsal bir suçun ürünüdür.

Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) depremin büyüklüğünün 6,6 olduğunu iddia ederken, Amerika Birleşik Devletleri Jeoloji Araştırmaları Kurumu depremin büyüklüğünü 7 olarak ölçtü. Yaklaşık 4,3 milyon insanın yaşadığı İzmir’de depremde en az 17 bina tamamen çökerken, bazı enkazlarda arama kurtarma çalışmaları devam ediyor.

Depremin merkezine 16 kilometre mesafede bulunan Sisam Adası’nda da çok sayıda bina ve yol hasar gördü. Adadaki Meryem Ana Kilisesi’nin büyük bir bölümü şiddetli deprem nedeniyle çöktü. Deprem sonrasında büyüklüğü 5’e yaklaşan artçı sarsıntılar bölgede devam ediyor. Bu nedenle evlerine giremeyen İzmirliler geceyi sokakta ve parklarda kurulan çadırlarda geçiriyorlar.

Arama kurtarma görevlileri, çöken binanın enkazında sağ kalanları arıyor. 31 Ekim 2020 Cumartesi, İzmir, Türkiye. (AP Photo/Emrah Gurel)

Dahası, devam eden COVID-19 pandemisi, İzmir’de binlerce insanın karşı karşıya olduğu zor durumu daha da ağırlaştırıyor. İzmir Valisi Yavuz Selim Köşger, 25 Ekim’de yaptığı açıklamada şunları belirtmişti: “İzmir'de 20 gün öncesine göre vaka sayısı 3,5 kat artmış durumda, son 10 günde ikiye katlandı. Son iki günde 15 hemşehrimizi koronadan kaybettik.” Türk Tabipleri Birliği (TTB) ise depremden sonra yaptığı açıklamada şu çağrıda bulundu: “Bölgede sürekli ve yaygın testler acilen yoğun şekilde planlanmalı ve yapılmalı. İsteyen tüm yurttaşlara İnfluenza aşısı yapılmalı.”

Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz kaynakları üzerine bölgesel bir savaşı tetikleyebilecek tehlikeli bir askeri cepheleşme sürdüren Türk ve Yunan yetkililer, depremden sonra ikiyüzlü “dayanışma” açıklamaları yaptılar.

Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a telefon etti ve Twitter’da şunları yazdı: “Farklılıklarımız ne olursa olsun, bunlar, halklarımızın birlik olma zamanları.” Erdoğan da yine Twitter’da bunu şöyle yanıtladı: “Türkiye de Yunanistan'a her türlü yardım için hazırdır.”

İzmir’de meydana gelen yıkımın ardından sadece arama kurtarma çalışanları değil, aynı zamanda emekçiler de depremzedelerle dayanışma amacıyla seferber oldu. Kıdem tazminatlarını ve ücretlerini alamadıkları için Soma’dan Ankara’ya doğru yürüyüşe başlayan ancak Kırkağaç’ta jandarma ve polis tarafından yolları kesilen, saldırıya uğrayan ve sokakta bekletilen Somalı madenciler, depremden sonra arama kurtarma çalışmalarına katılmak üzere derhal İzmir’e geldiler.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İzmir’de açıklama yaparak evleri zarar gören yurttaşların tüm ihtiyaçlarının karşılanacağını ve yıkılan evlerin yerine yenilerinin devlet tarafından yapılacağını söyledi. Bazı bakanlar da arama kurtarma çalışmaları yapılan bina enkazları üzerine çıkarak konuşmalar yaptılar, basın toplantılarında deprem bölgesine yapılan ve yapılacak yardımlardan söz ettiler. Tüm bunlar, 2002’den beri iktidarda olan Erdoğan hükümetinin, depreme hazırlık konusundaki ihmal suçunu gizleme çabasıdır.

Türkiye, Ege Denizi’ndeki fayların yanı sıra iki ana fay hattının üzerinde bulunan bir deprem ülkesidir. Özellikle, resmi rakamlara göre 17.000'den fazla insanın öldüğü, 250.000’den fazlasının evsiz kaldığı 1999’daki korkunç depremden sonra, bilim insanları aralıksız olarak hükümeti ve yerel yönetimleri gerekli önlemleri almaya çağırıyorlar.

