Stalin tarafından öldürülen Sovyet askeri lideri ve Sol Muhalefet üyesinin oğlunun II. Dünya Savaşı hatıraları: II. Bölüm

Bu, Yuri Primakov’un 1941-45 Nazi-Sovyet savaşına ilişkin hatıralarından oluşan iki bölümlü bir dizinin ikinci bölümüdür. 1941 yazından 1942’ye kadar olan dönemi kapsayan ilk bölüm burada bulunabilir.

Primakov 1927’de doğdu ve şu anda Moskova’da yaşıyor. Devrimci bir ailede doğan Yuri’nin annesi Maria Dovjik, iç savaşta yer aldı ancak 1922’de Bolşevik Parti’den ayrıldı. Babası Vitali Primakov, 1914’te Bolşeviklere katıldı. Vitali, 19 yaşında Askeri Devrimci Komite’nin üyesi oldu. Komite, Ekim 1917’de Lev Troçki önderliğinde iktidarın ele geçirilmesini örgütledi. Vitali Primakov, iç savaş sırasında Kızıl Ordu’nun önde gelen komutanlarından ve daha sonra da Sol Muhalefet’in üyesi oldu. 1937’de Vitali Primakov, Kızıl Ordu’nun neredeyse tüm liderleriyle birlikte tutuklandı ve idam edildi. Kızıl Ordu liderlerine yönelik toplu katliam, 1937-1938’de hemen hemen bir milyon insanın öldürüldüğü Büyük Terör’ün bir parçasıydı; bunların arasında Bolşevik Parti’nin 1917’deki neredeyse tüm önderliği ve Sovyet Sol Muhalefeti de vardı. Çoğu zaman, devrimcilerin aile üyeleri de ya öldürüldü ya da kamplara gönderildi. Büyük Terör, Nazilerin savaş tehdidi karşısında Sovyet ve uluslararası işçi sınıfını silahsızlandırdı.

Boris Primakov (WSWS medya)

Kızıl Ordu’nun başının kesilmesi, Hitler’i ve Alman ordusu (Wehrmacht) liderliğini SSCB’den ciddi bir direniş beklenemeyeceğine ikna etti. Ama yanılıyorlardı. Stalinizmin suçlarına rağmen, Sovyet halkı Ekim Devrimi’nin zaferlerini faşist karşıdevrime karşı savunmak için ayaklandı ama bunun bedeli çok ağır oldu. Savaşta, tahminen 2 milyonu Yahudi, 3 milyonu Sovyet savaş esiri ve milyonlarca sivil olmak üzere en az 27 milyon Sovyet yurttaşı öldürüldü.

Yuri Primakov’un savaştan sağ çıkması büyük ölçüde şans eseriydi: görme bozukluğu nedeniyle orduya katılamadı ve bunun yerine bir ordu hastanesinde çalıştı. Onun akranı, çoğu sadece çocuk, hemen hemen tüm erkekler askere yazıldı veya partizanlarla birlikte savaştı; büyük çoğunluğu hayatını kaybetti.

Yuri’nin savaşla ilgili anıları eşsiz bir belgedir. Anılar, Nazizmin korkunç suçlarını ve aynı zamanda Stalinist bürokrasinin neden olduğu muazzam şaşkınlığı, kafa karışıklığını ve anlamsız ölümleri gösteriyor. Tarihsel netlik adına bazı küçük düzenlemeler yaptık ve son notlar ekledik. Editörün yorumları köşeli parantez içindedir.

1942-43 kışında savaşın gidişatı değişti. Eylül 1942’den Şubat 1943’ün başlarına kadar süren Stalingrad Muharebesi sırasında, tüm savaş boyunca ilk kez Alman Wehrmacht’ın bütün bir ordusunun etrafı çevrildi ve mahvedildi. Bundan sonra Kızıl Ordu, Wehrmacht’ı birbiri ardına geri çekilmelere zorladı ve sonunda Avrupa’ya ilerleyerek Ukrayna, Belarus, Baltık, Polonya, Macaristan ve Almanya’yı faşizmden kurtardı. Mayıs 1945’te Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı sona erdi. Savaştan sonra ise Sovyet toplumu derin bir kriz içinde olmaya devam etti. 1946’daki bir kıtlık, çoğu işçiler olmak üzere yaklaşık 1,5 milyon insanın hayatına mal oldu. Soğuk Savaş başladı. Stalin, 1948’de, bu sefer sadece olmasa da özellikle Yahudi parti üyelerini ve aydınları hedef alan başka bir terör dalgası başlattı. 1950’lerin başlarında ortaya çıkan sosyalist gençlik grupları da kanlı bir şekilde bastırıldı. 1930’ların Büyük Terör’ünden kurtulanların çoğu ya tutuklandı ya da yeniden tutuklandı; aralarında Sol Muhalefet’in çocukları da vardı. Bu yeni baskı ve infaz dalgası ancak Stalin’in 5 Mart 1953’teki ölümüyle sona erdi.

