2019 Avrupa seçimleri

AB’ye, toplumsal eşitsizliğe, faşizme ve savaşa hayır! Sosyalizm ve Avrupa işçi sınıfının birliği için!

Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (Sozialistische Gleichheitspartei, SGP) 20-21 Ekim’de düzenlenen kongresi, partinin 26 Mayıs 2019’daki Avrupa seçimlerine katılması lehinde oy verdi ve ulusal seçim listesi adaylarını seçti. Kongre’de oybirliği ile kabul edilen aşağıdaki karar, SGP’nin hedeflerini ve görevlerini açıklıyor.

Sosyalist Eşitlik Partisi (SGP), Mayıs 2019’da, Avrupa seçimlerine, aşırı sağın yükselişine, artan militarizme, bir polis devletinin inşa edilmesine ve büyüyen toplumsal eşitsizliğe karşı çıkmak için, ülke çapında bir seçim listesiyle katılacak. Biz, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) diğer şubeleriyle birlikte, Avrupa işçi sınıfını kapitalizme karşı birleştirmek için sosyalist bir program uğruna mücadele ediyoruz. Kıtanın faşist barbarlığa ve savaşa geri dönmesini önlemenin tek yolu budur.

1. Sağcı tehlikeye karşı mücadele

II. Dünya Savaşı, 75 yıldan biraz kısa bir süre önce sona erdi. O sıralarda, 1945’te, Avrupa’nın tamamı enkaz halindeydi. Savaş alanlarında, Nazilerin gaz odalarında ve bombardıman akınlarında 60 milyondan fazla insan katledilmişti. O dönemlerde, bu tür suçların bir daha asla yaşanmaması gerektiği söyleniyordu. Ancak bugün, kapitalizmin demokrasi, refah ya da barış ile bağdaşmadığı her zamankinden daha görünür hale geliyor. Faşizm ve savaş geri dönüyor.

En güçlü kapitalist ülkenin, Amerika Birleşik Devletleri’nin başında, Kuzey Kore’yi, İran’ı, nükleer silahlı Rusya’yı ve Çin’i savaşla tehdit eden aşırı sağcı bir başkan bulunuyor. Aşırı sağcı partiler Avrupa genelinde yükselişte. Onlar, dokuz ülkede (İtalya, Avusturya, Polonya, Macaristan, Finlandiya, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Yunanistan) hükümetteler; Fransa’da, en güçlü ikinci parti konumundalar.

Naziler, Hitler yönetimi altında dünya tarihindeki en büyük suçları işlemiş olan Almanya’da bile, geri döndüler. Nazilerin barbarlığını “bin yıllık başarılı Alman tarihi üzerindeki kuş pisliği” olarak açıklayan Alexander Gauland’ın Almanya İçin Alternatif (AfD) partisi, Nazilerden sonra Bundestag’da (Federal Meclis) oturan ilk aşırı sağcı partidir. Eylül ayının sonunda, birkaç bin kişiden oluşan bir neo-Nazi çetesi, yabancı düşmanı sloganlar atarak, Hitler selamı vererek ve bir Musevi restoranına saldırarak, Chemnitz’de terör estirdi.

Günümüzdeki faşistler, 1930’lardaki Nazilerden farklı olarak, kitlesel bir hareket değiller. Fakat bu, onları daha az tehlikeli yapmıyor. Hitler’in hareketi, Cumhurbaşkanı von Hindenburg etrafındaki bir gizli ittifakın onu Şansölye (Başbakan) olarak atadığı Ocak 1933’te, birkaç yüz bin silahlı üyeye sahipti ve kapitalistlerin, büyük toprak sahiplerinin ve ordunun desteğini almıştı. Bu güçler, örgütlü işçi sınıfını ezmek ve İkinci Dünya Savaşı’na hazırlanmak için Nazilere gerek duyuyorlardı. Günümüzdeki aşırı sağcılar, güçlerini, asıl olarak, yukarıdan; devlet aygıtından, istihbarat kurumlarından, polisten, hükümetten ve düzen partilerinden gördükleri destekten alıyorlar. AfD’nin yükselişi, devlet ve siyaset kurumu içindeki gerçek bir komplonun sonucudur.

AfD’nin en önemli destek ayaklarından biri, devletin güvenlik aygıtıdır. İçişleri Bakanı Horst Seehofer ve dönemin Verfassungsschutz (Anayasayı Koruma Federal Bürosu, iç istihbarat kurumu) Başkanı Hans-Georg Maaßen, Chemnitz’deki neo-Nazi yürüyüşünü açıkça savundu. Verfassungsschutz, muhbirler üzerinden denetleyip finanse ettiği neo-Nazi çevre ile sıkıca iç içe geçmiştir. Birçok AfD milletvekilinin ve yetklisinin bir ordu ya da polis geçmişi bulunmaktadır.

Bununla birlikte, AfD’ye yönelik destek daha derinlere uzanmaktadır. Medya, üniversiteler ve Bundestag’daki her parti, onun yükselişine hem ideolojik hem de siyasi olarak zemin hazırlamıştır. Parlamentodaki partiler, AfD’yi memnuniyetle karşılamış; ona üç önemli komitenin önderliğini vermişlerdir: Hukuki İşler, Bütçe ve Turizm. Büyük Koalisyon, sığınmacı politikası ve iç güvenlik konusunda AfD’nin programını benimsemiştir. AfD, oyların yalnızca yüzde 12,6’sını almış olmasına rağmen, artık federal siyasi ortamı belirlemektedir.

Buna karşılık, direniş büyüyor. Berlin’deki 13 Ekim gösterisi, Alman faşizminin ve militarizminin dönüşüne yönelik var olan kitlesel muhalefeti dışavurdu. Bu, 15 yıl önce Irak Savaşı’na karşı düzenlenen protestolardan beri en büyük gösteriydi. Berlin’de çeyrek milyon dolayında insan, ırkçılığı, AfD’nin yükselişini ve federal hükümetin ve düzen partilerinin sağcı politikalarını protesto etmek için yürüdü. Son haftalarda diğer Alman kentlerinde de on binlerce insan tekrar tekrar sokaklara döküldü.

Bu olaylar, Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (SGP) çözümlemelerini ve perspektiflerini doğrulamaktadır. AfD, halk içindeki yaygın bir sağcı ruh halinin ifadesi değildir; o, egemen sınıf tarafından bilinçli olarak teşvik edilmektedir. Egemen sınıf, yaygın toplumsal muhalefete karşı toplum karşıtı ve militarist politikalarını zorla kabul ettirmek için bu aşırı sağcı partiye gereksinim duymaktadır.

