14 Mayıs seçimleri: Morenocular Kılıçdaroğlu, HDP ve TİP’in arkasına nasıl toplandı?

14 Mayıs’ta yapılacak cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri, Troçkizmden on yıllar önce kopmuş olan küçük burjuva Morenocu eğilimlerin gerici rolünü gözler önüne seriyor. Morenocular, sahte sol Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Kürt milliyetçisi Halkların Demokratik Partisi (HDP) üzerinden Kemal Kılıçdaroğlu ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) önderlik ettiği Millet İttifakı’nın arkasına dizilmiş durumdalar.

Kemal Kılıçdaroğlu [Photo by Cumhuriyet Halk Partisi / CC BY 3.0]

HDP’nin ve TİP’in üyesi olduğu Emek ve Özgürlük İttifakı (EÖİ) cumhurbaşkanlığı seçiminde Cumhur İttifakı’nın adayı Recep Tayyip Erdoğan’a karşı Kılıçdaroğlu’nu destekliyor. Kılıçdaroğlu liderliğindeki Türk milliyetçisi burjuva muhalefet ile HDP’yi bir araya getiren kilit faktör, NATO’ya daha açık yönelimleridir. Onlar NATO üyesi emperyalist devletlerin çıkarlarına Erdoğan’dan daha güvenilir bir şekilde hizmet etmeyi vaat ediyor.

Washington ve Avrupa başkentleri, Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığının Ankara’yı NATO’nun Rusya ve Çin’i hedef alan saldırgan politikalarına daha sıkı entegre edeceğini umuyor. NATO’ya ve uluslararası finans çevrelerine güvenceler veren Kılıçdaroğlu, savaşa ve Erdoğan rejimine karşı yaygın toplumsal muhalefeti sahte sol güçlerin de desteğiyle kontrol altına almaya çalışıyor.

İki ana Morenocu örgütün Türkiye’deki destekçileri, bu siyasi tuzağı kuran sahte sol güçler içinde önemli bir rol oynuyor. Arjantin’deki Sosyalist Sol’un (Izquierda Socialista) da üyesi olduğu İşçilerin Uluslararası Birliği’nin (UIT-CI ya da İUB-DE) Türkiye şubesi olan İşçi Demokrasisi Partisi (İDP), TİP listelerinden İstanbul’da ve İzmir’de milletvekili adayları çıkarıyor ve HDP liderliğindeki EÖİ’nin desteklenmesi çağrısı yapıyor.

Brezilya’daki Birleşik Sosyalist İşçi Partisi’nin (Partido Socialista dos Trabalhadores Unificado, PSTU) de üyesi olduğu Morenocu Uluslararası İşçi Birliği’nin (LIT-CI ya da UİB-DE) Türkiye’deki sempatizan grubu Kırmızı Gazete de parlamento seçimlerinde EÖİ’yi, cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu’nu destekliyor.

Morenocular, burjuva muhalefetin arkasına dizilerek, sağcı Erdoğan rejimine karşı büyüyen toplumsal muhalefeti bir çıkmaza yönlendirmeye ve işçi sınıfının kapitalizme ve savaşa karşı gerçek bir Troçkist meydan okumasının gelişmesini engellemeye çalışıyor.

Ukrayna’daki savaşın her ikisi de nükleer silahlı NATO ile Rusya arasında doğrudan bir çatışmaya doğru tırmandığı koşullarda, Morenocuların işçileri ve gençleri Kürt milliyetçiliği ve Stalinizm üzerinden burjuva muhalefete bağlama çabalarına verdiği destek, siyasi olarak suç oluşturmaktadır. Onların Kürt burjuva milliyetçiliğine ve Stalinizme “ilerici” bir rol atfetmesi, Lev Troçki’nin günümüzde yalnızca Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK) tarafından savunulan Sürekli Devrim Teorisi’nin reddi anlamına gelmektedir.

DEUK’un Türkiye şubesi Sosyalist Eşitlik Grubu (SEG), işçi ve gençlik kitlelerinin iki sağcı burjuva ittifakı ve onların destekçileri arasında seçim yapmak zorunda olduğu iddiasını şiddetle reddetmektedir.

