Dünyanın dört bir yanındaki gençlere çağrı: Ukrayna savaşını durdurmak için kitlesel bir hareket inşa edelim!

Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Gençlik ve Öğrenciler, savaşa sürüklenmeye karşı bir hareket inşa etmek üzere 10 Aralık Cumartesi günü uluslararası bir çevrimiçi toplantı düzenliyor. Toplantıya buradan kaydolabilirsiniz.

Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) ulusal şubeleri olan Sosyalist Eşitlik Partilerinin (SEP) öğrenci ve gençlik hareketi Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Gençlik ve Öğrenciler (IYSSE), Ukrayna’daki ABD-NATO vekil savaşına ve durumun pervasızca III. Dünya Savaşı’na doğru tırmanışa derhal son verilmesini talep etmek üzere kitlesel bir küresel gençlik hareketi inşa etme çağrısı yapmaktadır.

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in Romanya’nın doğusundaki Karadeniz liman kenti Köstence yakınlarındaki Mihail Kogalniceanu Hava Üssü’nü ziyareti sırasında sıraya giren ABD askerleri, 11 Şubat 2022. [AP Photo/Andreea Alexandru]

Savaş küresel bir felakete yol açmadan durdurulmalıdır. Sonuçlarına bakmaksızın küresel jeopolitik gündemini pervasızca gerçekleştirmeye çalışan NATO’nun emperyalist militarizmi ile Rusya’nın oligarşik kapitalist rejiminin büyüyen çaresizliği arasındaki etkileşim, nükleer bir çatışmaya dönüşme tehdidi oluşturmaktadır.

“Aklın galip geleceği” ve savaşın yakında müzakere yoluyla sonuçlanacağı umudu siyasi açıdan felç edici ve tehlikeli bir yanılgıdır. NATO “barış” istemiyor. NATO savaş istiyor. NATO’nun on yıllardır Rusya sınırlarına doğru genişlemesi ve Kiev’deki yozlaşmış kukla rejimi yoğun bir şekilde silahlandırması yoluyla çatışmayı kasıtlı olarak kışkırtan emperyalist güçler, Kremlin’in yanlış hesaplanmış, siyasi olarak gerici ve felaket getiren Ukrayna istilasını sonuna kadar kullanmaya kararlıdır.

Rusya’ya karşı askeri bir zaferin mümkün olduğuna inanan NATO, Rusya’nın tüm “kırmızı çizgilerini” bir kenara itiyor. II. Dünya Savaşı sonrası dönemin büyük bir kısmında –özellikle de 1950’lerde hidrojen bombalarının geliştirilmesinden sonra– nükleer savaşın insan uygarlığını yok oluşla tehdit ettiğinin anlaşılması, nükleer silahların asla kullanılmayacağı çünkü böyle bir çatışmanın kazananının olamayacağı siyasi sonucuna varılmasına yol açmıştı. “Karşılıklı Garantili İmha” doktrini –İngilizcede kendi kendini açıklayan MAD (deli) kısaltmasıyla– askeri bir ilke haline geldi.

Fakat nükleer bir savaşın kazanılamaz olduğu ve sadece deliler tarafından başlatılabileceği ilkesi reddedilmektedir. Nükleer savaşın toplumsal yok oluşla sonuçlanma olasılığına rağmen, MAD’in yerini “NE OLMUŞ Kİ!” gibi çılgınca bir doktrin almıştır. ABD ve NATO güçleri nükleer savaş olasılığının kendilerini “yıldırmayacağını” açıkça ilan ederek, politikalarının ve eylemlerinin nükleer bir felaket tehlikesi tarafından bile kısıtlanmayacağını kastetmektedirler.

Tarihten çıkarılacak dersler

Mevcut tehlikenin boyutlarını anlamak için geçmişte yaşananlar hatırlanmalıdır. Küresel güç, şirket kârları ve kişisel servet peşinde koşan egemen sınıfın yapamayacağı hiçbir barbarlık yoktur.

Emperyalizm, 20. yüzyılın başlarında çok büyük sanayi şirketlerinin gelişmesi ve uluslararası bankalar ile mali sermayenin devasa büyümesiyle ortaya çıktı. Afrika, Ortadoğu, Asya ve Latin Amerika sömürgeciliğin zulmüne maruz kaldı. Büyük güçler pazarları, hammaddeleri ve işgücünü kontrol etme mücadelesinde baskın bir konum elde etmek için yarıştılar. Bu mücadelenin sonucu, insanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir ölçekte ve şiddette küresel savaş oldu.

Verdun'da siperdeki Fransız askerleri

1914’te patlak veren I. Dünya Savaşı 20 milyondan fazla insanın ölümüne yol açtı. Emperyalizm dünyayı siper savaşlarının ve zehirli gazların dehşetiyle ve hava bombardımanlarının, torpidolarla donanmış denizaltıların ve tankların öldürücü teknik yenilikleriyle tanıştırdı.

