Lev Troçki ve Marksizmin Gelişimi – IV

Lev Troçki ve Marksizmin Gelişimi, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin ABD şubesi Sosyalist Eşitlik Partisi’nin önceli olan İşçiler Birliği’nin Siyasi Komite üyesi Tom Henehan’ın öldürülmesinin beşinci yıldönümü üzerine 1982 yılında yazılan dört makaleden oluşuyor. David North’un bu makaleleri ilk kez İşçiler Birliği’nin gazetesi Bulletin’de yayımlandı.

Birinci Makale | İkinci Makale | Üçüncü Makale

Dördüncü Makale

Komünist Enternasyonal’in –Lenin hâlâ hayatta ve politik olarak aktif iken yapılan– ilk dört kongresinin her birinde Lev Troçki, 1917 Ekim Devrimi’nin merkezi tarihsel dersinin ve emperyalist çağın temel bir özelliğinin, sosyalist devrimin ve devlet iktidarının işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesinin hazırlanmasında devrimci Marksist önderliğin belirleyici rolü olduğunda ısrar etti.

Troçki, Rusya ve uluslararası işçi sınıfının somut tarihsel deneyimine dayanarak, sosyalist devrimin birkaç yıl –ve hatta on yıllar– boyunca kaderinin, bir Marksist partinin önderliğinin birkaç günlük bir süre zarfında aldığı kararlara bağlı olabileceği anlayışını geliştirdi.

Kadro eğitimi ve Enternasyonal’in rolü anlayışına yeni bir tarihsel içerik kazandırılmış oldu. İkinci Enternasyonal’in –açıkça söylenmemiş ama tüm teorik ve pratik çalışmasında dolaylı olarak belirtilen– bakış açısının tam tersine, Komünist Enternasyonal (Komintern), sosyalist devrimin soyut olarak tasarlanmış nesnel ekonomik güçlerin ve toplumsal çelişkilerin amansızca işlemesine bırakılamayacağı temel öncülünden hareket ediyordu. Komintern’in devrimci partilerinin liderleri, kendi öznel pratiklerinin, kapitalizmin yıkılmasına yol açan tarihsel olaylar zincirinde belirleyici bir nesnel halka olduğunu anlamak zorundaydılar.

Bu kavrayış mantıklı ve en somut sonucuna kadar götürüldüğünde, farklı kapitalist ülkelerde devrimci bir krizin gelişmesinde, Marksistler tarafından belirlenen belirli bir noktada, silahlı ayaklanma sorununun komünist partilerin yönetici komitelerinde belirli bir gündem maddesi olarak ortaya çıkacağı anlamına geliyordu. O zaman, kapitalist devletin devrilmesi için kesin bir tarih belirlenmeli ve bir eylem planı hazırlanmalıydı.

Komintern’in tarihsel görevi, kendi şubelerinin önderliği içinde bu görevi yerine getirebilecek uluslararası bir kadro yetiştirmekti. Bu bakış açısından hareket eden Troçki, Komünist Enternasyonal’i bir “devrimci strateji okulu” olarak kavradı. Lenin’in hemfikir olduğu bu sonuçlar, Troçki’nin emperyalist çağın doğası ve görevleri konusundaki derin kavrayışından doğdu. Diyalektik maddeci yöntemin tüm büyük ustaları gibi, Troçki’nin teorik çalışması da, her zaman, sınıf mücadelesinin, tarihsel maddecilik kavramları aracılığıyla bilimsel olarak yansıtılan, yaşayan deneyimlerinin bir özetini cisimleştiriyordu. O, her zaman sınıf mücadelesinin her yeni biçiminin içinde sosyalist devrimin gelişimini yöneten faal diyalektik yasaları keşfetmeye çalışarak, kitlelerin her önemli hareketini inceledi. Troçki’nin yöntemi, Marx’ınki ile aynıydı. Lenin’in yazdığı gibi, “Marx eski toplumun bağrından yeni toplumun doğuşunu ve eski toplumdan yeni topluma geçiş biçimlerini doğal-tarihsel bir süreç olarak incelemiştir. Proleter kitle hareketinin gerçek deneyimlerini irdeleyerek, buradan pratik sonuçlar çıkarmaya çalışmıştır.” [1]

Bolşevik Parti’nin 1917’deki, Lenin’in Nisan’da Petrograd’a gelişinden Ekim’de iktidarın ele geçirilmesine kadarki siyasi çalışması, dünya sosyalist devrimi bayrağı altında yürütüldü. Stalin’in tavrının aksine, burjuva Geçici Hükümet’i destekleme politikasından iktidarın ele geçirilmesine hazırlanmaya kesin bir geçişin yapıldığı Nisan’daki can alıcı Bolşevik Parti Konferansı’nda Lenin’in delegelere söylediği gibi:

