Koronavirüs vakalarıyla birlikte işçilerin hükümete öfkesi artıyor

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın açıklamasına göre, dün itibarıyla Türkiye’de koronavirüsten ölenlerin sayısı 23 kişi artarak 131’e; doğrulanan vaka sayısı da 1.815 kişi artarak 9.217’ye yükseldi. İsimlerinin açıklanmasını istemeyen sağlık emekçileri, medyaya, yetersiz test yapılması nedeniyle ölüm ve vaka sayısının resmi rakamların çok üstünde olduğunu söylüyor. Hükümet hâlâ vakalar ve ölümler hakkında yaş ve yer gibi önemli bilgileri açıklamayı reddediyor. Gelinen noktada, işçiler arasında, hükümetin resmi açıklamalarına yönelik kuşku büyüyor.

Hükümet geçtiğimiz günlerde yeni önlemler almak zorunda kalsa da, tüm dünyadaki diğer hükümetler gibi salgına karşı sınıf temelli bir politika izliyor. Bu, vaka ve ölü sayısında yaşanan hızlı artışa rağmen işçi sınıfını kâr için çalışmaya zorlayan bir habis ihmal politikasıdır.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 27 Mart akşamı yaptığı açıklamayla koronavirüs salgınına karşı ek önlemleri duyurdu. Şehirlerarası seyahat artık valilik iznine tabi. Daha önce azaltılmış olan yurtdışı uçuşlar tamamen sonlandırıldı. Ayrıca toplu taşıma araçlarında yolcuların ayrı ayrı oturmasıyla ilgili yeni kısıtlamalar var.

Ne var ki işçiler, büyük sermayenin çıkarları doğrultusunda yine bu önlemlerin dışında tutuldular. İçişleri Bakanlığı’nın yaptığı açıklamaya göre, fabrika işçilerini taşıyan servis araçları şehirlerarası seyahat kısıtlamasından muaf tutuluyor.

Hükümet, salgını durdurma adına, sahte bir şekilde “evde kal” ve “sosyal izolasyon” çağrısı yapıyor. Büyük şirketler ikiyüzlü bir şekilde işçilerin fedakarlıklarını överken, ünlüler de aynı şekilde hükümetin “evde kal” kampanyasına videolarla destek oluyor. Bankacılık, sigorta, teknoloji ve Ar-Ge alanlarındaki birçok şirket evden çalışmaya geçerken, kafe, kahvehane, restoran, spor salonu, kuaför gibi pek çok küçük işyeri de geçici olarak kapatıldı. Bununla birlikte, çeşitli sektörlerde işten çıkarmalar da artıyor.

Gelgelelim metal, tekstil, inşaat gibi birçok ana sektörde evden çalışması mümkün olmayan milyonlarca işçi hâlâ işe gitmeye zorlanıyor. Hükümetin “evde kal” kampanyasının destekçileri, bu işçilerin gerekli olmayan işlerde çalışmaya zorlanarak hastalanma ve ölme riski altına sokulması karşısında ikiyüzlü bir sessizlik sergiliyorlar.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, bu konuda “Herkes kendi olağanüstü halini ilan edebilir. Bunu illa devletin ilan etmesi gerekmiyor,” açıklamasını yaptı. Yani işçiler, kendilerinin ve ailelerinin hayatını tehlikeyle atmak ile yoksulluk içinde evde kalmak arasında bireysel bir tercih yapmaya zorlanıyorlar.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ise bu son derece gerici politika konusunda herhangi bir şey söylemeden, ülkenin en büyük kenti ve ekonomik başkenti olan İstanbul’da salgının yayılmasını yavaşlatmak için “sınırlı” önlemler talep etti. İstanbul’da hâlâ günde 1 milyon kişinin toplu taşıma kullandığını belirten İmamoğlu, “Türkiye çapında olamıyorsa en azından İstanbul’da kısıtlı ve kontrollü bir sokağa çıkma uygulamasına acilen gidilmeli,” çağrısı yaptı.

Gazeteci Murat Yetkin, geçtiğimiz hafta yayımladığı bir makalede, Koronavirüs Bilim Kurulu ve Sağlık Bakanlığı tarafından tavsiye edilen bir genel tecrit uygulamasına Erdoğan’ın karşı çıktığını yazdı.

Yetkin, makalesinde şunları belirtti: “Bizlerin söylenenlerin satır aralarından ve başka ülkelerdeki deneyim ve bilgilerden çıkarabileceğimiz söylenmeyenler şunlar: Bilim Kurulu ve Sağlık Bakanı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı koronavirüs yayılmasını yavaşlatmanın en iyi yolunun genel bir tecrit uygulanması olduğuna ikna edememiş.”

Yetkin, yazısını şöyle bitiriyordu: “Gerekli adımların atılmasındaki bu çekingenlik neden? En büyük bilinmeyen işte bu.”

Gerçekte cevap açıktır: dünya genelinde, egemen sınıf, salgını kontrol altına alacak önlemlere değil; işçilerin süper zenginlerin kârları için çalışmayı sürdürmesini sağlama alarak, salgının kriz içindeki ekonomiye etkisine karşı büyük şirketleri desteklemeye odaklanmıştır. Kapitalizm, emekçilerin en acil sağlık ihtiyaçlarıyla savaş halindedir.