Ancak bu küresel çatışmanın dehşeti, I. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sadece 21 yıl sonra, 1939’da başlayan II. Dünya Savaşı’nın barbarlığının sadece girizgâhıydı. II. Dünya Savaşı sırasında resmi ve kasıtlı bir politika olarak sivil nüfusun kitlesel imhasına tanık olundu. Bu, Holokost’ta endüstriyel soykırımı ve büyük şehirlere (Almanya’da Dresden ve Hamburg, Japonya’da Tokyo) yönelik yangın bombardımanlarını içeriyordu. Katliam, Amerika Birleşik Devletleri tarafından Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombalarının atılmasıyla doruğa ulaştı. Ölümlerin ölçeği akla neredeyse meydan okuyordu. Ölü sayısının 6 milyon Yahudi, yaklaşık 27 milyon Sovyetler Birliği yurttaşı ve 20 milyon Çinli dahil olmak üzere 85 milyona kadar çıktığı tahmin edilmektedir.

Alman Yahudiler, Nazi fırtına birlikleri tarafından yapılan Yahudi karşıtı sloganları temizlemeye zorlanıyor.

Şimdi, 21. yüzyılın üçüncü on yılında, on milyonlarca değil, yüz milyonlarca ve hatta muhtemelen milyarlarca insanın ölümüne yol açabilecek nükleer silahların kullanılmasını içerecek üçüncü bir küresel çatışmaya doğru çılgınca bir gidiş söz konusu. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Biden, savaşın “kıyamet” ile sonuçlanabileceğini kabul etmesine rağmen, çatışmayı tırmandırmayı sürdürdü ve yoğunlaştırdı.

ABD-NATO’nun Rusya ile savaşıyla birlikte emperyalizm daha da büyük bir çatışmanın hazırlandığını bildirmektedir. Ekim 2022’de yayımlanan ve ABD emperyalizminin stratejik hedeflerini özetleyen belgelerde Biden yönetimi, Ukrayna’daki çatışmanın Çin ile bir çatışmanın sadece bir girizgâhı olduğunu açıkça kabul etmiştir.

Geçtiğimiz yıl Ağustos ayında Biden ABD askerlerinin Afganistan’dan çekileceğini açıkladığında, bunun “ebedi savaş”ın sonu olduğunu söylemişti. Şimdi ise ABD, hayatı ebediyen sona erdirebilecek bir savaşın içindedir.

Egemen sınıfın jeopolitik çıkarları uğruna on milyonlarca insanın hayatını kurban etmeye razı olmadığına inananlar, sadece son iki buçuk yılın deneyimine bakmalıdır. Şirket ve finans oligarşisi, COVID-19 pandemisine yanıt olarak, virüsün yayılmasını engellemek için gereken en temel halk sağlığı önlemlerini, kârlarına zarar vereceği gerekçesiyle reddetti. Bunun sonucunda 1 milyondan fazlası Amerika Birleşik Devletleri’nde olmak üzere 20 milyondan fazla insan öldü.

Bu savaşı yürüten emperyalist hükümetler tarafından öne sürülen tüm gerekçeler yalan ve ikiyüzlülük kokmaktadır.

Ukrayna’da savaşın patlak vermesine yol açan nedenler ve çıkarlar, çatışmanın Rus istilasından önceki olaylarla ilgisi olmayan ve daha geniş bir tarihsel bağlamdan ayrı, münferit bir olay olarak görülmesi halinde anlaşılamaz. Savaşın sorumluluğu “ilk ateşi kimin açtığı” tespit edilerek belirlenemez. Savaşı tek tek bireylerin eylemlerinin sonucu olarak açıklama girişimleri daha da saçmadır. ABD’nin son otuz yılda yürüttüğü tüm savaşlar, şu ya da bu “canavar”a karşı ahlaki haçlı seferleri olarak gerekçelendirilmiştir: Irak’ta Saddam Hüseyin, Sırbistan’da Slobodan Miloseviç, Suriye’de Beşar Esad, Libya’da Muammer Kaddafi vb. En son “canavar” Vladimir Putin’dir ve jeopolitik ihtiyaç ortaya çıktıkça yeni şeytanlar bulunacaktır. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in şeytanlaştırılması çoktan başlamış durumdadır.

Amerika Birleşik Devletleri ve NATO müttefikleri emperyalist bir savaş yürütüyor

Şu ya da bu siyasi lidere karşı yürütülen propaganda kampanyaları, Ukrayna’daki mevcut çatışmanın nedeni bir yana, emperyalizm tarafından yürütülen savaşların kökenleri hakkında hiçbir şey açıklamamaktadır.

ABD ve NATO müttefikleri tarafından yürütülmekte olan vekâlet savaşı, ekonomik ve jeopolitik özü itibarıyla, emperyalisttir. ABD ve NATO’nun Ukrayna’daki demokrasi ya da –top yemi olarak kullanılan– Ukrayna halkının kaderi umurlarında bile değildir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında olduğu gibi, bu savaşın da temel amacı dünyayı yeniden düzenlemek ve kaynaklarını emperyalist güçler arasında yeniden paylaşmaktır.