Devrimi başlatma büyük onuru Rus proletaryasına düşmüştür. Ancak Rus proletaryası, hareketinin ve devriminin, yalnızca, örneğin Almanya’da her geçen gün ivme kazanmakta olan dünya devrimci proleter hareketinin bir parçası olduğunu unutmamalıdır. Görevlerimizi yalnızca bu açıdan belirleyebiliriz. [2]

Sosyalizmin Batı Avrupa’da ve tüm dünyada kapitalizmin yıkılmasından bağımsız olarak Rusya’da inşa edilebileceği fikri 1917’de asla ima bile edilmiyordu. Bolşevik Parti önderliği içinde, Rus Devrimi’nin kaderinin batıdaki gelişmelere bağlı olduğu, tartışmasız bir kabuldü ve tüm stratejik değerlendirmelerinin temeliydi. Bu nedenle, en büyük vurgu, dünya sosyalist devriminin zaferine rehberlik etmek üzere Üçüncü Enternasyonal’in kurulmasına yapıldı.

Bolşevik önderlerin devrimci iyimserliği haklı çıktı. Bolşevik zaferi, emperyalist savaşın başından beri tırmanmakta olan patlayıcı sınıf çelişkilerinin ortasına sanki bir dinamit yerleştirmişti.

Almanya’da Devrim

Kasım 1918’de, Almanya’da devrim patlak verdi; imparatoru kaçmak zorunda bıraktı, Sosyal Demokratları iktidara yükseltti ve I. Dünya Savaşı’nı sona erdirdi. Mart 1919’da, Macaristan’da Sovyet Cumhuriyeti ilan edildi. Sonraki yıl, büyük çelik grevi Amerika Birleşik Devletleri’ni salladı. Eylül 1920’de, İtalya işçi sınıfının muazzam bir hareketi, fabrikaların ele geçirilmesiyle doruk noktasına ulaştı. Aralık 1920’de, Çekoslovakya kitle grevleriyle sarsılıyordu.

Devrimci hareketin tarihte eşi görülmemiş büyüklüğüne rağmen, işçi sınıfı hiçbir yerde, özellikle de Avrupa’da Sovyet proletaryasının örneğini başarıyla tekrarlayamadı. Almanya’da Spartaküs hareketinin ayaklanması bastırıldı ve hareketin liderleri, Rosa Luxemburg ile Karl Liebknecht, Sosyal Demokrat rejimin onayıyla, 15 Ocak 1919’da öldürüldü. Mart ayında, karşıdevrim, İkinci Enternasyonal’in onayıyla, Münih Sovyet hükümetini devirdi ve lideri Levine idam edildi. Bela Kun önderliğindeki Macaristan Sovyet Cumhuriyeti, bir ay içinde devrildi. İtalya’da, işçi hücumu, iktidarın ele geçirilmesine kadar gidemedi. Faşistler, Mussolini’yi iktidara taşıyacak bir karşı hücum başlattılar.

1919’da, tüm büyük Avrupa ülkelerinin burjuvazisi, devrilmelerinin eli kulağında olduğunu düşünüyordu. 1920’nin sonunda, devrimci dalga gerilerken, burjuvazi giderek artan bir özgüven kazandı. İşçi sınıfının uğradığı yenilgilere dayanan bir siyasi ve ekonomik istikrar dönemi başladı. Bu gelişmeler, doğrudan sonuçları ne kadar trajik olursa olsun, Komünist Enternasyonal için muazzam eğitimsel öneme sahipti. Bunlar, sosyalist devrimin zaferinin zaruri önkoşulu olarak Bolşevizmin temel tarihsel önemini tersinden –yani sıkıntı ve hayal kırıklığı yönünden– doğruladılar; Komintern’in emperyalist çağın diyalektiğine dair teorik kavrayışını derinleştirdiler.

Troçki, Temmuz 1921’de, Komünist Enternasyonal’in Üçüncü Kongresi’nin kapanışında yaptığı konuşmada, Moskova Örgütü’nün parti üyeleri önünde şunları söylüyordu:

Bazı yoldaşlar proletaryanın zaferi konusunda fevkalade basitleştirilmiş bir anlayışa sahiptir. Marksizm açısından bugün yalnızca Avrupa’da değil, tüm dünyada burjuva sistemin barutunu tükettiğini kesin bir dille söyleyebiliriz. Dünyadaki üretici güçler burjuva toplumun çerçevesi içinde daha ilerleyemiyor. … Peki, buradan burjuvazinin kaderinin otomatik ve mekanik bir şekilde önceden belirlendiği sonucu çıkar mı? Hayır. Burjuvazi ekonomideki, yani üretim alanındaki belli temeller üzerinde yükselen canlı bir sınıftır; ekonomik gelişimin pasif bir ürünü değil, yaşayan, dinamik, aktif bir tarihsel güçtür. Bu sınıf miadını doldurmuştur, yani tarihsel gelişimin önündeki en korkutucu engel haline gelmiştir. Fakat buradan burjuvazinin tarihsel açıdan intihara meyilli olduğu sonucu çıkmaz; burjuvazi “madem tarihsel gelişimin bilimsel yasaları beni gerici buluyor, o hâlde sahneyi terk ediyorum” demeyecektir. Elbette bu söz konusu bile olamaz. Aynı şekilde burjuva sınıfın yok olmaya mahkûm olduğunun Komünist Parti tarafından tanınması da proletaryanın zaferini teminat altına almak için yeterli değildir. Hayır, burjuvaziyi hâlâ dize getirmek ve alaşağı etmek gerekiyor! …

Burjuvazi tarihsel ilerlemenin gereklilikleriyle tamamen çelişki içinde olmasına karşın, yine de en güçlü sınıf olmayı sürdürüyor. Dahası, denilebilir ki burjuvazinin toplumsal yok oluş tehdidini en derinden hissettiği dönem, siyasi açıdan en güçlü hale geldiği, güç ve kaynaklarını, zorlama, aldatma ve kışkırtma amaçlı siyasi ve askerî araçlarını en üst düzeyde yoğunlaştırdığı, yani sınıf stratejisini dört başı mamur bir şekilde geliştirdiği dönemdir…

Yüzeysel olarak bakıldığında, burada bir çelişki olduğu söylenebilir: Burjuvaziyi yargılamak üzere Marksizm mahkemesine, yani tarihsel işleyişin bilimsel bilgisiyle donanmış bir mahkemeye çıkardık ve köhnemiş olduğuna hükmettik, ama aynı burjuvazi müthiş bir dirayete sahip olduğunu da gösteriyor. Aslında burada bir çelişki yoktur. Marksizmin verdiği adla diyalektik bir süreçtir bu…

Avrupa’da ve tüm dünyada bir yandan burjuva toplumun üretici güçlerinin dağıldığı, diğer yandan burjuvazinin karşıdevrimci stratejisinin en üst düzeye ulaştığı bir dönemden geçiyoruz. Bunu açık ve net bir şekilde kavramamız gerekiyor. Karşıdevrimci strateji, başka bir adla profesör ve din adamlarının sevimli vaazlarından grevcilerin makineli tüfeklerle taranmasına kadar her yöntemi kullanarak proletaryaya karşı birleşik bir mücadele yürütme sanatı hiçbir zaman bugünkü kadar ileri bir düzeye ulaşmamıştır. [3]

Dünya burjuvazisinin Ekim Devrimi’ne karşı bu son derece bilinçli tepkisi, en acımasız ifadesini Luxemburg ve Liebknecht suikastında buldu. Tüm kapitalist ülkelerin egemen sınıfının Ekim Devrimi’nin zaferinden çıkardığı en önemli ders, olgunlaşmakta olan toplumsal devrimlerin yükselen liderlerinin ve en umut verici kadrolarının ilerideki Ekimlerden önce ortadan kaldırılması gerektiğiydi. Provokasyonlar, sızmalar, karışıklığa itmeler, suikastlar: bu yöntemler 1917’den sonra dünya burjuvazisinin sermayesi haline geldi.

Troçki’nin 61 yıl önce bu çözümlemeden çıkardığı siyasi sonuç, geçerliliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir:

Avrupa’da ve tüm dünyada işçi sınıfının görevi, burjuvazinin enikonu düşünülmüş karşıdevrimci stratejisinin karşısına, aynı şekilde enikonu düşünülerek hazırlanmış kendi devrimci stratejisini koymaktır. [4]

Devletçilik

Her ikisi de üretici güçlerin çürümesiyle, emperyalist ekonomik asalaklığın giderek daha hastalıklı doğasıyla bağlantılı, birbirine bağlı iki özellik Troçki tarafından özellikle vurgulanıyordu: Devletçilik olgusu ve burjuva demokrasisinin kokuşması.

Komintern’in Birinci Kongre Manifestosu’nda Troçki şöyle yazıyordu:

İnsanlığı savaş uçurumuna sürükleyen finans sermayesi, bu savaş boyunca kendisi için felaket niteliği taşıyan değişiklikler yaşadı. Kâğıt paranın üretimin maddi temeline bağımlılığı tümüyle bozulmuştur. Kapitalist meta dolaşımının aracı ve düzenleyicisi rolünü giderek yitiren kâğıt para artık bir el koyma, tedbir koyma ve genel olarak askerî-ekonomik zorbalık aracına dönüşmüştür.

