WSWS, Sol Muhalefet üyelerinin çocuklarıyla yaptığı röportajları yayımlıyor

Yuri Primakov ile röportaj

Vitali Primakov

Vitali Markoviç Primakov’un (1897-1937) tek oğlu olan Yuri Primakov, 1927’de doğdu. Vitali Primakov, 1914’te Bolşevik Parti’ye katıldı. Henüz yirmili yaşlarının başındayken, Ekim Devrimi ve İç Savaş’ın bir kahramanı ve daha sonra Sol Muhalefet’in önemli bir üyesi oldu.

Vitali Primakov, 19 yaşındayken, Ekim ayaklanmasını örgütleyen Askeri Devrimci Komite’nin üyesiydi. Primakov, Ekim 1917’de St. Petersburg’daki Kışlık Saray’ın zapt edilmesinde fabrika işçilerinin komutanıydı ve 1918’de efsanevi “Kızıl Kazaklar”ı kurdu. Diğer birçok önde gelen Bolşevik gibi, 1920’lerin başında Sol Muhalefet’e katıldı. 1928’de Stalin’e teslim oldu.

Primakov, diğer önde gelen Sovyet generalleriyle birlikte tutuklandığı 1936 yılına kadar Kızıl Ordu’nun en önemli isimlerinden biri olarak kaldı. 1937’de Primakov ve diğer generaller, sözde “Tuhaçevski Olayı”nda “Sovyet karşıtı Troçkist askeri örgüt”ün bir parçası olmakla suçlandılar ve ardından kurşuna dizildiler. 1955 yılında itibarı iade edildi.

**

WSWS: Bize babanızdan bahseder misiniz?

Yuri Primakov

Yuri Primakov: Babamı tanıyordum ama onu çok sık görmüyordum. Ebeveynlerim ben küçükken boşanmıştılar. Henüz iki aylıkken sepsis* geçirmişim. Düzgün tedavi edilmemişti ve hayatımın sekizinci yılına kadar yaşamla ölüm arasında gidip geldim. Bu yüzden babam beni o yıllarda çoğunlukla bulunduğu Afganistan’a ya da Japonya’ya götürememişti. Ben dokuz yaşındayken de çoktan tutuklanmıştı ve sonunda vuruldu.

Eylül 1917’de Petrograd’a 19 yaşındayken iki vekâletle gelmişti: Biri 13. Piyade Alayı askerlerinden İkinci Soyvet Konferansı’na, diğeri de [Kuzey Ukrayna’daki] Çernigov şehrinin halkından Kurucu Meclis’e. Daha sonra Ekim ayaklanmasını örgütleyen Askeri Devrimci Komite’ye seçildi ve Kışlık Saray’ın zaptında Reçinski Fabrikası birliklerine önderlik etti.

Petrograd’daki İkinci Sovyetler Kongresi’nde [7-9 Kasım 1917] Bolşevik Parti Merkez Komitesi üyeliğine seçildi. Komite üyeleri, Petlyura’nın birlikleriyle savaşabilecek bir askeri bir birlik kurması için onu Ukrayna’ya gönderdiler. [1] O da Harkov’da, sadece Petlyura’nın birliklerini değil, aynı zamanda aralarında Denikin [2] ve Pilsudski’nin de bulunduğu bir dizi Beyaz generali yenen Kızıl Kazakları kurdu. [3]

Daha sonradan, İç Savaş sırasında Primakov’un yanında savaşan Kızıl Kazakların çoğuyla tanıştım. Hepsi İç Savaş sırasında ve sonrasında son derece mütevazı yaşadılar. Parayı umursamıyorlardı ve komünizme gerçekten inanıyorlardı. Kişinin sadece kendi maddi konumunun iyileştirilmesi için değil, insanlığın iyileşmesi için de savaşılması gerektiğine inanıyorlardı.

1935’te Boris Primakov

Bunu, insanları umursamayan ve sadece şirketlerinin borsadaki değeriyle ilgilenen günümüz seçkinleriyle karşılaştırırsanız, o zaman nasıl bir bozulma gerçekleştiğini anlayabilirsiniz.

Ayrıca, Kızıl Ordu’nun başka hiçbir birliğinin Kızıl Kazaklar kadar uluslararası bağı yoktu. Ukrayna, Rusya, Letonya, Almanya ve diğer ülkelerden gelen askerler ile gerçek bir uluslararası orduydu o. Bu yüzden de gerçek bir enternasyonalizm okuluydu. Yani anlayacağınız, Stalin İç Savaşta savaşan Kızıl Ordu liderlerini öldürdüğünde, sadece bu insanları öldürmüyordu, bütün bir nizamı ve kültürü yok ediyordu.