Siyasi öfke ve kitlesel protestolar önemlidir. Ancak bunlar, egemen sınıfın, 1930’larda olduğu gibi, gerici hedeflerini yeniden faşist yöntemlerle gerçekleştirmeye çalışmasını önlemek için yeterli değildir. Egemen sınıf, işçiler ve gençler arasındaki devasa muhalefete giderek artan bir saldırganlıkla tepki veriyor; kenetleniyor, demokratik muhalefeti bastırıyor ve halka karşı siyasi komplosuna hız veriyor.

Polis ve gizli servisler güçlendiriliyor ve gözetleme yetkileri ciddi ölçüde genişletiliyor. Ağ Uygulama Yasası, sosyal medyayı içerikleri sansürlemeye ya da ağır cezalarla karşı karşıya kalmaya zorluyor. AB, Avrupa seçim kampanyası sırasında, “aldatıcı haberler”; yani resmi “Uydurma Haberler” ile çelişen gerçekleri yayınlayan partilere sert para cezaları uygulamayı planlıyor. Bu sansür, öncelikle solcu ve sosyalist muhalefeti hedef almaktadır; Dünya Sosyalist Web Sitesi (WSWS), Google’ın sansüründen en çok etkilenen sitedir. Diğer yandan, Julian Assange, WikiLeaks ABD hükümetinin işlediği savaş suçlarını açığa vurduğu için, ABD’ye iade edilmekle ve belki de idam cezası almakla karşı karşıya.

Politikadaki, medyadaki, gizli servisteki ve ordudaki etkili çevreler, perde arkasından, Berlin’de açıkça aşırı sağcı bir hükümeti iktidara getirmek için çalışıyor. Meclis Başkanı Wolfgang Schäuble, Bild am Sonntag’a, AfD’nin Bundestag’a girmesinin “bazı olumlu değişikliklere neden olduğunu” söyledi. Spiegel köşe yazarı Jakob Augstein ise, “AfD hükümette söz sahibi olmalı,” talebinde bulundu.

SGP, mücadelesini, faşizmin, militarizmin ve savaşın dönüşüne karşı sınıf mücadelesinin yükselişine dayandırmaktadır. Dünya çapında egemen sınıflar keskin bir şekilde sağa giderken, işçi sınıfının ezici çoğunluğu sola yöneliyor ve sosyal demokrat partiler ile sendikaların ona dayattığı siyasi prangalardan kurtulmaya başlıyor. Bu, artan sayıda greve ve protestoya ve sosyalizme giderek artan ilgiye yansıyor.

Amerika Birleşik Devletleri’nde, sağcı sendika önderlerine başkaldıran öğretmenlerin, UPS işçilerinin ve diğer işçilerin grevleri artıyor. Geçtiğimiz yıl içinde, Avrupa’da, birkaçını belirtmek gerekirse, Ryanair’da, Lufthansa’da, Air France’da ve Amazon’da; Fransa’da emek piyasası reformuna, Yunanistan’da kemer sıkmaya karşı ve Almanya’nın metal ve kamu sektörlerinde çok sayıda grev gerçekleşti.

Sınıf mücadelesinin yoğunlaşması, SGP’ye devasa sorumluluklar yüklemektedir. SGP, Alman militarizminin dönüşü ve Sosyalist Eşitlik Partisi’nin görevleri üzerine Eylül 2014’teki kararında, “Egemen sınıfı savaşa sürükleyen aynı etmenler, sosyalist devrimin nesnel koşullarını da yaratmaktadır,” diye belirtmiş ve şunları vurgulamıştı: “Bununla birlikte, sosyalist devrim, otomatik bir süreç değildir. Onun temposu ve başarısı siyaset alanında belirlenir. Troçki'nin II. Dünya Savaşı'nın öngününde yazmış olduğu gibi, insanlığın tarihsel krizi, devrimci önderlik krizine indirgenmiştir. Bu krizin çözümü, partimizi inşa etmek için alınmış kararlara ve girişilen faaliyetlere bağlıdır.”

2. Kapitalizmin iflası

SGP, işçi sınıfının siyasi bilincini, tarihsel görevlerinin düzeyine yükseltmek için mücadele etmektedir. Bu, her şeyden önce, sınıf mücadelesinin tarihsel deneyimlerine ve mevcut nesnel krize ilişkin açık bir kavrayışı gerektirir. Militarizme dönüş ve aşırı sağcı partilerin yükselişi, uluslararası olgulardır. Bunlar, egemen sınıfın kapitalizmin dünya krizine tepkisidir. 20. yüzyılın ilk yarısını insanlık tarihindeki en çatışmalı ve şiddetli çağ yapan sorunların hiçbiri çözülmemiştir. Geçici olarak askıda kalan bu sorunlar, şimdi ikiye katlanmış bir güçle geri dönüyorlar.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, doğrudan doğruya, uluslararası kapitalizmin çelişkilerinden kaynaklanmıştı. Dördüncü Enternasyonal, 1940 yılındaki Emperyalist Savaş Üzerine Bildirge’sinde, “Mevcut teknoloji düzeyi ve işçilerin becerileriyle, tüm insanlığın maddi ve manevi gelişimi için yeterli koşulları yaratmak oldukça mümkündür,” diye ilan etmiş ve şunları belirtmişti: “Yalnızca, ekonomik yaşamı her ülkede ve tüm gezegenimizde, genel bir plana göre, doğru, bilimsel ve akılcı bir şekilde örgütlemek gereklidir. Ancak, toplumun başlıca üretici güçleri tröstlerin, yani ayrı kapitalist kliklerin eline kaldığı ve ulus devlet bu kliklerin elindeki uysal bir araç olmaya devam ettiği sürece, pazarlar uğruna, hammadde kaynakları uğruna, dünya egemenliği uğruna mücadele, kaçınılmaz olarak gitgide yıkıcı bir karakter edinir.”