NATO tarafından oluşturulan ve askeri ittifakın "doğu kanadı"nı gösteren bir grafik. [Photo: NATO]

Ukrayna’daki ABD-NATO savaşı, ABD’nin son otuz yıldır kışkırttığı savaşların hem devamıdır hem de yeni ve daha tehlikeli bir düzeye tırmanmasını temsil etmektedir. Amerikan kapitalizminin uzun süredir devam eden ekonomik gerilemesini tersine çevirmek ve artan iç gerilimleri bastırmak isteyen ABD egemen sınıfı, savaşı ve küresel hegemonya elde etmeyi sorunlarının tek çözümü olarak görmektedir. ABD’nin militarist saldırganlığı, Lev Troçki’nin II. Dünya Savaşı arifesinde Amerikan emperyalizminin tarihsel gidişatına ilişkin kehanet niteliğindeki analizini haklı çıkarmaktadır:

Dünya paylaşılmış mı? O zaman yeniden paylaşılması gerekiyor. Almanya için sorun, “Avrupa’yı düzenleme” sorunuydu. ABD’nin dünyayı “düzenlemesi” gerekiyor. Tarih, insanlığı, Amerikan emperyalizminin volkanik patlamasıyla karşı karşıya getiriyor.

1991’de Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasından bu yana ABD, Ukrayna’nın NATO’nun etki alanına dahil edilmesini uzun vadeli hedeflerinin temel bir unsuru olarak görmüştür. Rusya’yı parçalamak, ülkenin geniş stratejik kaynaklarına sınırsız erişim sağlamak, Avrasya kara parçası üzerinde kesin kontrol elde etmek ve bu temelde Çin’in Amerikan emperyalizminin küresel hegemonyasına meydan okuma yeteneğini yok etmek bu hedefler arasındadır. İnternet üzerinden erişilebilen sayısız ABD hükümet belgesinde ve emperyalist düşünce kuruluşlarının stratejik analizlerinde, suç teşkil eden bu hedefler açıkça ifade edilmektedir.

ABD ve NATO güçleri, fiilen ABD’ye bağlı bir devlete dönüşen ve adı konmamış bir NATO üyesi olan Ukrayna’yı yoğun bir şekilde silahlandırarak istilayı kışkırttı. Bu, NATO askeri ittifakının Doğu Avrupa’ya, Rusya’nın sınırlarına kadar on yıllardır süren genişlemesinin bir parçasıdır.

ABD ve NATO, Rusya’yı suçlarken devlet sınırlarının kutsallığı, Birleşmiş Milletler Antlaşması ve Ukrayna’nın “kendi kaderini tayin etme” hakkı hakkında pek çok resmi beyanatta bulunuyor. ABD ve Avrupalı güçler 1990’larda Yugoslavya’yı parçalayıp 1999’da Sırbistan’a savaş açtığında bu tür kaygılar hiç dile getirilmemişti. ABD, “kendi kaderini tayin etme” ilkesinin dünyadaki başlıca ihlalcisidir; kendi jeopolitik ve ekonomik çıkarlarının gerektirdiği şekilde ülkelere müdahale etmekte, onları bombalayıp istila etmektedir.

ABD liderliğindeki güçlerin Irak'ın başkenti Bağdat'a düzenlediği ağır bombardıman sırasında bir hükümet binası yanıyor, 21 Mart 2003 Cuma akşamı. [AP Photo/Jerome Delay]

ABD ordusu, 2003 yılında yalanlara dayanarak başlatılan, yüz binlerce insanın ölümüne ve bütün bir toplumun mahvolmasına neden olan ikinci Irak Savaşı’nı tanımlamak için “şok ve dehşet” teriminin kullanılmasına öncülük etmiştir.

Amerikan emperyalizminin Yugoslavya ve Irak’ın yanı sıra Afganistan (2001), Libya (2011) ve Suriye’yi (2011) kapsayan savaşlarında 1 milyondan fazla insan öldürüldü ve on milyonlarca insan sığınmacı durumuna düştü. “Terörle mücadele”nin bir parçası olarak “geliştirilmiş sorgulama”, “Ebu Gureyb”, “yargısız hüküm”, “basınçlı su ile sorgulama”, “Guantanamo Körfezi”, “insansız hava aracı suikastı” ve “Terör Salıları” gibi terimler küresel sözlüğe girdi. Şimdiki ABD Başkanı Biden, bir senatör olarak tüm bu savaşların lehine oy kullandı.