Kâğıt paranın tağşişi kapitalist meta dolaşımının genel ölümcül krizini yansıtmaktadır. Savaş öncesi dönemde zaten tröstler ve tekeller sistemi ekonomik hayatın ana dallarında üretimin ve bölüşümün düzenleyicisi olarak serbest rekabeti bir kenara atmıştı; savaş sırasında ise düzenleyici-yönetici rol ekonomik birliklerin elinden çekip alındı ve doğrudan askerîleşmiş devlet iktidarına teslim edildi. Hammaddelerin bölüşümü, Bakü ve Romanya petrollerinden, Donbas kömüründen ve Ukrayna tahılından yararlanma, Alman lokomotiflerinin, yük vagonlarının ve otomobillerinin akıbeti, açlıktan kıvranan Avrupa’ya yardım — dünya ekonomisinin bütün bu temel sorunları artık ne serbest rekabet aracılığıyla ne de ulusal ve uluslararası tröstlerin ve konsorsiyumların oluşturacakları birlikler aracılığıyla düzenleniyor, bu görev düzenin bekası gereği askeri güçlerin doğrudan müdahalesiyle hallediliyor. Devlet iktidarının tümüyle finans sermayesinin emrine girmesi insanlığı emperyalizmin mezbahalarına götürmüştü. Finans sermayesi bu katliam aracılığıyla sadece devleti değil, bizzat kendisini de tümüyle militarize etmeyi basarmıştır ve artık temel ekonomik işlevlerini kan ve barut dışında başka bir yolla halletmekten âcizdir … Kapitalist liberalizmin eskiden şiddetle karşı çıktığı ekonomik hayatın devletleştirilmesi bugün somut bir gerçeklik halini almıştır. Bu gerçeklikten geriye dönüş yoktur — artık değil serbest rekabete, tröstlerin, kartellerin ve öteki ekonomi canavarlarının egemenliğine de dönmek mümkün değildir. Bugün sadece tek bir sorun var: Devletleştirilmiş üretimin yükünü bundan böyle kim taşıyacak, emperyalist devlet mi, yoksa muzaffer proletaryanın devleti mi?

Başka bir deyişle: Tüm emekçi insanlık, Milletler Cemiyeti adlı ticari şirketin çatısı altında ve “uluslararası” bir ordu ve “uluslararası” bir donanmanın yardımıyla bir yandan yağma seferleri ve katliamlar düzenlerken, öte yandan insanların önüne bir parça ekmek fırlatan, ama her yerde biricik amacı kendi egemenliğini korumak için proletaryayı zincire vurmak olan dünya üzerindeki muzaffer kliklerin kölesi mi olacak? Yoksa Avrupa’nın ve dünyanın başka yerlerindeki ileri ülkelerin işçi sınıfı, bozulup yıkılmış olan ekonomilerini sosyalist temellerde yeniden inşa etmek için yönetimi eline mi alacak? [5]

Bu analizin günümüz emperyalizminin koşullarına fevkalade uygulanabilirliği hakkında yorum yapmak gereksiz görünüyor. Sadece belirtmek gerekir ki, çağdaş emperyalist devletçiliğin devasa boyutlarıyla karşılaştırıldığında, 1919’da bu görüngü sadece larva aşamasındaydı. Troçki’nin emperyalizmin finansal ve siyasi yaşamına dair tarifine gelince, bu son on yılın bir özeti sanılabilir:

Kapitalizm savaş sırasında iyiden iyiye yozlaşmıştır. Üretim süreci içinde artı-değer elde etme sistemi (yani kâr ekonomisinin temeli) kapitalist beyefendilere artık çok sıkıcı bir iş olarak görünüyor. Ama kolay değil, ne de olsa burjuvalar spekülasyonlar yoluyla ve uluslararası soygun temelinde sermayelerini birkaç günde ikiye üçe katlamaya alıştılar.

Burjuvazi geçmişte kendisine ayak bağı olan kimi önyargıları bir kenara attı ve önceden sahip olmadığı birtakım alışkanlıklar edindi. Burjuvazi savaş sırasında bir dizi ülkeyi açlığa talim ettiren ambargo uygulamalarına, şehirleri ve köyleri bombalayıp kundaklamaya, işine yarayacak şekilde kolera salgını yaymaya, diplomatik kurye çantalarında dinamit taşımaya, düşman ülkelerin paralarının sahtesini basmaya alıştı; tarihte görülmedik boyutlara taşıdığı rüşvet, casusluk ve kaçakçılık işlemlerinin müptelası oldu. Savaşta başvurulan yöntemler barıştan sonra da ticaret alanında devam ettiriliyor. Bugünlerde başlıca ticari işlemler, tepeden tırnağa şiddet araçlarıyla donanmış dünya çapında bir soyguncu olarak öne çıkan devletin işlevleriyle iç içe geçmiş durumdadır.