Hitler’in dünyayı fethetme planları, dengesiz bir kafanın öznel ürünü değil ama içerideki patlayıcı sınıfsal gerilimleri yayıp bastırmak için Avrupa’yı zaptetmesi ve Doğu’da “yaşam alanı” fethetmesi gereken Alman sermayesinin nesnel çıkarlarının ifadesiydi. Alman burjuvazisi bu yüzden Hitler’i destekleyip iktidara getirdi. Şimdi onlar ve diğer emperyalist devletlerin egemen sınıfları, aynı yöntemlere geri dönüyorlar.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Alman kapitalizmi, geçici olarak, ABD’nin Kore’de ve Vietnam’da yaptığı gibi bizzat kirli savaşlar yürütmeden, Avrupa ve dünya geneline yayılabilmişti. Washington, kendi çıkarlarının, Alman rakibini, Batı Avrupa’nın güvenliğini sağlaması, Soğuk Savaş’ta Sovyetler Birliği’ne karşı bir siper işlevi görmesi ve ABD’nin ihracatına bir pazar sunması için ayaklarının üzerinde tutmasını gerektirdiğini hesaplamıştı. Bununla birlikte, ABD, Almanya’yı yeniden silahlandırma konusunda tereddüt etmişti. Almanya her ne kadar büyük bir savunma ordusuna sahip olmayı sürdürse de, kendisine ait nükleer silahlara, uçak gemilerine ya da uzun menzilli bombardıman uçaklarına sahip değildi (askeri bir dünya gücü işlevi görmek için olmazsa olmaz silahlar).

Bu durum, Almanya’nın yeniden birleşmesi ve Sovyetler Birliği’nin dağıtılması ile birlikte değişti. Bu, yeni bir demokrasi ve barış dönemini başlatmamış; Avrupa’nın iç dengesini ortadan kaldırmış ve yeni bir emperyalist çatışmalar ve savaşlar dönemini açmıştı.

Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği’nin sonunu, küresel egemenliğinin aşınmasını ordusunu serbestçe savaş düzenine sokma yoluyla durdurmanın bir fırsatı olarak gördü; bu hedef doğrultusunda Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da, Suriye’de ve Yemen’de canice savaşlar yürüttü ve İran’ı tehdit ediyor. Bu çatışmalar, hammaddeler, pazarlar ve dünya egemenliği uğruna emperyalist savaşlardır. ABD’nin yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS), açıkça, büyük güçler arasında savaşa hazırlığın, ABD’nin askeri planlamasının merkezinde olduğunu ilan etmektedir. ABD Savunma Bakanı James Mattis, Aralık 2017’de NSS’yi sunarken, “ABD ulusal güvenliğinin temelinde terörizm değil, büyük güçler arasındaki rekabet bulunmaktadır,” demişti. Bu, yalnızca Çin’i ve Rusya’yı değil ama Almanya ve Japonya gibi eski “müttefikleri” de hedef almaktadır.

3. Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri için

Avrupa Birliği (AB), “Avrupa’nın birliği”ni cisimleştirmiyor. AB, Avrupa üzerinde üstünlük kurma uğruna savaşın gerçekleşmekte olduğu alandır. Tek bir pazarın, ortak bir para biriminin ve Brüksel’de devasa bir bürokrasinin, kıtanın 50 rakip ulus devlete bölünmüşlüğünün üstesinden geleceği, yaşam koşullarını eşitleyeceği ve barışı güvenceye alacağı iddialarının, siyasi bir sahtekarlık olduğu kanıtlamıştır. AB, üstesinden gelme iddiasında olduğu merkezkaç kuvvetleri güçlendirmektedir.

AB’nin en güçlü kapitalist çıkarların bir aracı olarak rolü, 2008 mali krizinden bu yana gitgide daha açık hale gelmiştir. AB, uluslararası bankaların karlarını güvenceye almak için, Yunanistan’a, halkı şiddetli bir yoksulluğa saplayan bir kemer sıkma programı dayattı. Yunanistan’ın alacaklılarını tatmin etmek için, emeklilik, eğitim, sağlık ve kamu yatırımı harcamaları kesildi ve devlet borçları GSYİH’nin yüzde 180’ine yükseldi. Yunanistan’ın bu borçları tamamen ödemesi en az 42 yıl sürecek. Brüksel, İrlanda’ya, Portekiz’e, İspanya’ya, İtalya’ya ve başka ülkelere de benzer kemer sıkma programları önerdi.

Avroya geçilmesinden ve AB’nin doğuya genişlemesinden ekonomik olarak en çok çıkar sağlayan ülke olan Almanya, mali ve kemer sıkma politikalarını diğer AB üyesi devletlere dayatıyor. Federal Hükümet’e dış politika konularında danışmanlık yapan Herfried Münkler, açıkça, Almanya’nın Avrupa’nın “egemeni” ve “sert amiri” olması çağrısı yapıyor. Egemen sınıf, bununla, Alman İmparatoru’nun ve Hitler’in Alman-Avrupa güç politikasına geri dönüyor. SPD’nin önderlik ettiği Dışişleri Bakanlığı’nın sloganı, “Almanya’nın ulusal çıkarının bir adı var: Avrupa” biçimindedir.

Avrupa genelinde sosyal demokrat, Yeşil ve sahte sol partilerin AB’yi desteklemesi nedeniyle, Brüksel’e yönelik yükselen halk muhalefetinden sağcı milliyetçi partiler çıkar sağladı. Britanya’da, çoğunluk, Brexit lehine oy verdi. Şu anda egemen sınıfın iki gerici kampı arasındaki sert mücadele tüm şiddetiyle devam ediyor. Bunlar, Kalma kampında yer alan, Brüksel’in kemer sıkma politikalarını destekleyen AB yanlıları ile Ayrılma kampının sağcı, AB karşıtı milliyetçileridir.

Britanya’daki Sosyalist Eşitlik Partisi, Brexit referandumunda bu gerici kamplardan herhangi birini desteklemeyi reddetmiş ve aktif boykot çağrısında bulunmuştu: “Kal ve Ayrıl kampanyalarına, her ikisi de daha fazla kemer sıkmayı, göçmen karşıtı acımasız önlemleri ve işçi haklarının yok edilmesini savunan Thatchercı güçler önderlik ediyor. Onlar arasındaki ayrımlar, ekonomik durgunluk ve militarizm ile savaşın tırmanmadığı koşullar altında, Britanya kapitalizminin çıkarlarının, Avrupalı ve uluslararası rakiplerine karşı nasıl en iyi şekilde savunulacağı üzerinedir. Boykot, Britanya işçi sınıfının bu güçlere karşı bağımsız bir siyasi mücadelesinin gelişmesine zemin hazırlar. Böylesi bir hareket, işçi sınıfının, referandumu yalnızca Britanya ve Avrupa burjuvazisinin derinleşen varoluşsal krizinde bir bölüm olarak teşhir edecek kıta çapında bir karşı saldırısının parçası olarak gelişmelidir.”