1943

1943’te hipodromdaki sahayı tarla olarak sürdüler. Annemin bazen bir koşu oraya gidip, patatesleri sulayacak ve etraflarındaki toprağı işleyecek zamanı oluyordu. Ben de elimden geldiğince yardım ettim. Bir hava akını başladığında, bir tilki inine [çoğunlukla şarapnele karşı bir sığınak olarak kullanılan yerdeki bir delik] girmeniz gerekiyordu, aksi takdirde uçaksavar mermilerinin şarapnel parçaları tarafından vurulabilirdiniz. 1942’de Moskova’ya sadece birkaç bombardıman düzenlendi. Dünyanın en iyi uçaksavar savunmalarından birine sahiptik. Babamın itibarının iade edilmesinden sonra Kızıl Kazaklar gazilerini tanıdığımda, Moskova’nın varlığını sürdürmesini büyük ölçüde başkentin uçaksavar savunmasını komuta eden General Petr Petroviç Çesnik’e borçlu olduğunu öğrendim.

1943’te çok sayıda yaralı geldi. Acil servisteki tüm koridorlar sedyelerle doluydu. İnsanlar uzun süre koridorda yatmak zorunda kalıyorlardı. Bryansk ormanından partizanları hatırlıyorum. Komutanları “Batya”, yoldaşları gibi açlıktan şişmişti. Uçaklarımız partizanlara silah bırakıyordu ama yiyecek bırakmıyordu. İnsanlar açlıktan ölüyorlardı.

Bir gün Kovpak’ın birliğinden birisi getirildi [Sidar Kovpak liderliğinde ünlü bir partizan birliği; 1941-1944 yılları arasında işgal altındaki Ukrayna ve Belarus’ta Wehrmacht’a karşı savaştılar.]. Bu neşeli, dirençli çocuğu hayatımın sonuna kadar hatırlayacağım. Bana Çernigov’un yerle bir olduğunu, şehrin bir ucundan diğer ucunun görülebildiğini söylemişti. Almanlarla kendi yöntemleriyle savaşıyorlardı. Alman konvoylarına pusudan saldırıyorlardı, Almanlar da taktiklerinin önerdiği gibi zincir oluşturuyorlardı ve sonra partizanlar başka bir yere geçerek aniden tekrar saldırıyorlardı.

Belarus SSC topraklarındaki partizanlar

Bazen geceleri, her biri dört sedyeyle yaralı taşıyan otobüsler birbiri ardına gelirdi. Kış aylarında daha zordu, ekipman çok ağırdı ve bazı partizanlar alçıdaydı.

Sovyet partizanları için bir eğitim okulu

Kızıl Ordu askerleri ve komutanları arasında her ulustan insan vardı. Çok uluslu ülkemizin tüm halklarının birliğinin ne kadar güçlü ve güzel olabileceğine kendimi ikna etmek için harika bir fırsatım olmuştu. Korkunç acılar çeken, aç ve bitkin düşen insanlar, cesurca yerlerini korumakla kalmadılar, bütün gece ağır sedyeler taşıyan yorgun uçaksavar işçilerini de cesaretlendirdiler. Bir gece annem ağlıyordu. Bu çok nadir olurdu. Acil serviste bir asker tetanostan ölüyordu. Bu korkunç bir ölüm şeklidir. Annemin kardeşi, 535. Piyade Alayı Komiseri Naum Dovjik de aynı şekilde ölmüştü. [Sovyet-Polonya savaşı sırasında] Beyaz Polonyalılarla yapılan savaşta yaralanmış ve 1920’de Jmerinka tren istasyonunun yakınında ölmüştü. Orada bir toplu mezara gömülmüştü.

Bazı askerler Rusçayı çat pat konuşuyorlardı ama mükemmel bir şekilde savaşıyorlardı. Bir gün annem hastanede kaldığı odaya geldi; oldukça heyecanlıydı. Belarus’tan bazı partizanlar getirmişlerdi. Annem yaşlı bir kadına neden partizanlara katıldığını sordu. Kadın şöyle cevapladı: “Nasıl onlara katılmayayım? Almanlar bütün ailemi gözlerimin önünde vurdu. Ben kendimi zar zor kurtardım.”