Millet İttifakı, tıpkı Erdoğan’ın Cumhur İttifakı gibi gerici ve emperyalizm yanlısı partiler koalisyonudur. Bu ittifakta Kemalist CHP’nin yanı sıra Erdoğan’ın müttefiki Milliyetçi Hareket Partisi’nden (MHP) kopan aşırı sağcı İYİ Parti, AKP’nin içinden doğduğu İslamcı Saadet Partisi, AKP iktidarında başbakanlık yapmış ve hükümetin Ortadoğu’daki savaş politikalarını belirlemiş olan Ahmet Davutoğlu’nun Gelecek Partisi ve AKP’nin ekonomi kurmaylığını yapmış, mali sermayenin güvenilir ismi Ali Babacan’ın DEVA Partisi yer alıyor.

Stalinist Türkiye Komünist Partisi (TKP) içinde 2014’te yaşanan bölünmenin ardından 2017’de kurulan TİP, 2018 seçimlerinde HDP listelerinden meclise girdi. TİP lideri Erkan Baş’ın kısa süre önce yaptığı açıklamaya göre partinin üye sayısı geçtiğimiz yıl yaklaşık 6 bin iken, artık 40 binin üzerine çıkmış durumda.

İşçi ve özellikle de gençlik kitleleri, burjuvazinin iki sağcı hizbi –Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı– dışında gerçek bir sol alternatif arıyor. Ancak TİP, onları Kılıçdaroğlu’nun arkasına ve siyasi bir çıkmaza yönlendirmekte önemli bir rol oynuyor.

İDP, yaptığı bir açıklamada şunları belirtiyordu:

Aramızda bulunan çeşitli politik farklılıklarla birlikte, parlamento seçimlerinde EÖİ bileşenlerine oy çağrısında bulunacağımızı belirtmiştik. Bu tutumumuzu, Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) listelerini İşçi Demokrasisi Partisi (İDP) adaylarına açma önerisi çerçevesinde bir adım öteye taşıdık. İDP olarak, Tek Adam rejiminden emek eksenli bir kopuş seçeneğinin yükseltilmesi yönünde, TİP listelerinden seçimlere girme kararı aldık.

İDP, “Bütün bu çalışmaların gerek seçim sürecinde gerekse de sonrasında baskıcı Tek Adam rejiminden ve kapitalist sömürü düzeninden köklü bir kopuşu hedefleyen bir siyasi seçeneğin yükseltilmesini” amaçladığını iddia ediyor.

Gerçekte ise, Erdoğan’ın yerine bir başka sağcı, NATO yanlısı burjuva politikacının geçirilmesi, Türk rejiminin kökleri kapitalizme ve savaşa dayanan otoriter eğilimlerini değiştirmeyecektir. İDP’nin açıkça desteklediği HDP ve dolaylı olarak desteklediği CHP, kapitalizmin ve savaşın aktif savunucularıdır.

LIT-CI destekçisi Kırmızı Gazete ise Mart ayında yaptığı “Saray rejiminin alaşağı edilmesi için Erdoğan yenilmeli” başlıklı açıklamada “Burjuva muhalefet, güçlendirilmiş parlamentoya dönmeyi ve krizden, sermayeden yana ve Batı ile ilişkileri düzelterek çıkmayı hedeflemektedir. Bu blok da diğeri gibi kapitalist bir programa, emperyalizm yanlısı politikalara sahiptir,” diyordu.

Kırmızı Gazete’nin buradan çıkardığı sonuç, burjuvazinin emperyalizmin hizmetindeki her iki sağcı hizbini reddetmek değil, Kılıçdaroğlu’nun ve sahte sol müttefiklerinin arkasına dizilmek oldu: “Burjuva muhalefete herhangi bir umut bağlamaksızın, Erdoğan’ı ve otokratik saray rejimini durdurmak için, Kemal Kılıçdaroğlu’na oy veren kitlelerle birlikte hareket edeceğiz… Parlamento seçimlerinde ise halkımızı, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın adaylarını ve sosyalist işçi adayları desteklemeye çağırıyoruz.”

Sosyalist Eşitlik Grubu, Erdoğan hükümetinin Kürt halkına ve HDP’ye yönelik gerici saldırılarına uzlaşmaz bir şekilde karşı çıkmakta ve temel demokratik hakları savunmaktadır. Ancak bu, hiçbir şekilde, NATO yanlısı bir burjuva milliyetçi parti olan HDP’nin desteklenmesi anlamına gelmez.

