Pandemi sırasında Almanya’da okulların açılmasına karşı mücadele

Türkiye’deki Güvenli Eğitim İçin Taban Komitesi tarafından 14 Mart tarihinde düzenlenen “Pandemi kontrol altına alınana kadar okullar ve hayati olmayan işyerleri kapatılsın” başlıklı çevrimiçi toplantıya Almanya'daki Güvenli Eğitim İçin Eylem Komiteleri Ağı'nı temsilen katılan Gregor Link’in konuşmasını aşağıda yayınlıyoruz.

Bana bu toplantıda konuşma imkanı verdiğiniz için çok teşekkürler.

Pandemiye nihayet son vermek için uluslararası işçi sınıfının bağımsız müdahalesinin kesinlikle zorunlu olduğu fikrini destekliyorum.

Başlıca emperyalist güçlerin kapitalist egemen seçkinlerinin tamamen sorumlu olduğu küresel bir felaketle karşı karşıyayız. Egemenlerin politikalarının karakteri neredeyse farksızdır. Hepsi, kârları ve hisse senedi değerlerini işçi sınıfının hayatlarının üzerine koyuyor ve özünde faşist bir strateji olan sürü bağışıklığı ve kitlesel enfeksiyon stratejisini izliyor.

Almanya’da ve daha genel olarak Orta Avrupa’da pandemi, okulları ve alışveriş merkezlerini açma kararının sonucunda yeni bir dalganın ortasında bulunuyor. Bu kez, Aralık-Ocak döneminde meydana gelen kitlesel ölümlerden bile daha kötüsü olabilir.

Bir yıl önce, Almanya, pandemiyle nasıl başa çıkılacağı konusunda uluslararası düzeyde bir rol model olarak övülüyordu. Bu zamanlar eskide kaldı.

Almanya, Türkiye ile aşağı yukarı aynı nüfusa sahip (83 milyon civarı). Sadece Aralık-Ocak döneminde, Avrupa’da her gün 4 bin kişi COVID-19’dan dolayı hayatını kaybederken, aynı dönemde Almanya’da 40 bin kişi öldü. Şu anda nüfusun sadece yüzde 3,1’i aşıyla bağışıklık kazanmış durumda ve B117 denilen daha tehlikeli koronavirüs türü serbestçe yayılıyor. Bu tür artık tüm yeni vakaların yüzde 55’ini oluşturuyor.

Bütün ciddi virologlar ve epidemiyoloji uzmanları, bir felaket öngörüsünde bulunuyor. Örneğin, Melanie Brinkmann adlı virolog, kısıtlamaların kaldırılması halinde, yıl sonuna kadar 60 yaş altı 180 bin insanın öleceğini söyledi. Eğer yaşlılar aşılanmadan ve korunmasız kalmaya devam ederse ve sağlık sistemi yeniden tam kapasiteye ulaşırsa, ölüm sayısı yalnızca Almanya’da milyonları bulabilir.

Üstelik bilim insanları, yaygın test kapasitelerinin bulunmadığı koşullarda alışveriş merkezlerinin, okulların ve kreşlerin kapalı kalması gerektiği konusunda hemfikirler.

Ancak Alman ve Avrupa burjuvazisi adına, açıkça sağcılardan sahte solcu olanlara kadar tüm meclis partileri, “kârlar hayatlardan önce gelir” biçimindeki ölüm saçan bir gündemi dayatıyor. Sosyalist Eşitlik Partisi’nin “ölüm politikası” olarak adlandırdığı bu politika, hayati olmayan sanayinin ve ticaretin gerçekten kapatılmasının her koşulda reddedilmesi gerektiğini savunmaktadır.

Pandeminin başından beri, işçiler tehlikeli işyerlerine gitmeye zorlanıyorlar. Almanya’da, büyük bankalar ve şirketler, bilançolarını istikrara kavuşturmak için federal hükümetten ve Avrupa Merkez Bankası’ndan milyarlarca fon almış olmasına rağmen, ülkede hiçbir zaman tek bir sektör kapanmadı.

Şimdi, sağlık makamlarının işyerlerinin hastalığın yayılmasındaki rolünü kabul etmediği koşullarda COVID-19, fabrikaları ve kamu kuruluşlarını kasıp kavururken, şirketler ve hükümet, perakende, imalat ve sanayi hizmetleri gibi alanlarda milyonlarca işi ortadan kaldırmayı planlıyor.