Ayrıca kuşatma altındaki Leningrad’dan [11] da bazı insanlar getirmişlerdi. Onlara kilo aldırmaya çalıştık ama kadınlardan ikisi açlıktan öldü. Yastıklarının altına gizlenmiş küçük ekmek parçaları bulduk. Korkunç kuşatma alışkanlığı galip gelmişti.

Doktorlar Amerikan ilaçları aldıklarına memnundular. Amerikan penisilini milyonlarca hayat kurtardı. O zamanlar SSCB’de onu nasıl üreteceğimizi bilmiyorduk. Yara bantları da Amerikan’dı.

Genç Leningradlı sanatçı Arkadi Raikin’in Moskova’daki ilk konserini hatırlıyorum [12]. Raikin, cephe gerisindeki rüşvetçilerle ve korkaklarla dalga geçmiş, abluka sırasında Leningrad’ın aç nüfusunun yiyecek tayınlarının bir kısmını cepheye verdiğini hatırlatmıştı. Konser salonu bir anda sessizliğe büründü.

Ayrıca Büyük Egemen (Velikii gosudar’) adlı oyunu da hatırlıyorum. Bu, Korkunç İvan ve opriçnina’nın [Korkunç İvan yönetimindeki Rus soylularının, Boyarların, kitlesel baskı politikası] ilk defa itibarının iade edilişiydi. Meğerse eski Rusları kurtaranlar onlarmış. Yermak’ın elçisi İvan Koltso [13] ise sadece çarın arzusunu yerine getiriyormuş. [Korkunç] IV. İvan’ın saltanatını çocukluk yıllarımdan çok farklı anlamıştım. Memleketim Veliki Novgorod’da, Rus bin yılının onuruna dikilen anıtta çarın resmi olmadığını biliyordum. Özgür şehri kana bulamış ve düşmanlarından çok kendi halkını öldürmüştü. Onun yönetiminden sonra ülke o kadar zayıflamıştı ki, haydutlar ve müdahaleciler için kolay bir av haline gelmişti. Ve şimdi bu inanılmaz dönüşüm... Çarın barbarca eylemlerinin ve kaybedilen savaşların hepsinin hayırlısı için olduğu ortaya çıktı. Bunu herkes anlamamıştı sadece. Askerlik ve yurtseverlik temalı filmler, Çarlık dönemindeki Rusya’nın askeri gücünü giderek daha fazla vurgular oldu. Gazeteler, anayurdun tüm savunucularının kahramanca eylemlerini yazdı.

İnsanlar Sivastopol yakınlarındaki olağanüstü kadın keskin nişancı Lyudmila Pavliçenko, Piyade Er Nikolay Pasar ve kahraman denizaltıcılar Lunin ve Fisanoviç’in isimlerini akıllarında tuttu. Milislere katılan ve düzenli ordu askerleriyle birlikte Kafkasya’yı savunan Kazakistanlı askerler ve dağlıların metaneti vurgulandı. Herkes Konstantin Simonov’un şiirlerini ve İlya Ehrenburg’un makalelerini okuyordu. Kiosklar [gazete bayileri] The British Ally dergisini satıyordu ve Britanya’nın nasıl yaşayıp savaştığını öğreniyorduk.

Her yerde uzun ekmek kuyrukları vardı. Okulda hâlâ her şeyden önce tarih ve edebiyatla ilgileniyordum. Onuncu sınıfta Fransa-Prusya savaşı [1870-71] hakkında bir sunum yaptım, Friedrich Engels’in makalelerini ve Bismarck’ın anılarını okudum. Kızıl Meydan’ın yakınında Tarih Müzesi’nin kütüphanesi vardı. Bazen Puşkin Müzesi’ne giderdim. Boş salonda Albrecht Dürer tarafından yapılmış bereli genç portresinin önünde saatlerce durur ve onunla konuşurdum. Zeki ve kibar Almanların nasıl olup da Hitler’e inanmaya başladığını ve bu kadar acımasız barbarlar haline geldiğini anlamaya çalıştım. 1943 sonbaharında 10. sınıfı bitirdim, 16 yaşıma girmiştim. Yaralıları sedyelerle taşımaktan miyobum iyileşmemişti. Orduya uygun değildim.

Moskova Devlet Üniversitesi’nde [Rusya’nın en saygın üniversitesi] tarih bölümüne kaydolmak istedim ama annem kesin bir şekilde dedi ki:

— Kabul edildiğin gibi seni tutuklayabilirler. Teknik bilimler enstitüsünü dene.

