Elisabeth Zimmermann-Modler (1956–2025): Troçkist bir işçi sınıfı savaşçısı

Elisabeth Zimmermann-Modler, yetişkinliğe adım attığı andan itibaren tüm yaşamını daha iyi, sosyalist bir toplumun inşasına adadı. 1975 yılında, 19 yaşındayken, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) Almanya şubesine katıldı ve yaşamı boyunca aktif ve önde gelen bir üye olarak kaldı. 28 Kasım’da, Duisburg’daki dairesinde meydana gelen trajik bir kazanın ardından hayatını kaybetti.

Elisabeth Zimmermann-Modler 2023

Almanya’daki ve uluslararası yoldaşları, herkesin ona seslendiği adıyla “Elli”yi, işçiler ve parti üyeleri arasında Marksizm için yürüttüğü yorulmak bilmez çalışmaları, ilkelere olan sarsılmaz bağlılığı ve insani içtenliğiyle hatırlayacak. Almanya’daki Sosyalist Eşitlik Partisi’ne (Sozialistische Gleichheitspartei, SGP) dünyanın dört bir yanından ulaşan onlarca taziye mesajı da bunu ifade ediyor.

“Dördüncü Enternasyonal’in, sosyalist devrimin dünya partisi olarak inşası için verilen mücadele, Elli için en önemli meseleydi. O, yoldaşlığa önem verir ve yaptığı her şeyde sosyalist enternasyonalizmi somutlaştırırdı,” diye yazıyor Britanya’daki Sosyalist Eşitlik Partisi’nin Ulusal Sekreteri Chris Marsden.

Diğer mektuplarda ise şu ifadelere yer veriliyor:

“İşçi sınıfını iktidara taşıyacak ve kapitalist sistemi yıkacak devrimci partimizi, uluslararası partimizi inşa etmeye hayatını adarken muazzam bir enerji harcadı ve büyük bir ciddiyet gösterdi.”

“İşçi sınıfının yaşam koşulları konusunda derin bir endişe duyuyordu; bu, kaleme aldığı birçok yazıya da yansımıştı.”

Ayrıca şöyle deniliyor:

“Üyelerle kapsamlı tartışmalara her zaman hazırdı; program ve perspektife ilişkin temel sorunların netleştirilmesi için yoğun çaba harcıyor, deneyimlerini paylaşıyordu. O, kendisini ulusal bir şubenin değil de bir dünya partisinin üyesi olarak gören bir kuşağa mensuptu.”

Elli, yalnızca zorlu bir dönemde sosyalizm için mücadele eden bir savaşçı değildi; onun yaşamı aynı zamanda bu dönemin bir aynasıydı. Bir zamanlar onunla birlikte yol alanların çoğu, karşı karşıya kaldıkları siyasal basınçlara dayanamadılar. Elli, DEUK’un tarihine yaslanarak dik durabildi; son 50 yıldaki siyasi değişikliklerin ardında yatan kapitalizmin nesnel krizini Marksist bir bakış açısıyla anlamaya çalıştı.

1956-1974: Çocukluk ve gençlik yılları

Elli, elverişli şartlarda büyümedi. Çocukluğu ve gençliği, Nazilerin suçları ve savaşlarının Alman toplumu ve aileler içinde açtığı iyileşmemiş derin yaralar ve izlerle ve aynı zamanda Adenauer döneminin kasvetli, geri kültürüyle şekillendi.

Elli, 10 Kasım 1956’da dünyaya geldiğinde, annesi Gerda Schmidt 17 yaşında, dönemi için alışılmadık derecede gençti. Gerda, Reichenberg’den (bugünkü Çek Cumhuriyeti) geliyordu; 1945 yılında, altı yaşındayken Batı’ya kaçışa tanıklık etmiş, ardından Nürnberg’de büyümüştü. Gerda’nın babası 1939 ile 1945 yılları arasında savaşta bulunmuş ve Elli’nin daha sonra aktardığına göre, “bu dönemde yaşadığı kuşkusuz travmatik deneyimler hakkında -ne başkalarına yaptıkları ne de kendisinin maruz kaldıkları konusunda- hiçbir zaman konuşmamıştı.”

Elli, biyolojik babasıyla ancak 16 yaşındayken tanıştı. Katolik bir rahip olan babası, ondan çok daha genç olan annesinin din öğretmeniydi. Elli onunla hiçbir zaman bir ilişki geliştirmedi. Babası çocuğunu kabul etmeyi reddetmiş ve o dönemde tamamen yasa dışı olan kürtajı Gerda’ya kabul ettirmeye çalışmıştı. Gerda bunu reddettmiş ancak “aileye utanç getirmemek” için Nürnberg’den ayrılmak zorunda kalmıştı. Bad Reichenhall ve Würzburg’da öğretmenlik eğitimini sürdüren Gerda, Elli bebeği Salzburg’daki bir koruyucu aileye verdi. Elli burada, kendisiyle birlikte evlat edinilmiş başka üç çocuğun bulunduğu bir ortamda ilk dört yılını geçirdi. Annesi onu her hafta sonu ziyaret ediyordu.

Elli, sonraki üç yılını Nürnberg’de, iki odalı küçük bir dairede büyükannesi ve büyükbabasıyla geçirdi. 1964’te, annesinin başka bir erkekle evlenmesinin ve aynı yıl üvey kardeşi Peter’ı dünyaya getirmesinin ardından, küçük aile nihayet Elli’yi de yanına aldı. Babanın mesleki olarak ilerlemesi nedeniyle aile sık sık taşınmak zorunda kaldı. Stuttgart’ta geçirilen dönemde (1968-69 civarı), Elli skolyoz nedeniyle omurgasından ameliyat geçirdi. Bu hastalık, on iki yaşındaki Elli’ye büyük acılar ve zorluklar yaşattı: alçılar, ameliyatı kapsayan uzun bir hastane süreci ve altı ay boyunca düz yatmak zorunda kalması. Çok fazla devamsızlık yapmasına rağmen, öğrenme hevesi ve zekası sayesinde sınıfı tekrarlamak zorunda kalmamıştı.