Washington’ın “demokrasi” için duyduğu sözde endişe de daha az ikiyüzlü ve sahte değildir. Kiev’deki hükümet 2014 yılında ABD destekli bir rejim değişikliği operasyonuyla kurulmuştur ve işçi sınıfının haklarını ayaklar altına alan Ukrayna oligarşisini temsil emektedir. Bu hükümet, aşırı sağcı ve faşist örgütlerle müttefiktir ve onları teşvik etmektedir. Kökleri II. Dünya Savaşı sırasında Ukrayna’daki toplu katliamcı Stepan Bandera’ya ve Nazi işbirlikçilerine uzanan Azov Taburu da onlar arasındadır.

1 Ocak 2019'da Ukrayna’nın başkenti Kiev’de düzenlenen mitingde aşırı sağcı partilerin destekçileri meşaleler ve Stepan Bandera’nın portresininin bulunduğu bir pankart taşıyor. Pankartta “Zamanı gelen bir fikri hiçbir şey durduramaz” yazıyor. [AP Photo/Efrem Lukatsky]

Biden yönetimi, diktatörlüğe karşı küresel bir “demokrasi” mücadelesini öne sürerek yurt dışındaki savaşlarını meşrulaştırmaya çalışırken, ABD egemen sınıfı yurt içinde demokrasiye karşı bir savaş yürütmektedir. ABD içindeki demokratik sistem çöküşün eşiğinde sallanmaktadır. Bizzat Biden, mevcut anayasal sistemin on yıl boyunca ayakta kalamayabileceği konusunda açıkça uyarıda bulunmuştur. Faşizm Amerikan siyasetine bulaşmış durumdadır. Trump’ın 6 Ocak 2021’de başkanlık diktatörlüğü kurma girişiminin başarıya çok yaklaşmasının üzerinden iki yıldan az bir süre geçmiştir.

Cumhuriyetçi Parti’nin yarı faşist bir örgüte dönüşmesi, İtalya’da Mussolini hayranı Giorgia Meloni başkanlığındaki hükümetten Fransa’da Marine Le Pen’in Ulusal Birlik’ine ve Brezilya’da Jair Bolsanoro’nun partisine kadar aşırı sağın dünya çapındaki yükselişiyle bağlantılıdır.

Demokrasinin çöküşü ve faşizmin canlanmasıyla birlikte, militarizm ve savaş açıkça yüceltilmektedir. Silahlanma programlarına trilyonlarca dolar akıtılmaktadır. Ukrayna’yı 20. yüzyılda iki kez istila eden ve milyonlarca Ukrayna yurttaşını katleden Alman egemen sınıfı, şimdi Ukrayna savaşını askeri bütçesini üç katına çıkarmak için bir bahane olarak kullanmaktadır. Kaynakların toplumsal ihtiyaçlardan savaşa yönlendirilmesi tüm emperyalist ülkeler için geçerlidir.

Birleşik Krallık, Fransa ve tüm NATO güçleri Ukrayna’yı silaha boğmuş durumda. Kanada Başbakan Yardımcısı Chrystia Freeland’ın Ukraynalı aşırı sağcılarla doğrudan aile bağları bulunuyor ve Kanada hükümeti, Ukrayna’nın resmen NATO’ya kabul edilmesini talep edenlerin ön saflarında yer alıyor. Rusya’ya karşı savaşa tam destek veren Avustralya, Çin ile herhangi bir çatışmada cephe hattında yer almaya hazırlanıyor.

Emperyalist güçler saldırganlık ve entrika yoluyla dünyanın dört bir yanındaki devletleri Rusya ve Çin’e karşı stratejik saldırılarına tabi kılmaya çalışıyorlar. Bu süreçte, bir dünya savaşını tetikleyebilecek sayısız bölgesel çatışmayı kışkırtıyor ve alevlendiriyorlar. Sadece bir örnek vermek gerekirse, Washington’ın Hindistan’ı Çin’e karşı bir cephe hattı devletine dönüştürme çabası, Hindistan-Pakistan çatışmasının ABD ile Çin arasındaki çatışmayla ayrılmaz bir şekilde iç içe geçmesine ve her ikisine de yeni bir patlayıcı yük eklemesine neden olmuş durumda.

Rusya’nın Ukrayna’daki gerici müdahalesi

ABD-NATO vekâlet savaşının açıkça emperyalist karakteri, Rusya’nın Ukrayna’yı istilasını hiçbir şekilde meşrulaştırmaz. IYSSE bu istilaya karşı çıkmakta ve onu mahkûm etmektedir. Ancak bizim bu istilaya karşı çıkışımız, emperyalizm yanlısı sağın değil işçi sınıfının ve sosyalist solun karşı çıkışıdır. NATO ve Batılı burjuva medya tarafından uydurulan gerici ve aldatıcı anlatıya teslim olmadan istilayı kınamak için sosyalist ilkelere dayanan yeterli gerekçeler mevcuttur.

SSCB'de yemek kuyruğu, 1991.