Bu arada, AB’nin parçalanması hızla ilerliyor. AB ile İtalya’daki, Polonya’daki ve Macaristan’daki milliyetçi hükümetler arasındaki çatışmalar artıyor. Bununla birlikte, AB, sınırları kapatma, bir polis devleti inşa etme, toplumsal mücadeleleri ve siyasi muhalefeti bastırma konularında tümüyle hemfikirdir. Brüksel, Avrupa’nın tamamının bir polis ve gözetleme devletine dönüştürülmesinde ve internetin sansürlenmesinde başrolü oynuyor. Akdeniz’de binlerce sığınmacı, AB herhangi bir yardımda bulunmayı reddettiği ve kurtarma gemilerinin mürettebatını suçlularmış gibi kovuşturduğu için öldü. AB, sığınmacıları köleleştirildikleri, işkence görüp öldürüldükleri kamplarda kilit altında tutmaları için diktatörlere ve suç çetelerine para veriyor.

AB’yi, NATO’dan farklı olarak, ABD’den bağımsız ve ona karşı bir şekilde faaliyet gösterebilecek bir askeri ittifaka dönüştürme planları oldukça ilerlemiştir. Özellikle Berlin ve Paris, bu konuda birlikte çalışıyor. Ancak bunun pratikte uygulanması, Alman ve Fransız emperyalizminin stratejik çıkarları çatıştığı için, tekrar tekrar durma noktasına gelmiştir.

AB ve Yunanistan’daki sahte sol Syriza partisinden Almanya’daki Büyük Koalisyon’a ve İtalya’daki, Avusturya’daki ve Doğu Avrupa’daki açıkça aşırı sağcı hükümetlere kadar Avrupa’nın tüm hükümet partileri, kemer sıkmayı, militarizmi ve sığınmacı karşıtı terörü ilerletiyor. Bu, işçilerin ve gençlerin devrimci görevler ile karşı karşıya olduğu gerçeğinin altını çizmektedir. Avrupa kapitalizmi evcilleştirilemez. Onun yıkılması ve yerini Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri’nin alması gerekiyor.

SGP, hem Avrupa Birliği’ni hem de Avrupa’daki ulus devletleri güçlendirme yönündeki tüm çabaları reddeder. SGP, Britanya’daki ve Fransa’daki Sosyalist Eşitlik Partileri ile birlikte, Avrupa işçi sınıfının uluslararası sosyalist bir program temelinde birleştirilmesi uğruna mücadele eder. Milliyetçiliğe ve savaşa geri dönmeyi önlemenin ve kıtayı halkının ezici çoğunluğunun çıkarları doğrultusunda birleştirmenin tek yolu budur.

4. Alman militarizminin dönüşü

Berlin’de, Avrupa’ya siyasi ve askeri olarak hakim olma ve Almanya’yı diğer büyük güçlerin karşısına çıkabilecek saldırgan bir büyük güç biçiminde yeniden inşa etme kararı, uzun süre önce alındı. Bu sorun, 2013 ve 2017 federal seçimlerinden sonra aylar süren koalisyon hükümeti pazarlıklarının merkezindeydi.

2013’te, CDU, CSU ve SPD, askeri kısıtlamaya son verme ve bunu hükümette pratiğe geçirme (Alman askerlerini Rusya sınırlarına yerleştirme, Afganistan’daki Alman görevini uzatma ve Irak’ta, Mali’de ve başka yerlerde yeni askeri operasyonlara girişme) konusunda anlaştılar. Onlar, 2018’de, “bir ‘Avrupalılar ordusu’ yönünde daha ileri girişimlerde bulunmaya” karar verdiler ve askeri harcamada çok büyük bir artışı duyurdular. NATO’nun yüzde 2 hedefinin karşılanmasıyla birlikte, bu harcama 70 milyar avroya çıkacak şekilde ikiye katlanacak. Diğer alanlarda yapılan harcama kesintilerindeki her iki avrodan biri, orduya akıtılacak.

Savunma Bakanlığı’nın yeni “Bundeswehr [Silahlı Kuvvetler] anlayışı”, Alman ordusunun, iki dünya savaşındaki yıkıcı yenilgilere rağmen, yeniden büyük çaplı askeri operasyonlara hazırlandığını açıkça ortaya koymaktadır. Buna göre, Bundeswehr’in, “tüm boyutlarıyla, ortak, çok uluslu bir silahlı güçle ve tüm operasyon türleriyle etkilerinin tam yelpazesine gelişip tırmanan bir karma çatışma” yürütmeye hazırlanması gerekiyor. Ani baskınlar ve kitlesel kayıplar planlanıyor. Belge, “Çok büyük, yüksek yoğunluklu bir operasyonun başlangıcında, el altındaki kuvvetlerin ve donanımın devasa bir şekilde konuşlanması gereklidir. Personeli ve malzemeyi yeniden oluşturmak için kanuni hükümler düzenlenmelidir,” diye ilan ediyor.

1945’ten önce doğmuş on milyondan fazla insanın hala hayatta olduğu, savaşın dehşetlerini hatırladığı ve “Savaş; bir daha asla!” sloganının uzun süre okul derslerinin ayrılmaz bir parçası olduğu bir ülkede, militarizmin dönüşü çok büyük bir muhalefete yol açıyor.

Resmi politikanın bir komplo biçimini almasının, AfD’nin teşvik edilmesinin ve tarihin çarpıtılmasının nedeni budur. Militarizmin yükselişi ve savaş için ileri hazırlıklar, demokratik hakların kısıtlanmasını ve militarizmin bedeline katlanacak olan işçi sınıfına yönelik daha ileri saldırıları gerektirmektedir. Burjuva demokrasisinin çöküşü, kendisini uluslararası ölçekte hissettirmektedir.

Almanya’da, güvenlik makamları, militarizme ve kapitalizme yönelik muhalefeti bastırmaya hazırlanıyor. İç istihbarat kurumu Verfassungsschutz’un, AfD ile sıkı işbirliği içinde hazırlanmış olan en son raporunun vardığı sonuç budur. Rapor, kapitalizmi reddeden ve onu, raporun sözcükleriyle, “toplumsal adaletsizlik, barınma ‘yıkımı’, aşırı sağcılık, ırkçılık ve çevre felaketleri gibi toplumsal ve siyasal sıkıntılar”dan sorumlu tutan herkesi, “aşırı solcu” olarak suçluyor.