Moskova Oto Mekanik Enstitüsü’ne gitmeye başladım. Annem savaştan önce doktor olarak çalıştığı Mosfilm’e [Sovyetler Birliği’nin başlıca devlet film yapım şirketi] geri dönemezdi. Annemi devrim öncesinde Çernigov’da yeraltından tanıyan film stüdyosunun yöneticisi Sonya Sokolovskaya çoktan tutuklanmıştı. Moskova’nın eteklerinde bir kışlaya taşındık. İlk yıl iyi bir öğrenci değildim. Matematikte ya da fizikte iyi değildim. Sonra yavaş yavaş alıştım ve kendimi geliştirdim. Savaş sırasında teknik enstitülerden kimseyi orduya almıyorlardı. Savaş gazileri görev gereği kabul edilmeye başlandı. Ülke savaşı kazanıyordu ve geleceğini düşünmeye başlamıştı. 1944’te Volokolamsk Bölgesi’ndeki Moskova Nehri üzerindeki bir barajı restore eden öğrenci biriminin parçasıydım. Köylerdeki bütün kulübeler yeniydi.

Volokolamsk’ın kurtarılmasından sonra istihkâm erleri tarafından inşa edilmişlerdi. Köylerde çok az inek vardı. Savaş sona ermek üzereydi. Tatarların, Rumların, Bulgarların ve Karayların Kırım’dan çıkarıldığına dair söylentiler vardı; hepsi hainmiş. Ve bazı cumhuriyetler[’in nüfusları] Kafkasya’dan sürülmüştü; hepsi de hainmiş. Ve Kalmıklar da sürülmüştü. Ve Vlasovitler [Nazi işbirlikçilerine dönüşen Sovyet döneklerinden oluşan bir ordu] bize karşı savaşıyordu.

Birliklerimiz düşman topraklarında savaşmaya başladı. Lisede Almanca okumuştum ama enstitüde İngilizceye geçtim. Öyle gerekmişti. Demircilik ve kaynakla ilgili pek çok konuda [Rusça] ders kitabımız yoktu ancak yeni Amerikan dergileri vardı.

Bir ZIS limuzini üzerinde pratik yapıyorduk. Düşman imajı yavaş yavaş değişiyordu. Gazeteler sürekli olarak askerler ve subaylar arasındaki Alman anti-faşist komitelerine yer veriyordu. Bu komiteler ve ittifaklar cephede propaganda yaparak Almanları faşistlerden sürekli olarak ayırdılar. Bu, ordunun başarılı operasyonları için olduğu kadar ülke halkları arasındaki kin duygusunun azalması için de çok önemliydi. Almanlar ve müttefikleri tarafından işlenen korkunç suçlar hakkında sürekli raporlar duyuyorduk. Birliklerimiz Batı cephesinde ilerlerken, yeni, korkunç sırlar gün ışığına çıktı. Örneğin, Ağustos 1943’teki Harkov savaş suçları davası, Kerç çukurunun kasaplarının, Alman askerlerinin odaya ihtiyaçları olması nedeniyle için tüberküloz kliniğindeki çocukları vurduğunu ortaya çıkardı. 200’den fazla çocuk öldürülmüştü. Öldürülen en küçük kız çocuğu 4 yaşındaydı. Harkov’da bu çocukların Rus [Vlasovit işbirlikçileri] ve Alman kasapları aynı darağacına asıldı.

Harkov savaş suçu davasının mahkûm sanıkları darağaçlarında

Kiev futbol takımı “Dinamo”nun kaderini öğrendik. Futbolcular 1941’de esir alınmıştı. Almanlar onları toplama kamplarından bir araya getirip Kiev’deki Alman hava kuvvetlerine karşı bir maç oynamayı önermişlerdi. Ukraynalıların kaybetmesi gerekiyordu; onlar aşağı bir ırktandılar. Açlıktan bitkindiler ve antrenman yapamamışlardı. Maçı kazanmaları durumunda ise ölüm cezası onları bekliyordu. “Dinamo” kazandı ve tüm oyuncular, idam edilen Yahudilerin, Komsomol üyelerinin, partizanların, Kızıl Ordu askerlerinin ve işçilerinin aile üyelerinin -kısacası, şefkatli komşularının işgalcilere sattığı herkesin- çoktan yattığı Babi Yar toplu mezarında vuruldu. [14]

1943’te annemin erkek kardeşleri Samuil ve Grigori’nin (Girşa) aileleri tahliyeden döndüler. 1941 sonbaharında Girşa dayım Moskova savunma milislerine katılmıştı. Onlara silah, teçhizat, harita verilmedi veya kimse komutanlarına düşmanın nerede olduğunu söylemedi. Alman tankları evrak çantalı ve bavullu bu sivil kalabalığı gördüklerinde, bunun müthiş Moskova askeri gücü olduğunun farkında değillerdi. Milisler tankları geçerken görünce hızlıca ormana çekildiler. Uzun bir süre Moskova yakınlarındaki ormanlarda dolaşarak tarlalarda ne bulurlarsa onları yediler. Halkımıza ulaştıklarında Girşa Dayı ülser olmuştu. Artık orduya uygun değildi.