SEG, demokratik haklar uğruna mücadele etmek ve NATO-Rusya savaşına, Ortadoğu’daki katliama karşı çıkmak isteyen işçileri ve gençleri, bu mücadelenin HDP’yi destekleyerek verilemeyeceği konusunda uyarır. Türk burjuva milliyetçileri gibi Kürt burjuva milliyetçilerin politikası da emperyalist saldırganlığın ve demokratik haklara yönelik komploların küresel merkez üssü olan Washington ile ittifaka dayanmaktadır.

Doğrusu, Kürt milliyetçiliğinin, özellikle Stalinist bürokrasinin 1991’de Sovyetler Birliği’ni dağıtmasından bu yana uzun bir emperyalizm yanlısı sicili bulunmaktadır. 2003’te ABD’nin Irak istilasını memnuniyetle karşılayan Kürt hareketi, ABD’nin Suriye’de 2011’de başlattığı rejim değişikliği savaşında Halk Savunma Birlikleri’nin (YPG) Washington ile kurduğu sıkı ittifakı “Rojava Devrimi” olarak yüceltmektedir.

HDP ve önceli partiler, Erdoğan ile Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasında kesintilerle birlikte 2015’e kadar süren sözde “barış süreci”nin önemli bir parçasıydı.

O dönem çok sayıda sahte sol parti Erdoğan ile işbirliğini “barış ve demokrasi”ye giden yol olarak coşkuyla desteklerken, Sosyalist Eşitlik Grubu bunun ABD ve Avrupa emperyalizminin himayesinde, Türk ve Kürt burjuvazileri arasındaki bir “barış” süreci olduğunu açıklamıştı. Amaç, Washington önderliğinde Ortadoğu’da devam eden emperyalist yağma savaşında birlikte yer alma yönünde bir anlaşmaya varmaktı.

ABD emperyalizminin Suriye’de YPG’yi başlıca vekil gücü haline getirmesi ve bağımsız bir Kürt devleti olasılığının ortaya çıkması, 15-20 milyonluk bir Kürt nüfusun yaşadığı Türkiye’de benzer bir durumun ortaya çıkmasından korkan Erdoğan hükümetini bu kırılgan süreci sona erdirmeye ve yeniden kanlı bir çatışmayı başlatmaya yöneltti.

O zamandan beri Erdoğan hükümetinin antidemokratik polis devleti baskısına uğrayan HDP, iflas etmiş olan aynı emperyalizm yanlısı burjuva milliyetçi perspektif temelinde giderek CHP ile ittifaka yöneldi.

Bu ittifakın da gerici ve kırılgan karakteri, CHP’nin son döneme kadar Erdoğan’ın Kürtlere karşı politikalarına verdiği destekte görülmektedir. CHP, 2021’deki son oylamaya kadar Erdoğan’ın Suriye ve Irak’taki Kürt milliyetçisi güçlere yönelik askeri harekâtları lehine oy kullandı. Dahası, HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması ve ardından gelen tutuklamalar, CHP’nin bu anayasa değişikliği lehine oy vermesiyle mümkün oldu.

Her ikisi de emperyalizm yanlısı Sosyalist Enternasyonal’de yer alan CHP ile HDP, özellikle Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) ile güçlü bağlara sahiptir.

Mart ayında HDP’yi ziyaret eden SPD Eş Başkanı Lars Klingbeil, “HDP ile SPD arasında önemli bir işbirliği var,” diye ilan etti. HDP Eş Başkanı Mithat Sancar da buna şöyle karşılık veriyordu: “SPD’yle, Alman Sosyal Demokrat Partisi’yle kardeşlik ilişkimiz var… Seçim sürecinde dayanışma ve bilgi alışverişi devam edecektir. Hem SPD ile hem de diğer demokrasi çevreleriyle, Türkiye ve uluslararası alanda demokrasi güçlerinin dayanışması bu süreçte hayati önem taşıyor.”

HDP’nin “demokrasi güçleri” olarak adlandırdığı Alman müttefikleri SPD ve Yeşiller, NATO’nun Rusya’ya karşı yürüttüğü savaşın merkezi aktörleridir. Bu partilerin yer aldığı Almanya’daki koalisyon hükümeti, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ukrayna’daki gerici istilasını bahane ederek silahlanma bütçesini üç katına çıkardı. Bu, Hitler’in Nazi rejiminden bu yana Alman askeri harcamalarındaki en büyük artıştır.