Verfassungsschutz, özellikle SGP’yi, hedeflerini yasal yollarla gerçekleştirmeye çalıştığını ve şiddet ya da yasadışı faaliyetler yürütmediğini kabul etmesine rağmen, açıkça “aşırı solcu bir parti” olarak listeliyor. Büyük Koalisyon hükümeti, güvenlik makamları ve onların sağcı radikal müttefikleri SGP’ye karşı harekete geçiyor; çünkü SGP, tarihin çarpıtılmasına ve militarizmin dönüşüne karşı sistematik şekilde mücadele eden ve kapitalist düzenin parçası olmayan tek partidir. Verfassungsschutz, SGP’nin, “hem çok kapsamlı bir şekilde ‘kapitalizm’ olarak kötülenen mevcut devlet ve toplum düzenine karşı, AB’ye karşı, sözde milliyetçiliğe, emperyalizme ve militarizme karşı hem de sosyal demokrasiye, sendikalara ve ayrıca Sol Parti’ye karşı” sosyalist bir program ileri sürdüğü için gözetim altında olduğunu yazıyor. Egemen sınıf, SGP’nin ve DEUK’un tarihsel ve siyasi perspektiflerinin işçi sınıfı içinde geniş bir karşılık bulacak ve Marx’ın sözleriyle, maddi bir güç haline gelecek olmasından korkmaktadır.

Dört yıl önce, medya, tarihin revize edilmesine ve Nazilerin saygınlığa kavuşturulmasına karşı çıktığı, aşırı sağcı tarihçi Jörg Baberowski’yi eleştirdiği için SGP’yi alenen suçlayan bir kampanya başlatmıştı. Baberowski, Spiegel’de, Nazi savunucusu Ernst Nolte’ye arka çıkmış ve açıkça, Hitler “kötü biri değildi,” diye ilan etmişti. SGP, bu görüşün, Alman militarizminin dönüşüyle bağlantısını kurdu ve Almanya’nın, “yirminci yüzyıla ilişkin yeni bir anlatı ... Alman emperyalizminin suçlarını önemsizleştirip meşrulaştıran bir tarih çarpıtması geliştirmeden,” militarizme dönemeyeceğini açıkladı.

Baberowski’ye ve diğer sağcı profesörlere yönelik eleştiri, öğrenciler ve işçiler arasında güçlü bir karşılık buldu ve bu da, egemen çevreleri telaşlandırdı. Frankfurter Allgemeine Zeitung, SGP’yi “mobbing” ile suçladı ve onun “etkililiği”nden yakındı. Humboldt Üniversitesi rektörlüğü Baberowski’ye arka çıktı ve aşırı sağcı profesörün eleştirilmesinin “kabul edilemez” olduğunu ilan etti. Google, bir buçuk yıldır, Alman hükümeti çevreleri ile sıkı işbirliği içinde, Dünya Sosyalist Web Sitesi dahil solcu ve ilerici web sitelerini sansürlüyor.

Warum sind sie wieder da? (Neden Geri Döndüler?) kitabı, SGP’nin Almanya’da faşizme, militarizme ve otoriter rejime karşı mücadelesini belgelemekte ve onu daha da geliştirmektedir. SGP’nin Genel Başkan Yardımcısı ve kitabın yazarı olan Christoph Vandreier, bunu, önsözde, “Kitap, tarafsız bir gözlemcinin gözünden değil; militarizmin ve faşizmin dönüşüne karşı mücadeleye bir katkı olarak yazılmıştır. Bu kitap, Nürnberg Yargılamaları’nın, bu kez bir felaket gerçekleşmeden önce yapılmasını sağlamaya yardımcı olmalıdır,” diye açıklıyor.

5. SPD’nin, Sol Parti’nin, Yeşiller’in ve sendikaların rolü

Alman militarizminin dönüşü ve aşırı sağın güçlendirilmesi, Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD), Sol Parti’nin, Yeşiller’in ve sendikaların aktif desteği olmadan mümkün olmazdı.

Yüz yıl önce, Friedrich Ebert, Philipp Scheidemann ve Gustav Noske önderliğindeki SPD, 1918–19 Kasım Devrimi’ni yenilgiye uğratmak ve devrimci sosyalist önderler Rosa Luxemburg ile Karl Liebknecht’i öldürmek için ordudaki en gerici güçler ile ittifak kurmuştu. Bugün, sosyal demokrasi, bu politikayı sürdürüyor. Ancak, 100 yıl öncesinden farklı olarak, artık işçi sınıfı ile herhangi bir ilişkisi bulunmuyor. SPD, sadece bankaların, büyük şirketlerin, gizli servislerin ve Bundeswehr’in çıkarlarını temsil eden, sağcı bir devlet partisidir.

İşçiler ve gençler, bu partiden, izlediği savaş politikası ve milyonlarca insanı yoksulluğa saplayıp Avrupa’daki en geniş düşük ücret sektörünü yaratmış olan toplum karşıtı Gündem 2010’u nedeniyle, nefret ediyorlar. SPD, uğradığı en son seçim bozgunlarına, Başbakan Angela Merkel’in Hristiyan Demokrat Birlik’i (CDU) ile Büyük Koalisyon hükümeti ittifakını sürdürerek ve perde arkasından aşırı sağcı güçlerle anlaşma yaparak karşılık verdi. Örneğin, AfD’li politikacı Stephan Brandner, Bundestag’ın Hukuki İşler Komisyonu Başkanlığı makamını, onu bu makama öneren Bundestag’ın Sosyal Demokrat Başkan Yardımcısı Thomas Oppermann’a borçludur.

Berlin’deki Humboldt Üniversitesi’nde (HU), SPD’li Rektör Sabine Kunst, AfD ile işbirliği içinde, Verfassungsschutz’un politikasını uyguluyor. Kunst, AfD’nin Berlin temsilcisi Martin Trefzer’e yönelik bir soruşturmanın ardından, Temmuz sonunda, HU’nun öğrenci yönetimini, öğrenci meclisindeki konuşmacıların ve temsilcilerin tam adlarını elde etmek için mahkemeye verdi. Bu listeler, aşırı sağcı çevrelere, solcu öğrencileri saptama, tehdit etme ve onlara saldırma olanağı verecek. Kunst’un başlıca hedefi, aşırı sağcı Profesör Baberowski’yi, öğrenci kurulu içindeki artan muhalefete karşı savunmaktır.

