Batı Karadeniz’deki sel felaketi egemenlerin suçlarını açığa çıkartıyor

Batı Karadeniz’deki Bartın, Kastamonu ve Sinop’ta geçtiğimiz Çarşamba günü yaşanan sel felaketi sonucu dün itibarıyla 74 kişinin öldüğü açıklanırken, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) kayıp ihbarı sayısının 45 olduğunu belirtti.

Türkiye’deki son felaket, ABD’den Almanya ve Belçika’ya, Britanya’dan Çin, Kuzey Kore ve Japonya’ya kadar yüz milyonlarca insanın sellerden etkilendiği koşullarda meydana geliyor. Bu durum, iklim değişikliğine ve kapitalist hükümetlerin canice politikalarına karşı işçi sınıfı önderliğinde küresel olarak koordine edilen bir yanıtın acil gerekliliğini gündeme getiriyor.

Kastamonu’nun Bozkurt ilçesinde sel ve toprak kaymalarında onlarca kişinin hayatını kaybetmesinin ardından yıkılan binalar havadan görüntülendi, 13 Ağustos 2021, Cuma. (İsmail Coşkun/AP aracılığıyla İHA)

Batı Karadeniz’de yaşanan sel felaketi ayrıca Türkiye’de henüz orman yangınlarının tamamen durdurulamadığı koşullarda gerçekleşti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin, özellikle Ege ve Akdeniz bölgelerinde yoğunlaşan orman yangınlarına verdiği yetersiz yanıt toplumsal bir öfkeye yol açmışken, sel felaketinin de ortaya çıkması hükümete yönelik ağır toplumsal eleştirilere neden oldu.

Anadolu Ajansı’nın Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nden aldığı verilere göre, sel felaketinin ortaya çıktığı bazı bölgelerde yıllık ortalamanın çok üstünde yağışlar olduğu bildiriliyor. Bu durum birkaç yönden egemen sınıfın ve onun siyasi temsilcilerinin sorumluluğunu ortaya çıkartıyor.

İlk olarak, aşırı yağışlar ve sel felaketleri, kapitalizmin ürünü olan iklim değişikliğinin doğrudan sonucudur. Son yıllarda ani ve şiddetli yağışlarda yaşanan artış hükümet ve yerel yönetimler tarafından ciddiye alınmadı. Derelerin içinden geçtiği yerleşim yerlerinde hiçbir önlem alınmadı ve bilimsel uyarılara kulak asılmadı.

İkincisi, önlem almak bir yana derelerin taşkın sınırları göz ardı edildi ve bu bölgelerde yüksek yoğunluklu yapılaşmalara izin verildi. Bu konuda Sözcü gazetesine konuşan Emekli Paleosismolog Dr. Ramazan Demirtaş şunları söylüyordu: “400 metrelik vadi tabanı 15-20 metreye düşüyor. Sonra da bu alanlar imara açılıyor. Bunu değiştirdiğiniz zaman akarsuyun akış hızını da değiştiriyorsunuz. Arkadan büyük bir kütle geliyor. Bu kütle dar bir alana girdiği için su yükselmeye başlıyor. Sonra bu gibi felaketler oluyor. Dere yataklarının hiçbir şekilde imara açılamaması lazım.”

Üçüncüsü ise, Karadeniz bölgesinde özellikle Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetleri döneminde yoğunlaşan, özel sektör tarafından yapılan hidroelektrik santrallerin (HES) ve maden sahalarının açılmasının etkisidir. Bölge halkının tepkilerine rağmen maden sahalarının açılması ve HES’lerin yapımı ile ormanlık alanlar ortadan kaldırılmış, dere yatakları değiştirilmiş, bunun sonucunda bölgenin doğal yapısı kapitalistlerin kâr hırsı uğruna tamamen bozulmuştur.

Son olarak, Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün üç gün önceden yetkilileri uyarmış olması, hükümetin umursamazlığını ve sorumluluğunu gözler önüne sermektedir. Dr. Ramazan Demirtaş, buna dair şunları ifade ediyor: “Meteoroloji üzerine düşeni yapmış. Ama bu uyarıdan sonra bir şeylerin devreye girmesi gerekiyor. Vatandaş ne yapacak? 3 gün önceden insanları tahliye etmemiz gerekiyor veya yükseklere çıkarabilirdik, bu can kaybını önleyebilirdik. Meteorolojinin uyarmasıyla olmuyor. Afet öncesi yapılacak planların olması gerekiyor. Ama biz afet olduktan sonra plan yapıyoruz.”

Bilim insanları bu konuları gündeme taşımaya çalışır ve gelecekteki sellere karşı önlem alınması çağrısında bulunurken, Erdoğan hükümeti, daha önce yaşanan olaylarda olduğu gibi dinsel kaderciliğin arkasına sığınarak sorumluluğu üzerinden atmaya çalıştı. Kastamonu’nun Bozkurt ilçesinde sel nedeniyle hayatını kaybeden Fatih Keşaplı’nın cenazesine katılan Erdoğan, ikiyüzlü bir şekilde, “Bunun nerede, nasıl olacağı belli değil. Tıpkı, Fatih kardeşimizde de olduğu gibi,” diye konuştu.