Morenocuların TİP, HDP ve Kılıçdaroğlu önderliğindeki Millet İttifakı’na verdiği destek, Türk ve Kürt burjuvazisi ile emperyalist müttefikleri arasındaki sıkı bağlara verilen siyasi bir desteği ifade etmektedir. Bu bağların bir başka ifadesi de Morenocular da dahil olmak üzere sahte solun –hali vakti yerinde orta sınıfı temsil eden tüm çevrelerin– NATO’nun Ukrayna’daki emperyalist savaşını desteklemedeki rolüdür.

Doğrusu, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de işçi ve gençlik kitleleri giderek mücadeleye girer ve kapitalist siyaset kurumuna sol bir alternatif ararken, TİP ve Morenocular giderek sağa kaymakta ve ulusal burjuvaziye ve emperyalizme yönelmektedir.

Rusya’ya karşı NATO saldırganlığının önemli bir tırmanışını ifade eden Finlandiya’nın NATO üyeliği konusundaki siyasi tutumlar bunu çok açık bir şekilde ortaya koymuştur.

Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı partilerinin Finlandiya’nın NATO’ya üyeliğini oybirliğiyle kabul etmesi, tüm egemen sınıfın emperyalizme açık bir bağlılık ilanıydı. TİP’in TBMM’deki oylamada Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı çıkmaması, partinin NATO karşıtı ve anti-emperyalist olma iddialarının gerçek olmadığını açığa çıkardı. Bu, Millet İttifakı’na ve HDP’ye uyarlanmayla yakından bağlantılı, bilinçli bir siyasi karardı.

CHP lideri Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz Ekim ayında ABD’de “Rusya-Ukrayna savaşında Ukrayna’nın yanında yer almamız gerektiğini düşünüyoruz,” demiş, ondan önce de NATO’yu “21. yüzyılda demokrasinin güvencesi” ilan etmişti. Gerçekte ise NATO, geçtiğimiz yüzyıldaki kuruluşundan beri demokrasiye ve uluslararası işçi sınıfına düşman bir emperyalist savaş ittifakıdır.

NATO’nun özellikle 21. yüzyılda doğuya doğru genişleme ve Rusya’yı çevreleme politikası ve 2014’te Kiev’de Rusya yanlısı seçilmiş hükümeti devirmek üzere organize ettiği darbe, 2022’de Ukrayna’daki savaşın kışkırtılmasında ve NATO ile Rusya arasında doğrudan savaş tehlikesinin hiç olmadığı kadar artmasında belirleyici olmuştur.

HDP de taktiksel olarak bir yandan sahte bir “anti-emperyalist” söylemi sürdürmeye çalışırken, NATO’nun genişlemesine karşı çıkmamıştır. HDP’nin NATO Parlamenterler Meclisi’ndeki temsilcisi Hişyar Özsoy, partisinin oylamaya katılmasa da aslında NATO’yu desteklediğini şöyle ifade ediyordu: “İlk defa askeri bir anlaşmada böyle yapıyoruz. Şimdiye kadar hepsine ret oyu verdik. Ama bu defa Finlandiya’nın güvenlik kaygılarını meşru gördüğümüz için bu oylamaya katılmama kararı aldık, ‘hayır’ da demek istemedik.”

HDP ve sahte sol tarafından desteklenen Kılıçdaroğlu’nun olası cumhurbaşkanlığı, uluslararası ve yerli mali sermaye ile NATO’nun programını yerine getirmeye çalışacağını açıkça ortaya koymuştur. Bu program, halkın ezici çoğunluğunun toplumsal özlemlerine taban tabana zıttır. Kapitalizmin küresel krizinin derinleştiği koşullarda bu, işçi sınıfını hedef alan bir militarizm ve sosyal kemer sıkma programı anlamına gelmektedir.

COVID-19 pandemisi ve NATO’nun Rusya’ya karşı savaşıyla derinleşen küresel ekonomik krizin Türkiye’deki etkileri, seçimi kim kazanırsa kazansın şiddetlenecektir.

Kılıçdaroğlu’nun devasa ekonomik ve toplumsal krize yönelik programı, New York ve Londra’daki finans çevreleriyle bağları sıkılaştırmaya dayanmaktadır. ABD ve Avrupa merkez bankalarının izinden giderek faizleri artırmayı taahhüt eden Kılıçdaroğlu, birçok ekonomistin de belirttiği gibi, ekonomide durgunluğa, yaygın işten çıkarmalara ve sert bir kemer sıkma programı uygulamaya hazırlanıyor.