1971 yılında aile Frankfurt’a taşındı ve Elli okulun yanı sıra hastanede hemşire yardımcısı olarak çalışmaya başladı. Şehirde kendini rahat hissetmeye ve arkadaşlıklar kurmaya başlamıştı. Ancak aile, dış dünyayla neredeyse hiç teması olmayan (o zamanlar ne internet ne de sosyal medya vardı) ve toplu taşıma bağlantısı bile bulunmayan, Hintertaunus’taki 200 nüfuslu Michelbach köyüne taşındı. Elli için bu “bir felaket” idi.

Buna rağmen siyasal sorunlara ilgi duymaya başladı. Vatikan ile Naziler arasındaki işbirliğini konu alan Rolf Hochhuth’un Der Stellvertreter adlı oyununu okudu ve kiliseyi bıraktı. Annesiyle birlikte, savaş sonrası dönemin yaralarına parmak basan Rainer Werner Fassbinder’in filmlerini izledi.

1975: Sosyalist İşçi Birliği’ne katılma

18 yaşındayken Elli, kendi isteğiyle Abitur’unu (üniversiteye giriş yeterliliği) yapmak üzere Frankfurt’a taşındı. Aynı yıl, Willy Brandt liderliğindeki Sosyal Demokrat Parti (SPD) hükümeti reşit olma yaşını 21’den 18’e düşürmüştü. Elli, “Hintertaunus’taki yalnızlığından ve yalıtılmışlığından kurtulduğu için çok mutluydu.”

Siyasal açıdan kaynayan bir kente taşınmıştı. Frankfurt, Berlin’in yanı sıra 1967-68’de yüz binleri ayağa kaldıran öğrenci isyanının merkezlerinden biriydi. Ancak Elli Frankfurt’a geldiğinde, öğrenci hareketi artık çözülmenin ileri bir aşamasına girmişti. 1968’den itibaren Fransa’dan başlayarak Almanya, Britanya ve Avrupa’nın büyük bölümünü saran güçlü işçi mücadeleleri dalgası, küçük burjuva protesto hareketini parçalamıştı.

Onların bir kısmı SPD’ye yöneldi ve kariyer basamaklarını tırmanarak en yüksek hükümet makamlarına yükseldi. Kimleri Stalinist Almanya Komünist Partisi’ne (DKP) veya Maoizme yöneldi ve K-Grupları olarak adlandırılan oluşumlara katıldı. Küçük bir azınlık ise bireysel terör yolunu tuttu; önde gelen politikacıları ve ekonomi liderlerini öldürerek egemen sınıfa devletin çılgınca silahlanması için bahane sundu.

Üniversitelerde postmodernizmin Marksizm karşıtı teorileri etkili olmaya başlamıştı. Çevre ve toplumsal cinsiyet konuları, sosyalizme ve proleter sınıf mücadelesine yönelik daha önce dile getirilen sözde bağlılıkların yerini aldı. Elli’nin Frankfurt’a taşındığı yıl, Alman Çevre ve Doğa Koruma Birliği (Bund für Umwelt und Naturschutz, BUND) kuruldu. Beş yıl sonra Yeşiller Partisi kuruldu. 1985’te ise eski sokak militanı ve daha sonra Almanya dışişleri bakanı olacak olan Joschka Fischer, Hessen’de bir eyalet hükümetine Yeşiller’den giren ilk bakan oldu.

Elli, kendi kuşağında, bu içe dönük eğilime, sınıf mücadelesinin reddedilip sözde sınıflar üstü “insanlık sorunları”nın ön plana çıkarılmasına ve işçi sınıfının kariyer uğruna terk edilmesine kapılmayan az sayıdaki kişiden biriydi.1975’te, o dönemde DEUK’un Almanya şubesinin olan Sosyalist İşçi Birliği ( Bund Sozialistischer Arbeiter, BSA) ile karşılaştı ve kısa süre sonra örgüte üye oldu.

Bu, hayatının en önemli adımıydı. Elli, o dönemde Frankfurt’ta ortalığı kaplayan çok sayıdaki Stalinist, sol-reformist ve küçük burjuva protesto ve çevre grubuna karşı, işçi sınıfı içinde Marksist bir partinin inşası yönünde bilinçli bir tercih yapmıştı. Bu kararından yaşamı boyunca bir an bile geri adım atmadı ve bundan hiçbir zaman pişmanlık duymadı.

BSA, Lev Troçki’nin Stalin’e karşı savunduğu öğretiye bağlı Marksizm geleneğini sürdüren tek örgüttü; yani dünya kapitalizminin iç çelişkilerinin kaçınılmaz olarak devrimci krizlere yol açtığını, bu krizlerin insanlığı sosyalizm ya da barbarlık alternatifiyle karşı karşıya bıraktığını ve insanlığın krizinin çözümünün işçi sınıfının devrimci önderliğinin inşasına bağlı olduğunu savunuyordu.

Der Funke”den sayfalar, 1 Mayıs 1975

Elli, BSA ile ilk kez 1 Mayıs 1975’te, örgütün kurucu üyelerinden Helmut Arens’in ona parti gazetesi Der Funke’nin (Kıvılcım) bir sayısını satmasıyla tanıştı. Sadece bir hafta sonra Essen’e giderek, BSA’nın işsizliğe karşı ve Troçkist partinin inşası için düzenlediği, yüzlerce işçi ve gencin katıldığı ulusal bir gösteri ve toplantıya katıldı.