Vitali Primakov

Primakov, hem İç Savaş sırasında hem de sonrasında bir sol komünistti. Sol Muhalefet’in üyesi oldu ve Muhalefet’ten 1928’de Pravda’da bir mektup yayımlayarak ayrıldı. O sırada Afganistan’daydı ve orada, Çin’de ve Doğu’nun diğer ülkelerindeki deneyimlerinin onu bu kararda etkilediğine ve Doğu halklarının dünya devrimine hazır olmadığına ikna ettiğine inanıyorum.[4]

Sol Muhalefet’e gelince, bildiğim kadarıyla, muhaliflerin çoğu İç Savaş’a faal olarak katılmıştı. En ön cephede savaşmışlardı; halkın açlığını ve yoksulluğunu biliyorlardı ve canı gönülden köylülere toprak vermeyi ve işçilerin durumunu iyileştirmeyi istiyorlardı. Artık İç Savaş sona erdikten sonra, ayrıcalıklı bir bürokrasinin ortaya çıktığını gördüler ve buna karşı çıktılar, çünkü uğruna savaştıkları şey bu değildi.

Moskova Şehir Sovyeti’nin bir üyesi olan annem [Maria Dovjik] [5], 1919’dan sonra bu bürokrasinin ortaya çıktığını gördüğü için 1922’de partiden ayrılmıştı. Annem yetenekli bir kemancıydı ve onun Moskova’daki Bolşoy Tiyatrosu orkestrasına katılmasını istediler. Daha sonra bana NEP döneminde [6] tiyatrodaki parti seçkinlerini nasıl gördüğünü anlattı; tıpkı çar döneminde olduğu gibi terziden dikilmiş kıyafetler giymişler. Bu, esasen ortaya çıkan yeni bir sınıftı. Sol Muhalefet bu sosyal ayrıcalıklara karşı çıkmıştı.

Moskova’daki Donskoy Mezarlığı’nda Primakov ve diğer önde gelen Bolşevikler, aydınlar, Komintern üyeleri ve askeri liderlerin gömüldüğü toplu mezar

WSWS: 1930’ları nasıl hatırlıyorsunuz?

Yuri Primakov: Ne annem ne de ben baskı altındaydık. Babamın erkek kardeşi, Vladimir Markoviç partiden atılmıştı. 1941’de II. Dünya Savaşı’nda öldü. Babamın Bolşevik olan diğer kardeşi Boris de tutuklanarak kamplara gönderildi. Savaşa katılmaya gönüllü oldu ve 1943’te öldü. Anneleri Varvara Nikolaevna, en küçük oğlu Evgeni ile yaşadığı Urallara sürgüne gönderildi.

Primakov ve diğer önde gelen Bolşeviklerin, aydınların, Komintern üyelerinin ve askeri liderliğin toplu gömüldüğü yer, Moskova’daki Donskoy Mezarlığı’dır.

1930’lar çok zor zamanlardı. Bunu deneyimlememiş biri için hayal etmesi muhtemelen güçtür. Bir yandan, Sovyet kültürü, sineması ve edebiyatının filizlenmesine sahiptiniz ve Kremlin’in Batı’daki propaganda makinesi de iyi çalışıyordu, bu yüzden oradaki herkes Sovyetler Birliği’nde her şeyin yolunda olduğunu düşünüyordu. Öte yandan, yalnızca Molotov-Ribbentrop Paktı, çalışma kampları, baskılar ve toplu infazlar değil, en kötüsü de yarın hakkında mutlak güvensizlik vardı. Herhangi bir düzenlilik [zakonomernost] yoktu; insanlar bu gece ya da yarın ne olacağını bilemiyorlardı.

Baskılar sırasında öldürülen milyonlarca kişiye ek olarak, onların aile üyeleri ve arkadaşları olan milyonlarca kişinin de etkilendiğini unutmamalısınız. Ve öldürülenler sadece İç Savaş’ın liderleri değillerdi. Ülkenin yaklaşık yarısı Kızıl Ordu’dan geçmişti ve bu liderlerle bağlantısı olan herkes böylece “halk düşmanı” olmuştu.

Mihail Tuhaçevski

Primakov, diğer 250 kişiyle birlikte bir toplu mezara gömüldü; hepsini öylece çukura attılar ve üzerlerine kum döktüler. Bunların yaklaşık 100 ila 150’si Komintern’dendi. Stalin, Komintern’in neredeyse tüm önderliğini öldürmüştü.

