Tanzanya’daki 9 Aralık protestosu, Nyerere’nin “Afrika Sosyalizmi” ve Sürekli Devrim uğruna mücadele—I. Bölüm

25 Kasım 2025’te yayımlanan bu yazı, dört bölümlük bir dizinin ilk bölümüdür.

Tanzanyalı Z Kuşağı (Gen Z) aktivistleri, 9 Aralık günü için Cumhurbaşkanı Samia Suluhu Hassan’ın istifası talebiyle ülke çapında bir “mega protesto” çağrısı yaptılar. Bu eylem, Hassan ve onun Chama Cha Mapinduzi (Devrim Partisi—CCM) rejimi tarafından tezgahlanan hileli seçimlerin ardından binlerce kişinin katledilmesinin ardından düzenleniyor. Bu vahşet, Afrika’da ve uluslararası alanda şok dalgaları yaratmaya devam ediyor.

Darüsselam ve Mwanza’dan Mbeya ve Arusha’ya kadar, yüz binlerce, belki de milyonlarca genç, birçoğunun Hassan’ın taç giyme töreni olarak gördüğü şeye karşı çıkmak için sokaklara döküldü. Göz yaşartıcı gazlara rağmen yürüdüler, sokağa çıkma yasaklarına direndiler, sistematik internet kesintileri ve sosyal medya karartmalarıyla karşı karşıya kaldılar ve üzerlerine ateş açan asker ve polisle çatıştılar.

Haberler, Afrika’nın bağımsızlık sonrası rejimlerinden birinin en kanlı misillemelerinden birine işaret ediyor. Ölü sayısının 3.000’i aşabileceği ve katliamın boyutunu gizlemek için hastanelerden ve morglardan alınan cesetlerin toplu mezarlara atıldığı belirtiliyor. Güvenlik güçleri işçi sınıfı mahallelerinde baskınlara, zorla kaçırmalara ve toplu cezalara devam ederken 300’den fazla protestocu idam cezasıyla sonuçlanabilecek “vatana ihanet” suçlamalarıyla karşı karşıya.

Kitlesel muhalefetten dehşete kapılan Hassan, şimdi ülke genelindeki tüm bağımsızlık kutlamalarını iptal etti. Bu, eski yöntemlerle artık ülkeyi yönetemeyen bir rejim için siyasi krizin sıra dışı bir itirafıdır.

29 Ekim 2025 seçim günü Tanzanya'nın Arusha kentinde insanlar sokaklarda protesto gösterisi düzenliyor. [AP Photo/str]

Cumhurbaşkanı Hassan, özel serveti savunmak, işçi sınıfı muhalefetini bastırmak ve Tanzanya’nın egemen sınıfı ile onun emperyalist destekçilerinin çıkarlarını güvence altına almak üzere tasarlanmış kapitalist devlet makinesinin sadece son lideridir. Onun istifasına yönelik çağrılara, devlet iktidarını elinde tutanın ve üretim araçlarını kontrol edenin hangi sınıf olduğuna dair bir kavrayış yol göstermelidir. Hassan görevden alınsa veya yeni seçimler yapılsa bile, temeli oluşturan ekonomik ve politik yapı olduğu gibi kalacaktır. İşçi sınıfının önderliğinde sosyalist bir dönüşüm olmadan, sömürü, şiddet ve yoksunluk devam edecektir.

Mevcut kitlesel baskı, doğrudan CCM yönetiminin tarihsel temellerinden ve koruduğu sosyal çıkarlardan kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte, Stalinistlerden, Pan-Afrikanistlere ve sahte sol eğilimlere kadar tüm siyasi yelpazede, bu katliamın, Tanzanya’nın bağımsızlık sonrası ilk cumhurbaşkanı olan Julius Nyerere’ye ve onun Afrika Sosyalizmi ve Pan-Afrikanizm ideallerine karşı trajik bir ihanet olduğuna dair ortak bir haykırış var.