Elli artık düzenli olarak Frankfurt-Mitte gençlik merkezindeki toplantılara ve “Marksist çalışma gruplarına” katılıyor, BSA gazetesinin satışına ve dağıtımına yardımcı oluyordu.

Elli’nin 1 Mayıs 1975’te satın alıp okuduğu Der Funke’nin ilk sayısına bakmak, o dönemde hangi siyasal perspektifi benimsediğini açıkça gösterir. BSA’nın enternasyonalizmi, işçi sınıfına yönelimi, Pabloculuk ve Stalinizme karşı tutumu ile işçi sınıfı ve gençlik içinde devrimci bir parti inşa etme çabası, bu 12 sayfada açık bir biçimde ifadesini bulur.

Bu sayı; “VW işçileri mücadele etmek istiyor!” başlıklı kapsamlı bir dosyayı; Portekiz, Hindiçin, Lübnan ve İtalya’daki sınıf mücadelesine dair yazıları; 8 Mayıs’taki gösteri için BSA’nın “Çalışma ve eğitim hakkı istiyoruz!” çağrısını; 1 Mayıs’ın 35. yıldönümü dolayısıyla Lev Troçki’nin 1924 tarihli bir konuşmasını; “DKP’nin Sahte Sosyalizmi” başlıklı yazı dizisinin ilk bölümünü; Revizyonizme Karşı Troçkizm kitap dizisine ilişkin incelemenin “Pablo’nun ‘bürokrasinin kendini reforme etmesi’” başlıklı beşinci bölümünü; Pablocu GIM [Uluslararası Marksist Grup] ve Spartakist Birliği’ne karşı bir polemiği; ayrıca Sosyalist Gençlik Birliği’nin 21 farklı kent ve semtte düzenlediği haftalık toplantılar ile Marksist çalışma gruplarına dair ilanı içeriyordu.

1976–1985: BSA’da liderlik sorumluluğu

Elli kendini tümüyle siyasal çalışmaya verdi. Der Funke’yi ve Eylül 1976’dan itibaren onun devamı olan Neue Arbeiterpresse’yi (Yeni İşçi Basını) fabrika kapılarında, okullarda ve üniversitelerde, kent merkezinde ve işçi mahallelerinde kapı kapı satarak yüzlerce, hatta binlerce işçi ve gençle tartıştı.

Bir yandan da geçimini sağlamak için çalıştı, Frankfurt’taki Musterschule’de Abitur’unu tamamladı ve bir ticaret okulunda eğitime başladı. 1976’da, uzun bir süredir BSA üyesi olan Wolfgang Zimmermann ile evlendi. Evlilik uzun sürmedi; 1977’ye gelindiğinde yolları ayrılmıştı.

Elli artık neredeyse sürekli BSA için çalışıyordu. Kısa süre sonra parti liderliğine seçildi. 1977 ile 1983 yılları arasında DEUK tarafından örgütlenen, kimi haftalar süren Avrupa Yürüyüşleri’nin neredeyse tamamına katıldı. Bu son derece yorucu kampanyalar uğruna mesleki eğitimini de feda etti.

Elli 1978 Avrupa Yürüyüşü'nde

Britanya’daki İşçilerin Devrimci Partisi (WRP) tarafından başlatılan bu yürüyüşler, oportünist bir anlayışa dayanıyordu. Reformist ve Stalinist aygıtlara çağrıda bulunuyor, WRP’nin DEUK’un bilgisi dışında yakın ilişkiler kurduğu Ortadoğu’daki milliyetçi rejimleri etkilemeyi amaçlıyordu. Ancak katılımcıların çoğu bunun farkında değildi. Elli gibi onlar da, Avrupa’nın diğer ülkelerindeki işçilerle tartışma yürütme, uluslararası yoldaşlarla bağlar ve dostluk kurma olanağını memnuniyetle karşıladılar. Bugün taziye mesajları gönderen bazı yoldaşlar, Elli’yi o dönemden beri tanıyordu.

Almanya’da Elli, çelik işçileri arasındaki çalışmada önemli bir rol oynadı. 1978–79 kışında, 35 saatlik iş haftası için altı hafta boyunca greve çıktıklarında, Elli dondurucu soğuğa rağmen sabahtan geceye kadar grev hattında yer aldı; Neue Arbeiterpresse’yi sattı, çelik işçilerinin güvenini kısa sürede kazandı ve onlarla saatlerce tartıştı. Bir keresinde işçiler onu, büyük bir gururla, çelik fabrikasına götürüp gezdirdiler.

Bu dönemde Elli zor görevler yürüttü. Paris’te Çar’dan Lenin’e filmiyle bağlantılı etkinlik ve kampanyalara katıldı. Saarland’da bir yerel örgüt kurmakla görevlendirildi; burada hem iş hem de konut bulmak zorundaydı.

Saarland’ın sanayi açısından can damarı olan çelik ve kömür sanayisi o dönemde sistematik biçimde tasfiye ediliyordu ve bu durum işçilerin sert direnişiyle karşılaşıyordu. SPD’nin Saarland eyalet örgütü lideri ve Saarbrücken Büyükşehir Belediye Başkanı Oskar Lafontaine, Neue Arbeiterpresse’nin yazdıklarını yakından takip ediyordu. Lafontaine, bu yıkıma karşı direnişi etkisizleştirmede kilit bir rol oynadı. 1985’te Saarland eyalet başbakanı seçildi ve IG Metall ile kurduğu iyi ilişkiler sayesinde çelik sanayisinin sessiz sedasız tasfiye edilmesini sağladı. Elli’nin girişinde Neue Arbeiterpresse’nin çok sayıda sayısını sattığı, 1873’te kurulan Völklingen çelik fabrikası bugün bir sanayi anıtıdır. Lafontaine daha sonra SPD’nin federal başkanı, federal maliye bakanı oldu ve Sol Parti’nin yanı sıra Sahra Wagenknecht İttifakı’nın (BSW) kurucuları arasında yer aldı.