İç Savaş’ın öldürülen liderlerinin (Primakov, Tuhaçevski [7], Yakir [8] ve diğerleri) aslında ben 2003’te Moskova’daki Donskoy Mezarlığı’nda mezar taşları yaptırana kadar mezarları bile yoktu. Denikin gibi Beyaz Ordu generalleri de Donskoy Manastırı’nın yanına gömülmüştü. [Donskoy Mezarlığı, aynı isimli manastırın yan tarafında bulunuyor –çev.] Ailemle birlikte babamın mezarını ziyaret etmeye gittiğimde, torunum, Denikin’in heybetli mezarını işaret ederek, “Onların neden bu kadar büyük mezarları var da bizimkilerin yok?” diye sordu. Verecek bir cevabım yoktu.

Onların 1937’de öldürülmeleri Kızıl Ordu’yu en önemli liderlerinden mahrum bıraktı. Tarihte başka nerede bir hükümet büyük bir savaşın arifesinde kendi askeri liderlerini öldürmüş? Hitler, elbette, paktı imzalarken tüm bunları biliyordu ve çok memnundu. Bu onun için bir peri masalı gibiydi.

İona Yakir

Stalin olmasaydı Hitler’in asla iktidara gelemeyeceğine kesinlikle inanıyorum. Ne de olsa Komünistler, Sosyal Demokratlar ve Troçkistler, Nazi Partisi’ne (NSDAP) karşıydılar. Bir birleşik cephe oluştursalardı, Hitler iktidara gelemezdi. Ancak Stalin bunu fiilen engelledi.

Ve sonra Stalin “Yoldaş Hitler” ile [Ağustos 1939’da] Molotov-Ribbentrop Paktı’nı yaptı. Aynı dönemde Aleksandr Nevski filmi ve diğer ağır milliyetçi çağrışımlara sahip filmler ve kitaplar çıktı. [9] Kutuzov [10] ve Suvorov [11] gibi Çarlık generalleri yüceltilirken, İç Savaş kahramanlarından giderek daha az söz ediliyordu.

Ben okula giderken bize hâlâ devrimci şarkılar öğretiyorlardı. Birçoğu Almancaydı, çünkü herkes Almanya’da bir devrim umuyordu. Hâlâ enternasyonalizm ruhuyla yetiştiriliyorduk. Ayrıca okulda Almanca öğrendim ve paktın imzalamasından kısa bir süre sonra, 1939 sonbaharında öğretmenimiz bize şunları söylediğinde şok oldum: “Der Deutsche Führer ist Adolf Hitler und unser Führer ist Genosse Stalin” [“Alman Führer Adolf Hitler’dir ve bizim Führer’imiz Yoldaş Stalin’dir”]

Stalingrad muharebesi sırasında (1941-1943), bir Sovyet anti-faşist komitesi Alman askerleri arasına propaganda broşürleri dağıtıyordu. Bu çok önemiydi. Ancak Kızıl Ordu, Stalingrad’daki muharebeyi kazanıp ilerlemeye başlar başlamaz bu politikadan vazgeçildi. 1943’e kadar milliyetçi propaganda, herkesin Kızıl Ordu’ya katılması ve Sovyetler Birliği’ni savunması için yumuşatılmıştı. Yaklaşan tehlike sona erdiğinde ise propagandayı değiştirdiler ve şimdi sadece “Rusların Almanlara karşı” savaşından söz ediliyordu.

WSWS: Savaşta neler yaşadınız?

Yuri Primakov: 1941’de annemle birlikte [o zamanlar Sovyetler Birliği’nin güneydoğusunda bulunan özerk bir cumhuriyet olan] Başkurdistan’a gittim. 1942’de Moskova’ya geri döndük. Daha sonra tıbbi bir tesiste çalışmaya başladım. Cephede yaralanan bazı askerler bana ne kadar teçhizatsız olduklarını söylediler. Ayrıca Belarus’tan köylü bir kadın olan bir partizanla tanıştım. Ona neden partizan olduğunu sordum ve gözlerinde yaşlarla cevap verdi: “Nasıl onlara katılmayayım? Almanlar bütün ailemi gözlerimin önünde vurdu. Ben kendimi zar zor kurtardım.”

Partizanlar Sovyetler Birliği’nin savunmasında çok önemli bir rol oynadılar. Yine de onlar da pek hazırlıklı ve donanımlı değillerdi. 1930’ların başında Primakov tarafından yönetilen bir partizan okulu vardı. İnsanları partizan savaşlarına hazırlamak için mükemmel kurslar verdiler. 1937’deki Tuhaçevski olayından sonra bu okul feshedildi. Yani kimse bu insanları olacaklara hazırlamıyordu.