Ancak bu kitlesel ölüm, yoksulluk ve hastalık biçimindeki kapitalist programa karşı muhalefet büyüyor. Avrupa’nın en büyük havalimanlarından biri olan Frankfurt Havalimanı’ndaki WISAG şirketinin işçileri, geçtiğimiz kış yüzlerce kişinin işten çıkarılmasına karşı iki aydır mücadele ediyor. Ana akım medya ve büyük sendikalar tarafından tamamen kaderlerine terk edilen ve görmezden gelinen işçiler, bir süre açlık grevine gittiler.

Bu mücadele, daha geniş bir hareket biçiminde gelişmeye başlıyor. İşçiler, “Bugün biz, yarın siz” sloganını yükseltiyor. Temizlik ve diğer havalimanı işçileri arasında destek büyüyor ve Sosyalist Eşitlik Partisi, bu mücadeleyi öğrencilere, öğretmenlere ve diğer sektörlerdeki işçilere genişletmeye çalışıyor. WSWS’nin konuyla ilgili haberleri giderek daha geniş bir kitleye ulaşıyor ve Berlin’den, Britanya’dan ve Türkiye’den WISAG işçilerine destek mesajları geliyor. Açlık grevine giden WISAG işçilerinin büyük kısmı Türkiye kökenliydi. Komitenizin dayanışma mesajı WISAG işçilerinin son toplantısında okundu. Bu mesaj işçiler arasında büyük bir yankı uyandırdı ve yaygın biçimde dağıtıldı.

Almanya’da, işçi sınıfının direnişini örgütlemek amacıyla Güvenli İşyerleri İçin Eylem Komiteleri Ağı kuruldu. Kısa süre önce yaptığı açıklamadan şu alıntıyı yapmak istiyorum:

Emeğimiz aylarca pandeminin en olumsuz koşulları altında şirket kârlarını yarattıktan sonra, şimdi birçoğumuz sokağa atılacak. Neredeyse tüm şirketler, uzun zamandır planlanan önlemleri ve işlere, ücretlere, emeklilik haklarına ve çalışma koşullarına yönelik saldırıları hayata geçirmek için pandeminin korkunç sonuçlarından yararlanıyor. Yeni toplu işten çıkarma duyurusunun olmadığı tek bir gün bile geçmiyor.

Biz, işte buna karşı direniş örgütlüyoruz. Şirketlerde eş yönetici işlevi gören ve rasyonalizasyon önlemleri, kesinti ve işten çıkarmaları “rekabetçilik” adına destekleyen sendikalara ve bunların iş konseyi temsilcilerine karşı çıkıyoruz. İşten çıkarmaları dayatmak için işçilerle bire bir toplantılar düzenleyerek baskı yapan iş konseylerinin mafya benzeri yapılarını ve entrikalarını ifşa ediyoruz.

İşçileri bölmek için onları karşı karşıya getiren her türden milliyetçiliği ve “konum politikası” denilen şeyi reddediyoruz. Biz, uluslararası dayanışma ve küresel bir strateji uğruna mücadele ediyoruz. Ne koronavirüs ne de şirketlerin sosyal saldırıları ulusal sınır tanıyor. İşçiler her yerde birlikte çözülebilecek olan aynı sorunlarla karşı karşıyalar.

Açıklama ardından uluslararası ölçekte işçilerin birleşik muhalefetinin temeli olması gereken aşağıdaki talepleri gündeme getiriyor:

  • Pandemi kontrol altına alınana kadar hayati olmayan tüm üretim derhal durdurulsun! Bundan etkilenecek tüm işçilere tam maaş!
  • Gıda ve tıbbi malzeme üreticileri gibi hayati işyerlerinde, halk sağlığı ve bulaşıcı hastalık uzmanlarıyla istişare halindeki sağlık ve iş güvenliği komitelerinin denetleyeceği gerçek ve etkili güvenlik önlemleri uygulanmalıdır.
  • Pandeminin farklı işyerlerinde yayılmasının doğru, ayrıntılı ve kapsamlı bir resmini elde etmek ve işçilerin buna göre harekete edebilmeleri için tüm bilgilere erişim talep ediyoruz.
  • Her bir işi savunmak için mücadele ediyoruz ve eğitim, sağlık ve çevre koruma gibi sosyal açıdan önemli alanlarda bir kamu istihdam programı talep ediyoruz!