Elli ayrıca WRP’nin Britanya Parwich’te (Derbyshire) bulunan Marksist merkezinde düzenlenen bir çok uluslararası eğitime katıldı. Burada da dünyanın dört bir yanından yoldaşlarla çok sayıda dostluk kurdu.

Elli, BSA tarafından Lev Troçki’nin katledilişinin yıldönümünde düzenlenen yıllık toplantılarda düzenli olarak konuşmacı olarak yer aldı. Bu toplantılarda Güvenlik ve Dördüncü Enternasyonal soruşturması üzerine konuştu ve 1977’de New York’ta kiralık katiller tarafından vurularak öldürülen, İşçiler Birliği’nin önde gelen genç üyesi Tom Henehan’ın haince katledilmesini kınadı. Bu cinayet, bugünkü Sosyalist Eşitlik Partisi’nin öncülü olan örgütü sindirmeyi ve yürütülen soruşturmaları durdurmayı amaçlıyordu. Ancak Elli’nin de söylediği gibi: “Hiçbir sindirme girişimi, Güvenlik ve Dördüncü Enternasyonal kampanyasını durduramadı.”

1980’lerin başında, NATO’nun nükleer silahlanmaya ilişkin “çift yön kararı”, Federal Almanya’nın dört bir yanında kitlesel protestolara yol açtı. 10 Ekim 1981’de Bonn’daki Hofgarten’de 300 bin kişi savaş tehlikesine karşı gösteri yaptı. Paskalya yürüyüşleri geniş bir katılım gördü. BSA ise iflas etmiş burjuva pasifizmine karşı çıkarak şunu vurguladı: “Silahsızlanma isteyen, kapitalizmin devrilmesi için mücadele etmelidir; çünkü savaşın nedeni kapitalist kâr sistemidir.”

Ancak sendikaların neferleri, Stalinist DKP ve onun gençlik örgütü SDAJ, sosyal demokratlar ve kilise gruplarıyla birlikte BSA’yı susturmak için ellerinden geleni yaptılar. Buna rağmen başarılı olamadılar. Elli, bu düşmanca ortamda, dönemin bir tanığının yazdığı gibi, “fırtınaya karşı dimdik duran bir kaya” olduğunu kanıtladı.

1984 yılının Şubat ayında Elli, BSA’nın yabancı işçileri Mannesmann şirketine karşı savunmak için düzenlediği toplantısını yönetti. Mannesmann, Duisburg-Hüttenheim’da yabancı işçilere, işlerini ve ülkeyi “gönüllü” olarak terk etmeleri halinde “tazminat” teklif ediyordu. Elli toplantıda şöyle dedi: “Bu kampanyayı sadece insani nedenlerle yürütmüyoruz; kitlesel işten çıkarmalara, patronların ve onların gerici Kohl hükümetinin yürüttüğü sınır dışı etme uygulamalarına karşı mücadele çağrısı olarak yürütüyoruz.”

O, Türk işçileri uyarmayı ve işlerini savunma mücadelesinde onları desteklemeyi reddeden IG Metall’in işyeri temsilcilerini ve sendika liderlerini de açıkça hedef aldı. Elli, sendikanın tutumunu “işçi sınıfına indirilen büyük bir darbe” olarak nitelendirdi; çünkü bu işçilerin “bölünmesine ve dolayısıyla zayıflamasına” yol açıyordu. Elli’ye göre, “bu ihanetin temelinde, kapitalizme ve sistem içi olasılıklara uyum sağlayan liderlerin oportünist tutumu yatıyor.” Bu sözler, bugün de geçerliliğini koruyor.

18 Haziran 1983’te Elli, Neue Arbeiterpresse’nin satışı sırasında, Thyssen çelik işçisi ve işyeri temsilcisi olan müstakbel eşi Peter Modler’le tanıştı. Peter, Elli’nin aşkı ve sığınağı oldu; zor zamanlarda ona her zaman güvenebileceği bir dayanak sundu.

1985–1986: DEUK’un siyasal ve teorik yeniden silahlanması

Britanya’daki İşçilerin Devrimci Partisi’nin (WRP) oportünist yozlaşması, 1970’ler ve 1980’lerde BSA üzerinde giderek artan bir baskı yarattı. Avrupa yürüyüşleri, WRP’nin Almanya şubesini oportünist bir yöne itmek için kullandığı araçlardan yalnızca biriydi. Bu durum, şiddetli siyasal ve örgütsel krizlere yol açtı ve şubeyi neredeyse yok olma noktasına getirdi.

Britanya şubesi ve onun lideri Gerry Healy, BSA içinde büyük bir otoriteye sahipti. Bu otorite, Healy’nin 1960’lı yıllarda Pablocu revizyonizme karşı yürüttüğü mücadeleye ve 1971’de BSA’nın kuruluşunda oynadığı role dayanıyordu. Ancak 1970’lerde Healy, 1960’larda karşı çıktığı Pablocu çizgiye yöneldi. Britanya’daki İşçi Partisi politikacılarıyla, Stalinistlerle, sendika yöneticileriyle ve Ortadoğu’daki burjuva milliyetçi yöneticilerle oportünist ilişkiler kurdu ve BSA’ya da aynı yönde hareket etmesi için baskı yaptı.