İkinci en büyük muhalefet partisi olan ACT-Wazalendo, kendisini Nyerere’nin siyasi geleneğinin mirasçısı olarak sunuyor. Bu parti, sosyalist retorikle kaplanmış milliyetçi bir politika belgesi olan 1967 Arusha Deklarasyonu’nun, “tek bir ulusal ideolojiyi restore etmek ve kök salmaya başlayan kabilecilik ve dinsel farklılıklar gibi her türlü duyguyu söküp atmak” için yeniden canlandırılması çağrısında bulunuyor. Parti, “üretimi artırmaya ve ulusal servetin dağıtımında hakkaniyet sağlamaya odaklanan, böylece sınıfları zayıflatacak modern bir sosyalist ekonomiye” geri dönüşü savunuyor.

Güney Afrika’dan Independent Online, Nyerere’nin “dayanışma, komünal refah ve ujamaa (aile birliği) felsefesiyle birbirine bağlanmış ulus” vizyonu “hafızalarda solmuştur” ve “Onun yerini zor ile yöneten bir hükümet almıştır,” diyor.

Kenya’daki Komünist Parti - Marksist ise tumturaklı bir şekilde şunu ilan ediyor: “Öğretmen Julius Nyerere’nin ruhu devrimci biçimde yeniden yükselsin.” Başka bir Stalinist ve Pan-Afrikanist parti olan Kongamano La Mapinduzi, kitlesel protestoların, “...Nyerere’nin savunduğu adalet ve onur değerlerini restore etmeyi” amaçladığını belirtiyor.

Uluslararası düzeyde, sahte sol, Tanzanya’daki olaylara neredeyse hiç önem vermedi; yorum yaptıklarında ise aynı Nyerere yanlısı mitolojiyi tekrarlıyorlar. Devrimci Komünist Enternasyonal (RCL), Nyerere’nin kilit sektörleri ulusallaştırmasının “Tanzanya’yı emperyalist tahakkümden kopardığını” ve bunun da CCM’ye “muazzam bir popülerlik” kazandırdığını iddia ediyor ve ekliyor “Nyerere yönetimindeki Tanzanya, Afrika genelindeki devrimci mücadeleler için bir model ve ilham kaynağı idi.”

Şu anki şiddetin Nyerere’ye ihanet olduğu anlatısı, işçilerin ve gençlerin 20. yüzyılın temel derslerini çıkarmasını engellemeye hizmet etmektedir. Bugün uygulanan şiddet, bağımsızlık sürecinde Nyerere ve onun küçük burjuva milliyetçi Tanganyika Afrika Ulusal Birliği (TANU) tarafından kurulmuş olan kapitalist siyasi ve ekonomik düzen tarafından gerçekleştirilmektedir. TANU, 64 yıldır kesintisiz olarak iktidarda olan bugünkü CCM rejiminin öncülüdür.

TANU/CCM’nin, 1940’lar ve 1950’lerde Afrika’yı saran sömürgecilik karşıtı mücadele dalgasından güç alarak, şimdiki Tanzanya’da baskın parti olarak yükselişi, her şeyden önce Stalinist ihanetler sayesinde mümkün oldu. Stalinist önderlikler, işçi sınıfı içinde devrimci bir hareket inşa etme konusunda ısrar eden tek güç olan Troçkizmi şiddetle bastırdılar. Troçkistler, sömürge sınırlarıyla uyumlu yeni devletler yaratma politikasını reddediyor ve gelişmekte olan ulusal burjuvaziyle ittifaklara karşı çıkarak işçilerin uluslararası birliğini savunuyorlardı. Bu devrimci önderliğin yok edilmesi, genç Afrika işçi sınıfını siyasi olarak silahsızlandırdı ve sömürgecilik karşıtı harekete küçük burjuva milliyetçisi entelijansiyanın önderlik etmesine ve onu raydan çıkarmasına yol açtı.

Görev, “Afrika Sosyalizmi”ni restore etmek değildir. Nyerere ile ilişkilendirilen mütevazı refah önlemleri hızla tasfiye ediliyor, eşitsizlik artıyor ve milyonlarca genç işsizlik ve güvencesizlikle karşı karşıya bulunuyor. Tanzanyalı işçiler ve gençler siyasi iktidarı ele geçirmeli, kendi devletlerini kurmalı, ekonomiyi özel kâr yerine insani ihtiyaçlara göre yeniden düzenlemeli ve kır kitlelerine önderlik etmelidir. Bununla birlikte, sosyalist bir devrimin başarısı, komşu Afrika ülkelerine yayılmasına ve nihayetinde dünya sahnesinde tamamlanmasına bağlıdır.