1941’de amcam Vladimir Markoviç Primakov, Moskova yakınlarında milis üyesi olarak öldü. Kardeşi idam edildikten sonra albaylıktan er rütbesine indirilmişti. Savaştan ve 1937 yılından önce, Vladimir Markoviç uçaklar için jet motorlarının geliştirilmesi üzerinde çalışıyordu.

Babamın diğer kardeşi, Moskova Devlet Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Boris, 1937’de tutuklandı. Kamplardan cepheye gönüllü olarak gitti. 1943’te öldü.

Sokaklarda sivil giyimli bir adam görmek nadirdi. Fabrikaların çoğu tahliye edilmişti ancak Stalin fabrikası (daha sonra Lihaçev otomobil fabrikası olarak adlandırıldı) Moskova’da çalışmaya ve cephe için üretmeye devam etti. Biz Oto Mekanik Enstitüsü öğrencileri orada eğitim görüyorduk ve Katyuşa roketleri için kovanları, makineli tüfekleri vb. nasıl ürettiklerini gördük. İnsanlar yeni yaşam biçimine ve yeni düşünce biçimlerine alışıyorlardı. Müttefik orduları arasında esas gücün biz olduğumuzu ve zaferlerimizin savaşın sonucu için belirleyici olduğunu kanıksıyorlardı.

Savaşın sonu

Savaş sona erdi. Müttefikler, Fransız halkının ayaklanmasının yardımıyla Paris’i kurtardı. Birliklerimiz Polonya topraklarından sonra Almanya topraklarında savaşıyorlardı. İtalya, Finlandiya, Macaristan, Bulgaristan ve ardından Romanya savaştan çekildi. Gittikçe daha az düşman kalmıştı. Moskova sokaklarında artık hepsi güzel üniformalar giymiş Kanadalı subayları, Amerikalı pilotları ve Polonyalı subayları görebiliyordunuz. Askerlerimiz ve subaylarımız apoletlere alışıyorlardı. Başlangıçta, onları giymemeye çalışmıştılar. Bu, apoletlerin düşmanın işareti olduğu iç savaş zamanlarını hatırlatıyordu. Karnelerimiz için aldığımız yiyecekler daha iyi hale geldi. Bir paltom, askeri botlarım ve kıyafetlerim vardı. Dedem hepsini pazardan almıştı. Savaş sırasında başka kıyafet giyemezdim. Sivil giysiler üretilmiyordu.

Ve sonra Berlin için muharebe başladı. Müttefikler Ren Nehri’ni geçtiler. Macaristan ve Yugoslavya’daki muharebeler sona erdi. Sonunda Mayıs oldu. Savaş bitmişti. Kızıl Meydan’da kitleler kutlama yapıyor, herkes birbirine sarılıp öpüşüyor ve insanlar askerleri havaya fırlatıyordu. [Lenin] mozolesinden çok uzakta olmayan, üniformalı ağır bir Amerikalı havaya fırlatıldı. Yeşil tulumlu ve kızıl yıldız pelerinli Yugoslav partizanları sokaklarda yürüyordu. Bütün Batı ülkelerinde komünistler veya sempatizan partiler iktidara geldi. Hitler yok edilmişti.

Kremlin’in üzerinde, balonlarla yükseltilmiş bir Stalin portresi spot ışığıyla aydınlatılıyordu. Her zamanki havai fişekler patlıyordu, Orel’in kurtuluşundan beri onlara alışmıştık. O zaman, 1943’te Moskova’da ilk havai fişekler fırlatılmıştı. Faşist ülkeler bloğu ile savaş, Müttefiklerin zaferiyle sonuçlanmıştı. Hâlâ uluslararası toplumun merkezindeydik.

Marksizm-Leninizm hakkındaki derslerde Morgan-Weismancıların verdikleri zarar hakkında ders aldık. [Thomas Morgan ve August Weismann, tüm genetik bilimleri çalışmaları gibi, 1930’dan itibaren Stalin tarafından desteklenen sözde bilimci Lisenko tarafından karalanan ve reddedilen ünlü genetikçilerdi.] Sonra Stalin yoldaşın dilbilimsel sorunlara katkılarını duyduk. Yavaş yavaş, eski, savaş öncesi zamanlar geri döndü. Bazı şeyler değişmişti. Artık Rus Ortodoks Kilisesi’ne izin veriliyordu ve bazen sokaklarda kıyafetleriyle yürüyen rahipleri görebiliyorduk. Bu duruma kimse şaşırmamıştı. Demiryolu milisleri eski jandarmaların üniformasını giyiyor, örgülü kordonlar ve kılıçlar takıyorlardı. Bazı fakültelerde öğrencilere de üniforma verilmişti. Zafer ülkede değişiklikler getirdi. Bazen tramvayda askerlerin birbirleriyle Almanca konuştuklarını duyabiliyordunuz.