BSA buna direndi ancak Healy’nin oportünizminin boyutlarını kavrayacak ve buna siyasal ve teorik düzeyde karşı koyacak deneyime sahip değildi. Bunu, 1982 ve 1984 yıllarında David North’un önderliğinde, Healy’nin teorik görüşlerine ve WRP’nin oportünist yozlaşmasına yönelik kapsamlı bir eleştiri ortaya koyan Amerika’daki İşçiler Birliği yaptı. Healy tartışmayı bastırdı, İşçiler Birliği’ni ihraç etmekle tehdit etti ve onu tecrit etmeye çalıştı.

Bu tecrit, WRP’nin 1985’te kendi krizinin basıncı altında çökmeye başlamasıyla aşıldı ve İşçiler Birliği’nin eleştirileri tüm DEUK içinde açıkça tartışılabilir hale geldi. BSA, bu eleştiriyi oybirliği ile destekledi, WRP döneklerinin saldırılarına karşı DEUK’u savundu ve üyelerini DEUK’un tarihi ve bölünmeden çıkarılan dersler doğrultusunda sistematik biçimde eğitmeye başladı.

WRP ile kopuş yılları, DEUK’un tamamında yoğun tarih çalışmalarının ve uluslararası tartışmaların yürütüldüğü bir dönem oldu; bu temelde dünya partisi siyasal ve teorik olarak yeniden silahlandı ve ileriye doğru büyük bir adım attı.

Gerry Healy’ye duyduğu büyük saygıya rağmen Elli, enternasyonalizmin ve DEUK’un safında yer almaktan tereddüt etmedi. Bölünmeye ilişkin belgeleri inceledi ve bunlardan çıkarılan dersleri özümsedi. O andan itibaren, fırsat buldukça Almanya’da, Britanya’da, ABD’de ve hatta Avustralya’da düzenlenen kampanyalara, eğitimlere ve parti kongrelerine katıldı; siyasal eğitime katkı sundu. Özellikle daha genç üyelerin karmaşık sorunlara sabırla yaklaşmasını sağladı. Uluslararası konferanslarda sık sık çevirmen olarak da yardımcı oldu.

Elisabeth Zimmermann, Wolfgang Weber ve Ulrich Rippert ile birlikte, 1988 yılında Dördüncü Enternasyonal'in 50. yıldönümü toplantısında.

Elli, bölünmeden çıkarılan dersleri, 16 Ekim 1988’de Dördüncü Enternasyonal’in 50. kuruluş yıldönümü dolayısıyla düzenlenen bir toplantıda şöyle özetledi: “Dördüncü Enternasyonal’in ayakta kalmış olması, varlığını sürdürmesi ve mücadele etmesi, programının doğruluğunun ve ilkelerinin siyasal gücünün kanıtıdır.”

Elli, özellikle WRP ile yaşanan bölünme sırasında DEUK’u destekleyen ve bugünkü SEP’i kuran Britanyalı yoldaşlarla çok yakın ilişkiler kurdu. BSA ile yeni Britanya şubesi birlikte birçok yaz okulu ve Avrupa Parlamentosu seçim kampanyası yürüttü. Chris Marsden taziye mesajında şöyle yazıyor: “WRP’nin sırtını döndüğü ve yok etmeye çalıştığı Troçkizmin bütünlüklü tarihsel ve enternasyonalist siyasal perspektifini kolektif olarak detaylı biçimde inceleyip yenilediğimiz ve geliştirdiğimiz her süreçte o hep bizimleydi.”

1987–88: Krupp-Rheinhausen’de işçi mücadelesi ve Siemens’te işyeri temsilciliği

WRP ile kopuş, sendika bürokrasisine uyum sağlama yönündeki siyasal basıncı ortadan kaldırdı. DEUK, 1988’de kabul ettiği “Kapitalist Dünya Krizi ve Dördüncü Enternasyonal’in Görevleri” başlıklı perspektif kararında, WRP’nin krizinin temelinde yatan dünya ekonomisindeki değişimleri analiz etti. Kapsamlı karar, küreselleşmenin -dünya pazarının eşi görülmemiş bütünleşmesi ve üretimin uluslararasılaşması- tüm ulusal programların altını oymuş olduğunu ortaya koydu.

Bu, sonraki yıllarda Doğu Avrupa, Sovyetler Birliği ve Çin’de toplumsal mülkiyeti tasfiye eden Stalinistlerin “tek ülkede sosyalizm” politikası için olduğu kadar, sendikaların ve sosyal demokrasinin sosyal reformizmi için de geçerliydi. Küresel şirketler üretimi sorunsuz bir şekilde başka ülkelere taşıyabildiklerinde, ulusal düzeyde sosyal uzlaşmaların müzakere edilmesi artık mümkün değildi.

Sendikalar buna, şirketlerin eş yöneticileri ve fabrika polisleri hâline gelerek yanıt verdiler. Şirketlerin rekabet gücünü sağlamak adına bizzat kendileri kesinti programları hazırladılar ve bunları işçi kitlelerine dayattılar. Karşılığında ise cömertçe ödüllendirildiler.

1987-88 kışında, Elli’nin yaşadığı Duisburg’da, Almanya’nın birleşmesinden önceki son büyük işçi mücadelesi patlak verdi. Krupp şirketi, 6.300 işçinin (bir zamanlar 16.000 idi) çalıştığı Rheinhausen semtindeki çelik fabrikasını kapatacağını duyurdu ve şiddetli bir direnişle karşılaştı. Direniş 164 gün sürdü ve acı bir yenilgiyle sona erdi.