Rusya ile Ukrayna arasındaki çatışma, 1917 Ekim sosyalist devrimine yönelik Stalinist ihanetin bir başka feci sonucudur. Bu ihanet; 1991 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (Sovyetler Birliği) dağıtılması, kapitalizmin restorasyonu ve daha önce Sovyet devletinin mülkiyetinde olan varlıkları çalarak zenginleşen yozlaşmış eski bürokratlardan oluşan oligarşik bir rejimin yaratılmasıyla doruk noktasına ulaşmıştır. Putin işte bu gerici kapitalist mafyanın temsilcisidir.

Stalinist bürokrasi SSCB’yi dağıttığında, Rusya ve Doğu Avrupa’daki işçilere ve gençlere bunun yeni bir refah ve barış dönemini başlatacağı söylenmişti. Fakat öyle olmadı. Devlet varlıklarının eski bürokrat yeni oligarklar tarafından yağmalanması yaşam standartlarında ve ortalama yaşam süresinde büyük bir düşüşe yol açarken, Rusya şimdi kendisini emperyalizm tarafından kuşatılmış olarak buldu. Ukrayna’nın istila edilmesi, Rusya’nın “güvenlik çıkarları”na (yani oligarkların, emperyalist güçlerin ölçüsüz müdahalesi olmaksızın ülkenin muazzam kaynaklarını yağmalama hakkına) taviz vermesi için ABD’ye baskı yapmaya yönelik umutsuz ve feci şekilde yanlış hesaplanmış bir girişimdi.

Rusya’nın ABD ve NATO’dan gelen varoluşsal bir tehditle karşı karşıya olduğu şüphesiz doğrudur. Ancak Rusya’yı emperyalistlerin hedef tahtasına koyan, Sovyetler Birliği’nin dağıtılması ve kapitalizmin restorasyonu olmuştur. Putin bu tehdide Çarlık “Kutsal Rusya”sının gerici, mistik milliyetçiliğine başvurarak karşı koymaya çalışıyor. Ama nafile. 1917’de devrilen Çarlık Rusya’sından esinlenen devlet idaresi ve diplomasi, 2022’deki dış politika için bir model olamaz.

Putin, açıkça ve defalarca, Ekim Devrimi’ni ve Lenin ile Troçki’nin önderliğindeki Bolşevik rejimi Rusya’dan bağımsız modern bir Ukrayna’nın temellerini atmakla suçladı. Bir Rus şovenisti ve anti-sosyalist olan Putin’in hor gördüğü şey, SSCB’nin 1922’de, devrimden beş yıl sonra, sosyalist cumhuriyetlerin gönüllü bir birliği olarak kurulmuş olmasıdır. İşçi iktidarına dayanan Sovyetler Birliği, Çarlık rejimi tarafından ezilen tüm milliyetlerin demokratik ve ulusal haklarını savunmaya derinden bağlıydı. Sovyetler Birliği’nin Stalin’in iktidara yükselişiyle karakterize edilen bürokratik yozlaşması, SSCB içindeki ulusal azınlıkların meşru demokratik isteklerinin ihlal edilmesi ve bastırılmasında özellikle keskin bir ifade buldu. Mevcut Rus hükümetinin ulusal şovenizmi, tarihsel olarak hem Çarlığın hem de Stalinizmin gerici geleneklerine dayanmaktadır.

Dördüncü Enternasyonal'in kurucusu Lev Troçki

Devrimci Marksizm ve sosyalist enternasyonalizm geleneklerine bağlı olan IYSSE, artık geçerliliğini yitirmiş olan “ulusal savunma” kavramına dayanan tüm savaş gerekçelerini reddeder. Bu tutumumuz hem Rusya hem de Ukrayna için geçerlidir. Biz, Putin’in ve Zelenskiy’nin savaş politikalarına karşı Rus ve Ukraynalı işçilerin birliğinden yanayız. Her iki rejimin de gerici şovenizmine karşı çıkarken, Troçki’nin şu sözlerine dikkat çekiyoruz:

Eğer bugünkü ulusal devlet ilerici bir faktör sunmuş olsaydı, bu durumda onun politik biçimlerine bağlı olmaksızın ve şüphesiz savaşı kimin ilk önce “başlattığı” dikkate alınmaksızın ulusal devletin savunulması gerekirdi. Ulusal devletin tarihsel fonksiyonu sorununu verili bir hükümetin “suçu” sorunu ile karıştırmak saçmadır. Bir kimse yaşamak için döşenmiş bir evi, yangın, dikkatsizlik ya da ev sahibinin kötü niyeti nedeniyle başladı diye korumayı reddedebilir mi? Fakat burada söz konusu olan tam olarak, yaşamak için değil yalnızca ölüm için donatılmış bir (verili) evdir. Halkların yaşamalarını sağlamak için, ulusal devletin yapısı temellerine kadar yıkılıp yerle bir edilmelidir.