Erdoğan, Cuma günkü konuşmasında, “Üretim ve ihracatın devamı önceliklerimiz arasında” diyerek bunun altını tekrar çizdi. Cumhurbaşkanı, 18 Mart’ta, hükümetinin şirketler için toplam 100 milyar liralık “Ekonomik İstikrar Kalkanı” paketini açıklamıştı. 19 maddelik pakette emekçiler için sadece iki tane yetersiz önlem bulunuyordu.

Öte yandan birçok insanın COVID-19 testlerine ulaşamadığı koşullarda, hükümet yanlısı iş adamlarının çok sayıda test kiti alıp kendi özel mekanlarında koronavirüs testi yaptıklarını gösteren bir video da işçiler arasında büyük öfkeye yol açtı. Cumhuriyet gazetesinin yaptığı bir başka haber ise, tüm özel hastaneler bakanlık tarafından “pandemi hastanesi” ilan edilmiş olmasına rağmen, özel hastanelerde COVID-19 tedavisinin ücretsiz olmadığını açığa çıkardı. Habere göre üç kişi yaklaşık 4.000 liralık bir fatura ödemeye zorlandı.

Tüm bunlar olurken işçiler arasındaki öfke giderek su yüzüne çıkıyor. Avrupa ve Amerika genelinde salgın sırasında fabrikaların kapatılması talebiyle fiili grevler patlak verirken, Türkiye’de de şirketlerin hayati tehlikeye rağmen işçilerden çalışmayı sürdürmelerini istemelerine karşı bütün işçiler için ücretli izin talebine destek büyüyor. Resmi “evde kal” kampanyasına karşı, çok sayıda sanatçı ve aydın, sosyal medya hesaplarından yayımladıkları videolarla bütün işçilere devlet güvenceli ücretli izin verilmesi talebini yükseltiyor.

İstanbul’daki çeşitli şantiyelerde inşaat işçilerinin yaptığı iş bırakma eylemlerinin ardından, geçtiğimiz hafta içinde Hatay’da bir filtre fabrikasında çalışan işçiler, şirket yönetiminin ücretsiz izin dayatmasına karşı üç saat iş bıraktı. Bu iş bırakma eyleminin ardından şirket işçilerin 30 Nisan’a kadar ücretli izin talebini kabul etmek zorunda kaldı.

Herhangi bir grev gündemi olmayan ve bu tür grevleri de yalıtan büyük sendika konfederasyonları, hükümetle açıkça işbirliği yapıyor ve işçilerin işe gitmeye zorlanmasında canice bir rol oynuyorlar.

Yine geçtiğimiz hafta, işçiler arasında grevlerin ve protestoların yayılmasından korkan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, yayımladığı genelgeyle “koronavirüs önlemleri çerçevesinde” toplu iş sözleşmesi süreçlerinin ve grevlerin geçici olarak durdurulduğunu bildirdi.

Hükümet, salgına yönelik politikasını eleştirenlere karşı da bir cadı avı yürütüyor. 11 Mart’tan bu yana yüzlerce insan sosyal medyada koronavirüsle ilgili “provokatif paylaşımlar” yapma iddiasıyla gözaltına alındı.

Malik Baran Yılmaz adlı bir TIR şoförünün sosyal medyada hükümetin koronavirüs krizine yönelik politikasının sınıf karakterini ifşa eden bir video yayımlamasının ardından gözaltına alınması, hükümetin işçiler arasında artan öfkeden duyduğu korkuyu açıkça gözler önüne serdi.

Gözaltına alınmasına karşı gelişen büyük tepki ve dayanışma sonucunda haftada bir gün imza ve yurtdışına çıkış yasağı şartıyla serbest bırakılan Yılmaz, sosyal medyada yaygın biçimde paylaşılan ve çeşitli kanallar üzerinden bir milyondan fazla izlenen videoda şunları söylemişti: “Şimdi diyorsunuz ya, ‘evde kal Türkiye’. Nasıl kalalım baba? Emekli değilim, memur değilim, zengin değilim. İşçiyim ben, TIR şoförüyüm. Çalışmasam ekmek yok. Elektriğimi, suyumu, kirayı ödeyemem. E bunları zaten ödememek, ölmekten daha beter baba! Öleyim daha iyi… Yani ha senin lafınla evde kalarak açlıktan, rezillikten, kepazelikten ölmüşüm, ha da virüsten ölmüşüm. Ama beni bu virüs öldürmez; beni senin bu düzenin öldürür. Bu böyle biline.”

Yazar ayrıca şunları öneriyor:

Önce hayat değil kâr: Alman parlamentosu büyük şirketler ve zenginler için acil durum paketini kabul etti
[27 Mart 2020]

Wall Street için kaç kişi ölmeli?

[26 Marct 2020]

Koronavirüs Yunanistan’daki sığınmacı kamplarını ölüm kamplarına dönüştürüyor

[21 Mart 2020]

Hükümetin koronavirüs önlemleri: Sermayeye milyarlar, işçilere hiçbir şey

[21 Mart 2020]

ABD emperyalizmi koronavirüsü bir silah olarak kullanıyor

[20 Mart 2020]

Loading