Dünyadaki üretim temeli daraldıkça (artı-değere) el koyma yöntemleri de bir o kadar vahşi ve savurgan hâle geliyor. [6]

Lev Troçki’nin ilk dört Komintern kongresi sırasında hazırladığı konuşmalar ve makaleler, Marksizmin siyasi literatürünün başyapıtlarıdır. Eylem halindeki tarihsel maddeci yöntemin örnekleri olarak bunlar, Marx’ın Fransa’da İç Savaş üzerine Mayıs 1871’de yaptığı tarihi konuşmayla aynı mevkidedirler. Bu tür eserler her zaman güncelliğini korur. Fakat Troçki’nin bizim çağımızdan olduğu vurgulanmalıdır. Onun yazıları, yalnızca dünya sosyalist devrimi için Marksist bir stratejinin teorik ve politik temeli olarak değil ama modern siyasi hayatın günlük olaylarının akıllıca anlaşılması için bile yeri doldurulamaz ve zaruri olmaya devam etmektedir.

Emperyalist Çağda Marksizm

Biz Troçki’nin dehasına sadece hayranlığımızı bildirmekle kalmıyoruz. Onun ve Lenin’in eserinin tarihsel içeriğinin, emperyalist çağda Marksizmin gelişiminin ifadesi olarak, birinci derecede önemli olduğunu düşünüyoruz. İkinci Enternasyonal ile yaşanan bölünme esasa ilişkindi. Bolşevikler, İkinci Enternasyonal’in sadece siyasetine değil, felsefi bakış açısına da savaş ilan ettiler. Önde gelen teorisyeni Kautsky’nin yöntemi üzerinden incelendiğinde, İkinci Enternasyonal’in emperyalizme tarihi teslimiyetinin, Marksizmi bayağılaştırması ve revize etmesi ile bağlantılı olduğu açıkça görülür. Bolşevizmin Marksizme ilişkin bütünlüklü anlayışı, bu biricik anlayış, Marksizmin Kautsky ve İkinci Enternasyonal’in diğer teorisyenleri tarafından tarihsel olaylar üzerine edilgen bir skolastik yorum yöntemine dönüştürülerek tasfiye edilmesiyle uzlaştırılamazdı. Troçki’nin yazdığı gibi:

Kautsky, Avusturyalı sahte Marksizmin kurucusu ve en mükemmel temsilcisidir. Marx’ın gerçek öğretisi, eylemin, saldırının, devrimci enerjinin geliştirilmesinin ve sınıfsal darbenin mantıksal sonucuna ulaştırılmasının teorik reçetesi iken, Avusturya okulu, bir pasiflik ve kaçkınlık okuluna dönüştü ve kaba bir tarihsel ve muhafazakâr ekol yüzünden faaliyetini, yol göstermek ve devirmekle değil, açıklamak ve mazur göstermekle sınırladı. Kendisini parlamentarizmin ve oportünizmin mevcut ihtiyaçlarının bir hizmetkârı durumuna düşürdü, diyalektiğin yerine sahtekârca safsataları geçirdi ve sonunda, âyinsel devrimci söylemi kullanmayı çok iyi bilmesine rağmen, üzerinde yükseldiği mihrap ve tahtla, kapitalist devletin en güvenli payandasına dönüştü. [7]

İkinci Enternasyonal’in önde gelen teorisyenlerinin özelliği, Plehanov ve Kautsky gibi düşünürlerin “talihsizliği”, “diyalektiği yansıtma teorisine, bilgi sürecine ve gelişimine uygulayamamaları” idi. [8]

Bu “talihsizlik” Batı Avrupa’daki İkinci Enternasyonal liderlerinin teorik çalışmalarının ve siyasi yaşamlarının içine işlemişti. Maddeci tarih anlayışının biçimsel sonuçları kabul edilirken, onun bilimsel kavramlarının incelenmesi, diyalektik maddeci bilgi teorisindeki felsefi bağlarından koparıldı. Devlet, sınıf, üretim ilişkileri, emperyalizm gibi tarihsel maddeci kavramların kullanımı yerine, ezbere öğrenilmiş belirli sabit formüllere ve tanımlara başvuruldu.