Yetkililerin yüz yüze sınavları ve dersleri sürdürme ihtiyacı nedeniyle yoğun baskı altında bulunan öğrenciler arasında da çok önemli bir muhalefet var.

Yetkililerin bu politikası, eğitim sendikaları tarafından doğrudan desteklendi. Sendikalar, açıkça, yüz yüze eğitimin güvenli bir şekilde yapılabileceği ve işçi sınıfı çocuklarının “geri kalmaması” (yani öldürücü bir pandeminin ortasında okula gitmesi) gerektiği yalanını öne sürdüler.

Bu politikaya karşı, Şubat ayındaki sınav dönemi öncesindeki haftalarda, özellikle Bavyera’daki işçi sınıfı gençliği tarafından gerçekleştirilen çok sayıda okul grevi oldu. Yüz yüze derslere girmeyi reddeden onlarca sınıf, bu grevlere katıldı. Bu mücadeleler, eyalet yönetimlerini taviz vermeye zorladı, böylece COVID-19 endişeleri gerekçe gösterilerek öğrencilerin evde kalmasına izin verildi.

Daha geçtiğimiz yılın kışında, Bremen’deki öğrenciler –sosyal medya üzerinden bağımsız örgütlenme ve kitlesel iletişim yoluyla– yetkililere, yarı mevcutlu sınıfları ve yoksul öğrencilere teknik materyal yardımı yapmayı kabul ettirdiler.

Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Gençlik ve Öğrenciler, öğrencilerin bu mücadelelerini öğretmenlerin, ebeveynlerin muhalefetiyle ve genel olarak uluslararası işçi sınıfının mücadeleleriyle birleştirmeye çalışıyor. Güvenli Eğitim Eylem Komiteleri Ağı’nın düzenlediği bir toplantıda, katılımcıların kabul ettiği karardan bir alıntı yapmak istiyorum:

Pandemi, uluslararası bir olgudur ve uluslararası bir müdahaleyi gerektirmektedir. Bizler, Yunanistan, Polonya ve Fransa’daki okul grevleri ve protestolarla dayanışmamızı ifade ediyor ve Birleşik Krallık ile ABD’nin birçok şehrinde İş Güvenliği Taban Komiteleri kurulmasını memnuniyetle karşılıyoruz.

Dolayısıyla, okullardaki direniş, işçilerin güvenli işyerleri ve işlerini savunma mücadeleleri ile birleştirilmeli; kapitalizmin kâr mantığına karşı halkın ihtiyaçlarını ve sağlığını savunacak bir genel grev için geniş bir seferberliğin parçası olmalıdır.

Konuşmamı sonlandırırken şunu vurgulamak istiyorum: Bu toplantı, eğitim emekçilerinin, öğrencilerin, ebeveynlerin ve genel olarak işçilerin dünya çapında aynı siyasi görevlerle karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Sendikaların ve sahte solun oynadığı rolün en mahkûm ve teşhir edici yönlerinden biri, işçileri diğer ülkelerdeki sınıf kardeşlerinin karşı karşıya olduğu siyasi durum konusunda kasıtlı olarak bilgilendirmemeleridir. İşçileri birbirinden ayrı tutmak ve onları ulusal yapıların çürümüş ve açıkça korkunç politikalarına tabi kılmak için her türlü çaba gösterildi.

Bu toplantı ise, tamamen farklı bir siyaset türünün bir ifadesidir. Bizler, ebeveynleri, öğretmenleri ve öğrencileri, can çekişmekte olan kapitalizmin dehşetlerine karşı tüm ulusal sınırların ötesinde harekete geçirmeyi hedefliyoruz. Bugün burada bizi dinleyen herkesi, WSWS ve Sosyalist Eşitlik Partisi tarafından ileri sürülen sosyalist analiz ve perspektifi incelemeye ve kapitalizme karşı sosyalist bir dünya mücadelesine katılmaya çağırıyorum.

Loading