Ne var ki, ne İstanbul ne de ülkenin geri kalanı için ciddi bir hazırlık yapıldı. Hükümetin insanları sakin olmaya çağırmak dışında bir planı bulunmuyor. Bunun sonucunda, kaçınılmaz olarak, düşük kaliteli ve dayanıksız binalarda yaşayan işçi sınıfı can kaybıyla en ağır bedeli ödüyor.

Ocak ayında meydana gelen 6,8 büyüklüğündeki deprem, Elazığ’da ve çevresinde büyük yıkıma yol açtı. Yine uzun zamandır bekleniyor olan bu deprem sonucunda 40’tan fazla kişi hayatını kaybederken, binlerce kişi de yaralandı.

Hükümet ve yerel yönetimler, on yıllardır, depreme dayanıksız binaların yenilenmesi, deprem riskine göre yerleşim planlamalarının yapılması ve deprem sonrası kurtarma ve tedavi için gerekli hazırlıklar gibi toplumsal altyapı yatırımlarına neredeyse hiçbir harcama yapmamıştır.

2011’de, dönemin maliye bakanı, 1999’dan beri toplanan 46-48 milyar lira civarındaki deprem vergilerinin, depreme hazırlık yerine duble yollar ve diğer harcamalar için kullanıldığını söylemişti. Erdoğan da bu yılın Ocak ayında yaptığı açıklamada, deprem vergilerini “Harcanması gereken yere harcadık” diyordu.

İzmir büyükşehir belediyesini yöneten Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) başta olmak üzere burjuva muhalefet partileri de yönettikleri belediyelerde hükümetin bu politikalarını takip ettiler. Bütün bu dönemde, yöneticiler, inşaat şirketlerinin devasa binalar inşa edip milyarlar kazanması için şehirlerin imar planlarını değiştirdiler ancak depreme hazırlık olarak hiçbir şey yapmadılar.

Depremden sonra çöken binaların bir kısmının çürük raporu olduğunun ortaya çıkması üzerine, hükümet ve CHP’li yetkililer depremin yol açtığı ölümlerden birbirlerini sorumlu tutuyorlar. Gerçekte ise tüm hükümetler ve belediyeler, plansız ve kontrolsüz yapılaşmaya onlarca yıldır göz yumuyorlar. Depremlerdeki can ve mal kaybının başlıca sebebi budur.

Özellikle, yaklaşık 16 milyon insanın yaşadığı İstanbul’da bir deprem felaketi yaklaşıyor. Çok sayıda bilim insanı ve deprem uzmanı, İstanbul’da beklenen en az 7,2 büyüklüğündeki bir depremin yüz binlerce kişinin ölümüne yol açabileceği uyarısında bulunuyorlar. Buna rağmen hükümet ya da CHP’nin yönetimde olduğu büyükşehir belediyesi ciddi bir önlem almıyor.

Dünya çapında yaşanan doğal afetler, kasırgalar, seller ve depremler içinde bulundukları feci yaşam koşulları nedeniyle esas olarak toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfını ve orta sınıfın yoksul kesimlerini vuruyor. Diğer tarafta ise, bir avuç ayrıcalıklı milyarder ve multi-milyoner, servet içinde yüzüyor ve kale gibi yıkılmaz evlerde yaşıyor.

Deprem bilimci, Jeofizik Yüksek Mühendisi Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, bu gerçeği şöyle vurguluyordu: “Yoksulluk ne kadar fazlaysa deprem size o kadar yakındır. Hiçbir ünlünün zenginin enkazdan çıkarıldığını duymadınız, duymayacaksınız. Ana sorun, yoksulluktur.”

Ege Denizi’ndeki depremin yol açtığı önlenebilir ölümler ve yıkım, bir kez daha şunu açıkça ortaya koymuştur: kapitalizm ve onu savunan düzen partileri, halk kitlelerinin doğal afetlerden korkmadan yaşayabileceği bir dünyayı inşa etmenin önündeki başlıca engellerdir.

Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin daha önce açıklamış olduğu gibi, dünya genelinde doğal afet tehdidi altında olan kentleri bilimsel planlama ve en yüksek düzeyde sağlamlık ve yaşanabilirlik kalitesinde yeniden inşa etmek ve tüm insanlara en temel haklarından biri olan güvenli konut hakkını sağlamak için, devasa bir bayındırlık planının hızla hayata geçirilmesi zorunludur. Bu ise siyasi iktidarın işçi sınıfına aktarılması ve küresel ekonomik yaşamın planlanmasına dayanan uluslararası sosyalizm uğruna mücadeleyi gerektirmektedir.

Loading