Toplumsal Pratik

Bu yöntem, tüm kategorilerin ve kavramların tarihsel evrimini beynin ürünleri ya da bir “mutlak ruh”un ortaya çıkışları olarak değil, doğada ve toplumda var olan nesnel varlıkların ve ilişkilerin sosyal insanların zihinlerindeki yansımaları olarak inceleyen Marksizmin zıddıdır. Bu yansımalar, pasif bir düşünceye dalma sırasında değil, Marx’ın kanıtladığı gibi, insan ve doğanın tarihsel olarak belirlenmiş etkileşiminde nesnel toplumsal pratiğin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Marx, Hegelci diyalektiğin rasyonel özünü idealist biçiminden çıkararak, toplumsal pratiği onun bilgi teorisinin merkezine yerleştirerek, felsefe tarihinde ilk kez madde ile düşünce, nesne ile özne ve pratik ile teori arasındaki ilişkiyi bilimsel olarak kurmayı başardı.

İnsan, dünyayı, onu değiştirme toplumsal süreci içinde tanır. Düşünce biçimleri, üretici güçlerin gelişmesi ve bunlardan doğan toplumsal ilişkiler tarafından üretilir ve koşullandırılır. İnsanın, tarih boyunca gelişen toplumsal bir süreç olarak, bilimsel açıdan kavranmış doğa ve toplum yasalarına ilişkin bilgisi, doğanın insan düşüncesindeki tek taraflı (nesneden özneye), edilgen ve ayna benzeri yansımasına indirgenemez. Biliş ve pratik, tüm engin ideoloji ve siyaset üstyapısını doğuran toplumsal üretim sürecini yöneten diyalektik yasalara uygun olarak, her biri diğerini etkileyen ve şekillendiren bir karşıtların birliğini oluşturur.

İkinci Enternasyonal’in pasif ve derin düşünceye dalmış “Marksizmi”, kesinlikle Marksizm değildi. O, Marx’ın Feuerbach Üzerine Tezler’inde bizzat eleştirdiği ve yerle bir ettiği eski mekanik maddeciliğin bir tekrarıydı:

Bundan önceki tüm materyalizmin (Feuerbach’ınki de dâhil olmak üzere) başlıca kusuru; nesnenin, gerçekliğin, duyumsallığın duyusal insan etkinliği, pratik olarak, öznel olarak değil, yalnızca nesne ya da sezgi [Anschauung] biçiminde kavranmasıdır … İşte bu yüzden, Feuerbach, “devrimci”, “pratik-eleştirel” etkinliğin önemini kavrayamaz. [9]

Otobiyografisi Hayatım’da Troçki, kendisi ile İkinci Enternasyonal liderleri arasında 1914’ten önce bile algıladığı derin siyasi uçurumu hatırlatarak, Avusturyalı Sosyal Demokrat lider Karl Renner (sonradan Avusturya şansölyesi ve nihayet, İncil’e uygun bir yaşta ölmeden önce, Amerika Birleşik Devletleri’nin sadık bir müttefiki) hakkında şunları yazar: kendisi “devrimci diyalektikten en muhafazakâr Mısır firavunu kadar uzaktı.”

Bu sadece rastgele bir gözlem değildi. Troçki, Sosyal Demokrat liderlerin pasifliği, kararlı devrimci eylem için yetersizlikleri, kitlelere olan güvensizlikleri, kapitalist düzenin dayanıklılığına olan örtük inançları ile devrimci Marksizmin ana kaynağı olan diyalektiğe yönelik kayıtsızlıkları arasındaki bağlantıyı saptamıştı. Kapitalist Ekonomi Teorisi’nin yazarı olan Renner’in, Marx’ın Kapital’de kullandığı diyalektik yönteme saldıran sofu bir Kantçı olduğu belirtilebilir.

Renner’in özdeşleştiği düşünce yöntemi, Kant felsefesinin ve eski mekanik maddeciliğin temel kusuruna dikkat çeken Hegel tarafından uzun zaman önce eleştirilmişti:

Şimdiye kadar, Mantık Kavramı, bilişin içeriğinin ve biçiminin sıradan bilinçte kesin olarak varsayılan ayrılığına dayanıyordu … varsayılır ki, bilmenin maddesi, düşünceden ayrı bir hazır dünya olarak kendi kendine mevcuttur, düşünme kendi başına boştur ve söz konusu maddeye dışsal bir biçim olarak gelir, kendini onunla doldurur ve ancak bu şekilde bir içerik edinir ve böylece gerçek bilme haline gelir. [10]

Yani Hegel’in saldırısı, insanın, dış dünyanın bilgisinde pratikte etkinleştirilen ve uygulamaya dökülen düşünme biçimlerinin aktif rolünü görmezden gelen –çoğu zaman maddecilikle karıştırılan– mekanik anlayışa yöneliktir. Marx’ın keşfedilmesini idealizme, özellikle de Hegel’e atfettiği şey, işte bilişin bu aktif yanıdır. Ne var ki bu, yalnızca soyut bir biçimde keşfedilmişti. Yani, Hegel’in kabul ettiği tek etkinlik, mantıksal kategoriler ve kavramlarda cisimleşen saf düşüncenin etkinliğiydi. İnsan etkinliği bunda yalnızca bir yüklemdi.