Bence Stalin’in yaptığı en kötü şey, sosyalizm ve komünizm fikirlerini itibarsızlaştırmaktı. Diğer ülkelerdeki insanlar SSCB’ye bakıyor ve şöyle düşünüyor: “Eh, Ekim Devrimi bundan mı ibaretti, iktidara ayrıcalıklı insanların [nomenklatura] getirilmesi mi?” Korkarım ki bu deneyim, 21. yüzyılda toplumsal eşitsizliğin çözümünü daha da zorlaştırıyor.

“Neden” sorusu, herhangi bir tarihçi için en önemli sorudur. Stalin’in yaptığı şeyleri neden yaptığını hep merak etmişimdir. Hangi yasalar [zakonomernost] onu yönlendirdi? Mantıksal bir bakış açısından, kararları çoğu zaman anlam ifade etmiyordu ve kendi eylemlerinin sorumluluğunu almaya asla razı değildi. Yaptığı her şey nihayetinde halkın çıkarlarına ve devrimin hedeflerine karşıydı.

Rusya’nın sosyalist bir devrime hazır olmadığını söyleyen Plehanov ve Martov’un nihayetinde haklı olduklarını düşünüyorum. [12] İnsanların psikolojisi önemli bir etmendir ve ne yazık ki çok ama çok yavaş değişir. Ve görünüşe göre, Lenin ve Troçki’nin güvendiği dünya devriminin zamanı henüz gelmemişti.

Beni en çok rahatsız eden şey ise, insanların 20. yüzyıldan ders almamış olmaları. Bu dersler, her şeyden önce, sorunların ancak işbirliği yapılırsa çözüleceğini gösteriyor. SSCB deneyimi, bence, dünyanın her yerindeki insanlar için en önemli derstir.

Tarihi ciddi bir şekilde incelemek ve neden her şeyin bu şekilde olduğunu anlamak çok ama çok zor. Bugünün en önemli görevi tarihsel gerçeği ortaya koymaktır. Rusya’daki insanlar kendi tarihlerini unuttular. Ama tarih kaybolup gitmez. Bir şeylerin daha iyiye gitmesi için tarihin öğrenilmesi gerekiyor.

***

Dipnotlar

* Çevirmenin notu: Vücudun önceden sahip olduğu bir enfeksiyona karşı zincirleme bir tepkiye girmesi sonucu oluşan tıbbi durum. COVID-19 ve Grip (İnfluenza) da dahil olmak üzere her türlü enfeksiyon nedeniyle ortaya çıkabilir. Kaynak: ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC).

[1] Simon Vasiloviç Petlyura (1879-1926), 1918-1920’de Petrograd’daki Sovyet hükümetine ve Beyaz Ordu’ya karşı Ukrayna’nın ulusal bağımsızlığı için mücadele eden Ukraynalı bir milliyetçiydi. 1920’de Pilsudski’nin Polonya’sı ile Sovyet Rusya’ya karşı askeri bir ittifak kurmak için bir anlaşma imzaladı. Ancak Ekim 1920’de Polonya, Sovyet hükümetiyle bir ateşkes anlaşması imzalamak zorunda kaldı. Kasım ayı sonunda Kızıl Ordu, Petlyura’nın Ukrayna ordusunu yendi.

[2] Anton İvanoviç Denikin (1872-1947), Ağustos 1917’de Kornilov’la birlikte Kerenski’nin geçici hükümetine karşı darbeye girişen bir Çarlık generaliydi. Daha sonra İç Savaş’ta Beyaz Ordu’nun başkomutanlarından biri oldu.

[3] Józef Piłsudski (1867-1935), önceden Polonya Sosyalist Partisi’nin önde gelen isimlerinden biriydi, 1918-1922 yılları arasında Polonya devlet başkanı ve 1926-1935 yılları arasında İkinci Polonya Cumhuriyeti’nin diktatörü oldu. Polonya, onun siyasi liderliği altında, Birinci Dünya Savaşı’nda İttifak Devletlerini, yani Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nu destekledi. Daha sonra İç Savaş’ta Batılı güçlerin Sovyet hükümetine karşı mücadelesine öncülük etti.

[4] Vitali Primakov, 1925-26’da Çin’deydi ve burada Çin Ulusal Devrim Ordusu’nun kurulmasına yardım etti. 1927’den 1929’a kadar Afganistan’daydı.