Zafer geçit törenlerinden sonra Stalin radyoya çıktı. Konuşmasında bir konuda hakkında daha hassastı. Artık onunla arkadaş ya da kardeş değildik; makinedeki basit Sovyet çarklarıydık. Filmler ve radyo, zaferde merkezi rolü oynayanların Rus halkı [yani Sovyetler Birliği’ni oluşturan tüm farklı etnik gruplar ve milliyetler değil, yalnızca Ruslar] olduğunu giderek daha fazla öne sürdü. Diğer halklar sadece onlara yardım etmişti. Bu, insanlar arasında nefret tohumları ekmenin başlangıcıydı. Hükümet, iyi insanların işgal altındaki topraklarda yaşamadıklarını, esir alınmadıklarını iddia etti. Bu politika, ulusal sorunun en büyük uzmanı olan, Komünist Partinin Genel Sekreteri Stalin yoldaş tarafından ortaya atıldığından, hiçbir şüpheye yer bırakmıyordu. Yine de Sovyet amblemi hâlâ “Bütün ülkelerin proleterleri, birleşin!” sözlerinin yazılı olduğu şeritler taşıyordu. İnsanlar yavaş yavaş yeni yaşam tarzına alışmaya başlamıştı.

Avrupa’yla yakınlaştık, Avrupa filmlerine alıştık ve Almanları yakaladık. Önümüzde Japonya’yla, Ukrayna ve Baltıklardaki isyancılarla savaş vardı [15]. Sovyet savaş esirleri Alman kamplarından bizim kamplarımıza gönderildi [16].

Yoldaşım Saşa Orlov bana bununla ilgili bir hikâye anlatmıştı. Bir gün onunla sinemaya gittik ve İtalyan filmi “Roma, Açık Şehir”i izledik. Her zaman katı ve çekingen olan Saşa, filmde Gestapo [Alman gizli polisi] tarafından işkence sahneleri gösterildiğinde bambaşka birine dönüştü. Dışarı çıktığımızda etrafa bakındı ve şöyle dedi:

— Ben ordaydım. Gösterilenlerin hepsi doğru.

Ve bana hikâyesini anlattı. Okulda Almancası iyiydi, bir atletti ve savaştan önce NKVD’nin paraşütçü tümenine katılmıştı. 1942’deki geri çekilmemiz sırasında, o ve taburu, düşman hatlarının arkasındaki partizan operasyonları için Don Nehri yakınındaymış. Ancak haritacı bir hata yapmış ve onları Alman askerlerin siperine atmış. Çoğu hemen öldürülmüş ancak hayatta kalan askerler ve komutanlar sazlıklara girmiş. Birkaç gün boyunca makineli tüfekleri, topları ve havanları olan Almanlara karşı direnmişler. Paraşütçülerin sadece makineli tüfekleri ve bıçakları varmış. Sonunda yakalanmışlar. Saşa bacağından yaralanmış ve yürüyemeyenlerin gardiyanlar tarafından vurulması nedeniyle yoldaşları onu kampa kadar taşımışlar. Bilinci yerine gelip bacağı iyileşmeye başlayınca Ukrayna’daki kamptan kaçmış. Kampları Macar askerleri tarafından korunuyormuş. Bir gece gardiyan Rusça şunları söylemiş: “Ben de son savaşta [I. Dünya Savaşı’nda] Rusya’da yakalanmıştım. Kaçın, ateş etmeyeceğim.” Saşa ile birkaç kişi daha kaçmışlar. Bir süre sonra Ukrayna polisi onları yakalayıp vahşice dövmüş (Gestapo bile beni o kadar kötü dövmezdi, demişti Saşa) ve Almanlara teslim etmiş.

