COVID-19 affı siyasi tutukluları ve gazetecileri dışlıyor

İnfaz düzenlemesinin son hali, bu yazının kaleme alınmasının ardından, TBMM’de Pazartesi gecesi yapılan oylamayla 279 kabul oyuna karşılık sadece 51 ret oyuyla kabul edildi.

*

İlk vakanın 10 Mart’ta teşhis edildiği Türkiye, 65 bini aşan vaka sayısı ve 1.403 ölüm ile koronavirüs salgınının en hızlı yayıldığı ülkelerden biri konumunda. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile onun fiili koalisyon ortağı olan Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) meclise sunduğu yasa tasarısı, cezaevlerindeki hükümlülere yönelik kısmi bir af getiriyor. Düzenleme, salgının cezaevlerinde kitlesel ölümlere yol açabileceğine yönelik uyarıların ardından gündeme gelmişti.

Bu konuda bir ayı aşkın süredir yapılan uyarıların doğruluğu, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün Pazartesi günü beş açık cezaevinde 17 hükümlüye COVID-19 teşhisi konulduğunu ve onlardan üçünün hayatını kaybettiğini açıklamasıyla ortaya çıktı.

Toplam tutuklu ve hükümlülerin yaklaşık üçte birini oluşturan 90.000 dolayında kişi yasadan yararlanabilecekken, çoğu düzmece bir şekilde “terör” ile suçlanan on binlerce siyasi tutuklu ve hükümlü kapsam dışı bırakılıyor. Yargılamaları herhangi bir somut “suç” kanıtı olmadan devam eden gazeteciler de aftan yararlanamayacak.

Hükümet, bu konuda, binlerce tutukluyu serbest bırakırken WikiLeaks’in kurucusu Julian Assange’ı serbest bırakmayı reddeden Britanya hükümetini örnek alıyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1998 yılında, İstanbul Belediye Başkanı iken Ziya Gökalp’in bir şiirini okuması nedeniyle “halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik ettiği” gerekçesiyle 10 ay hapis cezasına çarptırılmış, 4 ay cezaevinde kalmış ve siyasetten men edilmişti. Erdoğan, 2002 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) desteklediği özel bir yasayla tekrar siyasete dönmüştü. Şu anki af o dönemde uygulamaya konsaydı, Erdoğan ondan yararlanamayacaktı.

Erdoğan hükümeti, anayasadaki eşitlik ilkesi nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nin yasayı iptal edeceği veya yasanın tüm mahkumlara uygulanması yönünde karar vereceği korkusuyla, tasarının bir af değil, “infaz düzenlemesi” olduğu konusunda ısrar ediyor. Diğer yandan bu düzenleme, hükümeti eleştiren yazılar veya sosyal medya paylaşımları için keyfi hapis cezalarının da önünü açıyor.

Salgın sırasında hapishaneler iyice tehlikeli hale geldi. Aşırı kalabalık, yetersiz havalandırma, günışığı eksikliği, ortak tuvaletler ve banyolar, hijyenik ürünlere yetersiz erişim, yemek salonlarının ve mutfakların temizlenmemesi, yetersiz sağlık personeli, tıbbi tedavi için uzun bekleme süreleri; tüm bunlar, bütün bir hapishane nüfusu içerisinde virüsün hızla yayılmasını kolaylaştırıyor.

Bununla birlikte, hapishanelerdeki kriz uluslararası bir olgu. Türkiye’de birkaç hapishanede halihazırda COVID-19 vakaları tespit edilmişken, geçtiğimiz hafta Batman’da mahkumlar infaz düzenlemesine dahil edilmedikleri için isyan ettiler. Geçtiğimiz ay İtalya’da ve Kolombiya’da hapishane protestoları ve isyanlar patlak verirken İran, COVID-19’’un yayılmasını önlemek amacıyla 70.000 mahkumu serbest bırakmıştı.

Muhalefetteki CHP’nin yasa tasasına yönelik ılımlı eleştirileri, asıl olarak devlete olan güveni artırmaya odaklandı. Parti sözcüsü Faik Öztrak, yaptığı açıklamada şu serzenişte bulunuyordu: “Salgın var diye infaz indirimi yapıyorsunuz... Gazetecileri içeride tutuyorsunuz hırsızı salıyorsunuz. Bunun adı açıkça siyasi fırsatçılıktır. Bu düzenlemeyle devlete duyulan güven daha da dip yapar. İnfaz düzenlemesiyle rüşvet yiyen çıkacak, haberini yapan içeri girecek.”

CHP’li yetkililer tasarıyı ikiyüzlü bir şekilde demokrasi maskesi altında eleştirseler de, gerçekte AKP’nin polis devleti politikalarının suç ortağı konumundalar. 2016 yılında CHP, AKP’nin teklif ettiği ve Kürt milliyetçisi Halkların Demokrat Partisi (HDP) milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldıran anayasa değişikliği lehine oy vermişti. Bu yüzden eski HDP liderleri Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ ve birçok eski HDP milletvekilli hâlâ hapiste bulunuyor. Buna rağmen HDP geçtiğimiz yılki yerel seçimlerde hiç tereddüt etmeden CHP ile ittifak kurdu.