Maddeci bir şekilde yeniden işlendiğinde (“Hegel ayakları üzerine yerleştirildiğinde”), bilişin sınıf mücadelesine katılan insanların nesnel toplumsal pratiğinden doğan ve ona rehberlik eden bu “etkin yanı”, hem dünyanın analizinin hem de devrimci dönüşümünün bilimsel yöntemi haline gelir. “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumladılar, aslolan onu değiştirmektir.” [11] Marx’ın Feuerbach üzerine on birinci tezinde çıkardığı bu sonuç, akademik tahrifatçıların zaman zaman öne sürdükleri gibi, felsefi çalışmadan vazgeçme ve basit bir pratik eylem çağrısı değildir. Tersine bu, biliş ile devrimci pratik arasındaki temel ilişkinin, onsuz sınıf mücadelesinin nesnel dünyasının bilimsel bilgisinin olanaksız olduğu, büyük teorik emeklere dayanan özlü bir özetidir.

Bu konu, ilk bakışta göründüğü kadar anlaşılması zor bir mesele değildir. Lenin’in, Bolşevik Parti’yi, büyük muhalefete karşın devlet iktidarını ele geçirmeye yönlendirmek için mücadele ettiği 1917’de, Bolşevik Parti içinde şiddetle devam eden tüm mücadelelerde bunun “pratik” sonuçları çok belirgindi. Bolşevik Parti içindeki siyasi mücadelenin doruk noktasına, Ekim 1917’de, Lenin’in sürgün dönemindeki en yakın çalışma arkadaşları Kamenev ile Zinovyev’in burjuva Geçici Hükümet’in devrilmesine karşı çıktıkları zaman ulaşıldı.

Onların, Bolşeviklerin önderliğindeki bir ayaklanmaya karşı argümanları, Troçki tarafından Ekim Dersleri’nde alıntılanmıştı:

Ama sadece ayaklanma hakkında konuşmak istemeyen herkes, bunun olasılıklarını dikkatle tartmalıdır. Ve burada, mevcut durumda düşmanın güçlerini küçümsemenin ve kendi güçlerimizi abartmanın çok zararlı olacağını söylemenin görevimiz olduğunu düşünüyoruz. Düşmanın güçleri göründüğünden daha büyüktür. Petrograd karar verecek; ancak proletarya partisinin Petrograd’daki düşmanları, hatırı sayılır güçleri bir araya getirmiş durumdalar: muhteşem donanımlı ve örgütlü ve sınıfsal konumları gereğince savaşmaya istekli ve yetenekli 5.000 Junker [Kadet subayı]; ve sonra, ordu karargahları ve sonra, hücum kıtaları ve sonra, Kazaklar; ve sonra, garnizonun güçlü bir bölümü; ve sonra, Petrograd etrafına konuşlandırılmış topçu birliğinin çok güçlü bir bölümü. Dahası, düşmanlarımız kuşkusuz, Tüm Rusya Sovyetler Merkez Yürütme Komitesi’nin yardımıyla, cepheden birlikleri getirme girişiminde bulunacaktır. [12]

Yukarıdaki paragraf, “‘devrimci’, ‘pratik-eleştirel’ etkinliği önemini” kavrayamamanın klasik bir örneğidir. Zinovyev ile Kamenev’in değerlendirmesi, çarpışan güçlerin tamamen tek taraflı, pasif ve mekanik bir şekilde incelenmesine dayanıyordu. Düşmanın sayısal gücü aritmetik olarak özetlenmişti. Biçimsel bir karşılaştırma temelinde, proletaryanın durumu umutsuz görünüyordu.

Petrograd’daki kansız zaferden iki hafta önce –ki biz onu iki hafta önce bile elde edebilirdik– deneyimli parti politikacıları, bize karşı dizilmiş savaşmaya istekli ve yetenekli Junkerleri ve hücum kıtalarını, Kazakları ve çevreye konuşlandırılmış topçu birliğini ve cepheden gelen birlikleri görüyordu. Ama gerçekte bunlarının hepsi boşa çıktı; yuvarlak hesap ile sıfır … Asla ayaklanma ateşinde denenmemiş olan bu güçler, eylemde kanıtladıklarından ölçülemeyecek kadar daha korkunç görünürlerdi. Her devrimcinin bilincine işlenmesi gereken ders işte budur! [13]