Tanzanya’nın kuruluşu ve işçi sınıfının yükselişi

Şu anda Tanzanya olarak adlandırılan topraklar, yani ana kara Tanganyika ile Zanzibar ve Pemba adalarından oluşan bölge, Afrika’nın paylaşılması sırasındaki emperyalist fetihlerden doğdu. 1880’lerde, Avrupa güçleri kıtayı bölüşürken, Berlin, Alman Doğu Afrika’sı denen bölgeyi talep etti; kontrolü şiddetli harekâtlar ve kabile elitleriyle ittifaklar aracılığıyla sağladı. 1891’de Tanganyika, deniz halatlarında kullanılan sisal, kahve ve pamuk için plantasyon tarımına dayalı bir Alman sömürgesi olarak resmiyet kazandı. Bu sistem, sömürge devletini sürdürmek için Afrikalıları nakit para ekonomisine iten zorla çalıştırma, cezalandırıcı seferler ve kulübe vergilerine dayanıyordu.

Ngoni, Matumbi ve Zaramo halkı buna tepki olarak Maji Maji İsyanı’nı (1905–1907) başlattı ve bu isyan aşırı bir vahşetle karşılaştı. Alman sömürge yönetimi halkı aç bırakarak teslim olmaya zorlamak için yakıp yıkma harekâtları başlattı; köyleri yaktı, mahsulleri yok etti ve tahıl depolarını ele geçirdi. Çoğu sivil olmak üzere 75.000 ila 300.000 kişi kıtlık, hastalık ve şiddet nedeniyle hayatını kaybetti.

1906 yılının Şubat ayında idam edilmeden önce Maji Maji savaşçıları.

İsyan, emperyalizme karşı daha geniş bir kıtasal direniş dalgasının parçasıydı ancak sınırlı kaynaklara sahip parçalanmış topluluklar birleşik bir mücadeleyi sürdüremediler. Mızraklar ve eski tüfekler, makineli tüfekler ve Avrupa kapitalizminin endüstriyel gücü karşısında yetersiz kaldı. Kıta boyunca gerçekleşen ayaklanmalar gibi, bu yenilgi de emperyal yönetime karşı koordineli bir meydan okuma yapabilecek modern bir işçi sınıfının yokluğunun altını çiziyordu.

Zanzibar, Tanganyika’dan ayrı ama benzer bir rota izledi. Umman Arap Sultanlığı tarafından yönetilmesine rağmen, 1890 yılında Heligoland-Zanzibar Antlaşması ile resmi olarak Britanya himayesine girdi. Bu antlaşma ile Almanya, Tanganika üzerindeki kontrol karşılığında Zanzibar’daki haklarından vazgeçti. Adalar, oldukça kârlı karanfil yetiştiriciliğine dayalı bir plantasyon ekonomisine dönüştü. Britanya’nın 1890’ların sonunda köleliği resmi olarak kaldırmasından sonra bile, plantasyon sistemi toprak sahibi küçük bir Arap elitin kontrolünde ödünç işçilik yoluyla işlemeye devam etti.

Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yenilgisinden sonra, Tanganyika, Milletler Cemiyeti tarafından Britanya’ya devredildi. Londra, Alman plantasyon ve vergilendirme sistemini korudu; diğer yandan büyük ölçekli maden çıkarma için gerekli altyapıyı genişletti. Darüsselam’dan Kigoma’ya giden Merkez Demiryolu hattı, Tanga–Moshi hattı ve Darüsselam, Tanga ve Mtwara’daki liman kompleksleri, Britanya kontrolündeki tüm Doğu Afrika ekonomisini birbirine bağlamak ve hammaddeyi dünya pazarına yönlendirmek için geliştirildi. Demiryolu ve liman işçileri, posta ve telgraf memurları, plantasyon işçileri ve madenciler de dahil olmak üzere modern bir işçi sınıfı ortaya çıkmaya başladı.