Yeşiller, geçtiğimiz yirmi yıldaki Alman askeri operasyonlarının en coşkulu destekçileri arasında yer almışlardır. Onlar, yirmi yıl önce, halkın sert muhalefetine rağmen, Bundeswehr’in Yugoslavya’daki ilk savaş görevini meclisten geçirdiler. Yeşiller, iç politika ve sığınmacı politikası konusunda da sağdalar. Ne zaman (SPD, CDU, FDP ya da Sol Parti ile birlikte) bir Alman eyaletini yönetseler, güvenlik güçlerini silahlandırıp sığınmacıları acımasızca sınır dışı ediyorlar. Onların şu anda tercih ettikleri koalisyon ortağı, CDU’dur. Yeşiller, Bavyera eyaleti seçimlerinden sonra bile, CSU Genel Başkanı Horst Seehofer’in Chemnitz’deki neo-Nazi yürüyüşlerini açıkça desteklemesine rağmen, CSU ile bir koalisyon kurmak istediklerini ilan ettiler.

Yeşiller gibi, Sol Parti de, işçilerin değil ama devletin ve Alman emperyalizminin kampındaki varlıklı orta sınıfın çıkarlarını temsil etmektedir. Sol Parti, işçi sınıfını bastıran ve doğuda kapitalizmin yeniden kurulmasını destekleyen Doğu Almanya’nın Stalinist devlet partisinden ortaya çıktı. 2007’de, bu parti, Sol Parti’yi kurmak üzere, eski SPD bürokratlarından, sendikacılardan ve sahte sol grupların üyelerinden oluşan WASG (Emek ve Toplumsal Adalet – Seçim Alternatifi) ile birleşti.

2013’te, Sol Parti, Stiftung für Wissenschaft und Politik (SWP, Bilim ve Politika Vakfı) düşünce kuruluşunun “Yeni Güç—Yeni Sorumluluk” başlıklı dış politika raporunun hazırlanmasına yardımcı oldu. Dolayısıyla o, en başından itibaren, Alman militarizminin dönüşü sürecine dahildi. Sol Parti, yönetimde olduğu her yerde, sosyal kesintilerde yeni saldırganlık standartları belirlemektedir. Onun kardeş partisi Syriza, Yunanistan’da, acımasız kemer sıkma programıyla, milyonlarca insanın yaşamını mahvediyor.

Sol Parti kesimleri, artık açıkça sağ kampta yer alıyorlar. Partinin meclis grubunun önderi Sahra Wagenknecht, Berlin’de aşırı sağa karşı düzenlenen protestoya karşı tavır aldı ve açık sınırlar talebiyle, “gerçekdışı ve bütünüyle hayali” diyerek dalga geçti. Wagenknecht’ın aşırı sağ ile açıktan bir ittifak kurması, sadece zaman meselesidir. AfD şefi Alexander Gauland, onu “aklın cesur sesi” olarak devamlı övmekte ve sığınmacılara yönelik saldırılarını (“Kim misafirperverliği kötüye kullanırsa, ceza olarak misafirperverliği kaybeder”), “son derece doğru” diyerek alkışlamaktadır.

6. Yoksulluğa ve sömürüye son! Toplumsal eşitlik için!

Sosyal demokratların, işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki sınıfsal uzlaşmazlıkların üstesinden “sosyal piyasa ekonomisi” ve sosyal ortaklık yoluyla gelinebileceği iddiasının bir yalan olduğu kanıtlanmıştır. Zenginler ile yoksullar arasındaki uçurum, en az 1980’lerden bu yana hızla büyümüş ve artık hayal gücünü zorlayan bir seviyeye ulaşmıştır.

Dünya genelinde, en zengin sekiz birey, insanlığın en yoksul yarısının, yani 3,6 milyar insanın toplam serveti ile aynı servete sahiptir. Bu toplumsal uçurum, bütün ülkelerin ve Avrupa’nın tamamının içinden geçmektedir. AB üyesi bir devlet olan Bulgaristan’daki ortalama ücret, Almanya’dakinden sekiz kat düşük. Avrupa’nın en zengin ülkelerinden biri olan Almanya’da ise, 12,9 milyon insan yoksulluk içinde yaşıyor ve 3,2 milyon insan, düşük ücretleri yaşamlarını sürdürmeye yetmediği için, birden çok işte çalışıyor. Daha “normal” ücretler alanlar bile, varoluşsal sorunlarla karşı karşıya bulunuyor: el yakan kiralar, uzun işe gidiş-dönüş süreleri, artan iş stresi ve güvencesizlik.

Sendikalar ve onların şirket temsilcileri, kapitalistlerin hizmetinde çalışan ve toplumsal karşıdevrimi düzenleyen yöneticiler haline gelmiştir. Onların imzasını taşımayan tek bir işten çıkarma ya da ücret kesintisi bulmak zordur. Sendikalar, her türlü militanlık işaretine düşmanlıkla tepki veriyor ve işçi mücadelelerini ya bütünüyle durdurmaya ya da etksiz bir çıkmaz sokağa yönlendirmeye çalışıyorlar. Aşırı sağcı partilerin işçiler arasında destek bulmayı başarmaları, sosyal demokrasinin, sahte solun ve sendikaların gerici rolüne duyulan öfkeden kaynaklanıyor.

SGP, kapitalist sistemi ve onun siyasi yandaşlarını kesin olarak reddeder. Biz, halkın gereksinimlerinin özel kar çıkarlarından daha önemli olduğu bir toplum için mücadele ediyoruz. Büyük servetler, bankalar ve başlıca şirketler kamulaştırılmalı ve demokratik denetim altına alınmalıdır. Tüm toplumsal haklar, yalnızca bu yolla güvence altına alınabilir. Bunlar, maaşı yeterli düzeyde bir iş, nitelikli eğitim, ekonomik konut, güvenceli emeklilik, mükemmel sağlık hizmeti ve kültüre erişim haklarını kapsamaktadır.