BSA, o dönemde IG Metall’in hain rolünü sistematik biçimde teşhir etti. Yereldeki sendika yöneticileri radikal sloganlar atar ve bu tutum Stalinist DKP, MLPD ve diğer sahte sol örgütler tarafından desteklenirken, IG Metall yönetimi Frankfurt’ta Alman çelik sanayisinde 35 bin işin tasfiyesini kabul etti. BSA, gizli tutulan bu anlaşmayı kamuoyuna açıkladı. Daha sonra federal cumhurbaşkanı olan Hessen’in sosyal demokrat eyalet başbakanı Johannes Rau’nun arabuluculuğunda, Rheinhausen’deki işçi mücadelesi boğularak sona erdirildi.

Gündüzleri çalışmak zorunda olmasına rağmen Elli, çelik işçilerini bu satışa karşı uyarmak için tüm gücüyle mücadele etti. Neue Arbeiterpresse’yi fabrika kapısında, sokakta ve apartmanlarda sattı, toplantılara müdahale etti. O dönemde onunla yakın çalışan bir yoldaş şöyle yazıyor: “Bir faaliyetin ilk dakikasından son dakikasına kadar siyasal olarak son derece odaklıydı ve işlerin savunulması mücadelesinde ortaya çıkan siyasal sorunları, IG Metall’in, sosyal demokrasinin, Stalinistlerin ve MLPD’nin hain rolünü en yüksek siyasal düzeyde tartışıyordu.”

WRP ile yaşanan bölünmenin ardından Elli, Düsseldorf’taki Siemens’te bir büro emekçisi olarak işe başladı ve süregelen sırt sorunlarına rağmen bu işi emekliliğine kadar otuz beş yıl boyunca sürdürdü. Kısa süre içinde işyeri temsilcisi seçildi ve bu sıfatla IG Metall içinde BSA’nın perspektifleri doğrultusunda aktif bir çalışma yürüttü. IG Metall temsilciler kurullarında, sendika bürokrasisinin yalanlarına ve kaçamaklarına kararlılıkla karşı çıktı.

Haziran 1989’da Elli, sendika bürokrasisinin desteklediği Avrupa Ortak Pazarı projesine karşı uyarıda bulundu. Avrupa Ortak Pazarı’nı, “dünya pazarında Amerikan ve Japon rakiplerine karşı yürütülen ticaret savaşı için Avrupa’nın en güçlü şirketlerinin bir aracı ve aynı zamanda her bir ülkede işçi sınıfına karşı yürütülen sınıf savaşının bir aracı” olarak nitelendirdi. “Aynı şirketlerin farklı ülkelerdeki, fabrikalardaki ya da bölümlerdeki işçilerinin birbirine karşı kışkırtılmasına izin verilmemelidir,” dedi.

Eylül 1990’da Elli, IG Metall’in bir toplantısında, Irak’ın ABD’nin savaşına karşı savunulmasını talep eden bir acil önerge sunmaya çalıştı; bu girişim sendika bürokratlarını çileden çıkardı.

Mart 1992’de Elli, Düsseldorf’ta IG Metall’in Doğu Almanya’nın ilhakı gerekçesiyle kabul ettiği ücret kesintisine karşı çıktı. Cesur bir konuşmayla bunun sorumluluğunu IG Metall yönetimine yükledi ve Doğu Almanya’daki kitlesel işten çıkarmalara verdikleri desteği sert biçimde eleştirdi. “Özellikle, sendika liderlerinin, Treuhand özelleştirme kurumu ve Kohl hükümeti arasında, Doğu Almanya’da fabrikaların kapatılması ve toplu işten çıkarmaların organize edilmesi konusunda kurulan yakın işbirliğinin reddedilmesi gerektiğini” vurguladı.

1989–2019: SGP’nin kuruluşu ve WSWS’nin inşası

1989 sonbaharında Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde (DDR) Honecker rejimine karşı kitlesel protestolar patlak verdiğinde, BSA kararlı biçimde müdahale etti ve ilk kez sınırın ötesine gizlice bildiriler ulaştırdı. BSA Stalinist rejime karşı muhalefeti destekledi ancak kapitalizmin restorasyonuna ve kapitalist temelde bir birleşmeye kesin olarak karşı çıktı. Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından BSA, Neue Arbeiterpresse’nin on binlerce nüshasını ve Troçki’nin kitaplarını sattı; Mart 1990’da yapılan son Halk Meclisi (Volkskammer) seçimlerine ise kendi adaylarıyla katıldı.

Elli, Siemens’teki işi nedeniyle bu müdahaleye ancak sınırlı ölçüde katılabildi. 1991’de Hanne Levien için mücadeleye katıldı. Doğu Almanyalı bir işçi olan Levien, iki çocuklu bekar bir anneydi; çocuklardan biri ağır engelliydi ve kendisi siyasi nedenlerle, bir açıklama yapılmadan işten çıkarılmıştı. Elli, Eylül 1991’de Düsseldorf’ta yapılan bir IG Metall temsilciler toplantısında bu vakayı anlattı, bildiriler dağıttı ve destek imzaları topladı.

Sosyal demokratlar, Stalinistler ve sendikalar, DDR’nin çöküşüne ve Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasına yeni bir sağa kayışla karşılık verdiler. Sosyalizmin başarısız olduğu yönündeki burjuva propagandasını desteklediler. Pablocu GIM gibi sahte Troçkist gruplar, Stalinist devlet partisi SED’in ardılı olan PDS içinde kendilerini tasfiye ettiler. PDS, daha sonra kapitalizmi tek seçenek ilan eden ve kapitalist restorasyonu destekleyen Sol Parti (Die Linke) haline gelecekti.