İlk grevler 1920’ler ve 1930’larda başladı. Tanganyika’da, demiryolu işçileri 1927 ve 1928’de çalışma ve yaşam koşulları nedeniyle iş durdurma ve yavaşlatma eylemleri düzenledi; bunu 1930’da Darüsselam’da kötü muamele ve geciken ödemelere karşı liman işçileri grevi izledi. Tanga ve Morogoro’daki sisal plantasyonlarının işçileri de protestolar düzenledi.[1] Zanzibar’da, liman işçileri 1934’te ücret kesintilerine karşı grev yaparken 1936’da Zanzibar Şehri belediye işçileri eylem yaptı. Bu mücadeleler, 1939’da Aşçılar, Çamaşırcılar ve Ev Hizmetkârları Derneği ile başlayarak ilk sendikaları doğurdu; bunu 1944’te Afrika Öğretmenler Derneği ve 1945’e gelindiğinde bölgenin en militan işçi örgütü haline gelen Afrika Demiryolu Derneği izledi.[2]

Bu gelişmeler, sayıca az ama giderek militanlaşan bölgesel bir işçi sınıfı hareketinin parçasıydı; Kenya’nın kıyı şeridi, demiryolu sistemi ve Uganda’nın iç kesimleri limanlar, rıhtımlar ve demiryolları aracılığıyla birbirine bağlanmıştı. Kenya’da, Mombasa’daki Afrikalı demiryolu ve liman işçileri, özellikle 1939’da ihracata dayalı sömürge ekonomisini sekteye uğratan büyük grevler başlattılar. Uganda’daki nakliye işçileri de 1940’larda ücretler, çalışma ve yaşam koşulları ve sömürge politikaları nedeniyle greve gittiler. Bu koridor boyunca, demiryolu, liman ve rıhtım sistemlerinin entegrasyonu, kolektif sosyal mücadelenin altyapısını ve potansiyelini oluşturdu.

Afrika işçi sınıfı, ilk kez parçalanmış kabile grupları olarak değil, birleşik bir sınıf olarak hareket etmeye başlamıştı. Aynı sömürge devletiyle ve kapitalistlerle karşı karşıya geldiler. Bu, emperyalistlerin bel bağladığı bölünmeleri aşan bir sınıf bilincinin temelini oluşturuyordu.

Sürekli Devrim ve emperyalizme karşı Marksist muhalefet

Sömürge yönetimine ilk karşı çıkanlar Marksistlerdi. Britanya’da, Sosyal Demokrat Federasyon’dan Ernest Belfort Bax, 1896’da şöyle yazıyordu: Afrikalıların “beyaz adama, misyonerlere, tüccarlara ve yerleşimcilere karşı mücadelesi bizim mücadelemizdir. Hiçbir koşulda, medeni bir gücün sosyal gelişme açısından daha geri bir aşamada bulunan ırkları boyun eğdirme ve onlara medeniyeti zorla kabul ettirme hakkını tanımıyoruz. Basın organlarında ve kürsülerde, gözlerimizi boyamak ve keyfi saldırganlığı örtbas etmek için söylenen aldatıcı insani zırvalar bizi etkilemiyor.”

Fransa’dan İşçi Partisi (Parti Ouvrier), 1895 yılında, sömürgeciliği “üretici proletaryanın canı ve malı pahasına, yalnızca mülk sahibi sınıfın kâr alanını genişletmeye yönelik kapitalist sömürünün en kötü biçimlerinden biri” olarak kınadı. “Medenileştirme ve ulusal onur bahanesiyle yapılan seferlerin ilkel halkların yozlaşmasına ve yok olmasına yol açtığını ve sömürgeci ulusa her türlü felaketi getirdiğini” belirtti.

Bu enternasyonalist muhalefet, 1889’da kurulan İkinci Enternasyonal içinde resmiyete kavuştu. 1907 Stuttgart Kongresi’nde, kapitalist sömürge politikasının “sömürge bölgelerinin yerli halkının köleleştirilmesine, zorla çalıştırılmasına veya yok edilmesine yol açtığını” belirten bir karar alındı. Kararda “Kapitalist toplumun hizmet ettiğini iddia ettiği medenileştirme misyonu, onun fetih ve sömürü arzusu için bir örtüden başka bir şey değildir,” deniliyordu.