[5] Maria Aronovna Dovjik (1897-1990), Vitali Primakov’un ikinci karısıydı. 1919’dan 1922’ye kadar Bolşevik Parti’nin üyesiydi.

[6] Lenin tarafından başlatılan NEP (Yeni Ekonomi Politikası), 1921’den 1928’e kadar sürdü. Sovyetler Birliği’ndeki geri kalmışlığın ve dünya devriminin gecikmesinin bileşik etkileri, Sovyet hükümetini sanayiyi geliştirmek ve kır ile şehir arasındaki uçsuz bucaksız uçurumu kapatmak için sınırlı piyasa yanlısı önlemler almaya zorladı.

[7] Mihail Nikolayeviç Tuhaçevski (1893-1937), İç Savaş’ın en büyük askeri liderlerinden biriydi. 1925’ten 1928’e kadar Kızıl Ordu’nun başkomutanıydı. 1935’te Sovyetler Birliği’nin mareşali oldu. 1937 yılının Mayıs ayının sonlarında tutuklandı ve sözde “Sovyet Karşıtı Troçkist Askeri Örgüt Davası”nın başlıca sanıklarından biri oldu. Tuhaçevski, Haziran 1937’de vuruldu. 1957’de itibarı iade edildi.

[8] İona Emmanuiloviç Yakir (1896-1937), 1917’den beri Bolşevik Parti’nin üyesiydi ve İç Savaş’ın en cesur askeri komutanlarından biri olarak ün kazanmıştı. 1920’lerde ve 1930’larda Kiev Askeri Bölgesi’nin uzun süre başında bulundu. Bu, Kızıl Ordu’nun en önemli pozisyonlarından biriydi. Haziran 1937’de “Sovyet Karşıtı Troçkist Askeri Örgüt Davası”ndaki duruşmadan sonra vuruldu. İnfazından sonra karısı tutuklandı ve öldürüldü. 14 yaşındaki oğlu da tutuklandı ve yıllarca hapis yattı. Yakir’in itibarı 1957’de iade edildi.

[9] Yönetmen Sergey Ayzenştayn’ın Aleksandr Nevski filmi, Kutsal Roma İmparatorluğu’nun Töton Şövalyelerinin [Antik Roma kaynakları onları bir Alman kavmi olarak kabul etse de konuştukları dil bakımından aslında Keltlere daha yakınlardır ama yine de çoğunlukla bir Alman kavmi olarak kabul edilirler –çev. Bkz. Wikipedia.] 13. yüzyılda Novgorod’u istila girişimini ve Aleksandr Nevski tarafından yenilgiye uğratılmalarını anlatır. Film, ağır bir şekilde Alman karşıtı çağrışımlara sahipti ve Sovyet hükümetinin emriyle çekilmişti. 1939’da Nazi Almanya’sı ile yapılan paktın ardından filmin gösterimi geçici olarak durduruldu. Haziran 1941’de Sovyetler Birliği’ne yapılan faşist saldırıdan sonra gösterimi yeniden başladı ve Nazilerle olan çatışmayı Almanlar ile Ruslar arasında tasvir eden kampanyanın bir parçası oldu.

[10] Mihail İlliarionoviç Golenişev-Kutuzov (1745-1813), 18. yüzyılın sonlarında ve 19. yüzyılın başlarında çarlık ordusunun bir generaliydi. Daha çok Rus-Türk savaşları ve Napolyon Savaşları’ndaki rolüyle hatırlanır. Stalinist rejim en başından beri faşist ordunun saldırısı ile Napolyon’un Rusya’yı istilası arasında bir benzerlik kurduğundan, Kutuzov, Fransız birliklerinin fiilen yenilgiye uğratıldığı Borodino muharebesinin lideri olarak o zamanın en ünlü isimlerinden biriydi.

[11] Aleksandr Vasileviç Suvorov (1729/30-1800), 18. yüzyılda bir Rus generaliydi. Rus-Türk savaşlarında ve 1794’te Polonya ayaklanmasının kanlı bir şekilde bastırılmasında yer aldı.

[12] “Rus Marksizminin babası” ve çok sayıda seçkin Marksist eserin yazarı olan Georgi Valentinoviç Plehanov (1856-1918), 1903’ten beri Menşevikti. O ve yine bir Menşevik olan Julius Martov (1873-1923), ülkenin ekonomik olarak sosyalist bir devrim için “olgun” olmadığını ve önce kapitalist gelişmenin burjuva demokratik aşamadan geçmesi gerektiğini savunarak Rusya’da işçi sınıfı devrimine karşı çıktılar.

26 Şubat 2014

Loading