DEUK, bu teslimiyetçiliğe çıkan ve bundan siyasal dersler çıkaran tek politik güçtü. DEUK yeni bir devrimci partinin, siyasal olarak iflas etmiş eski örgütlerin enkazı içinden doğmayacağı; bunun ancak siyasal açıdan ileri işçilerin Dördüncü Enternasyonal’in programı etrafında bir araya getirilmesiyle mümkün olacağı sonucuna vardı. Artık görev, reformist önderleri taktik girişimlerle teşhir etmek değil; işçi sınıfının bağımsız bir güç olarak siyasal sürece müdahale edebileceği yeni, enternasyonal bir parti kurmaktı.

1990’ların ikinci yarısında, daha önce “birlik” olarak adlandırılan DEUK şubeleri partilere dönüştüler. 1998’de ulusal, basılı gazetelerin yayımlanmasına son verildi ve DEUK, Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin günlük yayınını başlattı.

Elli, Ağustos 2017'de Duisburg'da bir seçim toplantısında konuşurken

Elli, bu çalışmada önemli bir rol oynadı. 1997’de yeni partinin liderliğine seçildi ve 2024’e kadar bu görevde kaldı. Avrupa Parlamentosu, Federal Meclis (Bundestag) ve Kuzey Ren-Vestfalya Eyalet Meclisi seçimlerinde partinin adayı olarak defalarca yarıştı. Bu süreçte televizyon seçim programlarına ve açık panel tartışmalarına katıldı. Ayrıca adaylıklar için gerekli on binlerce imzanın toplanmasına da aktif biçimde yer aldı.

Fiziksel olarak yorucu gazete satışı faaliyetinin sona ermesiyle Elli, WSWS için 300’ün üzerinde makale kaleme alabildi. İşçi sınıfının toplumsal koşulları, düşük ücretler, işsizlik, yoksulluk, evsizlik ve sığınmacılara-göçmenlere yönelik saldırılarla ilgilendi. Ruhr bölgesindeki çelik ve metal işçilerinin sorunları da ele aldığı başlıca konular arasındaydı. Elli, çalıştığı şirket olan Siemens’teki skandalları ve IG Metall sendikasının yönetimle olan işbirliğini teşhir ederken kişisel riskler aldı. Bu noktada kararlılığı ve cesareti özellikle öne çıktı.

2004 yılında Elli, Siemens’in binlerce işi Doğu Avrupa’ya kaydırma tehdidiyle dayattığı ağır ücret kesintilerini sert biçimde mahkûm ederek şöyle diyordu: “Sendika yöneticilerinin rolü, yönetimin şantajını aşağıya aktarmak ve uygulamaktır. Hiçbir aşamada Macaristan’daki ve Doğu Avrupa’nın diğer ülkelerindeki işçilerle ortak bir mücadele örgütlemeye razı olmadılar.”

Ekim 2015’te ise Siemens’te işten çıkarmalar başladığında ve yeni bir kemer sıkma programı binin üzerinde işin tasfiyesini, ücret gasbını ve çalışma sürelerinin kapsamlı biçimde esnekleştirilmesini dayattığında, Elli şöyle yazdı: “Siemens Genel İşyeri Konseyi’nin imzaladığı sözde ‘çıkar uzlaşması’nın ne gibi sonuçlar doğurduğu şimdi açıkça görülüyor.”

Elli, bürokratların işbirliğini acımasızca teşhir etti: “IG Metall ve işyeri konseyi, uzun ve zorlu görüşmeler sayesinde, planlanan işten çıkarmaları neredeyse yarıya indirmeyi başardıklarını ve bunun büyük bir başarı olduğunu iddia ediyor. Oysa bu, önceden ayarlanmış bir ritüel çerçevesinde işleyen alışılagelmiş bir göz boyamadan ibarettir. Önce şirket yönetimi, işyeri konseyiyle mutabakat içinde, yüksek sayıda işten çıkarma ilan eder; ardından birkaç tamamen zararsız sendikal protesto gelir; sonunda ise işyeri konseyi daha düşük sayıda işten çıkarmayı kabul eder ve bu indirimi büyük bir başarı olarak kutlar.”

Bu deneyimlerden şu sonuç çıkıyordu: “Son dönemde toplu işten çıkarmalar ilan eden uluslararası şirketlerden yalnızca birkaçını sayacak olursak, ister Siemens, ister VW ya da Bombardier olsun, işlerin savunulması için enternasyonal bir sosyalist perspektife her zamankinden daha acil biçimde ihtiyaç var.”

Elli 2004 yılında

Elli, Siemens’in ve Krupp, Thyssen, IG Farben, VW, Daimler-Benz, Quandt ve Deutsche Bank gibi diğer Alman şirketlerinin Hitler faşizmi için oynadığı rolü çok iyi biliyordu. Yazılarında defalarca, Alman yargısının nasyonal sosyalizmin (Nazizm) suçlarıyla hesaplaşmayı reddetmesini ele aldı.

Sobibor toplama kampında SS muhafızı olan John Demjanjuk’a karşı açılan dava hakkında Elli, Ocak 2010’da şöyle yazdı: “Nazi suçlarının başlıca sorumlularının yanı sıra, suç ortaklarının büyük çoğunluğu da İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından Federal Almanya’da hiçbir zaman yargı önüne çıkarılmadı ve hesap vermedi.” Ardından şunları belirtti:

Tarihçiler, Nazi rejiminin işlediği cinayetlere yaklaşık 170 bin kişinin karıştığını tahmin ediyor. Federal Almanya’da bunlardan yalnızca 6.500 fail mahkûm edildi — üstelik çoğu zaman çok hafif cezalar verildi. Yargı, istihbarat ve polis içindeki sorumluların büyük bir bölümü ise görevlerini hiçbir kesinti olmaksızın üst düzey konumlarda sürdürdü.