Ekim Dersleri

“Ekim Dersleri” Troçki tarafından Komünist Enternasyonal’in stratejik devrimci çalışmasına dahil edilmişti. Devrimci önderliğin belirleyici rolünün ve diyalektik yöntemin vazgeçilmezliğinin kabulü, Troçki’nin kadro eğitimine yaptığı büyük katkıların hemen hemen hepsinin temel ve birbiriyle bağlantılı temalarını oluşturur. Bu, bürokrasinin büyümesi, yönelimin bozulması ve son olarak, Komünist Enternasyonal’in yok edilmesiyle yarıda kalan bir eğitimdi. Bununla birlikte, Troçki’nin katkıları, bugün kadro eğitimi için hayati önem taşıyan büyük bir devrimci deneyim, bilgi ve kavrayış hazinesi olmaya devam ediyor.

Marksizm bize sınıf ilişkilerinin üretim sürecinden doğduğunu ve bu ilişkilerin üretici güçlerin ulaştığı belli bir aşamaya denk düştüğünü öğretir; dahası bütün ideoloji biçimlerinin ve hepsinden de önce siyasetin sınıflar arasındaki ilişkilere tekabül ettiğini söyler. Fakat bu demek değildir ki siyaset, sınıfsal gruplaşmalar ve üretim üçlüsü arasında aritmetiğin dört işlemiyle hesaplanabilecek basit mekanik ilişkiler vardır. Tersine, karşılıklı ilişkiler fevkalade karmaşıktır. Bir ülkenin gelişimini (devrimci gelişimi de dâhil) diyalektik bir şekilde yorumlamak kimi ögeleri yüzeysel şekilde yan yana getirerek ya da biçimsel analojiler kurarak değil, ancak ulusal düzeyde ve dünya çapında tüm maddi etkenlerin ve üstyapı kurumlarının karşılıklı ilişkilerinden ve etkileşiminden hareket ederek mümkün olabilir. [14]

Kautsky ve Sosyal Demokrat liderlerin çoğunluğu tarafından “kullanışsız bir şey” olarak görülen diyalektik yöntem, Lenin ve Troçki önderliğinde yeniden canlandırıldı, zenginleştirildi ve Komünist Enternasyonal’de Marksist strateji biliminin, siyasi perspektiflerin ve devrimci eylemin metodolojik temeli olarak hak ettiği yere geri getirildi. İç savaşlar çağında, siyasi durumdaki ani, “bir gecede olan” değişiklikler, dünya ölçeğinde sınıfsal güç ilişkilerinde günden güne yaşanan değişimler, siyasi savaş alanında soldan sağa ve sağdan sola ani hareketler, yalnızca diyalektik yöntemin proletaryanın tarihsel görevine uygun olduğunu kanıtlanmıştır. Marx’ın da yazacağı gibi: diyalektik, akademik tartışma için bir neşter değil, sınıf savaşının bir silahıdır. Başın tutkusu değil; devrimci tutkunun başıdır. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, bugün dünya Troçkist hareketinin kadrolarını işte bu ruhla eğitmektedir.

Dipnotlar

[1] V. İ. Lenin, Devlet ve Devrim (İstanbul: Agora Kitaplığı, 2009), s. 51. Çeviren: Ferit Burak Aydar.

[2] Lenin, Collected Works, Cilt 24, s. 227.

[3] Lev Troçki, Komünist Enternasyonal’in İlk Beş Yılı (İstanbul: Alef Yayınevi, 2020), s. 484-485-487. Çeviren: Ferit Budak Aydar.

[4] Age., s. 488.

[5] Age., s. 126, 127, 128, düzeltilmiş çeviri.

[6] Age., s. 229, düzeltilmiş çeviri.

[7] Lev Troçki, Terörizm ve Komünizm (Ankara, Epos Yayınları, 2009), s. 230-231, düzeltilmiş çeviri. Çeviren: Onur Koyunlu.

[8] Lenin, Collected Works, Cilt 38, s. 360.

[9] Karl Marx, “Feurbach Üzerine Tezler”, Alman İdeolojisi içinde (İstanbul: Evrensel Basım Yayın, 2016), s. 15. Çevirenler: Tonguç Ok ve Olcay Geridönmez.

[10] G. W. F. Hegel, Science of Logic, Humanities Press, s. 44.

[11] Karl Marx, “Feurbach Üzerine Tezler”, Alman İdeolojisi içinde (İstanbul: Evrensel Basım Yayın, 2016), s. 17.

[12] Aktaran Lev Troçki, “On the Current Situation,” Lessons of October içinde, New Park, s. 36.

[13] Age., s. 38.

[14] Lev Troçki, Komünist Enternasyonal’in İlk Beş Yılı (İstanbul: Alef Yayınevi, 2020), s. 162, 163.

Loading