7. Dördüncü Enternasyonal’in 80 yılı

Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK), bugün, işçi sınıfının toplumsal çıkarlarını ve tarihsel perspektifini temsil eden tek sosyalist eğilimdir. Bu, DEUK’un, Marksist ilkeler ve işçi sınıfının bağımsızlığı uğruna onlarca yıllık mücadelesinin ürünüdür. Zaferleri ve yenilgileri ile 150 yılı aşkın sürelik sınıf mücadelesinin dersleri ve deneyimleri, DEUK’un tarihinde, programında ve siyasi çizgisinde yoğunlaşmaktadır.

Dördüncü Enternasyonal’in 80 yıl önce Lev Troçki ve Uluslararası Sol Muhalefet tarafından kurulması, onların, Sovyetler Birliği’nin ve Komünist Enternasyonal’in (Komintern) Stalinist yozlaşmasına karşı 15 yıllık mücadelelerinin ürünüydü. Onlar, Sovyetler Birliği’ndeki bürokrasinin çıkarlarını ifade eden ulusalcı “tek ülkede sosyalizm” programına karşı, 1917’de Ekim Devrimi’ni zafere ulaştırmış olan enternasyonalist stratejiyi savundular.

Komintern’in Sovyet bürokrasisinin ulusal çıkarlarına tabi kılınması, uluslararası işçi sınıfının, 1933’teki Alman felaketinde doruk noktasına ulaşan yıkıcı yenilgilerine yol açtı. Almanya Komünist Partisi (Kommunistische Partei Deutschlands, KPD), Moskova’nın etkisi altında, faşizm tehlikesini önemsememiş ve Alman işçi sınıfının Nazilere karşı ortak mücadelesini engellemişti. KPD, o dönem hala milyonlarca sosyalist işçinin örgütlü olduğu SPD ile bir birleşik cephe kurmak yerine, onları Nazilerden farkı olmayan “sosyal faşistler” olarak tanımladı.

Komintern’in Alman felaketinin derslerini çıkarmayı reddetmesi, Troçki’yi Komintern’den kopmaya ve Dördüncü Enternasyonal’i kurma çağrısı yapmaya sevk etti. Dördüncü Enternasyonal, Stalinizmin açıkça karşıdevrimci rolüne, Halk Cephesi’nin yıkıcı politikalarına ve Sovyetler Birliği’nde komünistlerin topluca katledilmesine karşı, sosyalist enternasyonalizm ilkelerini ve işçi iktidarını savundu.

İkinci Dünya Savaşı’nın ve Stalinizmin karşıdevrimci rolünün sonucu, kapitalizme bir soluklanma sağladı. Savaş sonrası dönemde gelişen ekonomik yükseliş, esas olarak Amerikan kapitalizminin kaynaklarıyla desteklenmişti. Gözden düşmüş olan sosyal demokrat partiler ve sendikalar yeniden etki kazandılar. Ulusal kurtuluş mücadelelerine, emperyalizm ile uzlaşma peşinde koşan burjuva liderler önderlik ediyordu.

Bu, Dördüncü Enternasyonal üzerinde de etkisini gösterdi. Uluslararası Komite, onlarca yıl boyunca, Stalinist, reformist partilere ve ulusal kurtuluş hareketlerine uyarlanan ve onlara devrimci bir rol yükleyen Pablocu ve “devlet kapitalizmi” teorisi yanlısı siyasi akımlara karşı mücadele vermek zorunda kaldı. Hepsi, şu ya da bu biçimde, devrim ve sosyalizm uğruna mücadeleye Dördüncü Enternasyonal’in öncülük ettiği işçi sınıfının önderlik etmeyeceğini; bunun yerine, Stalinist bürokrasinin, Maocu köylü ordularının, “solcu” sosyal demokratların ve sendikaların ya da Ben Bella, Yaser Arafat ve Fidel Castro gibi burjuva ulusalcılarının “ilerici” bir kanadının sosyalizme kademeli bir geçiş gerçekleştireceğini iddia ettiler.

Öğretiye bağlı Troçkistler, 1982-1986 sürecinde, gitgide daha çok bu tür Pablocu görüşler benimsemiş olan Britanya’daki İşçilerin Devrimci Partisi (WRP) ile yaşanan bölünme ile birlikte, Uluslararası Komite’nin denetimini geri kazandılar ve Dördüncü Enternasyonal’in tarihsel mirası temelinde benzersiz bir teorik ve siyasi gelişme gerçekleştirebildiler. DEUK’un küreselleşmeye, Sovyetler Birliği’ndeki kapitalist restorasyona, reformizmin ve sendikaların iflasına ilişkin çözümlemeleri, partiyi sınıf mücadelesinin nesnel gelişimi ile uyumlu hale getirmiş ve onu yaklaşan devrimci mücadelelere hazırlamıştır. Bu, DEUK’un şubelerinin birliklerden partilere dönüştürülmesi ve DEUK’un uluslararası çevrimiçi günlük yayın organı olarak Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin (WSWS) kurulması ile ifade edildi.

DEUK’un perspektifleri bugün doğrulanmış durumda. Stalinist bürokrasi Sovyetler Birliği’ni tasfiye etti ve ayrıcalıklarını işçi sınıfına karşı güvenceye almak için kapitalist mülkiyet ilişkilerini getirdi. Maocu Çin, bir kapitalist sömürü cennetine dönüştü. Ulusal hareketler emperyalist devletlerin uşaklarına dönüştüler. Reformist partiler ise, sağcı politikaları nedeniyle serbest düşüş halindeler.

Troçki, 1940’ta, Stalinist bir ajan tarafından öldürülmeden kısa süre önce, şu satırları yazmıştı: “Kapitalist dünya, uzatılmış bir can çekişme göz önüne alınmazsa, hiçbir çözüme sahip değil. Savaş, ayaklanmalar, kısa ateşkes araları, yeni savaşlar ve yeni ayaklanmalar ile geçen uzun yıllara hatta on yıllara hazırlanmak gerekiyor. Genç bir devrimci parti, kendisini bu perspektife dayandırmalıdır.”

Olaylar, bu tarihsel perspektifi doğrulamıştır. Dördüncü Enternasyonal, Uluslararası Komite’nin önderliği altında, sonraki on yıllarda çok büyük bir deneyim sahibi olmuş ve merkezi teorik sorunları netleştirmiştir. Artık DEUK’u, sosyalist devrimin kitlesel dünya partisi olarak inşa etmenin koşulları mevcuttur.