Kılıçdaroğlu, işçi sınıfı içinde kaçınılmaz olarak artan bir direnişe yol açacak olan bu programı uygulamada CHP, HDP ve onların sahte sol müttefiklerinin kontrolündeki sendikalara, özellikle de DİSK’e bel bağlıyor.

DİSK, COVID-19 pandemisinin başlamasından bu yana işçilerin sağlıkları pahasına çalışmasını sağlamada önemli bir rol oynadı. Ancak bazı durumlarda, sendika bürokrasisi tüm çabalarına rağmen grevlerin patlak vermesini engelleyemedi.

Geçtiğimiz yıl uluslararası sınıf mücadelesindeki yükselişin bir parçası olarak Türkiye’de patlak veren fiili grev dalgasının ardından, işçilerin yaşam standartlarındaki çöküşe karşı artan öfkesini seçimlere kanalize etmeye odaklandı ve Kılıçdaroğlu önderliğindeki ittifakı destekledi. Vurgulamak gerekir ki, sendika bürokrasileri işçi mücadelelerini kontrol altına almakta başarısız olursa, herhangi bir yeni hükümet Erdoğan tarafından pekiştirilmiş olan polis devletini işçilere karşı kullanacaktır.

Bu noktada, Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’deki sığınmacılara karşı yürüttüğü kirli kampanya ve CHP’nin Kürt halkına yönelik devlet baskısına suç ortaklığı sicili, tüm işçilere yönelik keskin bir işlevi görmelidir. Olası bir Kılıçdaroğlu hükümetinin, Erdoğan ile aynı nedenlerden dolayı, Kürt milliyetçi hareketini kanlı bir şekilde bastırmaya yönelmesi olasıdır.

Morenocuların Stalinizme ve burjuva milliyetçiliğine yöneliminin ve işçi sınıfının siyasi bağımsızlığı uğruna mücadeleyi reddetmelerinin uzun bir geçmişi bulunmaktadır. DEUK, 1953’te, Michel Pablo ve Ernest Mandel’in önderlik ettiği ve Dördüncü Enternasyonal’in şubelerini Stalinist ve burjuva milliyetçi hareketler içinde tasfiye etme çağrısı yapan bir hizbe karşı kuruldu. Morenocuların bugünkü tutumlarının kökleri, 1953 bölünmesine yol açan bu kritik konuları ele almayı reddederek 1963’te Pablocularla ilkesiz bir şekilde yeniden birleşmelerine dayanmaktadır.

Pablocularla yeniden birleşmeye yönelenler, Castroculuğa uyarlanarak proleter olmayan güçlerin sosyalist devrime önderlik edebileceğini ve bunun için Troçkist bir partinin inşasına gerek olmadığını öne sürmüşlerdi. 1961’de Britanyalı Troçkistler (Sosyalist İşçi Birliği, SLL), onlara karşı Troçkist ilkeleri savunurken şu uyarıda bulunmuştu:

Devrimci hareketin karşı karşıya olduğu en büyük tehlike, emperyalizme ve işçi hareketi içindeki bürokratik aygıtlara ya da her ikisine birden teslimiyetten kaynaklanan tasfiyeciliktir. Pabloculuk, uluslararası Marksist hareket içindeki bu tasfiyeci eğilimi, 1953’te olduğundan çok daha açık biçimde temsil etmektedir...

İşçi sınıfının siyasi bağımsızlığı ve devrimci partilerin oluşturulması stratejisinden herhangi bir geri çekilme, Troçkist hareket adına dünya-tarihsel önemde bir hata anlamına gelecektir…

Bu uyarılar sonraki on yıllarda çarpıcı biçimde doğrulandı. Pablocu oportünizmin aşırı bir türünü temsil eden Nahuel Moreno, Arjantin’de ve Latin Amerika’da gerillacılığa, burjuva milliyetçiliğine, Stalinizme ve Sosyal Demokrasiye uyarlanarak işçi ve gençlik kitlelerinin siyasi olarak silahsızlandırılmasında belirleyici bir rol oynadı.