Ulusal savunuyu vaaz eden bir “sosyalist”, çürüyen kapitalizmin hizmetindeki bir küçük burjuva gericidir. Savaş zamanında kendini ulusal devlete bağlamamak, savaş haritalarını değil sınıf mücadelesinin haritasını takip etmek, ancak daha barış döneminde ulusal devlete karşı uzlaşmaz bir savaşı çoktan deklare etmiş bir parti açısından olanaklıdır. Bir proleter öncü, ancak emperyalist devletin objektif gerici rolünü tam olarak kavrayarak her türden sosyal-yurtseverliğe göğüs gerebilir. Bu şu anlama gelir: “ulusal savunu” politika ve ideolojisinden gerçek bir kopuş ancak uluslararası proleter devrim bakış açısı sayesinde olanaklıdır. [Savaş ve Dördüncü Enternasyonal, 1934] [1]

Gençlik gelecek için mücadele etmeli!

Gençlik gelecek umudunu ve beklentisini temsil etmektedir. Ancak ekonomik ve jeopolitik hedeflerinin pervasızca peşinden giden kapitalizm, insanlığın varlığını sürdürmesini tehlikeye atmaktadır. Dört yüz yıl önce Shakespeare’in Hamlet’i temel varoluşsal soruyu ortaya atmıştı: “Olmak ya da olmamak?” Günümüz dünyasında bu soru felsefi bir spekülasyon konusu olarak değil, insanlığın karşı karşıya olduğu en büyük siyasi meydan okuma olarak gündeme gelmektedir. Nükleer savaş tehlikesine ek olarak, iklim değişikliği ve gelecekteki pandemiler önümüzdeki on yıllarda yüz milyonlarca insanın hayatını tehdit etmektedir. Kapitalizm dünyanın sonunu getirmeden işçi sınıfı kapitalizme son vermelidir.

Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Gençlik ve Öğrenciler, Ukrayna’daki savaşa ve bu savaşın nükleer bir III. Dünya Savaşı’na doğru tırmanmasına karşı güçlü bir hareket inşa etmenin temeli olarak aşağıdaki stratejik ilkeleri savunmaktadır.

Savaş, egemen sınıfa ve onun hükümetlerine yönelik çağrılar ve protestolar yoluyla değil, uluslararası işçi sınıfının siyasi seferberliğiyle durdurulabilir. Sömürülmesi tüm kârın kaynağı olan işçi sınıfı, dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturmaktadır. İşçi sınıfının savaşta hiçbir çıkarı yoktur. Yeni bir dünya savaşında ölüme gönderilecek olanlar işçilerdir; özellikle de genç işçilerdir.

Savaş daha şimdiden tüm dünyada işçilerin yaşam standartlarında büyük bir düşüşe yol açmış, yükselen enflasyona katkıda bulunarak işçileri temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale getirmiştir. Yaşam standartlarındaki çöküşün yarattığı kriz, sınıf mücadelesinin küresel ölçekte –ABD, Avrupa, Latin Amerika, Ortadoğu ve Afrika’da– yükselmesine yol açmıştır.

Egemen sınıf, savaş araçlarına her yıl trilyonlarca dolar harcarken, kamusal eğitim de dahil olmak üzere işçi sınıfı için kritik önem taşıyan sosyal programları karşılamaya ya da iyi ücretler ödemeye ve sağlık hizmetlerini sağlamaya para olmadığını iddia etmektedir. Savaşın tırmanmasına kaçınılmaz olarak işçi sınıfının giderek daha geniş kesimlerinin yoksullaşması eşlik etmektedir.

IYSSE, ABD’deki Amerika’nın Demokratik Sosyalistleri’nden (DSA) Almanya’daki Yeşiller ve Sol Parti’ye, Yunanistan’daki Syriza’dan İspanya’daki Podemos’a kadar, ABD ve NATO emperyalizminin en kararlı destekçileri olarak hizmet ederken sahtekârca sosyalist olduklarını iddia eden tüm örgütleri kınar.

Bu örgütler, “Ukrayna’nın egemenliğini” savunmak gibi sahte ve gerici bir slogan altında, ABD ve NATO güçlerini Ukrayna’yı tepeden tırnağa silahlandırmakla ve Rusya’ya karşı bir vekil savaşı yürütmekle değil, ona yeterince silah sağlamamakla eleştirdiler. Sahte sol örgütler on yıllardır, özellikle kampüslerde, işçi sınıfını bölmek için ırk ve toplumsal cinsiyet politikalarını teşvik ederek, mevki ve servet elde etme mücadelelerinde temsil ettikleri üst orta sınıf sosyal katmanlara yardım ettiler. Onlar artık kendilerini emperyalizmin açık destekçileri olarak ifşa ediyorlar.

“İşçi hareketi” olarak adlandırılan ve binlerce üst orta sınıf memurdan oluşan sendika bürokrasilerine gelince, onların savaşa verdikleri destek, işçi sınıfına olan düşmanlıklarının ve şirket yönetimlerinin araçları olarak oynadıkları rolün bir parçasını oluşturmaktadır.