İkinci Enternasyonal’de Vladimir Lenin, Lev Troçki ve Rosa Luxemburg’un önderlik ettiği sol kanat, kapitalizmin küresel bir aşaması olarak emperyalizmin ilk sistematik analizini geliştirerek daha da ileri gitti. Lenin’in Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması adlı eserinde açıkladığı gibi, mali sermayenin ve tekellerin yükselişi, zorunlu olarak, tüm ulusların emperyalist burjuvazinin birikim ihtiyaçlarına hizmet etmek üzere boyunduruk altına alındığı küresel bir sistemin ortaya çıkmasına neden oldu. Lenin, “Emperyalizm, gittiği her yerde özgürlük değil, tahakküm mücadelesine yol açan mali sermayenin ve tekellerin çağıdır,” diye yazmıştır.[3] Emperyalist güçler arasındaki gerilimler, Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesine yol açacaktı.

Troçki, Komünist Enternasyonal’in Üçüncü Kongresi’nde, 1921

Lenin ve Troçki, emperyalist savaşa yol açan aynı çelişkilerin dünya sosyalist devriminin de yolunu açacağını öngördüler. 1917 Ekim’inde Rusya’daki ilk muzaffer sosyalist devrimde Bolşevik Parti’ye bu temelde önderlik ettiler ve ardından Komünist Enternasyonal’i (Komintern) kurdular. Bu gelişmeler, Avrupa’da ve sömürgelerde devrimci hareketleri tetikledi ve sömürge sorununu dünya siyasetinin merkezine taşıdı.

Rus Devrimi’ne yol gösteren perspektif, Troçki’nin Sürekli Devrim Teorisi idi. Troçki, Rusya veya bugünün Tanzanya’sı gibi gecikmiş kapitalist gelişmeye sahip ülkelerde, 19. yüzyılda burjuva devrimleriyle ilişkilendirilen ulusal birlik ve toprak reformu gibi demokratik görevlerin çözümünün, artık iktidarın işçi sınıfı tarafından alınmasıyla iç içe geçtiğini ısrarla açıkladı.

Troçki, emperyalist çağda, kapitalizmin küresel gelişiminin ve egemen sınıfların kendi işçilerinden duyduğu korkunun, ulusal burjuvaziyi halihazırda dünyaya hükmeden ve onu bölüşen emperyalist güçlere bağladığını gösterdi. Bunun sonucunda, ulusal burjuvazi kabile bölünmelerini aşma, tarım sorununu çözme, toprak veya iş güvencesi sağlama, gerçek demokratik kurumlar inşa etme ya da gerçek bağımsızlığı sağlama yeteneğinden yoksundur. Bu tarihsel görevleri ancak, işçi sınıfının uluslararası karakterine ve entegre dünya ekonomisine dayanan sosyalizm mücadelesi tamamlayabilir.

Troçki, yeni ulus devletlerin yaratılması konusunda yanılsamaların beslenmesine karşı uyarıda bulunarak şunu vurguladı: “Asya ve Afrika’daki gecikmiş devrimler, ulusal devlet için yeni bir rönesans dönemi açma yeteneğinde değildir. Sömürgelerin özgürlüğe kavuşması dünya sosyalist devrimine yalnızca devasa bir giriş olacaktır,” diye vurguladı.[4]

Sürekli Devrim, Komintern’in temellerine kök salmıştır. 1919’da Troçki tarafından yazılan Komintern Manifestosu şunu onayladı:

Sömürgelerin kurtuluşu metropollerdeki işçi sınıfının kurtuluşundan bağımsız düşünülemez... Bugün bile görece gelişmiş sömürgelerdeki mücadele yalnızca ulusal kurtuluş bayrağı altında sürse de, hemen az çok açıkça tanımlanmış toplumsal bir nitelik kazanıyor. Nasıl kapitalist Avrupa dünyanın geri kalmış bölgelerini kapitalizmin girdabına çekmişse, sosyalist Avrupa da bağımsızlığını kazanan sömürgelerin planlı ve örgütlü sosyalist ekonomiye geçişlerini kolaylaştırmak için teknolojisi, örgütlülüğü ve ideolojik nüfuzuyla yardım eli uzatacaktır.[5]

 Kapitalist Avrupa, dünyanın en geri kalmış kesimlerini kapitalist ilişkilerin girdabına şiddetle sürüklediyse, sosyalist Avrupa da özgürleşen kolonilere teknolojisi, örgütlenmesi ve ideolojik etkisiyle yardım ederek, planlı ve örgütlü bir sosyalist ekonomiye geçişlerini kolaylaştıracaktır.