Bu eğilimler, özellikle Stalinist bürokrasinin 1991’de Sovyetler Birliği’ni dağıtmasının ardından emperyalizme yönelerek keskin bir şekilde sağa doğru evrildiler. Üst orta sınıfların bu sağa kayışı, hem Kürt milliyetçilerinin Ortadoğu’da on yıllardır ABD liderliğindeki savaşlara verdikleri destekte hem de Morenocuların Ukrayna politikalarında görülebilir.

Kısa süre önce sızan belgelerin de inkâr edilemez bir şekilde kanıtladığı üzere, söz konusu olan Rusya’ya karşı ABD önderliğindeki NATO güçlerinin de facto kontrolünde yürütülen bir savaştır. Bu savaşta Ukrayna halkını top yemi olarak kullanan emperyalist güçler, Rusya’yı kesin bir yenilgiye uğratarak geniş kaynaklarını kendi denetimleri altına almayı amaçlıyorlar. Bu, NATO birliklerinin savaşa dahil edilmesini, yani nükleer güçler arasında doğrudan bir çatışmayı gerektiren bir hedeftir. Dahası, bu çatışma, Çin’e karşı hazırlanan daha kapsamlı bir savaşın yalnızca başlangıcıdır.

Hem LIT-CI hem de UIT-CI, Ukrayna’da ABD’nin kışkırttığı savaşta NATO’nun vekil gücü işlevi gören Kiev rejimini kararlı bir şekilde desteklemektedir. Onlar, Rusya’daki Putin rejiminin gerici istilasına karşı NATO’nun savaş hedeflerini desteklemenin meşru olduğunu ve Kiev’in NATO güçleri tarafından daha fazla silahlandırılması gerektiğini savunarak son derece gerici bir rol oynuyorlar.

İDP’nin bağlı olduğu UIT-CI, 20 Mart’ta yaptığı açıklamada, NATO güçlerinin Ukrayna’ya muharebe tanklarını da kapsayan devasa silah sevkiyatının “yetersiz” olduğundan şikayet ederek şöyle yazıyordu:

Silahlar Ukrayna’ya damla damla geliyor, amaçları Rus istilasını yenilgiye uğratmak değil, Putin’i müzakerelere zorlamak. Bu nedenle savaşın başlamasından bir yıl sonra Ukrayna, Rusya’nın askeri gücüne karşı koymak için ihtiyaç duyduğu ağır silahlardan yoksun. Ukrayna’nın neredeyse hiç askeri havacılığı yok ve Biden, Ukrayna’nın çok talep ettiği F16 savaş uçaklarının gönderilmesine izin vermeyeceğini bir kez daha teyit etti. Almanya ve ABD bir yıl boyunca reddettikten sonra şimdi bazı modern tanklar (Alman Leopard 2’leri ve Yankee Abrams’ları) göndereceklerini söylüyorlar. Ancak Ukrayna ordusu en az 300 tanka ihtiyaç duyduklarını söylerken bu sayı ancak birkaç düzine olacak.

Kırmızı Gazete’nin desteklediği LIT-CI de Şubat ayında yayımladığı “Ukrayna’ya Tank ve Silah Sevkiyatı Yetersiz” başlıklı bildirisinde şunları yazıyordu:

Putin’i yenmek için Ukrayna’ya gerekli silah ve askeri teknolojinin gönderilmesini talep etmemiz şarttır. HIMARS çoklu füze fırlatma sistemine ek olarak Ukraynalılar 300 kilometre menzilli MGM-140 ATACMS füzeleri talep etmektedir. Ukraynalılar ayrıca F-15, F-16 ve A-10 Thunderbolt II savaş uçakları da istiyorlar (özellikle piyade hava desteği için). Bu uçaklar olmadan Ukrayna hava sahasını kontrol etmek mümkün değil.

Emperyalist savaşa karşı dünya sosyalist devrimi programı temelinde gelişmekte olan uluslararası işçi sınıfı hareketine yönelen DEUK ve Sosyalist Eşitlik Grubu ile emperyalizm yanlısı ulusal-oportünist eğilimler arasında aşılmaz bir siyasi uçurum bulunmaktadır. Emperyalizme karşı ve sosyalizm uğruna mücadele etmek isteyenler, bu deneyimlerden gerekli siyasi sonuçları çıkarmalı ve dünya Troçkist hareketi ile onun Türkiye şubesi olarak Sosyalist Eşitlik Partisi’nin inşasına katılmalıdır.

Loading