Hükümet, felaketin işçi sınıfı içindeki toplumsal öfkeyi yoğunlaştırmasından korkuyor. Bölgede çok sayıda protesto ile karşılaşan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Bozkurt’ta, milliyetçiliğe başvurup muhalefeti başka yöne çevirmeye çalışarak şu açıklamayı yaptı: “Bu ülke, devlet ve millet hepimizin. Biz burada insanların yaralarını sarmak için çaba sarf ederken ‘acaba ona nasıl bir zarar vereyim’, ‘bunu nasıl bir siyaset malzemesi yapayım’ düşüncesi içinde olanlar var.”

Hükümet, sel felaketinin ardından, koronavirüs pandemisinde yaptığı gibi bir yardım kampanyası başlatarak halka mali destek çağrısı yaptı.

Öte yandan, Evrensel gazetesinde yer alan bir haber, egemenlerin suçlarını ve bu felaketin önlenebilir olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bu habere göre, 2019 yılında Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Su Yönetimi Müdürlüğü tarafından bir rapor yayınlanmış ve taşkın uyarıları yapılmıştı. Bu rapor referans alınarak hazırlanan haritalar, bir taşkın durumunda Bozkurt Meslek Okulu, Bozkurt Belediyesi, Bozkurt Devlet Hastanesi de dahil aradaki tüm yerleşim alanlarının su altında kalacağını gösteriyordu.

İnşaat Mühendisi Umut Deveci, Evrensel’e verdiği demeçte, “Bu haritalar baz alınarak yürütülecek ıslah çalışmaları yapılsa bu felaket çok daha hafif zararlarla atlatılabilirdi,” dedi.

Yerbilimci Prof. Dr. Naci Görür ise sel felaketinin nedenlerini ve önlemlerinin nasıl alınabileceği hakkında şunları ifade etti: “Buralara taşkın ovası denir. Buralar dünyanın en verimli tarım alanlarıdır. Sel suları bu ovalarda sakinleşir. Eğer siz bu sistemi bozarsanız, yani dere ve vadilere ev, HES, baraj, yol vb. yapar, taşkın ovalarını yerleşim alanlarına dönüştürür ve doğal drenaj kapasitesini azaltırsanız, sele neden olur ve onu zapt edemezsiniz.”

Görür, açıklamasını şöyle sürdürüyordu: “Sel ve drene olamayan atmosferik sular heyelanları tetikler. Bitki örtüsünün kesilmesi hem seli hem de heyelanı artırır. Karadeniz’deki drenaj sistemi bilimsel esaslara göre yönetilmeli ve yasalarla denetlenmelidir. Tıpkı deprem gibi, doğal sel ve heyelan afetlerini engelleyemeyebilirsiniz ama minimum zarar verecek düzeyde yönetip önlem alabilirsiniz.”

Bunlarla birlikte, ani sel felaketinin aşırı yağıştan mı, yoksa vadinin yukarısında bulunan HES’in aşırı doluluk nedeni ile kapaklarının açılmış olmasından dolayı mı gerçekleştiği konusu hâlâ açıklığa kavuşmadı. Devlet Su İşleri (DSİ) “Taşkına HES’lerin yol açtığı iddiası gerçeği yansıtmamaktadır” başlıklı bir açıklama yayımlayarak HES’leri ve dolayısıyla onların arkasındaki şirketleri aklamaya çalıştı.

Oysa Bozkurt’taki felaketi yaşayanların aktardıkları bu açıklamayı yalanlıyor. Oyuncu Kaan Sekban’ın Instagram canlı yayınına katılan bölge sakini Kübra Çelik, olay yaşanmadan bir saat önce, HES çalışanlarının vatandaşları ve polisi arayarak patlama olduğunu konusunda uyardıklarını ifade ediyor.

Yaşanan felaketin doğrudan nedeni ister HES’ler, çevre tahribatı isterse de yağış miktarının artması olsun, egemen sınıfın ve onun temsilcilerinin imara açılmaması gereken yerleri imara açması, dere yataklarını daraltması, tüm uyarıları görmezden gelmiş olması, tüm kayıplardan sorumlu olduklarını açıkça ortaya koymaktadır.

Afet sonrası İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile birlikte Kastamonu Bozkurt’a giden Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, acı içinde olan ve yas tutan insanlara bakıp, gelecekteki imar planlarını açıkladı: “Dere güzergâhı üzerinde yıkılmış yapılarımız var. Bu yapıların hızlı bir şekilde, arama kurtarma çalışmalarının bitmesine müteakip yenilerini yaparak, vatandaşlarımızın yarasını en kısa sürede saracağımızı ifade ediyorum.”

Kurum böylece aynı yapılaşma hatalarını sürdüreceklerini, ortaya çıkabilecek yeni sel felaketlerine karşı da somut hiçbir politikaları olmadığını itiraf ediyordu.

Loading