Komintern 1920’deki İkinci Kongre’sinde her ulusal şubenin kendi egemen sınıfının emperyalizmine karşı mücadele etme somut devrimci görevini üstlenmesini ısrarla talep etti. Kongre, Lenin tarafından kaleme alınan “Ulusal Sorun ve Sömürgeler Sorunu Üzerine Tezler”i kabul etti. Bu tezler, komünist partilerin “‘kendi’ emperyalistlerinin sömürgelerdeki hilelerini ifşa etmelerini, sömürgelerdeki her kurtuluş hareketini sadece sözde değil eylemde de desteklemelerini, emperyalist yurttaşlarının sömürgelerden atılmasını talep etmelerini” ve işçi sınıfı içinde sömürge halklarıyla derin bir kardeşlik duygusu geliştirmelerini şart koşuyordu.

Bu enternasyonalist perspektif, Afrika kıtasındaki ilk Marksist örgütleri şekillendirdi. 1917’de Güney Afrikalı sosyalistler, 1921’de Güney Afrika Komünist Partisi haline gelen Uluslararası Sosyalist Birlik’i kurdular. Kuzey Afrika’da, 1920’de Mısır Komünist Partisi kuruldu ve aynı yıl Cezayir ve Tunus Komünist Partileri, Fransız Komünist Partisi’nin şubeleri olarak kuruldu.

Bu projenin merkezinde, Komintern’in komünistlerin yerli burjuvaziden siyasi bağımsızlıklarını korumaları konusunda ısrarcı olması yatıyordu. Ne kadar anti-emperyalist söylemlerde bulunurlarsa bulunsunlar, bu sınıflar maddi olarak kapitalizme bağlı kalmaya devam ediyorlardı ve işçilerin ve köylülerin bağımsız hareketlerine her zaman ihanet edeceklerdi. Lenin, “ezilen sınıfların, emekçi ve sömürülen halkların çıkarları ile egemen sınıfın çıkarlarını ima eden genel ulusal çıkarlar kavramı arasında net bir ayrım yapılması” gerektiğini vurguladı ve sömürge ülkelerindeki burjuva milliyetçilerle yapılacak herhangi bir ittifakın “yalnızca embriyonik bir aşamada olsa bile proleter hareketin bağımsızlığını kayıtsız şartsız koruması” gerektiğini savundu.

Onlarca yıllık teorik mücadeleyle geliştirilmiş ve Rus Devrimi deneyimiyle netleştirilmiş olan Marksist emperyalizm karşıtlığı, sömürge ve yarı sömürgelerin kurtuluşu için, işçi sınıfının uluslararası sosyalizm mücadelesi yolunda bilinçli ve bağımsız seferberliğine dayanan bir perspektif oluşturdu.

Devam edecek...

Dipnotlar

[1] William H. Friedland, “The Institutionalization of Labor Protest in Tanganyika and Some Resultant Problems” Sociologus 11 (2), 1961, ss. 132-147. https://www.jstor.org/stable/43644043

[2] John Iliffe, “A Modern History of Tanganyika”, 1979, 40–87. Cambridge: Cambridge University Press, s. 134

[3] Vladimir İ. Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması (İstanbul: Agora Kitaplığı, 2009), s. 135. Çeviren: Ferit Burak Aydar.

[4] Lev Troçki, Savaş ve Dördüncü Enternasyonal, 1934. Türkçesi için: https://www.marxists.org/turkce/trocki/1934/haziran/10.htm

[5] Lev Troçki, Komünist Enternasyonal’in İlk Beş Yılı (İstanbul: Alef Yayınevi, 2021), s. 130. Çeviren: Ferit Burak Aydar.

Loading