HDP, çeşitli küçük burjuva partileriyle birlikte yaptığı açıklamada, tasarıya şu şekilde tepki verdi: “Cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerin sağlık ve yaşam hakları devletin ve iktidarın güvencesi altındadır. Ancak iktidar tarafından teklif edilen bu düzenleme ile ortaya çıkmıştır ki, AKP-MHP bloğu yaşam ve sağlık hakkı bağlamında sadece kendisine yakın olanları düşünmektedir. Kendisine muhalif olanların yaşam ve sağlık hakkı ise açıkça ihlal edilmektedir… Muhalif duruşları nedeniyle tutuklu veya hükümlü bulunan siyasiler, geçmiş dönem milletvekilleri, belediye başkanları, gazeteciler, akademisyenler, sosyal medya paylaşımları ile düşünce ve ifade özgürlüğünü kullanmış olan yurttaşlar, öğrenciler bu düzenlemenin kapsamı dışında tutulmaktadır.”

Bu açıklama, Kürt milliyetçilerinin kendi gerici sicilleri ile çelişmektedir. ABD’nin Suriye’deki başlıca vekil gücü olan Halk Savunma Birlikleri (YPG), kuzey Suriye’deki siyasi mahkumları korkunç koşullarda tutuyor. IŞİD savaşçısı olduğu iddia edilenler ve aileleri, Washington ve NATO üyesi diğer emperyalist güçlerinin emriyle, yeterli gıda olmadan, berbat koşullardaki esir kamplarında tutuluyor.

2020 verilerine göre, Türkiye’de 355 hapishanede toplam 282.703 mahkum var. T24, Adalet Bakanlığı’nın 2019 istatistiklerine göre yaklaşık 37.000 kişinin “terör” suçlamasıyla hapse atıldığını aktarmıştı. Türkiye’de bu, çoğunlukla şiddet içermeyen siyasi suçlar anlamına gelmektedir.

Erdoğan’ın AKP’si 2002’de iktidara geldiğinde, ülkedeki mahkumların sayısı sadece 60.000’di. 2002’de 65 milyon olan toplam nüfus yüzde 20’den daha az artarken, hapishane nüfusu neredeyse beş kat arttı. AKP bu dönemde 178 yeni hapishane inşa etti ve 2020’de 61 yeni hapishanenin daha açılması planlanıyor.

Kitleler halinde hapsetme politikası, AKP’nin uzun süredir içeride işçi sınıfına karşı bir polis devleti ve otoriter rejim inşa etmesi ve Ortadoğu’da emperyalist savaşlara katılımı ile uyumludur.

Sosyalist Eşitlik’in 2017’deki anayasa referandumu üzerine WSWS’de yayımlanan açıklamasında belirttiği gibi, “Erdoğan’ın diktatörce yetkiler elde etme girişimi, emperyalist devletlerin Mısır devrimine verdiği yanıt olan, savaş yöneliminden kaynaklanmaktadır. Türkiye egemen sınıfı, NATO’dan gelen basınç altında, Erdoğan’ın ‘komşularla sıfır sorun’ politikasını terk etmiş ve başlangıçta El Kaide güçlerinin vekiller olarak kullanıldığı Libya’daki ve Suriye’deki rejim değişikliği amaçlı emperyalist savaşları desteklemişti.”

Emperyalist güçler, El Kaide bağlantılı vekillerinin Suriye’deki yenilgisinden sonra, İslamcı Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) yerine Suriyeli ve Iraklı Kürt milliyetçi gruplarla çalışmaya karar verdiler.

AKP hükümeti, bu politikayı, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne yönelik büyük bir tehdit olarak görerek PKK ile “barış süreci”ni bitirdi ve Washington eksenindeki Kürt milliyetçisi gruplara karşı saldırılarını arttırdı. Sonuç olarak milletvekilleri, belediye başkanları ve gazeteciler dahil olmak üzere binlerce Kürt siyasetçi hapse atıldı.

Suriye savaşı ayrıca AKP’yi Rusya ve Çin ile yakınlaşma arayışı yönünde önemli bir değişikliğe yöneltti ki bu politika, Ankara’nın Obama yönetimi ve onun Avrupalı müttefikleri ile şiddetli bir çatışmaya girmesine yol açtı. Sonuçta, 15 Temmuz 2016’da, TSK’nin bir kesimi, ABD ve Almanya hükümetlerinin teşvikiyle, NATO’nun İncirlik Hava Üssü’nden başarısız bir askeri darbeye girişti.

Darbe girişiminin ardından Erdoğan olağanüstü hal ilan etti ve gücünü pekiştirmek için yeni bir anayasa değişikliği hazırladı. Bu süreçte yaklaşık 150.000 memur ve asker görevden alındı ve 500.000’den fazla kişi gözaltına alındı. Çoğu darbeye katılmamış olan 30.000’den fazla insan hâlâ hapiste. Ayrıca yüzlerce muhalif gazeteci ve akademisyen de bu süreçte hapse atıldı veya sürgüne gitmeye zorlandı.

Türkiye Gazeteciler Birliği’nin (TGS) 7 Nisan’da yaptığı açıklamaya göre, Türkiye’deki cezaevlerinde 85 gazeteci bulunuyor. Kimi kaynaklara göre ise gerçek sayı 100’den fazla.

Sınıf bilinçli işçiler siyasi mahkumların ve gazetecilerin haklarını savunmalıdır. Hapistekilerin ve toplumun diğer savunmasız kesimlerinin salgın sırasında korunması için gerekli önlemler alınmalı; siyasi tutuklular ve hapisteki gazeteciler derhal ve koşulsuz serbest bırakılmalıdır.

Yazar ayrıca şunu öneriyor:

Britanya hükümeti binlerce hükümlüyü tahliye ederken Julian Assange’ı serbest bırakmıyor

[6 Nisan 2020]

Loading