8. SGP’nin görevleri

SGP ve onun DEUK’taki kardeş partileri, aynı hedef uğruna mücadele etmektedir ve aynı temel görevler ile karşı karşıyadır. Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (ABD) Beşinci Parti Kongresi’nin kararı, şunları belirtir:

“SEP’in temel görevi, devrimci bir öncüyü inşa etmek, işçi sınıfına kendi hedeflerini en üst düzeyde kavratmak ve gelişen hareketin doğasını açıklığa kavuşturmaktır. SEP, işçi sınıfı içindeki mücadelenin büyümesini, devlet iktidarını alacak ve ekonomik yaşamı özel kar yerine toplumsal gereksinimler temelinde yeniden örgütleyecek sosyalist, enternasyonalist ve emperyalizm karşıtı siyasi bir harekete bağlamak için mücadele etmelidir. İşçi sınıfı, egemen sınıfın savaş ve toplumsal karşıdevrim politikasına karşı, bir sosyalist devrim programını ileri sürmek zorundadır.”

SGP’nin Avrupa seçim kampanyası için, bu perspektiften aşağıdaki görevler çıkmaktadır:

a) Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri uğruna, Britanya’daki Sosyalist Eşitlik Partisi ve Fransa’daki Parti de l’égalité socialiste (Sosyalist Eşitlik Partisi) ile birlikte yürütülecek Avrupa çapında bir kampanya. Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri uğruna mücadele, faşizme ve savaşa geri dönmeyi engellemenin ve kıtayı halklarının ezici çoğunluğunun çıkarları doğrultusunda birleştirmenin tek yoludur.

b) İşçi sınıfı içinde sistematik siyasi faaliyet. SGP, ABD’deki SEP gibi, fabrikalarda ve mahallelerde, sendikalardan bağımsız taban komiteleri inşa etmek ve bunları işçi sınıfının kapitalist sisteme karşı siyasi seferberliği ile birleştirmek için mücadele eder.

c) DEUK’un “Sosyalizm ve Savaşa Karşı Mücadele” açıklamasında sergilenen ilkeler temelinde, işçi sınıfına dayanan savaş karşıtı bir hareketin inşa edilmesi.

d) Emperyalist sömürü ve savaş politikalarının kurbanları olan sığınmacıların ve göçmenlerin savunusu. SGP, sığınma hakkını savunur; milliyetçiliğin ve yabancı düşmanlığının bütün biçimlerine karşı çıkar. Sığınmacılara yönelik saldırılar, tüm işçi sınıfını hedef almaktadır. Gerekli olan şey, bütün milliyetlerden işçilerin kapitalizme karşı ortak mücadelesidir. Her işçi, tercih ettiği ülkede yaşama ve çalışma hakkına sahiptir.

e) Alman militarizminin dönüşüne, Verfassungsschutz’un SGP’ye yönelik saldırısına ve egemen seçkinlerin komplosuna karşı kampanyanın geliştirilmesi. SGP’nin gözü korkutulamaz. Halkın geniş kesimleri Büyük Koalisyon’u ve onun gizli servisini hor görmekte ve reddetmektedir; onların hiçbir meşruiyeti yoktur. SGP, Verfassungsschutz tarafından gözetlenmesine karşı hukuki yollara başvuracak ve yeni seçimler talep edecektir. Partimiz, seçim kampanyasını, kapitalizme, savaşa ve otoriter rejime karşı sosyalist bir alternatifi savunmak ve işçiler, gençler ve öğrenciler arasındaki etkisini genişletmek için kullanacaktır.

f) Neden Geri Döndüler? kitabının yaygın bir şekilde dağıtımı. Bu kitap, SGP’nin son beş yıldaki mücadelesinin sadece bir sonucu değildir. Kitap, bu mücadeleyi geliştirmekte ve sağcı tehlikeye karşı koymak için sosyalist bir perspektife gerek olduğunu açıklamaktadır.

g) Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Gençlik ve Öğrenciler’i (IYSSE) üniversitelerde, meslek okullarında ve liselerde inşa etmek için ülke ve Avrupa çapında azimli bir kampanya. Bu, burjuva ideolojisinin baskın biçimlerine, özellikle de postmodernizmin akıldışıcı anlayışlarına ve kimlik politikasına karşı sistematik bir teorik ve siyasi mücadeleyi gerektirir. Öğrenciler ve gençler arasında, AfD’nin yükselişine ve öğrenim yerlerinin Alman emperyalizminin kadro okullarına dönüştürülmesine yönelik büyük bir direniş söz konusudur. Bu muhalefet işçi sınıfına doğru yönlendirilmeli ve sosyalist bir perspektifle donatılmalıdır.

h) WSWS’nin geliştirilip yaygınlaştırılması. Adaylar ve tüm parti tarafından yürütülen etkin bir seçim kampanyasının ve güçlü siyasi faaliyetin temeli, Dünya Sosyalist Web Sitesi aracılığıyla siyasi, toplumsal ve kültürel gelişmelere yönelik süregiden çözümleme ve yayın; burjuvazinin ideologlarına karşı aralıksız polemik ve devrimci partinin tüm sahte sol eğilimlerden siyasi ve teorik ayrımıdır.

i) Tarihin incelenmesi. Parti üyeleri, seçim kampanyasındaki ve sonrasındaki sorumluluklarını yerine getirmek için, Marksist hareketin tarihini iyi bilmelidir. İşçi sınıfı içinde, özellikle Dördüncü Enternasyonal’in 80 yıllık zengin tarihine ilişkin bir kavrayışın geliştirilmesi gerekmektedir.

Her şey, şunlardan hangisinin daha hızlı bir şekilde gelişeceğine bağlıdır: işçi sınıfının sosyalist bilinci mi, yoksa egemen sınıfın savaş ve diktatörlük yönelimi mi? Bu, edilgen bir tahmin sorunu değildir. Devrimci partinin müdahalesi belirleyici olacaktır. Neyin başarılıp neyin başarılamayacağına mücadele ile karar verilir. Kapitalist sistemin krizi ile işçi sınıfının sınıf bilinci arasındaki ilişki durağan değil, dinamiktir. Patlayıcı gelişmeler eski inançların altını oyacak ve toplumsal bilinci radikalleştirecektir. Ancak işçi sınıfının siyasi bilincini kapitalizmin yıkılması için gerekli seviyeye, yalnızca, sınıf mücadelesinin tarihsel derslerine ve mevcut krize ilişkin Marksist bir kavrayışa dayanan bir parti yükseltebilir.

Loading