Almanya’ya giden trende, o ve yoldaşı vagon tabanını kırmış ve raylara inmiş. Tren onlara çarpmamış ve Saşa ile arkadaşı kendilerini Almanya’da bulmuşlar. Birkaç polisi öldürmüşler, onların üniformalarını giymişler ve yiyecek çalmaya başlamışlar; neyse ki Almanlar kapılarda kilit kullanmıyormuş. Aramalar çok sıklaştığında, Saşa ve arkadaşı polise teslim olmak için karakola gitmişler. Onlara çok iyi davranılmış. Saşa ve yoldaşı trenin arkasına düştüklerini söylemişler; polis onların işinin kaçmak, kendi işinin ise onları yakalamak olduğunu söylemiş ve kaçakları kampa göndermiş. Sonunda bir çimento fabrikasında çalışmaya zorlandıkları bir toplama kampına gitmişler. İşleri ellerinden geldiğince sabote ediyorlarmış, cezalandırılmışlar ve 1944’te Almanların savunma sistemi olan Atlantik Duvarı’nı güçlendirmek için Fransa’ya gönderilmişler. Müttefiklerin çıkarması onları tutsaklıktan kurtarmış. Saşa Amerikan ordusuna katılmış. Dil konusunda hiçbir sorun yaşamamış. Bölük, Rus yerlileri tarafından yönetiliyormuş. Bölük komutanı Minskliymiş ve tüm komutlar Rusça veriliyormuş. Almanya’ya doğru ilerlemişler. Amerikalılar askerlerini çok iyi besleyip onlara iyi bakıyorlarmış. Almanlar bir şehirde ateş açtığında, Amerikalılar birliklerini hemen geri çekmiş, hava kuvvetlerini çağırmış ve şehri yerle bir etmişler. Ardından tanklar ilerlemeye öncülük etmiş ve piyadeler kamyonları takip etmiş. Saşa sadece sigara içiyor, aracın yan tarafından bir zamanlar şehir olan şeye bakıyormuş.

Ardından, 1944’ün sonlarına doğru Alman direnişi yoğunlaşmış ve taarruz durmuş. Komutanlarımızın temsilcileri onlara gelmiş ve eski Sovyet askerlerinin eve dönmelerini önermiş. Amerikalılar askerleri eski savaş esirlerinin SSCB’de kamplara konulduğu konusunda uyarmışlar. Saşa geri dönüp hapsedilmiş ancak kamp gardiyanlarından biri kendisinin eski paraşütçü tümeninin önceki bir komiseriymiş. Saşa’ya kefil olmş ve Saşa tekrar Sovyet ordusuna alınmış. Saşa savaşı Almanya’da bitirmişti. Terhis edilerek enstitümüze kabul edildi. 1947’nin sonlarında Saşa ortadan kayboldu. Daha sonra ona ne oldu, bilmiyorum.

Savaş sona erdi. Önümüzde önderliğimiz ile Müttefikler arasında –İngiltere ve ABD ile– çatışmalar vardı. Önce Fransa’nın kahramanı General de Gaulle kanlı bir cellat oldu, ardından partizan savaşının kahramanı Tito cellat oldu. SSCB’nin siyasi yalnızlığı hızla geri getirilmişti. Önümüzde, yabancı olan her şeye “tapınma”ya karşı mücadelede kampanyalar vardı. Yabancı dillerde okumak yasaklandı. Bilim ve teknolojide Rus tarafından gerçekleştirilmeyen başarılara yönelik herhangi bir övgü de yasaktı. İyi olan her şey yalnızca Sovyet-Rus olabilirdi.

Yahudi Anti-Faşist Komitesi’ne karşı kampanyaya ve Doktor Şimelioviç de dahil olmak üzere Komite’nin liderlerinin idamına yumuşak bir geçiş oldu ve Stalin’i zehirlemekle suçlanan doktorlara karşı kampanyaya devam edildi [17]. Ünlü aktör Solomon Mihoels öldürüldü. Savaş kahramanları olarak Stalin’le kıyaslanabilecek olanlara karşı bir mücadele başlatıldı. Mareşal Jukov Odessa bölgesine, Mareşal Rokossovski ise Polonya’ya gönderildi. Bunlar orduda çok sevilip sayılan kişilerdi. Savaş öncesi reçetelere göre eski Stalinist problem çözme yöntemleri yeniden canlandırıldı. Düşman listesi yenilendi. Stalinist politikanın eski öngörülemezliği geri getirildi ve yeni baskılar yönünde beklentiler vardı. Ama en önemli şey elde edilmişti. Faşist güçler bloğu yıkılmıştı.

1943’te Albert Einstein (ortada) ve Solomon Mihoels (sağda) ile birlikte Sovyet-Yidiş şair Yitzik Pfeffer (solda). Pfeffer ve Miheols, Yahudi Anti-Faşist Komitesi’nin önde gelen üyeleriydi. İkisi de savaştan sonra öldürüldü.