IYSSE “ulusal savunma” denilen gerici programı iki temel nedenden ötürü reddetmektedir.

Birincisi, ulusal devlet tarihsel bir anakronizmdir; bütünleşmiş ve birbirine bağımlı bir küresel ekonominin gelişimiyle bağdaşmaz. Ulusal devlet, üretici güçlerin gelişimine ve bunların tüm insanlık tarafından barışçıl ve üretken şekilde kullanılmasına bir engel oluşturmaktadır.

İkincisi, “ulusal birlik” çağrıları, tüm ulusal devletlerin sınıf çatışmasıyla sarsıldığı, tüm gücün hükümetleri kontrol eden ve devlet iktidarını ekonomik çıkarlarını ilerletmek için kullanan kapitalist seçkinlerin elinde olduğu gerçeğinin inkârına dayanmaktadır. Emperyalist devletler tarafından izlenen dış politika –dünyanın kaynakları üzerinde amansız ve şiddetli bir denetim kurma çabası– kapitalistlerin “kendi” ülkelerindeki kâr ve zenginlik dürtüsünün küresel ölçekteki uzantısıdır.

İşçi sınıfının ulusal şovenizme ve “ulusal çıkar” ya da “demokrasi” ve “insan hakları” gibi ikiyüzlü sloganlar altında yürütülen savaşlara muhalefeti sadece ahlaki kaygılara dayanmaz. Emekçi halk kitleleri, ortak çıkarları ulusal devletleri aşan uluslararası bir sınıfı oluşturmaktadır. En derin tarihsel ve ekonomik anlamda, işçi sınıfının vatanı yoktur.

Protestocular, Sri Lanka’nın başkenti Kolombo’da devlet başkanının resmi konutuna giden bir caddede toplanıyor, 9 Temmuz 2022 Cumartesi. [AP Photo/Amitha Thennakoon]

Üretimin küreselleşmesi dünya genelinde işçi sınıfının hızla büyümesine yol açmıştır. Bu süreç sadece Asya, Latin Amerika ve Afrika’daki yüz milyonlarca yeni işçiyi değil, büyük kapitalist ülkelerde proleterleşen gençler de dahil olmak üzere nüfusun geniş kesimlerini kapsamaktadır. Aynı zamanda, son otuz yılda telekomünikasyon alanında yaşanan olağanüstü gelişmeler, işçilerin ve gençlerin ulusal sınırların ötesinde birbirleriyle iletişim kurmalarına ve mücadelelerini ortak bir program ve ortak bir eylem planı temelinde örgütlemelerine olanak sağlamıştır.

Bu küresel gerçekliğin bilincinde olan Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Gençlik ve Öğrenciler, dünyanın dört bir yanındaki gençleri ve öğrencileri işçi sınıfına yönelmek ve kapitalizmi ortadan kaldıracak bir hareket inşa etmek üzere ortak bir mücadelede birleştirmek için mücadele etmektedir.

Savaşa hayır! Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Gençlik ve Öğrenciler’i inşa edelim!

Otuz yıl önce, Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasının ardından, egemen sınıfın ideologları “Tarihin Sonu”nu ilan ettiler. Bu slogan, emperyalizmin Soğuk Savaş’taki sözde “zafer”inin kapitalizmin bir alternatifinin olmadığını kanıtladığı anlamına geliyordu. Ulusal devlet sistemi, üretim araçlarının özel mülkiyeti, kâr sistemi ve burjuva demokrasisi toplumsal gelişmenin en yüksek ve nihai aşamasını ifade ediyordu.

“Tarihin Sonu” tezi, Dante’nin dehşet verici Cehennem tasavvurunun kapitalist bir temelde gerçekleştirilmesidir: “İçeri girenler, dışarıda bırakın her umudu.” [2] İnsanlık, kaçışın mümkün olmadığı kapitalist bir distopyanın içine hapsolmuştur. Toplumsal eşitsizlik, yoksulluk, sömürü ve kültürün sürekli aşağılanması insanlığın mahkûm edildiği kaderdir.

Medya tarafından benimsenip kuvvetlendirilen ve sayısız akademisyen tarafından vaaz edilen “Tarihin Sonu” anlatısı, cesaretsizlik, moral bozukluğu ve siyasi ilgisizlik tohumları ekmeyi amaçlıyordu. Fakat bu doğru olmayan bir anlatıydı. Tarih büyük bir intikamla geri döndü. Kapitalizmin ekonomik, siyasi ve toplumsal temelleri çatırdıyor. Tarihsel ilerlemenin büyük motor gücü olan sınıf mücadelesi, toplumsal denetim sağlamaya yönelik tüm kurumsal mekanizmaları yarıp geçiyor.

Savaşın gelişimi gençler ve tüm insanlık için büyük tehlikeler yaratırken, IYSSE programını umutsuzluğa değil, mücadele edip geleceği kazanabileceğimize duyduğumuz güvene dayandırmaktadır.