Elli, Federal Almanya’nın bu konuda net bir tavır sergilemekteki başarısızlığına defalarca dikkat çekti ve savaş sonrasında dış istihbarat servisi BND’nin eski SS-Obergruppenführer (üst grup önderi) Hartmann Lauterbacher’i 13 yıl boyunca bir ajan olarak istihdam etmiş olmasını da ayrıntılarıyla ele aldı.

Elli, Waffen SS ve Hitler’in ordusu Wehrmacht’ın Yunanistan’da (Distomo, Kefalonya) ve İtalya’da (Marzabotto) işlediği savaş suçları üzerine de yazdı. “Bugünkü toplumsal koşullar altında, bu suçlara maruz kalıp sağ kurtulanlar için gerçekten adaletin (bu ne ölçüde mümkünse) sağlanacağı ve yaşadıkları haksızlık ve acılar için fiilen tazminat ödemeleri alacakları” yönündeki yanılsamaya karşı uyaran Elli, sözlerini şöyle sürdürdü:

Alman Nazi egemenliğinin suçlarıyla gerçek bir hesaplaşma ve bu suçların kurbanlarıyla gerçek bir barışma, ancak işçi sınıfının kapitalizmin üstesinden gelinmesi için vereceği ortak enternasyonal mücadele yoluyla mümkündür. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Alman ve Avrupa işçi sınıfı, tamamen itibarsızlaşmış burjuva egemenliğini kurtarmak için ellerinden gelen her şeyi yapan Müttefikler ve Stalinistler tarafından bu hesaplaşmadan alıkonulmuştur.

Elli, yeni suçlara ve bunların toplumsal sonuçlarına da aynı kararlılıkla dikkat çekti. Birçok kez, Ahr Vadisi’ndeki büyük sel felaketi hakkında yazdı; bu felakette pek çok hayatın kurtarılabileceğini vurguladı. “Böylesine felaketle sonuçlanarak başarısız olan ve bunu hâlâ provokatif biçimde inkâr eden bir siyaset karşısında geriye öfke ve acı bir burukluk kalıyor,” diye yazdı.

Bugün geriye dönüp bakıldığında, Elli’nin sığınmacıları ve göçmenleri savunması, sınır dışı etme işlemlerine ve aşırı sağa karşı çıkışı adeta kehanet gibi okunuyor. Kendisi için özellikle büyük önem taşıyan bu konuya defalarca geri döndü. Aşırı sağcı saldırılar ve kundaklamalar, ırkçı polis şiddeti ile yeni sığınma ve göç yasaları üzerine yazdı.

Mart 2002’de Elli, Ulrich Rippert ile birlikte, Schröder–Fischer hükümetinin yeni göç yasasına karşı “Yabancı düşmanları hükümette” başlıklı çağrıyı yazdı. Metinde şu ifadeler yer alıyordu: “Bir hükümetin karakteri, her zaman en açık biçimde toplumun en zayıf kesimlerine yaklaşımında ortaya çıkar.” Yasanın kabulü ciddi bir uyarıydı: “Yabancıların sosyal ve siyasal haklarına yönelik saldırıların keskinliği ve saldırgan niteliği, sosyal yardım alanlara, işsizlere ve emekçi nüfusun büyük çoğunluğunu da hedef almaktadır.”

Bu dönemde de Elli, diğer şubelerin çok sayıda konferansına, eğitimine ve parti kongresine katıldı; bunlar arasında 2016’da Britanya’daki SEP’in Sheffield’daki parti kongresi ile 2018’de ABD SEP’in Michigan’daki kongresi de yer alıyordu. Bir taziye mesajında ifade edildiği gibi, Elli genç kuşak için hareketin “yüzlerinden biri”ydi.

Son yıllar

Elisabeth Zimmermann, 2020 sonbaharında emekli oldu ancak emekliliğinin tadını uzun süre çıkaramadı. Yalnızca iki yıl sonra ağır sonuçlar doğuran bir felç geçirdi. Bundan sonra yüksek tansiyon, şiddetli uyku bozuklukları ve kalp sorunlarıyla mücadele etti; sürekli olarak ağır ilaçlar kullanmak zorunda kaldı. Bu dönemde annesini de kaybetti; Elli onun için uzun bir anma yazısı kaleme aldı.

Buna rağmen Elli, uzak mesafelerde yaşayan yoldaşlarını da ziyaret etmeyi sürdürdü ve partinin gösteri ve toplantılarına katılmaya devam etti. Son olarak 19 Kasım’da Berlin’deydi; Humboldt Üniversitesi’nde David North’un “Amerika nereye gidiyor?” başlıklı konuşmasını dinledi.

Elli'nin ölümünden sonra, mahalledeki çocuklar onun evinin önünde mum yaktılar.

Elli’nin trajik ve çok erken ölümü, SGP’yi, DEUK’u ve işçi sınıfını değerli bir üyesinden yoksun bıraktı. Elisabeth Zimmermann-Modler, büyük siyasal ve ideolojik basınçlara rağmen kendi kuşağı içinde yaşamının tamamını işçi sınıfının hizmetine adamaya karar vermiş çok az sayıdaki kişiden biriydi. Bunun, uluslararası Troçkist partinin inşasını gerektirdiğini kavramıştı ve bu yola elli yılı aşkın bir süre boyunca sadık kaldı.

Elli’nin yaşamı, işçi hareketinin en iyi yanlarını temsil ediyor ve kendi hareketimizin tarihinin bir parçasını oluşturuyor. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin inşasına kattığı güç, dayanıklılık ve sarsılmaz sadakat gerçekten dikkat çekiciydi. Bu nedenle Elli, uluslararası işçi sınıfının kurtuluşu için mücadele etmiş bir savaşçı olarak tarihe geçecektir.

Loading