Bitti

Son notlar

[11] Leningrad (eski adıyla Petrograd ve bugünkü adıyla St. Petersburg), Eylül 1941’den Ocak 1944’ün sonlarına kadar kuşatma altındaydı. Kuşatma, modern tarihteki en uzun şehir kuşatmasıdır. 1917 Ekim Devrimi’nin yuvası olan şehri Hitler yok etmeye kararlıydı. Nazilerin 30 milyon Slav’ı açlıktan öldürmeyi amaçlayan “Açlık Planı”nın bir parçası olarak şehir sistematik olarak aç bırakıldı. 1 milyondan fazla insan gıdasızlıktan öldü; bombardımanlarda ve şehri savunmak için yapılan muharebelerde çok daha fazlası öldürüldü.

[12] Arkadi Raikin (1911-1987), “Sovyet Charlie Chaplin”i olarak görülen, son derece popüler bir Sovyet stand-up komedyeni, oyuncu ve yönetmendi. Kariyerine 1939’da savaştan kısa bir süre önce Leningrad’da başladı ve savaş sırasında Kızıl Ordu için sahne alan birçok Sovyet sanatçısından biriydi.

[13] Çevirmenin notu: Yermak Timofeyeviç, Sibirya’nın Rus Çarlığı için fethini gerçekleştirmiş Kazak Atamanı. İvan Koltso, Yermak’ın subaylarından birisi; Yermak tarafından elçi olarak Çar IV. İvan’a gönderildiğinde, Çar, Sibirya’nın fethi haberi üzerine Yermak’ı “Sibirya Prensi” ilan etmiştir. Yermak ve Koltso, “hırsız” tüccarlardı [“vorovskim”, remeslom”] ve tarihsel olarak yağma ve talan eylemlerinde bulunmuşlardı. Kaynak: Wikipedia.

[14] 29-30 Eylül 1941’de Naziler, Sovyetler Birliği’nin istilası sırasında meydana gelen en büyük Yahudi karşıtı katliamlardan birini gerçekleştirdi. Katliam, 33.771 kişinin öldürüldüğü Babi Yar vadisinde yapıldı. Daha sonraki katliamlarda bu infaz yerinde, Komünist Parti üyeleri, direniş savaşçıları, Sovyet savaş esirleri, Sinti ve Romanlar öldürüldü. Nazi işgali sırasında Babi Yar’da toplam 100.000 ila 150.000 kişinin gömüldüğü tahmin ediliyor.

[15] Ukrayna ve Baltıklarda, savaş sırasında Nazilerle işbirliği yapan milliyetçi partizanlar ve Ukrayna İsyan Ordusu (UPA), savaş sonrasında Kızıl Ordu’ya karşı ayaklanmalara ve gerilla savaşına giriştiler. Soğuk Savaş sırasında her ikisi de emperyalist güçler tarafından desteklendi. Ukrayna’da UPA 1953’te ezildi; Baltık’ta Kızıl Ordu, isyanı 1956’ya kadar tamamen bastıramadı.

[16] Naziler, savaş sırasında 6 milyondan fazla Sovyet askerini esir aldı. Tahminen 3 ila 3,5 milyonu aç kaldı ve ölümüne çalıştırıldı. Bunlardan iki milyonu, 1941 yazının sonları ile 1942 baharı arasında, Nazilerin 30 milyon Slav’ı yok etmeyi amaçlayan “Açlık Planı”nın bir parçası olarak açlıktan öldü. Hayatta kalanlar sonunda Nazi savaş seferberliği için çalışmaya zorlandı. Savaştan sonra Sovyetler Birliği’ne dönen Sovyet savaş esirlerine Stalinist bürokrasi tarafından “hain” muamelesi yapıldı. Birçoğu hapsedildi. Hiçbir zaman savaş gazileri olarak tanınmadılar ve gördükleri kötü muamele nedeniyle diğer II. Dünya Savaşı gazilerinden çok daha yüksek ölüm oranlarına maruz kaldılar.

[17] Stalinist bürokrasi, 1948’den itibaren belirgin bir antisemitik karaktere sahip başka bir tasfiye turuna girişti. Yahudi parti üyeleri ve aydınları görevlerinden alındı ve birçoğu hapse atıldı. 1952’de Yahudi Anti-Faşist Komitesi feshedildi ve liderlerinin çoğu tutuklandı, bazıları ise idam edildi. Stalin’i ve diğer Kremlin liderlerini tedavi eden başlıca doktorların Stalin’i zehirlemeye çalışmakla suçlandığı Doktorlar Komplosu, bu yeni terör dalgasının bir parçasıydı. Kurbanlar Stalin’in 5 Mart 1953’teki ölümü nedeniyle serbest bırakılıp idamdan kurtuldular.

Loading