Kötümserlerin kaderciliği, kapitalist dünya düzeni içinde mümkün olanın sınırları içinde sıkışıp kalan bir bakış açısını ifade eder. İyimserlik ise savaş, diktatörlük, iklim değişikliği ve toplumsal gericilik üreten kapitalist krizin aynı zamanda uluslararası işçi sınıfı mücadelesinin büyümesini de ürettiği anlayışından doğar.

İşçilerin eşitsizlik ve sömürüye karşı mücadele ettiği fabrikalara ve işyerlerine yönelmeliyiz. Kapitalizmi yıkabilecek ve insanlık için ileriye doğru bir yol açabilecek büyük güç onlardır. IYSSE sadece savaşa karşı mücadelede işçilerin desteğini kazanmaya çalışmıyor. Biz, emperyalizmin yenilgisinin, sosyalist bir programla donanmış işçi sınıfının dünya kapitalist sistemine karşı mücadelede öncü ve belirleyici devrimci güç olarak ortaya çıkmasına bağlı olduğunu biliyoruz.

Nasıl ki işçi sınıfının dünya tarihindeki en büyük müdahalesi olan Rus Devrimi ilk küresel katliam olan I. Dünya Savaşı’na son verdiyse, bugün III. Dünya Savaşı’na doğru tırmanışı durduracak olan da uluslararası işçi sınıfının müdahalesi olacaktır.

Lenin, 1917 Rus Devrimi sırasında kitlelere hitap ederken.

IYSSE, perspektifini sosyalist hareketin tarihine, özellikle de Stalinizme karşı mücadele yoluyla Marksizmin sürekliliğini koruyan Dördüncü Enternasyonal’in, Troçkist hareketin tarihine dayandırmaktadır. Gençlik, egemen sınıfın Marksizme yönelik saldırılarıyla ve her türden gerici ideolojinin ve tarihsel tahrifatın teşvik edilmesiyle, bu tarihten ve işçi sınıfı mücadelesinin tüm tarihinden büyük ölçüde koparılmıştır.

IYSSE, öğrenciler arasındaki çalışmalarında, gerici Frankfurt Okulu’yla ve postmodernizmin iki kat gerici akıldışıcılığıyla ilişkili olanlar başta olmak üzere, işçi sınıfının devrimci rolünü ve sosyalizm uğruna siyasi mücadeleyi reddeden her türden anti-Marksist teoriye karşı çıkar.

Dahası IYSSE, bilimin ve akademinin emperyalist militarizme tabi kılınması yönündeki çabaları teşhir eder. IYSSE; tarihsel gerçeğe ve demokratik haklara yönelik saldırılara tutarlı bir şekilde karşı çıkmakta, faşizme ve savaşa karşı büyüyen muhalefeti bastırmaya yönelik tüm girişimlere direnmektedir.

IYSSE, gençleri savaşa karşı işçi sınıfına yönelen ortak bir mücadelede birleştirecek bir hareket başlatacaktır. Dünyanın dört bir yanındaki öğrencilere ve gençlere sesleniyoruz: Eğer bir geleceğimiz olacaksa, onun için mücadele etmeliyiz! Egemen sınıflar tüm dünyayı nükleer bir cehenneme çevirecek planlar yaparken biz kenarda durup seyredemeyiz!

Bu kampanya, 10 Aralık’ta Türkiye saati ile 21:00’de canlı yayınlanacak olan “Ukrayna’daki ABD-NATO vekil savaşını durdurun” başlıklı küresel bir internet semineri (webinar) aracılığıyla başlatılacak. Bunu, dünyanın dört bir yanındaki ülkelerde koordineli olarak düzenlenecek bir dizi toplantı ve başka faaliyetler takip edecek. 10 Aralık toplantısında savaşın tarihsel kökenleri açıklanacak ve savaşın tırmanmasına neden olan asıl siyasi ve ekonomik çıkarlar ortaya konulacak. En önemlisi de bu internet semineri devrimci bir strateji sunarak savaşı durdurmak için ne yapılması gerektiğini açıklayacak.

Katılmak isteyen herkesi internet seminerine kaydolmaya ve IYSSE ile iletişime geçmeye çağırıyoruz.

Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Gençlik ve Öğrenciler’e katılın! Nükleer savaşa doğru pervasızca gidişi durdurun! Yoksulluğun, sömürünün, savaşın ve hiçbir baskının olmadığı sosyalist bir gelecek uğruna mücadeleye katılın!

Daha fazla bilgi almak ve IYSSE’ye katılmak için burayı ziyaret edin.

Dipnotlar

[1] Türkçe çeviri: https://www.marxists.org/turkce/trocki/1934/haziran/10.htm

[2] Dante Alighieri, İlahi Komedya (İstanbul: Oğlak Yayıncılık, 2008), s. 47. İtalyanca aslından çeviren: Rekin Teksoy.

Loading